10 Şubat 2009 Salı

MOBBİNG

YÜKSEK PLAZALARDA YÜKSELEN ŞİDDET: "MOBBİNG"
MOBBİNG EN ÇOK ÇALIŞAN KADINI VURUYOR



İngilizce "mob" yani kurumsal baskı kelimesinden türeyen mobbing kitlesel zorbalık, yıldırma, kitlesel duygusal taciz, işyerinde zorbalık, işyerinde duygusal baskı… gibi çeşitli isimlerle adlandırılabilir.

Bir işyerinde bir kurbana karşı bir grubun uyguladığı her çeşit aşağılama, yıldırma, psikolojik baskı unsurlarına mobbing denir. Genellikle ortak amaçları o kişiyi yıldırmak olan grup; kurbanı kendine güvenen, yerinden emin, kalifiye, beğenilen ve takdir edilen kişilerden seçerler.

Son yıllarda bizlerin de muayenelerimiz esnasında sık sık karşılaştığımız mobbing öykülerinde ortak yönler şunlardır:


İşyerinde kişinin arkasından konuşulması
Kişi odaya geldiğinde kendisinin görmezden gelinmesi
Kendisine layık olmadığı, eğitimi ya da uzmanlığıyla ilgisiz işlerin yüklenmesi
Kişinin gruplara dahil edilmemesi ve yalnızlaştırılması
Kişinin iletişim kurmasının zorlaştırılması
Akşam yemeği ya da dost sohbetlerine kişinin davet edilmemesi
Yaptığı işlerin sürekli eleştirilmesi, takdir edilmemesi
Kendisinden mevki ve eğitim olarak daha yetersiz kişilere sorumluluklar verilmesi
Kendini anlatabileceği, gösterebileceği ve gerçekleştirebileceği ortamın sağlanmaması
Kişinin varlığının görmezden gelinmesi
Kişinin itibarı ve onuruna yönelik saldırılar...
Bu duruma maruz kalan çalışanlarda depresyon, akut stres bozukluğu, kronik mutsuzluk, psikosomatik bozukluklar (kronik baş ağrısı, kronik kolon ağrıları, kas ağrıları, kabızlık…), anksiyeteli bozukluklar (kaygı, telaş, korku), uyku bozuklukları, cinsel bozukluklar ortaya çıkmaktadır.

Kişi kendisine göre istifa etmeye zorlanmaktadır. Bu durum öyle zor bir hal alır ki; kişi maruz kaldığı bu duygusal işyeri tacizi karşısında performans düşüklüğü yaşar, hatta işten çıkarılabilir ya da kendisi istifa eder.

İşyerlerinde mobbinge maruz kalan kişilerin oranı henüz tam olarak bilinmemekle birlikte kadınların mobbinge daha çok maruz kaldıkları görülmektedir. İşin ilginç yanı kadının daha çok diğer kadın çalışanların zorbalığına maruz kalmasıdır.

Mobbing çok ciddi bir işyeri sendromudur. Kişilerin bu duruma maruz kaldıklarında mutlaka haksızlık karşısında hak aramak durumundalar. Çünkü zorbalık asla zamanla geçmeyecektir. Kişilerin mobbinge maruz kalmasının önlenmesi için işyerlerinde mutlaka ruh sağlığı taramaları yapılmalı, yatay iletişim modeli hakim olmalıdır. Mobbinge maruz kalan kişiler mutlaka psikiyatrik yardıma başvurmalıdırlar.

prof.dr. arif verimli....

Pragmatizm

Felsefede Faydacılık ya da Pragmatizm hem iyinin teorisi hem de doğrunun teorisidir. İyinin teorisi olarak faydacılık refahcıdır (welfarist). İyi en fazla faydayı sağlayandır ve burada fayda zevk, tatmin veya bir nesnel değerler listesine göre tanımlanır. Bir doğru teorisi olarak ise faydacılık neticecidir (consequentialist). Doğru hareket en yüksek faydayı verendir.

Faydacılık ilk olarak 18. yüzyıl İngiltere'sinde Jeremy Bentham ve diğerleri tarafından öne sürülmüştür. Fakat Epikür (Aipikuros) gibi antik Yunan filozoflarına kadar geri gidilebilir. İlk kez ortaya atıldığında iyi en fazla insana en fazla mutluluğu getiren şey olarak tanımlanmıştı. Ancak daha sonra Bentham iki farklı ve birbiri ile çelişme potansiyeli olan kavram içerdiğinden birinci kısmı atıp sadece “en büyük mutluluk prensibi” demiştir.

Hem Bentham'ın hem de Epikür'ün formulasyonu hedonistik nedenselliğin farklı tipleri olarak düşünülebilir çünkü hareketlerin doğruluğunu sebep oldukları mutluluğa göre ölçüyorlardı ve mutluluğu zevkle tanımlıyorlardı. Ancak Bentham'ın formulasyonu ferdi olmayan bir hedonizmdi. Epikür'ün kişiyi en mutlu eden şeyi yapmasını tavsiye etmesine karşılık Bentham herkesi en mutlu yapacak şeyi yapmayı uygun görüyordu.

John Stuart Mill "Utilitarianism" isminde ünlü (ve kısa) bir kitap yazmıştır. Mill bir faydacı olmasına rağmen bütün zevklerin aynı değerde olmadığını ileri sürmüştür. “Mutsuz bir Sokrat (Sokrates) olmak mutlu bir domuz olmaktan yeğdir” sözü bu görüşünü anlatır.

Faydacılığı eleştirenler bu görüşün birkaç problemi olduğunu söylemişlerdir. Bunlardan biri değişik insanların faydalarının karşılaştırılmasının zorluğudur. İlk faydacıların çoğu mutluluğun felisifik hesap (felisific calculus) ile sayısal olarak ölçülebilip karşılaştırılabileceğine inanıyorlardı ama pratikte bu hiçbir zaman yapılamadı. Değişik insanların mutluluğunun kıyaslanmasının sadece pratikte değil prensipte de mümkün olmayacağı ileri sürülmüştür. Faydacılığın savunucuları bu problemin iki kötü seçenek arasında karar vermek zorunda kalan herkesin karşılaşabileceği bir problem olduğunu söyleyerek karşılık vermişlerdir. Bir milyar insanın ölmesiyle bir kişinin ölmesinin aynı derecede kötü olduğunu söyleyemiyorsanız bu problemi utilitaryanizmi red etmek için kullanamazsınız demişlerdir.

Faydacılık sağduyu ile çeliştiği için de eleştirilmiştir. Örneğin kişi kendi çocuğunun hayatı ile iki yabancının hayatını kurtarmak arasında seçim yapmak zorunda kaldığında kendi çocuğunu kurtarmayı seçecektir. Ama faydacılar iki yabancıyı kurtarmanın gelecekte daha fazla potansiyel mutluluğa sebebiyet vereceğinden tersini tercih etmeyi destekleyeceklerdir.

Daniel Dennett kararlarımızı yönlendirmek için faydacılığın kullanmasının sınırlarını belirlemek için Three Mile adasını örnek olarak kullanır. Bu nükleer santraldaki kaza iyi mi yoksa kötü bir şey miydi? Bu kaza birçok kişi tarafından nükleer enerji politikasına yaptığı etkiler yüzünden yararlı olarak görülmekteydi. (neticede Çernobil kadar kötü bir kaza değildi). Dennett faydacılık açısından tüm kanıtları tartıp bir karara varmak için hâlâ daha erken (aradan geçen 20 yıla rağmen) olduğunu söylemektedir.

Burada söz edilen sıkıntılardan kurtulmak için faydacılığın değişik çeşitleri ortaya atılmıştır. Faydacılığın geleneksel şekli en fazla fayda getiren hareket en iyi harekettir diyen hareket faydacılığıdır. Buna alternatif ise en iyi hareket en fazla faydayı sağlayacak kuralın emrettiği harekettir diyen kural faydacılığıdır.

Örneğin bir kişi yalan söylerse en fazla faydayı elde edeceği bir durumda olsun. Hareket faydacılığına göre en doğru hareket yalan söylemektir. Ama genel kural olarak doğruyu söylemek o kişiye daha fazla fayda sağlayacağını kabul edersek kural faydacılığı açısından doğruyu söylemek gerekmektedir.

Yiyeceklerle değişen psikolojimiz

Bilim adamları yaptıkları araştırmalarda, yediklerimiz besinlerin oluşumunda bulunan bazı maddelerin psikolojimiz üzerinde etkili olduklarını açıkladılar.


Yediklerimiz ve beynimiz
Tükettiğimiz besinler, beynimizde bir sinir hücresinden diğer bir sinir hücresine ve oradan da uyarının türüne göre beynimizi ilgilendiren emir merkezine ulaşır.

Kimyasal mesajları taşıyan Nörotransmiterlerin üretiminde veya serbest bırakılmasında yediğimiz besinlerin büyük etkisi vardır. Nörotransmiterler beyinin emir merkezine vücudun istemleri olan tokluk, açlık, acı, endişe gibi uyarıları iletmekle yükümlüdür.

Sıcak bir maddeye dokunduğumuz anda nörotransmiterler elimizin yandığını ve daha sonra acı hissedeceğimizi elimizi o sıcak yerden biran önce çekmemiz gerektiğini beynimizin refleks merkezine iletirler ve beyin de bunu hareket kaslarımıza iletir. Bu mesaj alınır alınmaz hemen elimizi sıcak olan yerden hızla çekeriz.

Yiyeceklerin de bu aktivitelerde büyük payı olduğunu bu araştırma ile daha iyi anlayabiliyoruz. Eğer bazı ispatlanmış gerçekleri öğrenirseniz siz de psikolojinizi etkileyebilirsiniz.

Değişikliğinizi protein ile artırın
Proteinler sindirim sırasında aminoasitlere parçalanırlar. Bu aminoasitlerle oluşan nörotransmiterler bizim uyanık kalmamıza ve enerjimizi artırıp tamamen kullanmamıza neden olur. Proteini yüksek gıdaların başında balık, et yumurta ve kümes hayvanları geliyor.

Stres için karbonhidrat
Karbonhidratlar kan akışını hızlandıran etkiye sahiptir. Bizim sakin kalmamıza karbonhidratlar oldukça yardım ederler. Araştırmalar iki hafta süresince diyete maruz kalarak karbonhidrat alımı azalan insanlarda diyet sonrası depresyona girme tehlikelerinin arttığı ortaya çıkmıştır.

Karbonhidrat ihtiva eden yiyecekler arasında ekmek, krakerler, makarna, pirinç, meyve ve tahıllar ilk akla gelenler arasında. Protein ve karbonhidratın vücutta en iyi şekilde kullanılmasını istiyorsanız ikisini ayrı ayrı tüketmelisiniz. Mesela kalorisi yüksek bir yiyecek olan balığın yanında karbonhidrat içeriği fazla mesela ekmek kullanırsanız aldığınız enerjiyi kullanamazsınız. Önce proteini tüketin kısa bir süre sonra da karbonhidrat alın bu sizi uyanık tutacaktır.

Kafein
Kötü ününe rağmen kafein size iyi gelebilir.Depresyonun ilaç tedavisine gerek olmayan türlerinde; alınan bir miktar kafein iyi bir antidepresan olabilir. Hergün, artmayan hafif dozda alınan kafein etkili bir sakinleştiricidir.
Günde bir ya da iki fincan içildiğinde sizi rahatlatabilir fakat daha fazla kullanıldığında yan etkileri kendini gösterir.

Folik asit ve depresyon
Folik asitin azlığının depresyona neden olduğu klinik araştırmalar sonucu ortaya konulmuştur. Çünkü folik asit azlığı beyinde serotoninin azalmasına neden olur. Depresyonlu hastaların diğer insanlara oranla daha az folik asit miktarına sahip oldukları yapılan başka geniş kapsamlı araştırmalarda ispatlanmıştır. Depresyondan korunmanın yolu bir kap pişmiş ıspanak ya da bir bardak portakal suyu sağlayabilir.

Selenyum azlığı kendinizi kötü hizzetmenize neden olabilir
Vücudunda selenyum miktarı az olan insanlar insanlara oranla daha çok kaygılı, endişeli ,alıngan olurlar. İhtiyacı kadar verilen selenyum kişiyi normal ruh haline dönmesine yardımcı olur fakat fazla kullanımının vücuda hiçbir yararı yoktur. Selenyumun en çok bulunduğu ürünler brezilya fıstığı, ton balığı, ay çekirdeği, tahıllar ve kılınç balığında bulunur.

Yumurta ve hafızamız
Cholin maddesi yüksek kolesterol den uzak durmak için mahrum kaldığımız bir maddedir. Cholin yüksek kolestrollü yiyeceklerde bulunan bir B vitamini kompleksidir. Cholin`in eksikliği hafıza zayıflığına ve konsantrasyon eksikliğine neden olur. Cholin almak istiyorsanız yumurta ve ciğer yiyin.

MESNEVİ'DEN

YIllar önce, çok uzaklarda bir adam varmış. Bu adam çalışmak amacı ile çok uzaklara gitmiş ve yıllarca çalışmış. Sonunda memleketine dönme zamanı gelmiş. Bu çalışma sürecinde toplam 3000 akçe biriktirmiş ve evinin yolunu tutmuş.

Evine doğru giderken yolu büyük bir şehirden geçmiş.

Yolda yürürken köşe başında birisi "Bir nasihat bin akçe, bir nasihat bin akçe" diye bağırıyormuş. Adam düşünmüş: 'Nasıl olur, bir nasihati bin akçeye satarlar, ben yıllarca çalıştiı ve sadece 3000 akçe biriktirdim'

Bu işe pek aklı ermemiş ama merak işte, duramamış ve adama bin akçe vererek o nasihati satın almış.

Nasihat: "KADERDE NE VAR İSE O ÇIKAR"

ve yoluna devam etmiş...

İlerde yine köşe başında başka bir adam bağırıyormuş "bir nasihat bin akçe" diye. Adam yine dayanamamış, bin akçe de o adama vermis ve ikinci nasihati de satın almış.

İkinci nasihat de: "GÖNÜL KİMİ SEVERSE GÜZEL ODUR'"

Son kalan bin akçesi ile yoluna devam etmiş. Tam şehrin çıkışında yine köşe başında bir adam bir nasihati bin akçeye satıyormuş. Adam bir parasına bakmış, bir de nasihati satan şahsa, dayanamamış ve kalan son akçesiyle de o nasihati satın almış.

Son nasihatte: "HİÇ BİR İŞ ACELEYE GELMEZ".

Parasız, yoluna devam etmiş.

Şehrin çıkışında büyük bir topluluk ile karşılaşmış. Topluluk telaş içindeymiş. Yaklaşmış ve oradakilerden birine neler olduğunu sormuş. Oradan birisi açıklamış, demiş ki : "Burada şehrin tüm su ihtiyacını karşılayan bir kuyu var, ama kuyunun içinde de canavar var. Canavar suyu tutmuş, göndermiyor. Aşağıya kim indiyse bir türlü çıkamadı. Şimdi herkes korkuyor aşağı inmeye"

Adam düşünmüş ve ilk satın aldığı nasihat aklına gelmiş. "Kaderde ne var ise o çıkar". Aşağı inmeye karar vermiş. Aslında bu nasihatleri herkes bilir ama uygulayabilmemiz için belli bir bedel ödememiz gerekiyor. İnince canavar adamı hemen yakalamış ve yerine götürmüş.

Demiş ki: "Buraya gelenlerin hepsine bir soru sordum ve bilemediler. Eğer sen bilirsen seni serbest bırakırım."

Bir dizine sarışın ve dünya güzeli bir kadın, diğer dizine de kurbağa koymuş ve "söyle bakalım, hangisi güzel?" demiş.

Adam düşünürken, aklına ikinci aldığı nasihat gelmiş ve "gönül kimi severse güzel odur" demiş.

Bu cevap canavarın çok hoşuna gitmiş. Zira canavar, kurbağanın gözlerine aşıkmış. Adamı salmış ve suyu bırakmış. Almışlar krala götürmüşler adamı ve ağırlığınca altın vermişler.

Adamımız yoluna devam etmiş ve nihayet evine varmış. Evinin camından içeri bakmış. Bir de ne görsün; karısı, genç biri ile diz dize oturuyor.

Hemen kılıcını çekmiş ve tam içeri girerken üçüncü nasihat aklına gelmiş "Hiçbir iş aceleye gelmez". Kılıcını kınına koymuş ve içeri girmiş.

Hoş beşten sonra karısına o genci sormuş.

Kadın da: "Bey, sen gittiğinde ben hamileydim ve bir oğlumuz oldu. Bu genç senin oğlun" demiş.

KADERİNİZ VE YOLUNUZ AÇIK OLSUN, HAYAT ACELE ETMEYE GELMEZ.

paradigma(zihinsel harita)değiştirmek

Önemli bir toplantıda cep telefonuyla bağıra bağıra konuşan bir kişi garibinize gidiyorsa, paradigmanızı değiştirmeden onu değerlendirdiğiniz için, siz yanılıyorsunuzdur.

Örneğin trende giderken, bir baba, 3 evladıyla oturup, sürekli ağlayan çocuklarına hiç, susun, demeden yolculuğa devam ettiğinde ; siz ona ne gamsız adam, diyebilirsiniz. Ama sorsanız, belki de onlar hastaneden geliyorlardır ve bir saat önce çocukların anneleri ölmüştür ve eve dönüyorlardır.

Prof.Covey in konuşmasını dinlemeye gelen annesi, arka sırada oturan 2 kişinin toplantı boyunca sürekli konuştuklarını görerek, çok öfkelenmiş ve oğlumu küçümsüyorlar diyerek te çok üzülmüş. Yemek molasında oğluna, şunların kafasına çantamı indiresim geliyor, demiş. Oğlu; “anne o adam Finlandiyalı, burada simultane tercüme yok, mecburen tercümanı yanına oturttuk” demiş.

Havaalanında aktarma yapmak isteyen yaşlı bir hanım, uçağının 2 saat gecikmeli olduğunu öğrenince, dergiler ve bir kutu kurabiye alarak bekleme salonuna geçmiş.Yanındaki sehpaya da dergileri ve kurabiye kutusunu bırakarak, okumaya dalmış. Bir ara bakmış ki, yanındaki koltuğu oturan bir adam, sehpadaki kurabiye paketini açıyor ve yemeye başlıyor. Kurabiyelerin kendisine ait olduğunu hissettirmek isteyen kadın, adama dik dik bakmış. Hatta canı o an istemediği halde, kutudan bir kurabiyeyi ağzına atmış. Her halde kurabiyelerin sahibinin kim olduğunu artık anlamıştır diye düşünürken, adam bir tane daha ağzına atmaz mi? Hemen kadın da bir tane daha atmış ve bir yarışma başlamış, adam bir tane, kadın bir tane. Sonuçta kutuda tek kurabiye kalmış, adam onu hızlıca kaparak ortadan bölmüş ve gülerek kadına ikram etmiş. O sırada, kadının uçağının alana indiği anonsu duyulmuş ve işlemler için kadın bankoya gitmiş. Pasaportunu çıkartmak için çantasını açtığında, ne görsün ; kendi kurabiye paketi, hiç açılmamış olarak çantasında durmuyor mu ? Meğer, bunca zamandır adamın kurabiyesini yiyormuş. Tabii çok utanmış ama, artık iş işten çoktan geçmiş.

Başkalarının düşünce ve davranışları hakkında hüküm verirken, elimizdeki veriler çoğu zaman yeterli olmuyor. Davranışların nedenini bilmeden çok yanlış yargılara varabiliyoruz.

Covey bu örnekleri ; “aynı enformasyona farklı bakış, bizim davranışlarımızı belirler” diye özetliyor. Buradan yola çıkarak çözemediğimiz sorunlar için, paradigma (zihin haritası) değiştirmenin gereğini vurguluyor ve Einstein'in bir sözünü anımsatıyor :

Karsılaştığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz.
Çoğumuzun zaman zaman yaptığı gibi, "sorunların içinde kaybolmak" yerine, paradigma değiştirmeyi başarıp, sorunlara farklı biçimde yaklaşabilenler, o sorunu asma şansını da yakalıyorlar. Zaten sorunlarımızı dostlarımızla paylaşmamızın nedenlerinden biri de, farklı bir bakışın, bize farklı davranabilme kapısı aralama ihtimali değil midir?

Çözümsüz gibi gördüğünüz sorunlar konusunda paradigma değiştirmenin önemi çok büyüktür. Aslında hayatimizi, basarimizi, mutluluğumuz belirleyen bizim kendi davranışlarımızdır. Basımıza gelen her şeyle onlara verdiğimiz tepki ve yanıt arasında geniş bir hareket alanı vardır......."