20 Şubat 2009 Cuma

İLKYARDIM NEDİR?

İlkyardım, hasta veya yaralı kişiye, daha ciddi bir tıbbi yardım uygulanmadan önce yapılan ilk bakımdır. İlkyardımın amacı, durumun kötüleşmesini önlemek için aktif olarak müdahale etmek, yaşam desteği sağlamak, yaralının etkin tedavisini başlatmak, zararı en aza indirmek ve yaşam kaybını önlemektir. İlkyardım tıbbi bakımın bir alternatifi değildir. Ancak ilkyardım eğitimi alan kişiler, durumu ve aciliyetin derecesini tayin etme ve profesyonel tıbbi yardım ulaşana kadar yapılabilecek en doğru şeyleri belirleme yeterliliğine sahiptir.

Yaralanmanın, ölüm olaylarının dördüncü ana nedeni olduğu düşünülürse, ilkyardım eğitiminin gerekli olduğu çok açıktır. Düşmeler en sık rastlanan yaralanma sebebidir. Ancak trafik kazaları en ölümcül olanıdır. Yaralanma ölümlerinin %22’si trafik kazaları sonucu oluşmaktadır.

İlkyardım inceleme ve araştırmayla başlar. Bir yaralıya yaklaşmadan önce olay yerinde, yaralı ve kurtarıcının hayatını tehlikeye atabilecek faktörlerin önlenmesi gerekir. Daha sonra yapılan ilk inceleme, yaralının hayatını kurtaracak işlemlerin hemen uygulanmasının gerekip gerekmediğini belirler.

İLKYARDIM MERKEZLERİ

İLKYARDIM MERKEZLERİ

AMBULANS HİZMETLERİ

İl Sağlık Müdürlüğü (Acil Ambulans) 112

TELEMED24 (Halk Yaşam Sigortalıları İçin) (0 212) 211 24 24

Zehir Danışma Merkezi (0 800) 314 79 00

SOS Universal (0 212) 505 72 72

Çapa Ambulans (0 212) 585 61 84

Marmara Özel Ambulans (0 216) 327 05 12

Medline (0 212) 280 33 88

KAMU HASTANELERİ

Bakırköy Devlet Hastanesi (0 212) 543 93 71

Beykoz Devlet Hastanesi (0 216) 331 10 54

Haseki Hastanesi (0 212) 529 44 49

Haydarpaşa Numune Hastanesi (0 216) 345 46 80

İstinye Devlet Hastanesi (0 212) 277 49 12

Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi (0 216) 441 39 00

Koşuyolu Kalp ve Araştırma Hastanesi (0 216) 326 69 69

Sağmalcılar Devlet Hastanesi (0 212) 567 67 74

Sarıyer İsmail Akgün Devlet Hastanesi (0 212) 242 29 58

Silivri Devlet Hastanesi (0 212) 727 15 09

Siyami Ersek Göğüs Kalp ve

Damar Cerrahisi Merkezi (0 216) 349 91 20

Şile Devlet Hastanesi (0 212) 711 50 62

Şişli Etfal Hastanesi (0 212) 231 22 09

Taksim Hastanesi (0 212) 252 43 00

Zeynep Kamil Kadın ve

Çocuk Hastalıkları Hastanesi (0 216) 391 06 80

ÜNİVERSİTE HASTANELERİ

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi (0 212) 588 48 00

İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi (0 212) 534 00 00

Marmara Tıp Fakültesi Hastanesi (0 216) 327 10 10

SSK HASTANELERİ

SSK Eyüp Hastanesi (0 212) 581 01 40

SSK Göztepe Hastanesi (0 216) 302 41 46

SSK İstanbul Hastanesi (0 212) 588 44 00

SSK Okmeydanı Hastanesi (0 212) 221 77 77

ÖZEL HASTANELER

Acıbadem Hastanesi (0 216) 326 33 36

Alman Hastanesi (0 212) 293 21 50

Aksaray Vatan Hastanesi (0 212) 524 30 69

Amerikan Hastanesi (0 212) 231 40 50

Anadolu Hastanesi (0 216) 391 60 20

Avrupa Hastanesi (0 212) 288 30 08

Bağcılar Hastanesi (0 212) 611 21 50

Bakırköy Ömür Hastanesi (0 212) 571 69 25

Çapa Hastanesi (0 212) 530 58 00

Çapa Millet Hastanesi (0 212) 586 12 53

Çevre Hastanesi (0 212) 274 69 25

Doğan Hastanesi (0 212) 540 00 32

Fatih Hastanesi (0 212) 524 45 57

Florence Nightingale Hastanesi (0 212) 224 49 50

Haznedar Hastanesi (0 212) 553 43 33

İncirli Hastanesi (0 212) 543 68 90

International Hospital İstanbul (0 212) 663 30 00

Kadıköy Şifa Yurdu (0 216) 345 09 66

Kadıköy Vatan Hastanesi (0 216) 326 06 55

Merter Vatan Hastanesi (0 212) 557 89 80

Özel Gaziosmanpaşa Hastanesi (0 212) 651 38 38

Özel Göztepe Hastanesi (0 216) 385 53 99

Özel Levent Hastanesi (0 212) 270 00 22

Özel Marmara Hastanesi (0 216) 399 97 50

Türkiye Gazetesi Hastanesi (0 212) 224 64 64

Vatan Hastanesi (0 212) 524 30 69

Yaşam Hastanesi (0 212) 555 36 02

(112) ACİL YARDIM ve KURTARMA HİZMETLERİ

T.C.

SAĞLIK BAKANLIĞI

İSTANBUL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ

(112) ACİL YARDIM ve KURTARMA HİZMETLERİ

Kalp krizi, zehirlenme, trafik kazası gibi acil durumlarda, yaşam kurtarıcı etkinin sağlanabilmesi için, ileri düzey yaşam desteğinin erken dönemde başlatılması gerekmektedir. Hastane hizmetlerinin olay yerinde başlatılabilmesi amacıyla, İstanbul Sağlık Müdürlüğü, 14 Mart 1994 tarihinden bu yana Acil Yardım ve Kurtarma Hizmetleri’ni sunmaktadır.

Hizmet, telefonla 112 No’lu acil yardım hattının aranması üzerine, başlamaktadır. Telefona cevap veren sağlık personeli, olayla ilgili adres, olayın türü, etkilenen kişi sayısı gibi bilgileri aldıktan sonra, bölge istasyonunda her an hazır bekleyen acil yardım ekibine telsizle aktarmaktadır. İhbarı alan Doktor, Hemşire ve Şöförden oluşan sağlık ekibi, tam teşekküllü ambulansla süratle olay yerine ulaşmaktadır. Böylece acil hasta veya yaralıya en kısa sürede tıbbi müdahalenin başlatılması amaçlanmaktadır.

Acil Yardım İstasyonları, il düzeyinde, trafik akışı, yoğunluğu, nüfus yoğunluğu, hastaneye uzaklık gibi özellikler göz önünde bulundurularak olay yerine en kısa sürede ulaşılmasına yönelik planlanmıştır.

Çoğu kez, olay yerinin telaşı içerisinde ambulans çağrılması ihmal edilmektedir. Ambulanslarda şokla mücadele ve yaralıların zarar vermeden taşınmasına yönelik tıbbi donanım bulunmaktadır. Bu nedenle yaralıların ambulans beklenmeden başka bir araçla taşınmaları sakınca yaratmaktadır. Ayrıca en uygun koşullarda bile ambulansın olay yerine ulaşması birkaç dakika sürecektir. Bu süre içinde, ilkyardım uygulanması gerekebilecektir.

Acil durumlar beklenmedik zamanlarda oluşur ve ilk görenler genellikle sağlık personeli değildir. Bu nedenle acil bir durumla karşılaşıldığında gerekli ilk müdahalenin yapılabilmesi ve vakit kaybetmeden Acil Yardım Ambulansı çağırılması için toplumun ilkyardım konusunda bilgilendirilmesi, gerekmektedir. Ölüm ve sakatlanmadan korunmada toplumun da ambulans ekibi kadar sorumluluğu bulunmaktadır.

Unutmayın, ambulans çağırılmadan gelmez !

GÖZE YABANCI CİSİM KAÇMASI

GÖZE YABANCI CİSİM KAÇMASI

Asla gözbebeğinde veya gözün beyaz kısmında saplanmış yabancı cismi çıkarmaya çalışmayın. Bu koşullarda, kişinin gözünü ovuşturmasına izin vermeyin ve her iki gözü de yumuşak ve temiz bir bezle kapatarak gözün hareketlerini durdurun ve tıbbi yardım çağırın.

Eğer yabancı cisim gözün beyazında ya da gözkapağı içinde yüzüyor, gözüküyorsa; temiz bir bezin, mendilin ya da pamuğun kıvrılmış ucuyla hafifçe dokunarak çıkarmaya çalışın. Kişinin gözünü ovuşturmasına izin vermeyin.

Hastayı iyi bir ışık altında oturtun. Kişiyi yukarıya baktırıp, alt göz kapağını aşağıya doğru çekin. Eğer nesneyi görebiliyorsanız, bir bez parçasının köşesiyle çıkarmaya çalışın.Cismi göremiyorsanız, üst göz kapağını aşağıya doğru alt göz kapağının üzerine doğru çekin ve bırakın. Bu nesneyi çıkarmak için yeterli olabilir.

Eğer çıkmadıysa, kişiye aşağıya doğru bakmasını söyleyin ve üst göz kapağını bir kürdanın üzerinden yukarı doğru çevirin.Nesneyi görebiliyorsanız, bez parçasıyla alın. Eğer göremiyorsanız, gözü temiz bir bezle kapatıp tıbbi yardım çağırın.


GÖZDEKİ KİMYASALLAR

Kimyasal veya yakıcı maddeler göze temas ettiğinde, hemen kişinin gözü akan suyun altında tutularak yıkanmalıdır. Bu arada hastanın başını yaralanan gözün yönünde yatırmalısınız böylelikle yıkanarak atılan kimyasal madde, sağlam göze gelmemiş olur. Göz kapaklarını parmaklarınızla aralık tutun. 15-20 dakika sonra gözü bir bezle kapatın ve hastayı acil sağlık kuruluşuna götürün.

BURKULMA VE GERİLME

BURKULMA VE GERİLME

Kasta veya tendonlardaki yırtılma, gerilme; bağlardaki veya eklem kapsülündeki yırtılma ise burkulma olarak tanımlanır. Burkulma ve gerilme dokuların aşırı zorlanmasından olur. İki yaralanma için de belirtiler aynıdır. Ağrı, şişme ve morarma... Ciddi burkulmalar sanki kırıkmış gibi tedavi edilmelidir. Ağrı ve şişmeyi azaltmak için soğuk su ya da buz torbası kullanılır. Eklem veya kası, elastik “8” şeklinde bandajla sarın ve 1-2 gün için üstüne bastırmayın. ”8” şeklinde bandaj uygulamasını ayak çevresinde 1-2 kez dairesel olarak sarın. Bandajı diagonal olarak ayağın üstünden ve bileğin çevresinden geçecek şekilde bağlayın; bandajı ayağın üstünden aşağı doğru ve ayağın tabanından geçirin. “8” şeklindeki dönüşlere devam edin, ayak (parmaklar hariç), bilek ve bacağın altı kaplanana kadar bandajlayın; bant ya da klipsle bandajı sabitleyin.

ZEHİRLENME

ZEHİRLENME

Zehirlerin vücuda girmesinde en sık karşılaşılan yol, yutmadır. (Gıda veya ilaç zehirlenmesi gibi.) Diğer yollar ise ısırıklar, sokmalar, deri yoluyla yapılan enjeksiyonlar, egzoz dumanı gibi zehirli gazların solunması ve akciğerler ya da deri yoluyla zehirli kimyasalların alınmasıdır.

Önce zehir danışma merkezini (0800 314 79 00) veya en yakın acil sağlık kuruluşunu arayın. Kişinin yaşını, zehirin adını, ne zaman ve ne kadar aldığını, hastanın kusup kusmadığını, bilincinin açık olup olmadığını ve tıbbi bir merkezden ne kadar uzakta olduğunuzu söyleyin ve size verilen talimatlara tamamiyle uyun. Kişinin bilinci açık ise size şu şekilde talimat verilebilir: Eğer zehir yutularak alınmışsa zehirin yoğunluğunu azaltmak için su veya süt içirin ve daha sonra zehirden kurtulması için kusmasını sağlayın. Yine de eğer hastanın ne yuttuğunu bilmiyorsanız ya da kişi asit, alkali veya petrol ürünü yutmuş ise ya da zehir danışma merkezi size özellikle kusturmamanızı söylemişse hastayı kusturmayın.

Eğer yutulan bir petrol ürünü ise hastaya süt değil su içirin.Evinizdeki ilkyardım çantanızda aktif kömür bulundurun, ancak zehir danışma merkezinin talimatları doğrultusunda kullanın.

En yakın acil sağlık kuruluşunu arayın

Hasta kendinde değilse solunumu kontrol edin. Eğer nefes alıp vermiyorsa ağızdan ağıza suni solunuma başlayın

Kişi kendindeyse ve yuttuğu madde asit, alkali veya petrol ürünü değilse kişiyi yüzü aşağı gelecek şekilde oturtun ya da yatırın (kusulan materyal akciğerlere gitmesin) ve parmağınızı boğazına sokarak kusmasını sağlayın.

Eğer kişi kendinde değil fakat nefes alıp veriyorsa, kendinde fakat uykuluysa, sesli uyarılarla uyandırmaya çalışarak uyanıklık durumunu kontrol edin.

Zehiri içerdiğini düşündüğünüz şüpheli kutuları belirleyin, kusulan materyalden analiz için örnek alın.


Duman, Kimyasal Madde, Gaz Zehirlenmeleri:

Kişiyi dumanlı, gazlı bir ortamdan kurtarırken çok dikkatli olun. Eğer mümkünse kurtarma işlemini tek başınıza yapmayın. Derin ve hızlı iki üç nefes alıp verin sonra derin bir nefes alın ve dumanlı ortama girmeden nefesinizi tutun. Sıcak hava ve duman solumamak için yere yakın kalın. Eğer ortam çok sıcak, duman çok yoğunsa nefes alıp vermeniz için özel araç gereciniz olmalı(hava tankı, maske). Kişiyi dumanlı bölgeden açık havaya çıkarmak dışında herhangi bir girişimde bulunmayın.

Kişiyi dumanlı bölgeden uzaklaştırdıktan sonra solunumunu kontrol edin. Eğer nefes alıp vermiyorsa ağızdan ağıza suni solunuma başlayın

Sıkı giysileri gevşetin, boyun düğmesini çözün, kravatını gevşetin. Kişi tamamen iyileşmiş gözükse bile acil tıbbi yardım çağırın.

GÜNEŞ ÇARPMASI

GÜNEŞ ÇARPMASI

Güneş çarpması ölümcül olabilen acil bir durumdur. Hastanın iyileşmesi tedavinin hız ve şiddetine bağlıdır.

Vücut ısısı yükseldikçe, güçsüzlük, halsizlik, bulantı ve baş ağrısı hissedilir. Hastanın derhal sıcak ortamdan uzaklaştırılması, uzanması ve bilinci tamamen açıksa su içirilmesi gerekir. Hastanın üzerine ıslak havlu veya çarşaf örterek vücut ısısı düşürülmeye çalışılmalıdır.

Hastalık belirtileri kısa sürede düzelmiyorsa, bilinç düzeyi düşüyorsa ve vücut ısısı hala yüksekse, hasta en kısa sürede hastaneye götürülmelidir.

KIRIKLAR VE ÇIKIKLAR

KIRIKLAR VE ÇIKIKLAR

Röntgen olmaksızın bir kemiğin kırık olup olmadığını belirlemek her zaman mümkün değildir. Eğer emin değilseniz,yaralanmaya sanki kırıkmış gibi yaklaşın. Eğer kişi çok ağrılıysa, yaralı bölgesini hareket ettiremiyorsa, üzerine ağırlık veremiyorsa ya da yarada şekil bozukluğu varsa kırık veya çıkıktan şüphe edin.

Çıkık bir kemiği yerine oturtmaya çalışmayın. Bu sadece bir uzman tarafından yapılabilir. Kolu veya bacağı bulduğunuz pozisyonda sararak sabitleyin ve yaralıyı hastaneye götürün. Eğer yaralı hareket edemiyorsa ambulans çağırın.

Hastanın birşey yiyip içmesine izin vermeyin,çünkü hastanın kemiklerini genel anestezi altında düzeltmek gerekebilir ve yemek hastanın kusmasına neden olabilir. Kişiyi sıcak tutun ve şok olasılığı açısından sürekli izleyin.


Kanama varsa önce onu tedavi edin. Kişiyi olabildiğince az hareket ettirin. Hareket, kırık kemikleri daha da ayırır ve organları yaralayabilir. Açık bir yara varsa temiz bir bez parçasıyla kapatın.

Tespit Uygulaması:

Tespit genellikle gereklidir. Hareketi önleyerek kırığın daha da kötü olmasını engelleyebilirsiniz. Bu, özellikle hastanın nakli veya tıbbi yardımın gecikeceği durumlarda önem taşır. Tespit malzemesinin sert olması gerekir. Mümkünse bir üst ve bir alt eklemin oynamasını engelleyecek derecede uzun olmalıdır. Tespit, tahtalarla, karton parçalarıyla, gazetelerle yapılabilir.

Kırık bir üst kol veya bacak için yaralı uzvu tespit etmeden önce kol ile gövde arasına veya bacaklar arasına destek koymak gerekir. Tespiti bağlamak için bez (bandaj, kravat vb.) kullanın.

Kırık ön kol:

Hastanın ön kolunu 90 derece açıyla vücuduna yapıştırın, avucu göğsüne gelirken başparmağı yukarı doğru olmalı. Ön kola tespit uygulayın. Tespit dirsekten el bileğine kadar uzanmalı. Tespiti, kırığın altından ve üstünden bağlayın. Ön kolu boyundan geçen geniş bir sargı ile parmakların dirsekten biraz daha yukarı seviyede olmasını sağlayacak şekilde asın.


Yaralı bacağın sağlam bacağa tespiti:

Nazikçe yaralı bacağın dizini düzeltin. İki bacak arasına bezler koyun. Yaralı bacağı diğer bacağa birkaç yerinden bağlayın, ama kesinlikle tam kırık üzerinden olmasın. Eğer iki geniş tespit bulma olanağınız varsa bunları kullanmak en idealidir. Tespitler bacağın tüm uzunluğu boyunca olmalıdır.


OMURGA YARALANMALARI

Eğer hastanın boyun veya omurgasında ciddi ağrı varsa, kol veya bacaklarında his kaybı varsa, mesane veya barsak kontrolünü yitirmişse omurga kırığı veya çıkığı olabilir. Bu tip vakalarda, hastanın hayatı tehlike altında değilse veya kusmaya bağlı olarak boğulmuyorsa, hastayı kıpırdatmamak gerekir. Eğer hastayı hareket ettirmek gerekirse vücudunu dümdüz tutmalısınız. Beli veya boynu bükülmemeli, vücudu dönmemeli. Hastayı kapı, masa, ütü masası veya geniş bir kalas gibi sert bir zemin üzerine yerleştirmelisiniz.

ÖNEMLİ YANIKLAR

ÖNEMLİ YANIKLAR

Yanıklar; kuru sıcak, nemli sıcak (buhar, sıcak sıvı), elektrik çarpması ve yakıcı kimyasallar nedeniyle oluşabilir. Önce en yakın acil sağlık kuruluşunu arayın,sonra ilkyardım işlemlerine başlayın.

3.derece (ciddi) yanık derinin bütün katmanlarını tahrip eder. Eğer birinin elbiseleri ateş almışsa, hemen kişinin yanan tarafı üste gelecek şekilde yere yatırılması gerekir. Alevleri battaniye ya da elde ne varsa kullanarak başından ayaklara doğru baskı altına alın. Yanmış bölümü en kısa zamanda soğuk suyla soğutun. Yara bandı yapıştırmayın ve yanmış bölgenin üstünde nefes alıp vermeyin ve öksürmeyin.

Hemen yanmış bölgeye temas eden şeyleri (ayakkabı, yüzük vs. gibi) çıkarın. Çünkü daha sonra eriyecek ve çıkması zor olacaktır. Yanığı pamuk gibi şeylerle örtmeyin ve herhangi bir ilaç ve losyon sürmeyin. Soğuk su dışında yanığa hiç birşey koymayın. Eğer deri, yakıcı kimyasal madde sonucu yanmışsa kimyasal madde temizleninceye kadar sürekli akan su dökmek hayati önem taşır. Sıcak yağ veya kaynayan suya batmış giysileri çıkarın. Kuru yanığa yapışmış giysileri çıkartmayın. Mümkünse yanan kısma en az 10 dakika soğuk su uygulayın.

Yanık bölge genişse soğuk suya batırılmış havluyla örtün. Herhangi bir losyon, ilaç sürmeyin. Yanığın çevresini temiz, kuru bir bezle çevreleyin. Şişmeyi azaltmak için yanmış kol ya da ayağı yukarı kaldırın. Su kaybını engellemek için hastaya azar azar su içirin. Baygın olmadığı ve kusmadığı sürece su verebilirsiniz.

ELEKTRİK ÇARPMASI

ELEKTRİK ÇARPMASI

Vücuda girip çıkan bir elektrik akımının şoku kişiyi yere yıkabilir, bilincini kaybettirebilir, solunumun ve kalp atışının durmasına sebep olabilir. Akım, alttaki dokular ve organlar boyunca yayılır, derin ve geniş hasarlara yol açabilir. Ancak vücutta, akım giriş ve çıkış noktaları dışında başka hasar görünmüyor olabilir.

İlk önce elektrik akımını (şalterleri, sigortaları) kapatın, eğer bu mümkün değilse iletken olmayan bir cisimle (tahta veya bir ip parçası gibi) kişiyi akım kaynağından güvenli bir şekilde ayırın. Bu işlemler yapılana dek, kişi elektrik geçiriyor olacaktır,bu yüzden kendisine yardımcı olmaya çalışacak kişiler de elektrik şokuna maruz kalırlar. Bunlar yıldırım çarpan kişiler için geçerli değildir; bu durumdaki hastalara hemen yardım edilmelidir.

Akımı kapatın veya kişiyi kuru, geçirgen olmayan bir cisimle (tahta, giysiler, vb.) elektrik kaynağından uzaklaştırın. En yakın acil sağlık kuruluşunu arayın.Solunumu ve kalp atışını (nabzı) kontrol edin. Eğer kişinin solunumu durmuşsa, ağızdan ağıza solunuma başlayın.

Eğer kişinin kalbi durmuşsa, kalp masajı eğitimi aldıysanız, kalp masajına başlayın. Kişi nefes alıyor ama bilinci yerinde değilse,en uygun pozisyonu verin

ŞOK

ŞOK

Şoktaki bir insan solgun görünür, soğuk terler ve nabzı zayıflamıştır.Uykuya eğilimlidir ve dikkati dağınıktır. Her an bayılabilir. Şoka girmiş bir insanın acilen ilkyardım ve ilaç tedavisine ihtiyacı vardır. İlk olarak en yakın acil sağlık kuruluşunu arayın.

Şok Nasıl Önlenir?

Kaza sonrası, özellikle yanıklar ve kan kaybından sonra şok görülebilir. Her kaza sonrasında yapılan ilk yardım, şoku önlemek veya etkisini azaltmak için yapılması gerekenleri kapsamalıdır.

Kafa derisinde kan dolaşımı fazla olduğundan, buranın yaralanması çok kan kaybına neden olur. Eğer yüzeysel bir kafa yaralanmasıyla karşılaşırsanız üzerine sabit bir basınçla, temiz bir bez veya mendil ile bastırın. Eğer derin bir kafa yaralanması mevcutsa temiz bir bezi yaranın etrafına gevşek olarak bağlayın. Kanamayı durdurmak için basınç uygularken kırık kemik parçalarını veya yabancı bir cismi beynin içine itebilirsiniz. Bu nedenle şüphelendiğiniz durumlarda ve çok derin yaralarda, yara çevresine basınç uygularken çok dikkatli olmalısınız. Eğer kulaktan su gibi bir sıvı çıkıyorsa (bu sıvı beyin omurilik sıvısı olabilir) kulağa temiz bir bez koyun ancak sıvının dışa çıkmasını önlemesin.

Kol, bacak, parmak vs. gibi bir vücut parçasının kopması halinde kopan parça ve yaralı kişi en kısa sürede bir hastanenin acil servisine götürülmelidir. Müdahale ne kadar geç olursa organın yerine dikilme şansı o kadar az olur. Parçanın temiz ve soğuk tutulmuş olması önemlidir. Mümkünse parçayı plastik bir torbanın içine koyun, onu da içi buz dolu plastik bir torbaya koyun. Kesik uzuv doğrudan buza temas etmemelidir. Yaralıyı hemen bir hastaneye götürün.

Göğüs yaralanmalarında göğüs duvarı parçalanıp göğüs boşluğuna hava kaçabilir ve yaralanan akciğer dokusunu sıkıştırabilir. Bu, akciğere giden hava miktarını azaltır. Yaralının her nefes alışında emilen havanın sesini duyabilirsiniz ve nefes verirken yarada hava kabarcıklarını görebilirsiniz. Yaraya saplı herhangi bir cisim varsa almayın ve herhangi birşey yemesine ve içmesine izin vermeyin.

En yakın acil sağlık kuruluşunu arayın.
Temiz bir bezi avucunuzla yara üstüne bastırın ve hava kaçışını önleyin.
Hastayı başı ve omuzları yukarıda ve yaralı taraf üstte olacak şekilde yere yatırın.
Yara büyükse temiz bir bezle sarın. Steril bir bez hazırda yoksa temiz bir bez yeterlidir.
Bezin üzerine basınç uygulayacak bir sargı sarın ve hava kaçışını önleyin.
Hastayı yatırın ; başı aşağıda, sırtüstü ve bacaklar bir ayak boyu daha yukarıda olacak şekilde yatırın ki kan vücudun başa yakın bölümlerine doğru aksın. Yaralı baygınsa ilkyardım pozisyonuna getirin.

Sıkı giysileri gevşetin, bir battaniye veya paltoya sararak ısı kaybını önleyin.

YARALANMA VE ŞİDDETLİ KANAMALAR

YARALANMA VE ŞİDDETLİ KANAMALAR

Yırtılmış bir atardamar nedeniyle çok kısa zamanda yüksek miktarda kan kaybedilebilir. Şiddetli kan kaybı kişiyi şoka ve bilinç kaybına götürebilir ve eğer durdurulamazsa ölümcül olabilir. Yetişkin bir insan 1.5 litre kadar kan kaybederse ya da bir çocuk yarım litre kan kaybederse, kan kaybı şiddetli kabul edilir.

Yaralı bir atardamarın duvarlarındaki kaslar yarayı kapatmak için pıhtı oluşumuyla birlikte kasılacaktır. Eğer pıhtılaşma herhangi bir nedenle gerçekleşmezse kanamanın kontrolü çok daha zor olacaktır. En yakın acil sağlık kuruluşunu arayın ve ilkyardıma başlayın.

Küçük yaralanmalarda kanama kısa sürede kendiliğinden durur. Ancak derin bir yarada kan o kadar hızlı akar ki pıhtı oluşumuna fırsat kalmaz. İlk yardımın amacı kanı mümkün olduğunca kısa sürede durdurmaktır.

Kişiyi sırtüstü yatırın ve mümkünse yaralı kısmı yukarı kaldırın. Bu kan akışını azaltacaktır.Cam veya metal gibi derinde olmayan ve kolay hareket ettirilebilen cisimleri yaranın içinden çıkarın ama derine saplanmış cisimlere dokunmayın.

Temiz bir bezle yaranın tam üstüne, kanama durana dek 5-10 dakika basınç uygulayın. Yaranın ağzı açıksa her iki kenarı da birbirine doğru itin. Eğer yaranın içinde herhangi bir şey varsa basıncı cismin çevresine uygulayın, üzerine değil.

Sağlam ve temiz bir bandajla yarayı sıkıca sarın. Eğer hazırda bir bandaj yoksa bir parça temiz bez kullanın. Turnike kullanmayın.

Eğer kan, bandajın dışına taşarsa bandajı çıkarmayın. Onun yerine üzerine biraz daha bez koyun ve sıkıca bağlayın


Burun Kanamaları:

Sık rastlanan acil durumlardan biridir. Kafa travması sonucunda burun veya kulaktan kanama, kafatası kırığı olduğunu gösterir ve kontrolü zordur. Bu tip kanamalarda temiz bir bez ile buruna hafifçe bastırılmalı ve hasta mümkün olduğunca çabuk acil sağlık kuruluşuna ulaştırılmalıdır.

Diğer nedenlerle oluşan kanamalarda, burun deliklerini sıkarak veya üst dudak ile dişetleri arasına yuvarlak gazlı bez yerleştirerek basınç uygulanır. Hastayı oturtun ve başını öne eğin. Hastanın sakin olmasını sağlayın ki endişelenerek kan basıncının artmasına sebep olmasın. Burnun üzerine buz koyun. Tüm bu uygulamalara rağmen kanama devam ederse hastayı en yakın sağlık kuruluşuna götürün.

BİLİNÇ KAYBI

BİLİNÇ KAYBI

Bilinç kaybı sadece koma durumu için geçerli bir tanımlama değildir; aynı zamanda kişinin uykulu, dikkatinin dağınık ve varlığınıza tepki veremediği durumlar için de söz konusudur. Beyin travması (kaza veya darbe sonucu), kan kaybı, oksijensiz kalma (boğulma), metabolik bir hastalık (diabet) veya ilaç nedeniyle zehirlenmeler sonucu oluşabilir. İlk olarak en yakın acil sağlık kuruluşunu arayın sonra ilkyardıma başlayın.

Not: Eğer omurilik zedelenmesinden şüpheleniyorsanız ve hasta kusmuyorsa yerinden kımıldatmayın. Omurilik zedelenmesi söz konusu değilse omurgayı esnetmeden, hastanın başını ve vücudunu eş zamanlı olarak yana çevirebilirsiniz; ancak baş ve vücudun birbirleriyle olan konumlarını bozmayın. Bir insanın bilinci yerinde değilse normal refleksler ve kasların gevşekliği kaybolur. Bu nedenle olabilecek en büyük tehlike dilin boğazı tıkaması veya ağızdaki yabancı cismin nefes borusunu tıkamasıdır. Nefes borusunu açıp solunumu sağlamış olsanız da asla baygın birisini yalnız ve müdahalesiz bırakmayın.Komaya giren bir insanın nefesi kesilebilir, sonuç olarak da kalbi durur.

İLKYARDIM POZİSYONU

Omurilikteki bir hasardan şüpheleniyorsanız ve hasta kusmuyorsa yerinden kımıldatmayın. Gerekli herşeyi yaptıktan sonra acil tıbbi yardımı beklerken hastayı ilkyardım pozisyonuna getirin. Eller ve ayaklar vücudun rahat ve sabit olmasını sağlayacak şekilde olmalıdır.

Yanına diz çöküp kolunu başının arkasına atın

Karşı taraftaki kolunu göğsünün üstüne koyun ve bacağını dizinden büküp kendi tarafınızdaki bacağın üzerine koyun

Dikkatlice başı da vücutla birlikte kendinize doğru bir elinizle döndürün ve diğer elinizle yüzünü koruyun

Başını geri itin, çeneyi öne çıkarın ki rahat nefes alsın ancak çeneyi vücuttan daha alçakta tutun ve sıcak tutun

KALP KRİZİ

KALP KRİZİ

Kalp krizi yaşamı tehdit eden acil bir durumdur. Kalbi besleyen ana damarların daralması veya tıkanmasına bağlı olarak kalbin bir bölümüne yeterli kan ve oksijen gitmemesi sonucu oluşur. Eğer bu kan ve oksijen yetersizliği uzun sürerse kalp kaslarının bir bölümü ölür.

Kalp krizi belirtileri, aşağıdakilerden birkaçını ya da hepsini içerebilir. Santral göğüs bölgesinde aniden gelen ve ezici bir basınçla hissedilen, sabit, 20 dakika veya daha uzun süren, kola, omuza, boyuna, çeneye, sırt ortası ve mideye vuran göğüs ağrısı, aşırı terleme, bulantı, kusma, yoğun halsizlik, akıntı, korku, soluk mavimsi gri deri rengi, mavi tırnaklar ve nefes darlığı. Kalp ağrısı hazımsızlıkla karıştırılabilir. Eğer ağrınızın sebebinden emin değilseniz güvende olmak için kalp krizi gibi ele alın. En yakın acil sağlık kuruluşunu arayın ve aşağıda verilen ilkyardım talimatlarını uygulayın.

Kalp krizi tedavisi, hastanın bilincinin kapalı ya da açık olmasına göre değişir.

A)Bilinci Kapalı, Nefes Almayan Hasta:

En yakın acil sağlık kuruluşunu arayın, daha sonra müdahaleye başlayın. Kişiyi sert, rahat bir yere sırtüstü yatırın. Elinizi hastanın çenesine koyup yukarı kaldırırken diğer elinizi hastanın alnına koyup aşağı bastırarak başını arkaya yatırın.
Hastanın alnındaki elinizin baş parmağınız ve işaret parmağınızla hastanın burun deliklerini kapatın. Derin bir nefes alın. Ağzınızı hastanın ağzı üzerine sıkıca bastırın ve iki yavaş, derin nefes verin. Arada tekrar derin bir nefes alın ki hastaya taze hava verebilesiniz. Göğüs kafesinin yükseldiğini görene dek hava üflemeye devam edin.
Hastanın göğsü yükseldiğinde hava vermeyi durdurun. Ağzınızı çekin ve başınızı hastanın göğsüne doğru çevirin. Böylece kulağınız hastanın ağzının üzerinde olacaktır. Hastanın akciğerlerinden hava çıkışını kulağınızla hissedin ve dinleyin ayrıca göğsün alçaldığını gözlemleyin. Bu solunum işlemini her 5 saniyede 1 nefes vererek sürdürün.
Kişinin bilek ya da boyun atardamarını 5-10 saniye boyunca nabız için kontrol edin. Eğer nabız yoksa, kalp masajı eğitimi aldıysanız kalp masajına başlayın. Suni solunum kalp masajı sırasında da sürdürülmelidir. Bu işlemi tıbbi yardım gelinceye ya da hasta nefes almaya başlayıncaya kadar sürdürün.
B) Bilinci Açık Hasta:

En yakın acil sağlık kurumunu arayın, ilgiliye olası bir kalp krizini ve oksijen ihtiyacını iletin.
Hastayı nazikçe oturtun ya da yan oturur pozisyona getirin. Yatmak nefes almayı zorlaştırır.
Özellikle boyun çevresindekiler olmak üzere giysileri gevşetin. Hastayı bir battaniye ya da palto ile sararak sıcak tutun.
Hastayı sakinleştirin ve rahatlatın ama herhangi bir şey yedirip içirmeyin.
Eğer ambulans bulunamıyorsa hastayı en yakın hastanenin acil servisine götürün.
Bilinçsiz hasta kendine gelirse ve solunumu başlarsa yukardaki adımları izleyebilirsiniz.

SUDA BOĞULMA

SUDA BOĞULMA

Hemen hemen tüm boğulma vakalarında hızla suni solunuma başlanması önemlidir. Önce en yakın acil sağlık kuruluşunu arayın. (Mümkünse başkasına aratmanız daha doğru olur.) Hava yolunu açın, kişinin ağzından nefes vermeye başlayın. Oldukça güçlü nefes vermeniz gerekebilir fakat akciğerlere üflediğiniz hava akciğerler içindeki suyu geçecektir. Eğer yalnızsanız ve kişi sığ suda ise suni solunuma hemen su içinde başlayın. Eğer yardım edebilecek kişiler varsa canlandırmaya, kişiyi sudan çıkartarak daha rahat bir yere taşırken başlayın. Hastanın taşınması esnasında suni solunuma ara vermeyin.

Ağızdan ağıza suni solunuma başlayın. Kişi kendi nefes almaya başlamadan veya tıbbi yardım gelmeden suni solunumu kesmeyin.

Kişi kendisi nefes almaya başlamýşsa onu iyileşme pozisyonuna alın ve sıcak tutun.

YABANCI CİSİMLE BOĞULMA

YABANCI CİSİMLE BOĞULMA

Hava yolunun bir yemek parçası veya herhangi bir nesneyle tıkanması acil bir durumdur. Hava yolu kısmen tıkalı olabilir; hasta öksürebiliyorsa ve rengi iyi ise (mavimsi değilse) müdahale edilmemelidir. Bununla beraber hasta zayıf bir şekilde öksürüyor ve soluk almakta zorlanıyorsa acil yardım gereklidir. Hemen en yakın acil sağlık kuruluşunu ayarın.

Hava yolu tamamen tıkanan bir kişi konuşamayacak, öksüremeyecek ve nefes alamayacaktır. Rengi mavi gözükebilir, boğazını kavrayabilir ve kısa süre içerisinde bilincini yitirecektir. Kişinin boğazına parmak sokarak müdahale etmek ve takılan nesneyi çıkarmak tıkanmayı ortadan kaldıracaktır. Bu sebeple hastanın boğazına bakarak görünen bir nesne olup olmadığı kontrol edilmelidir; eğer varsa daha derine kaçırmamaya dikkat ederek çıkarmaya çalışılmalıdır. Eğer nesne yerinden çıkartılamıyorsa Heimlich Manevrası uygulanmalıdır.

Heimlich Manevrası’na başlamak için hastanın arkasına geçin ve kollarınızı hastanın beline dolayın. Bir yumruğunuzu, baş parmağınızı avucunuzun içine alarak, hastanın midesine gelecek şekilde göbeğin üzerine, kaburgaların ve göğüs kemiğinin altına yerleştirin. Diğer elinizle yumruğunuzu sıkıca kavrayın ve hızla içeri doğru bastırıp çekin. Bu işlem, tıkanıklık giderilinceye kadar tekrarlanmalıdır.

Eğer hasta bilincini yitirirse ve tıkanıklık hala devam ediyorsa hastanın sırtüstü yere uzanmasını sağlayın. Tıkanıklığı işaret parmağınızla gidermeye çalışın. Hastanın alt çenesini ve dilini bir elinizle kavrayın. Üst çenesini de kaldırın. Diğer elinizin işaret parmağını, yanağın iç yüzünden ilerleterek dil köküne kadar sokun. Boğazdaki nesneyi daha ileri itmediğinizden emin olarak, parmağınızı kanca gibi kullanarak nesneyi çıkarmaya çalışın.

Parmağınızla başarılı olamazsanız ve hasta hala nefes alamıyorsa, ağızdan ağıza suni solunumu deneyin. Burada da başarılı olamazsanız, Heimlich Manevrası’nı tekrar deneyin. Kişiyi arkadan kavrarken bir elinizin bileğini göbeğin üstüne, kaburga ve göğüs kemiklerinin altına yerleştirin. Hastanın başı doğrultusunda 5 kez hızlı ve güçlü bir şekilde bastırıp çekin. Hastanın solunumu sağlanamazsa tekrar suni teneffüs uygulayın.


Nesne çıkana veya tıbbi yardım gelene kadar suni teneffüs ve 5 kez bastırıp çekme işlemine devam edin.

Heimlich Manevrası’nı asla sağlıklı kişilerde denemeyin.

Boğulan Bebeğe veya Çocuğa Yardım:

Oturun ve bebeği yüzü yere bakacak şekilde dizlerinize yatırın. Bebek, bir elle göğsünden tutularak yüzükoyun yatırılıken, kürek kemikleri arasına diğer elinizin ayasıyla birkaç kez, çok sert olmayacak biçimde vurun.

SOLUNUMUN DURMASI

SOLUNUMUN DURMASI

Yapay solunumun en basit ve etkili metodu, hastanın akciğerlerine kendi nefesinizi güçlü bir şekilde üflemektir. Ağızdan ağıza solunum, solunumu çok zayıf ve düzensiz olan hastalara da uygulanabilir. Bu durumda nefes verişinizi, hastanın nefes verişine göre ayarlamanız gerekir.

En yakın acil sağlık kuruluşunu aradıktan sonra, ağızdan ağıza solunuma başlayın. Bu sırada hasta, sert bir zeminde, sırtüstü yatmalıdır.
Eğer boyun yaralanmasından şüphe edilmiyorsa, bir elinizle hastanın başını çene kemiğinden yukarı doğru çekerken diğer elinizle de alnına bastırarak başın geride kalmasını sağlayın. Eğer boyun yaralanmasından şüpheleniyorsanız, hastanın başına veya boynuna müdahale etmeyin. Hastanın başını sarsmadan sadece çenesini nazikçe kaldırarak nefes borusunu açmaya çalışın.
Eliniz hastanın alnındayken başparmağınız ve işaretparmağınızla burun deliklerini kapatın. Derin bir nefes alın. Ağzınızı hastanın ağzı üzerine yerleştirin ve 2 güçlü nefes verin. Daha sonra her 5 saniyede 1 nefes verin. Her nefeste hastanın göğsünün kalktığını görmelisiniz.
Hastanın göğsü genişlediğinde nefes vermeyi kesin. Ağzınızı çekin ve yüzünüzü hastanın göğsüne doğru çevirin. Böylelikle kulağınız hastanın ağzı seviyesinde olacaktır. Hastanın akciğerlerinden havanın çıkışını dinleyin ve göğsün inişini izleyin. Daha sonra solunum işlemlerini tekrarlayın.
Hastanın bilek veya boyun damarından nabzını kontrol edin. Eğer nabız yoksa ve kalp masajı eğitiminiz varsa kalp masajına başlayın. Buna hasta kendiliğinden solunuma başlayıncaya veya tıbbi yardım gelene kadar devam edin.
Ağızdan buruna solunum:

Eğer hastada yüz yaralanması varsa kişinin ağzına nefes vermekte zorlanırsınız. En yakın acil sağlık kuruluşunu aradıktan sonra hemen ilkyardıma başlayın. Kişiyi sert bir zemin üzerinde sırtüstü yatırın.

Bir elinizi hastanın çene kemiğine yerleştirip, yukarı doğru kaldırırken diğer elinizi hastanın alnına koyun ve çeneyi yukarı doğru iterken alnı aşağı doğru bastırarak hastanın başına pozisyon verin.

Derin bir nefes alın ve ağzınızla hastanın burnunu kapatın.Hastanın ağzını da çenesini iterek kapalı tutun. Hastanın burnuna kuvvetle nefesinizi verin. Ağzınızı çekin, hastanın çenesini açın ve havanın çıkışına izin verin. Bu işlemi 5 saniyede bir tekrarlayın.

Bebeklerde ve çocuklarda suni teneffüs:

Bebeklerde ve çocuklarda suni teneffüs işlemi yetişkinlerdekine benzer, sadece ağzınızla çocuğun hem ağzını hem de burnunu kapatmalısınız. Çocuğun başını çok geriye çekmeyin yoksa nefes borusu tıkanabilir. Nefesleriniz daha yumuşak olsun. Çocuklarda 4 saniyede 1 nefes (dakikada 15 nefes), bebeklerde 3 saniyede 1 nefes (dakikada 20 nefes) verilmelidir. Çocuğun göğsü kalkmaya başlayınca nefes vermeyi kesin. Her nefes veriş öncesinde yeniden nefes alın.

Ziya Paşa

Ziya Paşa

Şair-yazar

1825 yılında İstanbul'da doğdu. Asıl adı Abdülhamid Ziyaeddin'dir. Beyazıt Rüştiyesı'ni bitirdi. Özel öğretmenlerden Arapça ve Farsça öğrendi. Sadaret Mektubî Kalemi'ne devam etti. Mustafa Reşid Paşa'nın yardımıyla 1855'te Saray Mabeyn Kâtipliği'ne girdi. Âli Paşa'nın sadrazam olmasıyla saraydan uzaklaştırıldı. Zaptiye Nezareti müsteşarlığı, 1861'de Kıbrıs, 1863'te Amasya mutasarrıflığı görevlerinde bulundu. Bosna bölgesi müfettişliği Meclis-i Vâlâ azalığı yaptı.

O Bir Jön Türk

1865'te Meşrutiyet yanlısı Yeni Osmanlılar Jön Türk Cemiyetine girdi. İkinci kez Kıbrıs mutasarrıflığına atanınca, Mustafa Fâzıl Paşa'nın çağrısı üzerine, Namık Kemal'le birlikte 1867'de Paris'e kaçtı. Daha sonra Londra'ya geçti. M. Fâzıl Paşa'nın sağladığı imkanlarla, Namık Kemal'le birlikte 1868'te Hürriyet gazetesini çıkardı. M. Fazıl Paşa merkezi yönetimle anlaşıp, yardımlarını kesince, 1870'te Cenevre'ye geçti. Namık Kemal, Agâh Efendi, Ali Suavi ve öbür arkadaşlarıyla Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin yönetiminde görev aldı. Âli Paşa'nın ölümü üzerine 1871'de İstanbul'a döndü. 1876'da Maarif Nezareti müsteşarlığına atanmasına kadar birçok görevde bulundu. Namık Kemal'le birlikte Kanun-i Esasî Encümeni'nde çalıştı. 1877'de Suriye valiliğine gönderildi. Daha sonra Adana valiliğine atandı. Burada görevdeyken 17 Mayıs 1880'de öldü.

Ziya Paşa, Namık Kemal ve Şinasi'yle birlikte, Tanzimat'la başlayan Batılılaşma hareketinin etkisinde gelişen Batılılaşma Dönemi Türk edebiyatının ilk aşamasını oluşturan üç yazardan biridir. Padişaha ve Reşid Paşa'ya kasideler yazmıştır. 1859'da yazdığı "Tercî-i Bend" şiiriyle tanınmıştır. Hece ile yazılmış birkaç şarkısı dışında, Divan şiiri geleneğine bağlı kalmıştır.Paris'te bulunduğu yıllarda çeviriler de yapmıştır.

Kendisiyle Çelişme

1868 'de Hürriyet'te yayımladığı ünlü "Şiir ve İnşa" makalesinde, Türk edebiyatının çağdaş bir düzeye erişmesini, gerçek Türk edebiyatı olan halk edebiyatının bu yenileşmede temel alınması gerektiğini savunmuştur. 1874'te çıkardığı Harâbat adlı antolojisinin önsözünde ise halk edebiyatını küçümseyerek Divan edebiyatını övdüğü görülür. Bu görüş, diğer pek çok görüşü gibi, tarihi birikimi inkar eden batıcı aydınların düştüğü sıradan çelişkilerden biridir.Türkiye sonraki dönemlerde yerli kaynaklara dayalı değişerek devam etmek fikrine ulaşmıştır.

ESERLERİ Zafernâme; Harâbat, 3 cilt, Tercî-i Bend ve Terkib-i Bend, Eş'âr-ı Ziya, Külliyat-ı Ziya Paşa, Rüya, Veraset Mektupları.

Yunus Emre

Yunus Emre

(1241?-1321?)

Hayatı hakkında kesin bilgimiz yoktur. Son araştırmalara göre 1240/41 ile 1320/21 yılları arasında yaşadığı kabul edilmektedir. Şiirlerinden ve hayatı hakkında yazılıp anlatılagelen menkıbelere göre; iyi bir eğitim görmüştür. Taptuk Emre'nin dergâhına kapılanmış, orada tasavvuf terbiyesinden geçmiştir. Halkı irşad etmek amacıyla diyar diyar dolaştı. Şiirleriyle irşad görevini sürdürdü. Mevlânâ ile görüştü. Yıllar süren gurbet hayatından sonra doğduğu köye, Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy'e döndü. Orada vefat etti.

Sonradan burada kendisi için bir anıt mezar yapıldı. Anadolu'nun birçok yerinde kabri ya da makamı olduğu rivayetleri vardır. Yunus, Türk edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Kendisinden sonra gelen pek çok şairi etkilemiştir. Kullandığı Türkçe, işlediği temalar, şiirindeki sadelik ve yalınlık, onun ne denli büyük bir şair olduğunu ispat etmeye yeter. Bazı şiirlerinde aruzu da deneyen Yunus, asıl şiir kabiliyetini heceyle yazdığı ilahî, nefes ve semaî türü şiirlerinde ortaya koymuştur. Şiirleri bir çok araştırmacı tarafından derlenip toplanmış ve yayınlanmıştır. Dîvân'ının karşılaştırmalı metni Dr. Mustafa Tatçı tarafından basılmıştır.

Şiirlerinden Örnekler

ALLAH SEVGİSİ

Neylerler fânî dünyayı Allah sevgisi var iken
Ya dahi kanda giderler ol dost sevgisi var iken

Allah ile olan kişi ihsân olur onun işi
Neylerler gayri teşvîşi Allah sevgisi var iken

Görün billahi şu halkı istemezler, güzel Hakk'ı
Ya neylerler mâlı mülkü Allah sevgisi var iken

Dinlen âşıklar bu sözü behremend eyleye sizi
Ya neylersin oğlu kızı Allah sevgisi var iken

Yûnus sen kendini görme ibadet kıl mahrûm kılma
Gayrısına gönül verme Allah sevgisi var iken


AŞK BİR GÜNEŞE BENZER

İşitin ey yârenler aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan gönül mesel-i taşa benzer

Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter
Nice yumuşak söylese sözü savaşa benzer

Aşkı var gönül yanar yumşanır muma döner
Taş gönüller kararmış sarp-katı kışa benzer

Ol sultân kapısında ol hazret tapusunda
Âşıkların yıldızı her-dem çavuşa benzer

Aynı hırs ol olmuştur nefsine ol kalmıştır
Kendine düşman olmuş yavuz yoldaşa benzer

Aşktır kudret körüğü kaynadır âşıkları
Nice kaptan geçirir ondan gümüşe benzer

Âşık gönlü dölenmez mâşukun bulmayınca
Kararı yok dünyada pervâzı kuşa benzer

Münkir sözünü bilmez sözü ileri varmaz
Neye teşbîh edersin anlanmaz düşe benzer

Geç Yûnus endîşeden ne gerek bu pîşeden
Ere aşk gerek önden andan dervîşe benzer


GEL GÖR BENİ AŞK NEYLEDİ

Gönlüm düştü bir sevdaya gel gör beni aşk neyledi
Başımı verdim kavgaya gel gör beni aşk neyledi

Ben yürürüm yana yana aşk boyadı beni kana
Ne âkilem ne divâne gel gör beni aşk neyledi

Ben yürürüm ilden ile dost sorarım dilden dile
Gurbette hâlim kim bile gel gör beni aşk neyledi

Benzim sarı gözlerim yaş bağrım pâre yüreğim baş
Hâlim bilen dertli kardaş gel gör beni aşk neyledi

Gurbet ilinde yürürüm dostu düşümde görürüm
Uyanıp Mecnûn olurum gel gör beni aşk neyledi

Gâh tozarım yerler gibi gâh eserim yeller gibi
Gâh çağlarım seller gibi gel gör beni aşk neyledi

Akar sulayın çağlarım dertli ciğerim dağlarım
Şeyhim anuban ağlarım gel gör beni aşk neyledi

Ya elim al kaldır beni ya vaslına erdir beni
Çok ağlattın güldür beni gel gör beni aşk neyledi

Ben Yûnus-ı bî-çâreyim başdan ayağa yareyim
Dost ilinde avareyim gel gör beni aşk neyledi

YILMAZ ÖZTUNA

YILMAZ ÖZTUNA

20 Eylül 1930 İstanbul doğumludur. İstanbul'da lise tahsilinin yanında İstanbul Konservatuarı'na devam etti. 1950 eylülünden 1957 temmuzuna kadar Paris şehrinde kaldı. Paris'in büyük kütübhanelerinde çalıştı. Paris Üniversitesi Siyasî İlimler Enstitüsü'nde (Sciences Politiques), Sorbonne'da Fransız Medeniyeti (Civilisation Française) kısmında, Alliance Française'nin yüksek kısmında okudu ve Paris Konservatuarı'na devam etti. 13 yaşında ilk makalesi ve 15 yaşında ilk kitabı basıldı. 1969'da Adalet Partisi'nden Konya Milletvekili seçilerek Ankara'ya yerleşti. Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu'nda denetleme kurulu üyesi, repertuar kurulu üyesi, eğitim kurulu üyesi (Ocak 1966- Kasım 81), Kültür Bakanlığı'nda bakan başmüşaviri (1974-77), İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Mûsikisi Devlet Konservatuarı'nda kurucu yönetim kurulu üyesi ve Türk Mûsıkisi Korosu'nda kurucu yönetim kurulu üyesi (1975'den beri), Yay-kur (Yaygın Yüksek Öğretim) üniversitesinde Osmanlı siyasî ve medeniyet tarihi öğretim üyesi (1975-78), Millî Eğitim ve Kültür bakanlıklarında 1969'dan beri pek çok ihtisas kurulunda üye ve başkan oldu. 1974-1980 arasında Türkiye Cumhuriyeti'nin resmî ansiklopedisi olan ve Millî Eğitim Bakanlığı'nca yayınlanan Türk Ansiklopedisi'nin genel yayın müdürü olarak K harfinden T harfine kadar olan cildleri yayınladı. 1983 mayısında Milliyetçi Demokrasi Partisi'nin kurucuları arasında bulunarak merkez genel yönetim kuruluna seçildi, sonra istifa etti. 1985'de Faisal Finans Kurumu müşaviri oldu.

Pek çok radyo ve televizyon programı yaptı, bunlarda konuştu. Bazı konuşmaları A.B.D., Fransa, Avusturya gibi ülkelerin televizyonlarında yayınlandı. Bazı kitap ve yazıları çeşitli dillere tercüme edildi. Dünyada ilk defa olarak Türk Mûsikîsi Tarihi kürsüsünü kurdu. Kültür Bakanlığı'nın kurucularındandır. "Büyük Türkiye", "Osmanlı Cihan Devleti", "Büyük Türk Hakanlığı" gibi son yıllarda çok kullanılan tarihi ve siyasî tabirler, Yılmaz Öztuna'nındır. Ayasofya Hunkâr Mahfili'nin ibadete açılması ve Topkapı Sarayı'nda Hırkâ-i Saâdet Dairesi'nde Kur'ân okunması, 1000 Temel Eser, Ankara Devlet Konser Salonu ve İstanbul Atatürk Kültür Merkezi'nin Türk Mûsikîsi'ne açılması gibi fikirler ve realizasyonlar Yılmaz Öztuna'nındır ve siyasî iktidara onun tarafından telkin ve kabul ettirilmiştir. Türk Kara Kuvvetleri'nin ve Deniz Kuvvetleri'nin evvelce yanlış olarak kutlanan yıldönümlerini bugünki doğru başlangıç tarihleri ile kutlanmasıın sağlıyan da Yılmaz Öztuna'dır. Bir çok konferans verdi. 6 kıt'ada pek çok ülkeyi gezdi, devlet adamları ve halkla görüşerek incelemeler yaptı. Milletlerarası bir çok kuruluşa üye seçildi.

Yılmaz Öztuna, Türkçe'yi çok iyi kullanması, en ilmî eserlerinde bile edebi bir üslûba sâhib bulunması, tarih'i geçmiş ve geleceğe atıflar yaparak ve derin bir coğrafya ve edebiyat kültürüyle beraber sunmasıyla şöhret yaptı.

Türkiye'de Osmanlı tarihinin iâde-i itibarını Yılmaz Öztuna temin etmiştir. Türk Parlamenterler Birliği, İstanbul Gazeteciler Cemiyeti, Ankara Aydınlar Ocağı, Anadolu Klübü, Yahya Kemal'i Sevenler Cemiyeti, İstanbul Şehrini Güzelleştirme Derneği, Müsteşrikler Cemiyeti, WACL, APACL, NATO Parlamenterler Birliği, Parlamentolararası Türk - Japon ve Türk - Kore, Türk - Suûdi Dostluk cemiyetleri, Avrupa Konseyi cemiyeti, Yılmaz Öztuna'nın üye, kurucu olduğu veya bulunduğu milli veya milletlerarası kuruluşlar arasındadır.

ESERLERi:

BiR DARBENiN ANATOMiSi

Yılmaz Öztuna bu kitabında 1876 askerî darbesini, Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesive ölümü olayını, bütün detayları ile anlatıyor. Bütün o dönemin şahitlerinin ifadelerini naklediyor.

TÜRK TARİHİNDEN YAPRAKLAR

Türk Tarihinden Yapraklar, Yılmaz Öztuna'nın 1968'te İstanbul Radyosu'nda yaptığı konuşmalardan oluştu. Her konu, bir konuşmadır. 1969'da Millî Eğitim Bakanlığı'nın 1000 Temel Eser serisinin 11. kitabı olarak basılıp 20.000 tiraj bir haftada satıldı. 1992'de Millî Eğitim Bakanlığı'nca Türk Klasikleri serisine alındı ve bu serinin 17. kitabı olarak basıldı. Şimdiye kadar 5 baskıda 58.000 tiraj yapan Türk Tarihinden Yapraklar artık klasiklerimiz arasına girmiş bulunuyor. Osmanlı ağırlıklı olmak üzere 2.200 yıllık tarihimiz içinde tam bir gezintidir.

OSMANLI PADİŞAHLARININ HAYAT HİKAYELERİ

Osmanlı Padişahlarının Hayat Hikâyeleri, Yılmaz Öztuna'nın klasikleşmiş kitaplarından biridir. Nesiller tarafından ilgiyle okundu. Bu kitaba dayanılarak senaryolar, piyesler yazıldı, filmler çekildi. 12 Osmanlı hâkan-halîfesinin kronolojik olarak hayatlarından kesitler veren bu eser, Osmanlı tarihinin en çarpıcı taraflarını vurguladı. Konuşmalar, o çağların Türkçe'si ile yazıldı. Olaylar, çok duru ve klasik bir dille tasvir edildi.

TÜRK TARİHİNDEN PORTRELER

Biyografi, tarihçinin edebiyata yaklaşabilme yeteneği ile orantılı bir türdür. Onun için, edebiyatın bir türü şeklinde de ele alınmıştır.Elinizdeki kitaptaki biyografiler, hayatları ve kişilikleri anlatılan şahsiyetlerin doğum sırasına göre kronolojik şekillerde sunuldu. En yaşlıları Bumın Kağan, en gençleri Turgut Özal olmak üzere... Hayatta bulunan bir kişiyi almaktan kaçındım.Tanıttığım şahsiyetlerin hepsinin Türk büyükleri, Türk dâhileri olmadıklarını sevgili okuyucularım hemen fark edeceklerdir. Daha mütevazi çapta büyükler de, Türk'e çok zarar vermiş birkaç kişi de alındı. Ancak çoğunluk, tarihimizin çeşitli alanlardaki dehalarından seçildi. Hiç unutulmasın, tarihin küçükleri de, tarihin büyükleri derecesinde milletlerin hayatını ve geleceğini şiddetle etkilemişlerdir.

TARİH SOHBETLERİ I, II, III

Biz bir cihan imparatorluğunun varisleriyiz. Geleceğimize dair görüşler ileri sürer, programlar yaparken geçmişteki bu muazzam siyasî ve medenî tecrübelerimizden sonuna kadar istifade etmek bizim en tabiî hakkımızdır. Millet ve devlet olarak misyonumuzu belirlemekte en sağlam ölçüyü de böyle bir tarih şuuru ile getirebiliriz. Bu itibarla aydınlarımızın ve gençlerimizin kendi tarihleri hakkında muhtelif cihetlerden bilgi edinebilecekleri eserlere ihtiyaç duydukları muhakkaktır.Ötüken, işte bu mülahazalarla, Türk tarih ve mûsıkîsine yaptığı değerli hizmetler ve verdiği kıymetli eserlerle haklı bir şöhret kazanan değerli yazar Yılmaz Öztuna'nın "Tarih Sohbetleri"ni üç cilt halinde sunmaktan şeref duyar.

YILMAZ ÖZAKPINAR

YILMAZ ÖZAKPINAR
1934'te Boyabat'ta doğdu. 1957'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünden, 1960'da Cambridge Üniversitesi Biyoloji Fakültesi Psikoloji Bölümünden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Tecrübî Psikoloji Kürsüsünde 1964'de doktorasını verdi; 1978'de profesör oldu. Alexander von Humboldt bursu ile 1972-74'de Köln Üniversitesi Sosyoloji Araştırma Enstitüsü'nde, aynı bursla 1978'de Bern Üniversitesi Pedagojik Psikolojik Bölümünde ve Fulbright bursu ile 1980-81'de Oregon Üniversitesi Kognitif Psikoloji Laboratuarı'nda araştırma yaptı. 1982-88'de Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı olarak görev yaptı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyesidir. "Psikolojinin Temel Mefhumları", "Öğrenmede Dikkat Problemi", "Hafıza Yanılmalarının Doğuşu", "Hafıza", "Kültür ve Medeniyet Anlayışları ve Bir Medeniyet Teorisi", "İslâm Medeniyeti ve Türk Kültürü", "Batılılaşma Meselesi ve Mümtaz Turhan" "Kültür ve Medeniyet Üzerine Denemeler", "İnsan İnanan Bir Varlık" adlı eserlerin müellifidir.

ESERLERi:

KÜLTÜR VE MEDENİYET ÜZERİNE DENEMELER

Kültür ve Medeniyet Üzerine Denemeler, ayrı yazılardan oluşmakla birlikte, o yazıların hepsini birleştiren bir medeniyet teorisine dayanmaktadır. Mevlâna'nın Modernliği ve Modern Bilim (1990) yazısında bir fikir olarak beliren yeni bir yaklaşım, Kültür ve Medeniyet Anlayışları ve bir Medeniyet Teorisi (1997) adıl eserde bilimsel bir teori halinde sunuldu. Kültür ve Medeniyet Üzerine Denemeler; bu yeni teori ışığında millî ve insanî meseleleri tahlil etmektedir, insanın bir aileye mensup olması bir millete mensup olmasına engel olmadığı gibi, bir millete mensup olması da onun, insanlığı içinde duymasına engel değildir. Hakikat birdir ve bireyi, aileyi, milleti ve insanlığı kuşatır.Denemeler, yazarın, bu temayı, psikolojik, sosyal ve felsefî planda açıklığa kavuşturma çabalarının ürünüdür.

iNSAN iNANAN BiR VARLIK

Yılmaz Özakpınar'ın bu eseri, insanın iki hayatı olduğunu gösteriyor. Biyolojik süreçler tabakasında hayat doğa kanunlarına tabi olduğu halde, kendi zihninde oluşturduğu sembolik temsil ve tasavvur dünyasında insan kendini hür hisseder. Yazar, insandaki temsil ve tasavvur dünyasının, her insanın önüne bir imkânlar alanı açtığına hem de insanı belirsizlik içinde bıraktığına işaret ediyor.Belirsizliği gideren bilgidir; fakat, insan aklının ve deneyimlerinin ürünü olan bütün bilgiler, kesinlikten uzak, ihtimalî ve değişkendir. İnsan, bu dramatik durumuna nasıl bir çözüm bulacaktır? Bu eser, insanın kendini içinde bulduğu belirsizliğe çözüm arama çabalarının mantığını tahlil ediyor.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Yakup Kadri Karaosmanoğlu

romancı-yazar.

27 Mart 1889'da Kahire'de doğdu. İlköğrenimine ailesiyle birlikte gittiği Manisa'da başladı. 1903'te İzmir İdadisi'ne girdi. Babasının ölümünden sonra annesiyle yine Mısır'a döndü, öğrenimini İskenderiye'deki bir Fransız okulunda tamamladı. 1908'de başladığı İstanbul Hukuk Mektebi'ni bitirmedi. 1909'da arkadaşı Şehabettin Süleyman aracılığıyla Fecr-i Âti topluluğuna katıldı. 1916'da tedavi olmak için gittiği İsviçre'de üç yıl kadar kaldı. Mütareke yıllarında İkdam gazetesindeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı'nı destekledi. 1921'de Ankara'ya çağrıldı ve bazı görevler verildi.

1923'te Mardin, 1931'de Manisa milletvekili oldu. Bir yandan da gazeteciliğini ve roman yazarlığını sürdürdü. Kadro Dergisi 1932'de Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin ile birlikte Kadro dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Savunduğu bazı görüşler aşırı bulunduğu için Kadro dergisinin 1934'te yayımına son vermek zorunda kalmasından sonra Tiran elçiliğine atandı. Daha sonra 1935'te Prag, 1939'da La Haye, 1942'de Bern, 1949'da Tahran ve 1951'de yine Bern elçiliklerine getirildi. 27 Mayıs 1960'tan sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi. Siyasal hayatının son görevi 1961-1965 arasındaki Manisa milletvekilliği oldu. 13 Aralık 1974'te Ankara'da öldü.

Yazı Hayatı

Karaosmanoğlu yazarlığa Ümit, Servet-i Fünun, Resimli Kitap gibi dergilerde başladı. Fecr-i Âticiler'in "sanat şahsî ve muhteremdir" görüşünü paylaştığı ve "sanat için sanat" yaptığı bu ilk döneminde Nirvana adlı bir oyun, makaleler, denemeler, düzyazı şiirler ve öyküler yazdı. Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı sırasında ülkenin durumu, sanat anlayışını değiştirmesine yol açtı. Türk toplumunun çeşitli dönemlerdeki gerçekliğini sergilemek istediği için bir ikisi dışında eserlerinde belli tarihi dönemleri ele aldı. Kiralık Konak I. Dünya Savaşı öncesinin, Hüküm Gecesi II. Meşrutiyet'in, Sodom ve Gomore Mütareke döneminin, Yaban Kurtuluş Savaşı yıllarının, Ankara Cumhuriyet'in ilk on yılının, Bir Sürgün II. Abdülhamid döneminin işlendiği romanlardır. Panorama 1923-1952 yıllarını kapsar. Karaosmanoğlu 1920'lerden sonra iyimser bir devrimci görünümündeyken, sonra umutlarını yitirerek romancılığını devrimci yönde kullanmaktan vazgeçmiştir. 1955'ten sonra da anı kitaplarından başka bir şey yazmamıştır.Romanları arasında en ünlüleri Nur Baba, Kiralık Konak ve Yaban'dır. Nur Baba Nur Baba, Karaosmanoğlu'nun ilk romanıdır. 1922'de kitap olarak çıkmadan önce gazetede yayımlanmıştır. Ama yazılışı ondan sekiz dokuz yıl öncesine gider. O yıllar Karaosmanoğlu'nun Eski Yunan ve Latin edebiyatıyla ilgilendiği ve Çamlıca'daki bir Bektaşi tekkesine devam ettiği dönemdir. Nur Baba'yı Euripides'in Bakkhalar'ından esinlenerek ve tekkedeki gözlemlerine dayanarak yazmıştır.

Roman, tekkenin şeyhiyle, evli bir kadın arasındaki tutkulu bir aşkın öyküsünü anlatır. İçki, müzik ve sevişmeyle sabahlara değin süren ayinler, Bektaşi töreleri ve tekke yaşamı kitapta büyük yer tutar. Bu ayinlerle Bakkhalar'in ayinleri arasında benzerlik bulan Karaosmanoğlu, romanın kadın kahramanı Nigâr'ın cinsi ilişkileriyle bu benzerliği anlatmaya çalışır.Ancak okur için romanın ilginç yönü Bektaşilik'e ilişkin bilgiler olmuş ve bu yönü, yapıtın çok satılmasını sağladığı gibi Karaosmanoğlu'nun ününü de yaygınlaştırmıştır. Ancak Karaosmanoğlu Bektaşilik'in sırlarını açıklamak ve üstelik Bektaşilik'i küçük düşürmekle suçlandığı için romanın ilk ve ikinci baskılarına yazdığı "izah"larla bu suçlamalara karşı kendini savunmak gereğini duymuştur. Kiralık Konak Kiralık Konak'ta Karaosmanoğlu, II. Meşrutiyet yıllarında Batılılaşma hareketinin yol açtığı değer kargaşasını, geleneklerden ve eski hayat biçiminden ayrılışı ve kuşaklar arasındaki kopukluğu sergiler. Romanda yazar adına konuşan Hakkı Celis, başlangıçta yurt sorunlarına karşı ilgisiz, âşık, içli bir şairken, sonradan bilinçlenerek değişir ve "milli ideal" sevdasına tutulur. Bu ideal geleceğin Türkiye'sidir. Karaosmanoğlu romanın öbür kişilerini ve dolayısıyla toplumu, bu yeni bilince ulaşmış Hakkı Celis'in gözleriyle değerlendirir ve yargılar.

ESERLERİ Roman: Kiralık Konak, Nur Baba, Hüküm Gecesi, Sodom ve Gomore, Yaban, Ankara, Bir Sürgün, Panaroma, 2 cilt, Hep O Şarkı. Hikaye Bir Serencam, Rahmet, Milli Savaş Hikâyeleri. Anı: Zoraki Diplomat, Anamın Kitabı, Vatan Yolunda, Politikada 45 Yıl, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları.

Tevfik Fikret

Tevfik Fikret

Şair

24 Aralık 1867'de İstanbul'da doğdu. Asıl adı Mehmet Tevfik'tir. Çocuk yaşta annesinin ölümü onu hayatı boyunca etkiledi. Ortaöğrenimini önce Mahmudiye Rüştiyesi'nde, sonra da Galatasaray Sultanisinde yaptı. Burada Recaizade Ekrem'in öğrencisi oldu. Duygulu kişiliği onu genç yaşlarda şiire yöneltti.

1888'de Galatasaray'ı bitirdikten sonra Hariciye Nezareti İstişare Odası'nda (Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi) kâtip olarak göreve başladı. Yeterince çalışmadan para aldığı gerekçesiyle buradan ayrıldı. Daha sonra tekrar çeşitli memurluklarda bulundu. Ek iş olarak Ticaret Mekteb-i Alisi'nde hat ve Fransızca öğretmenliği yaptı. 1891'de Mirsad dergisinin açtığı şiir yarışmasında birinciliği kazanınca, edebiyat çevrelerinin dikkatini üstüne çekti. 1892'de Galatasaray Sultanisi'nin ilk bölümüne Türkçe öğretmeni atandı. 1894'te Hüseyin Kâzım Kadri (1870-1934) ve Ali Ekrem Bolayır'la (1867-1937) birlikte Malûmat dergisini çıkartmaya başladı.

Önce İnziva Sonra Robert Kolej

1895'te hükümetin bütçede kısıntı yapma gerekçesiyle memur maaşlarının yüzde onunu kesmesine tepki olarak Galatasaray'daki görevinden istifa etti ve inzivaya çekildi.1896'da, eski öğretmeni Recaizade Ekrem'in aracılığıyla Servet-i Fünun dergisinin yazı işleri yönetmenliğine getirildi. Aynı yıl Robert Kolej'e Türkçe öğretmeni olarak tayin edildi.

Toplum’dan Kaçış ve Yeni Zellanda Hayali

Sultan Abdülhamid Han yönetimine muhalif olan Batıcılar, muhalefetlerinde uzun süre başarı sağlayamayınca bu durum onları toplumdan kaçış düşüncelerine sürükledi.Ve Tevfik Fikret’teki "inziva" düşüncesini daha da derinleşti. Bu düşünce, Servet-i Fünun öbür yazarlarınca da benimseniyordu. Bir ara hepsi birlikte Yeni Zelanda'ya gitmeyi, daha sonra Hüseyin Kâzım'ın Manisa'nın bir köyündeki çiftliğine yerleşmeyi düşündüler. Ama Fikret'in "Yeşil Yurt" şiirinde de açıkça görülen bu sıla ütopyası ve birlikte yaşama özlemi bir türlü gerçekleşmedi. Servet-i Fünun'cular arasında görüş ayrılıkları başlamıştı. Bazıları dergiden ayrıldılar. Bir süre sonra Fikret de derginin sahibi ile anlaşamayarak yazı işleri yönetmeliğini bıraktı.

Robert Kolej ve Aşiyan

Bütün zamanını Robert Kolej'de geçirmeye başladı. 1901'de "inziva" düşüncesini gerçekleştirmek amacıyla Rumelihisarı'nda Robert Kolej'in yamacında, planlarını kendisinin çizdiği Aşiyan adlı evi yaptırmaya başladı. Bugün Tevfik Fikret Müzesi olan Aşiyan 1905'de tamamlandı. Fikret, eşi ve oğlu Haluk'la birlikte buraya yerleşti. Çok az insanla görüşüyordu. "Sis", "Sabah Olursa", "Bir Lahza-i Taahhur" bu dönemin ürünleridir. Bu arada babasının, arkasından da, kızkardeşinin hayatlarını kaybetmesi onu çok etkiledi. Bu döneminde, özgürlük getireceğine inandığı İttihat ve Terakki'yi destekliyordu. 1908'de de, II.Meşrutiyet'in ateşli savunucuları arasına katıldı.

İttihad ve Terakki’ye de Muhalif Oldu

Meşrutiyet'ten sonra "inziva"sından çıktı, eski arkadaşlarıyla barışarak, Hüseyin Kâzım ve Hüseyin Cahid'le birlikte Tanin gazetesini kurdu. Ama, gazete İttihad ve Terakki'nin yayın organı durumuna getirilmek istenince buna karşı çıkıp, Hüseyin Cahid'le kavga ederek oradan da ayrıldı. Yeni Yönetimin önerdiği maarif nazırlığı görevini de geri çevirdi. Bu göreve getirilen Abdurrahman Şeref’in çağrısıyla, Galatasaray Sultanisi'nin müdürü oldu bir süre önce yanmış olan okulun onarımını üstlendi. Bu arada, toplantı salonunu mescitin üstüne yaptırdığı gerekçesiyle ağır eleştirilere uğradı. O günlerde 31 Mart Olayı patlak verdi. Fikret olayı protesto amacıyla önce kendini okulun kapısına zincirle bağlattı, ertesi gün de istifa etti. Ancak öğrencilerin ve maarif nazırı Nail Bey'in ısrarlarıyla tam yetkili olarak göreve döndü. Ama sekiz ay sonra, yeni maarif nazırı Emrullah Efendi'yle anlaşamayarak bir daha dönmemek üzere Galatasaray'dan ayrıldı. Darülmuallimin ve Darülfünun'daki görevlerinden de istifa etti ve yeniden Aşiyan'a çekildi. Artık, İttihad ve Terakki İktidarına da muhalif olmuştu. 1912'de meclisin kapatılması üzerine, bu olayı meclisin 1878'de (Hicri tarihle 1295'te) kapatılmasına benzeterek "Doksan Beşe Doğru" şiirini yazdı. Bunu "Han-ı Yağma", "Sancak- Şerif Huzurunda" gibi şiirler izledi. İttihad ve Teraki'nin fedailerince izlenmeye başlandı. Modern pedagoji ilkelerine uygun bir okul açmak, yeni bir edebiyat dergisi çıkartmak gibi tasarıları olduysa da bunları gerçekleştiremedi. O günlerde, ağır şeker hastalığına yakalanmış olduğu anlaşıldı. 1914'te kolu şiştiği için bir ameliyat geçirdi. Tedaviye yanaşmaması sonucunda hastalığı iyice artarak ölümüne neden oldu. 19 Ağustos 1915'te İstanbul’da öldü.

ESERLERİ:Ribab-ı Şikeste, Haluk’un Defteri, Rübab’ın Cevabı, Şermin, Tarih-i Kadim

TARIK BUĞRA

TARIK BUĞRA

(1918- 26 Şubat 1994)Yazar, Akşehir'de doğdu. İlk ve orta okulu Akşehir'de, liseyi Konya'da okudu (1936). İstanbul Tıp, Hukuk ve Edebiyat fakültelerine devam ettiyse de hiçbirini bitirmedi. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi'ne girdi ancak son sınıftan ayrıldı. Hayata atıldı. Akşehir'de Nasrettin Hoca gazetesini çıkardı (1947-1948). İstanbul'da Milliyet (1952-1956), Yeni İstanbul (1960-1966), Yol (Haftalık, 1968), Tercüman (1970-1976) gazetelerinde sanat sayfası düzenleyiciliği, fıkra yazarlığı ve yazı işleri müdürlüğü yaptı. Türkiye gazetesinde haftalık yazı yazdı. İstanbul'da öldü.

ESERLERi:

BU ÇAĞIN ADI

Tarık Buğra'nın makalelerinden bir kısmıdır. Aydınlarımız, idârecilerimizi ve bütün akıl sâhiplerini düşünmeye sevkeden konuları içine almaktadır. Politik şarlatanlıklara karşı gerçekleri ve bağımsız kafayı savunan; kısacası şahsiyetli insanlara yakışan bir tavır ve uslûpla millet ve memleket meselelerine bakmayı gündeme getiren bu makalelerin, okuyanlara çok şey ifade edeceği inancındayız.

DÖNEMEÇTE

Türkiye'de çok partili döneme geçiş yıllarını anlatır. Konuya bir Anadolu kasabasından, o çevredeki halkın ve aydınların canlı ilişkileri içerisinde bakar. "Dönemeç" adıyla TV'de dizi filmi yapılmıştır.

OSMANCIK

"Cihan devletini kuran irade; şuur ve karakter". Tarık Buğra, esere ikinci bir başlık tarzında bunları yazmıştır. Konu, Osmancık'ın (yahut Kara Osmanın) Osman Gazi olarak tarih sahnesine çıkışını ve Osmanlı Devleti'nin kuruluşunu anlatmaktadır. osmanlı'yı cihan çapında büyük" yapan bir devlet ve insan anlayışının ilk tohumlarının roman çerçevesinde ele alınışını okuyacağınız bu eser, TV'de "Kuruluş" adıyle dizi film olarak da defalarca yayınlanmıştır.

GENÇLiGiM EYVAH

Tanıtım Yazıları: Türkiye'deki anarşinin otopsisidir. Romanda, yalnız boşa giden gençliklerin hikâyesini değil, içine düşürüldüğümüz kaosun çarpıcı grafiğini de bulacaksınız. Yıllardan beri Türkiye'de bütün görevleri, ödevleri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir.

KÜÇÜK AĞA

Tanıtım Yazıları: Küçük Ağa, Tarık Buğra'nın en büyük ve en tanınmış eseridir. Kurtuluş Savaşı'nın, küçük bir Anadolu kasabasından görünüşüdür. Konuya ilk d efa resmî olmayan bir gözle, aydın bir Türk'ün hür bakışlarıyle ve değerlendirmeyeriyle bakılmıştır. İnsanımızın ve kültürümüzün tanıdık simalarını ve hususiyetlerini yazarın üstâdâne zevkle okuyacağınız bu eser, Millî Mücâdele'nin gerçekten millîbir romanıdır.

İBiŞiN RÜYASI

Tarık Buğra'nın bu eseri, onun dil, üslûp ve teknik özelliklerini en iyi belirten romanlarından birisidir. Eser, konu bakımından da tiyatro ve sinemanın ilgisin çekmiş, Devlet Tiyatroları'nda sahneye başarıyla uygulanmış, TRT tarafından da -yazarın söyleyişi ile- "akıl almaz şekilde yozlaştırılarak" dizi film yapılmıştır. Biz, romanı okuyanların, bu TV filmi konusunda yazara hak vereceklerine inanıyoruz.

FİRAVUN iMANI

Kurtuluş Savaşı'nın Kuvâ-yı Milliye ve Çerkez Ethem dönemlerini anlatan Küçük Ağa'dan sonra, Sakarya Savaşı öncelerini ve sonralarını ele aldığı bu eserde, tarık Buğra, çıkarcıları, üç kâğıtçıları, vurguncuları, satılmışları ve bunlara karşı eşsiz yiğitleri ile, yeni bir devletin kuruluş günlerini anlatmaktadır.

YARIN DiYE BiRŞEY YOKTUR

Yazarın 1948-49, 1950-52, 1954-64 yılları arasındaki hikâyelerini içine alır. Bu hikâyelerde insanın değişmeyen yanlarını ve eskimeyen bir Türkçe ile duyguları ve düşünceleri zenginleştiren bir anlatım bulacaksınız.

SiYAH KEHRiBAR

Tarık Buğra'nın ilk romanı. Rahmetli Mümtaz Turan bu eser için "Tarık Buğra'nın burada iddiasız görünüşüne rağmen büyük bir tezi, "Yirminci asrın hüznü" dediğimiz hastalığı ele aldığını sanıyorum. Günümüzün trajedisi romandaki maceralara bir fon müziği gibi baştan sona refakat ediyor." diyor.

POLiTiKA DIŞI

Tarık Buğra'nın bu kitabı, siyaset dışı yazılarından oluşmaktadır. Muhtelif tarihlerde ve değişik yerlerde yayınlanmış yazıları ve yazarla yapılmış bazı röportajlar kitaba alınmıştır. Böylelikle, genel olarak edebiyatımızla ve özellikle yazarımızın edebî kişiliği ve görüşleriyle ilgilenenler için lüzumlu bir derleme meydana getirilmiştir.

YAĞMUR BEKLERKEN

Cumhuriyet döneminin muhtelif kesitlerini romanlarına konu yapan yazar, bu eserinde de Serbest Fırka dönemini ele alıyor ve aynı dönemde Türkiye'deki büyük kuraklıkla siyaset arasında parelellikler kurarak, yine bir Anadolu kasabasından, meseleleri ortaya koyuyor.



YALNIZLAR

İnsan ilişkilerinin romanıdır.

Şinasi

Şinasi

Şair-yazar

İbrahim Şinasi 5 Ağustos 1826'da İstanbul'da doğdu. Topçu yüzbaşısı olan babası Mehmed Ağa 1829'da Osmanlı-Rus Savaşı sırasında vurularak ölünce, annesi onu yakınlarının desteğiyle büyüttü. Şinasi ilköğretimini Mahalle Sıbyan Mektebi'nde ve Feyziye Okulu'nda tamamladıktan sonra Tophane Müşiriyeti Mektubî Kalemi'ne katip adayı olarak girdi. Burada görevli memurlardan İbrahim Efendi'den Arapça ve Farsça öğrendi. Aynı kalemde görevli eski adı Chateauneuf olan Reşat Bey'den Fransızca dersi aldı. Bu görevindeki çalışkanlığı ve başarısı nedeniyle önce memurluk sonra hulefalık derecesine yükseltildi. Paris’e Gitti 1849'da bilgisini artırması için devlet tarafından Paris'e gönderildi. Burada edebiyat ve dil konularındaki çalışmalarını sürdürdü. Oryantalist De Sacy ailesi ile dostluk kurdu Ernest Renan'la tanıştı, Lamartine'in toplantılarını izledi. Oryantalist Pavet de Courteille'e çalışmalarında yardım etti. Dilbilimci Littré ile tanıştı. 1851'de Société Asiatique'e üye seçildi.

Mustafa Reşit Paşa’nın Adamı

1854'te Paris dönüşünde bir süre Tophane Kalemi'nde çalıştı. Daha sonra Meclis-i Maarif üyeliğine atandı. Encümen-i Daniş'te (ilimler akademisi) görev yaptı. Koruyucusu sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın görevinden ayrılması üzerine üyelikten çıkarıldı. Reşit Paşa 1857'de yeniden sadrazam olunca, Şinaşi de eski görevine döndü. Tercüman-ı Ahvâl 1860'da Ağah Efendi ile birlikte Tercüman-ı Ahvâl gazetesini çıkardı. Devlet işlerini eleştirmesi ve Sultan Abdülaziz'e karşı girişilen eylemin düzenleyicilerinin yanında yer alması nedeniyle 1863'teki Meclis-i Maarif'teki görevine son verildi. Gazeteyi Namık Kemal'e bırakarak, 1865'te Fransa'ya gitti. Orada sözcük çalışmalarına yöneldi. Société Asiatique üyeliğinden ayrıldı. 1867'de İstanbul'a döndü. Kısa bir süre sonra yeniden Paris'e gitti. Burada kaldığı iki yıla yakın sürede, Fransa Milli Kütüphanesi’nde araştırmalar yaptı. 1869'da İstanbul'a dönünce bir matbaa açtı, eserlerinin basımıyla uğraşmaya başladı. Kısa bir süre sonra da 13 Eylül 1871'de beyin tümöründen öldü. Batı Aktarmacılığı Şinasi Batı, özellikle de Fransız kültürü etkisinde eserler verdi.Ülkenin Batı örnek alınarak eğitim alanında uygulanacak radikal yöntemlerle gelişebileceğini savundu.Batı hatta Fransız aktarmacılığını tek çözüm gördü.Bu amaçla yazarlığında çok yönlü bir çaba içine girdi. Gazete çıkardı, makale, şiir ve oyun yazdı, sözlük çalışmaları yaptı. O da halkı "aydınlatılması" gereken bir yığın olarak gören batıcılar gibi, değişmeyi mekanik bir hadise olarak algılama yanlışına düştü.Tanzimatla başlayan Batılılaşma hareketinin öncülerinden biri olarak dil, edebiyat ve düşünce hayatının değişmesinde etkili olmuştur. Dil Düzyazılarında sade bir dil kullanılmıştır. Dildeki yalınlaşma çabasını edebiyat ve tiyatro alanlarındaki eserleriyle desteklemiştir. Batı şiirini tanıtma, yeni şiir biçimlerini edebiyata sokma amacıyla Fransız şairlerinden tercümeler yapmıştır.

ESERLERİ: Tercüme-i Manzume ,Şair Evlenmesi,Müntehabat-ı Eşhar (şiirlerinden seçmeler),Durub-u Emsal-i Osmaniye(atasözleri), Müntehabat-ı Tasvir-i Efkar (seçme makaleler)

SEViNÇ ÇOKUM

SEViNÇ ÇOKUM

(25 Ağustos 1943-): Yazar. İlk ve ortaokulu İstanbul'da okudu. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi (1970). Bir süre edebiyat öğretmenliği yaptı. 1975'te öğretmenlikten ayrılarak kendisini edebî çalışmalara verdi. Türk Edebiyatı dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yürüttü, Türkiye gazetesinde yazdı.Sevinç Çokum edebiyat dünyasına hikâye ile girdi. Hikâyeleri Hisar, Türk Edebiyatı, Töre dergilerinde çıktı. Sonra Romana yöneldi. Sosyal ve tarihî romanlar kaleme aldı.Hikâyelerinde İstanbul'un gelenekçi semtlerinin sosyal yapısından kesitler verdi; yalnızlığı ve dayanışmayı işledi. Ruh tahlillerine girerek kahramanlarının duygularını akıcı ve dokunaklı bir dille tasvir etti.Romanlarında sosyal konuların yanında tarihî konulara da ağırlık vermiştir. Türk kimliğinin üzerinde durarak esir Türklerin ıstıraplarını dile getirmiştir. Hikâyeleri: Eğik Ağaçlar (1972), Bölüşmek (1974), Makina (1976), Derin Yara (1984), Onlardan Kalan (1987). Bu hikâye kitapları yeni düzenlemeyle Ötüken Neşriyat arasında şu isimlerle yayınlandı: Bir Eski Sokak Sesi (1993), Evlerinin Önü (1993), Onlardan Kalan (1993). Romanları: Zor (1977), Bizim Diyar (1978), Hilâl Görününce (1984), Ağustos Başağı (1989), Gülyüzlüm (1989), Çırpıntılar (1991). Senaryoları: Beyaz Sessiz Bir Zambak (1987), Yeniden Doğmak (1987). Radyofonik eserleri: Hilâl Görününce, Ağustos Başağı, Nefise Hatun.

ESERLERi:

BEYAZ BiR KIYI

Beyaz Bir Kıyı, Sevinç Çokum'un 4 yılda kaleme aldığı, aslında bir romanının ayrı ayrı bölümleri de diyebileceğimiz hikâyelerinden oluşuyor. 1994 yılında Fas'a giden yazar, bu ülkeyi coğrafyası, insanları, manevî atmosferi ve sanatları açısından tanıdıktan sonra Beyaz Bir Kıyı'yı yazmağa karar verdi. Mağrib'in kendisine has kokusunu, rengini, ruhunu eserine katan Çokum, Beyaz Bir Kıyı'da, dünyevî aşk ve istekler boyutunun ötesindeki arayışları dile getiriyor. İki insanın dostluğu ile birlikte Hak dostluğunu, gül motifinin arkasında Peygamber sevgisini ebru dalgalanışı bir anlatımla sergiliyor.

GÜZELE BAKAN KARINCA

Güzele Bakan Karınca, Sevinç Çokum'un 1990'dan bu yana Türkiye Gazetesi'ndeki haftalık "Edebiyat Sohbetleri"nden seçilmiş yazılarıdır. Çokum, bu yazılarında edebiyatla birlikte dil, tarih, sanat, gelenek ve görgüler, "İstanbul Özlemi" eskinin terkibi ile yeniyi oluşturmak, insan, çocuk, hayvan sevgisi üzerinde yoğunlaşmış, inancımızdan renkler taşımıştır.

KARANLIĞA DİRENEN YILDIZ

Sevinç Çokum, Karanlığa Direnen Yıldız'da Türk siyasî hayatının önemli durağı 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin çerçevesi içinde farklı kişilikleri sergiliyor. Aynı apartmanı paylaşan dostların, yakınların ayrılan sofraları, dahası ihanetler, iki yüzlülükler, uydu vicdanlar... Özellikle anlatım ve tahlil ağırlıklı romanı yer yer Yunus Emre dilinin zenginlikleri besliyor. Yazarın kendisinin ve tanıdığı gerçek kişilerin de yer aldığı romanın asıl çıkış noktası bugün medya dediğimiz şartlandırma, yönlendirme gücünün o yıllarda da insana el atışıdır. Onun için kahramanımız Feridun katıksız, dürüst, kendi kararlarını kendisi verebilen insanın arayışı içindedir. Sürü olmak yerine birey olma sevdası. Ama Feridun'un benliğindeki kargaşada yer alan bir başka sevdası daha vardır... İncenaz Abla, Çokum'un, hikâyelerindeki titizliğini aktardığı bu romanı el değmemiş konusu, (özgünlüğü) yaşanmışlığı ve anlatım özelliği ile yeni bir aşamadır

ROZALYA ANA

Rozalya Ana, Sevinç Çokum'un daha önceki İstanbul hikâyelerinden farklı olarak Kırım'dan, Anadolu il ve köylerinden görüntüler taşıdığı son hikâye kitabı. Sevinç Çokum, bu kitabında sürgün Kırımlı Raziye'nin (Rozalya Ana) toprağına yerleşme çabası içinde kendi varlığını anlamağa başlamasından yola çıkarak varoluşun hangi değerlerle bütünlendiğini araştırır. Sadece büyük şehirlerde değil, Anadolu şehir ve köylerindeki sosyal değişim içersinde eğrilikleri görerek, yarının endişeleriyle bugünün çıkmazlarında çıkış noktaları arar. Günümüzde materyalist çıkarcı anlayışın kurallaşmasına karşılık Kütahyalı Kız'la sembolleşen katıksız, çıkarsız sevgi ayakta durabilecek mi? sorusu etrafında dönen Sevinç Çokum, modern hikâyesine kendi kültür motiflerimizi, menkıbelerden ve halk hikâyelerinden süzülmüş renkleri katmaktadır. Hikâyeler varoluş ve yokluk çizgisinde durarak yer yer tasavvufla bezenir.

BİR ESKİ SOKAK SESİ

Sevinç Çokum'un ilk hikâyeleri olan Bir Eski Sokak Sesi ferdî ve sosyal meseleleri şiirli bir anlatımla ve yaşanmışlıkla işlemektedir. Yazarın yayımlandığı yıllarda hayli ilgi uyandıran bu hikâyeleri büyük şehrin dar ve eski sokaklarının insanlarını zengin iç dünyalarıyla anlatıyor.

ONLARDAN KALAN

Sevinç Çokum'un olgunluk çizgisindeki hikâyelerinin toplamı olan Onlardan Kalan, yine İstanbul dekoru içersinde kültür değişiminin pençesinde kaybolmakta olan erdemleri anlatıyor. Üslûbundaki derinleşmeyi belirleyen bu hikâyelerde Sevinç Çokum kendine has duyarlılığı ile kalıcı olan güzellikleri desteklemeğe çalışmaktadır.

EVLERİNİN ÖNÜ

Sevinç Çokum'un fikir ve duygu ağırlığını bir arada yansıtan hikâyeleri Evlerinin Önü 1980 öncesi bunalımlı günlerin ürünüdür. Yazar o karanlık atmosfer içersinde sevgiye dayanarak toplumumuzdan ve yakın tarihimizin içinden kesitler vererek dünden bugüne geçişlerle insanımızı değerlendirir.

HİLAL GÖRÜNÜNCE

Sevinç Çokum'un bu romanı, Türk dünyasının Kırım'la ilgili bir dilimini ele almıştır. 1853-1865 Kırım Harbi yıllarında Osmanlı Kırım yakınlaşması sırasında, Kırımlı Nizam Beyin kendi toprağına tutunma çabasının işlendiği romana Kırım Türklerine has renkli örf ve adetlerin hâkim olduğunu görmekteyiz... Nizam Beyle birlikte romanın diğer kişileri Arslan ve Giray beyler, Şirin Gelin, romana orijinallik katan "anlatıcı" Felekzede Ârif Çelebi karakterlerinin güçlü çizgileri, iç dünyalarının zenginlikleriyle yazarın olaydan bireye giden roman anlayışını ortaya koyarlar. Sevinç Çokum'un romanda belli bir noktaya ulaştığı Hilâl Görününce, Türk Edebiyatında önemli bir yeri doldurmaktadır.

AĞUSTOS BAŞAĞI

Ağustos Başağı'nda yazar, Millî Mücadele yıllarını ele almıştır. Olayları, Osmanlı Devleti'nin beşiği Söğüt ön planda olmak üzere, Batı Cephesi'nin diğer bölgelerine de uzanan bir coğrafya içerisinde değerlendirmektedir. Cepheyle cephe gerisi belgelerden ve gerçek kişilerden alınan bilgilerden yola çıkılarak anlatılmış ve yorumlanmıştır.

ÇIRPINTILAR

Çırpıntılar, yazarın üzerinde durduğu "parçalanmış aile"ler ve göç dramının bir başka kesitidir. Çokum bu romanında Avustralya'ya göç etmiş üç kişilik bir ailenin ayakta durma savaşını, bu savaşın nelere mal olabileceğini, kendi ülkelerine dönüşlerinde yaşayacakları uyumsuzlukları anlatır. Sevinç Çokum Çırpıntılar'da Türk romanı için yeni, sıcak ve unutulmaz kişilikler çizmektedir

BİZİM DİYAR

Bizim Diyar, Sevinç Çokum'un ikinci romanı. Yazar bu romanıyla yakın tarihimizden önemli bir kesiti günümüze getirmektedir. Osmanlı imparatorluğunun çöküş yıllarını, Balkan Savaşı ve Rumeli göçlerini ele alan yazar, bu kopuşu derinden yaşamış olan yakınlarının hikâyesini o çevreden seçtiği canlı karakterlerle romanlaştırmıştır. Bizim Diyar'ın bir özelliği de kaybedilen Rumeli'ye ait kültür mirasının İstanbul'a uzanmış çizgilerini yansıtmaktadır.

Reşat Nûri Güntekin

Reşat Nûri Güntekin
26 Kasım 1889 tarihinde İstanbul'da doğdu. İlk öğrenimi, İstanbul/Selimiye ve Çanakkale'deki mahalle mektebinde, orta öğrenimini ise İzmir'de Frerler Fransız mektebinde yaptı. 1912 yılında İstanbul Darulfünunu Edebiyat Fakültesi'nden mezun olan Reşat Nuri, Bursa ve İstanbul'daki okullarda Türkçe ve edebiyat dersleri verdi. 1916-17'de İstanbul Fatih Vakıf Mektebi müdürlüğüne getirilen Reşat Nuri, bu okulda Türkçe öğretmenliğini de yaptı. Vefa Sultanisi ve Erenköy Kız liseleri başta olmak üzere İstanbul'daki birçok lisede Türkçe ve Edebiyat öğretmenliğini sürdürdü. Maarif Vekaleti müfettişliği de yapan (1927) Reşat Nuri, 1939'da Çanakkale Milletvekili seçildi, dört yıl sonra yeniden müfettişliğe döndü. Daha sonra Türkiye Birleşmiş Milletler nezdinde Kültür Ateşesi olarak atandı, Talebe müfettişi olarak Fransa'da bulundu. 1954'te emekliye ayrılan Reşat Nuri, İstanbul Şehir Tiyatrosu Edebi Heyeti'nde görevli iken, akciğer kanserini tedavi için gittiği Londra'da 7 Aralık 1956 tarihinde öldü.

Öykü Kitapları

Gençlik ve Güzellik (1917), Recm (1919), Roçild Bey (1919), Eski Ahbab (1919), Sönmüş Yıldızlar (1923), Tanrı Misafiri (1927), Leylâ ile Mecnun (1928), Olağan İşler (1930)

Bir Öykü - BALTA (*)

-1-

Diş doktoru Tahsin Bey, genç güzel bir hanımın diş sinirini çıkarmakla meşguldü. Hanım, gayet korkak ve titizdi. Dakikada bir, yerinden fırlıyor:
-Doktor, öleceğim... Canımı yakıyorsunuz... Katilim olacaksınız, diye bağırıyordu.
Dişçi, bu cins hastalara sarfedilmesi mutat olan bütün tekerlemeleri, nasihatleri tüketmişti.
Paralı ve güzel bir kadın olmasa, kolundan tuttuğu gibi dışarı atardı. Bunu yapamadığı için, çaresiz, yalvarmaya başladı:
-Hanımefendi, istirham ederim... Bendeniz de insanım... Bendenizdeki sinir... Telefon teli değil.
-İyi ama, sizin sinirinizi çıkarmıyorlar ki... Hem ben asabiyim, kadınım... Rica ederim darılmayınız...
Tahsin, yumuşadı. Alnındaki ter damlalarını silerek düşündü:
-Ah şu fen, terakki etse de şunların dişlerindeki sinir gibi başlarındaki siniri de çıkarmak mümkün olsa, ne tadına doyulmaz mahlûklar olacaklar...

Dişçi, müşterisinin biraz sakinleştiğini görerek tekrar aletini eline almıştı. Kapı, yavaşça aralandı, han kahvecisi Abbas Ağa elinde bir kağıtla içeri girdi. Kahveci, manalı sırıtarak:
-O efendi yine geldi... Aşağıda cevap bekliyor, dedi. Abbas Ağa, "cevap" kelimesini söylerken, müşteriye sezdirmeden dişçiye parmağıyla para işareti yapıyor ve gülümsüyordu.
Tahsin'in henüz teri kurumamış alnı birdenbire kırıştı, kendi kendine söylenir gibi yavaş yavaş:
-Yarabbi, sen bilirsin... Yarabbi, sen bilirsin! dedi.
Ne yapacağını şaşırmıştı. Aletlerini karıştırıyor, kahveciye cevap vermiyordu.
Abbas Ağa, sigara iskemleleri üstünde, dolap kenarlarında unutulmuş çay, kahve fincanlarını ağır ağır topladı, kapıdan çıkarken yine gülümseyerek:
-Beklesin mi? dedi.
Tahsin sert bir sesle:
-Dur Abbas Ağa, dedi, bir dakika bekle... Cevabı yazacağım!..
Artık kararını vermişti. Bu rezalete bir nihayet vermeliydi.
Kahveci gibi, hanımdan da bir dakika müsaade aldıktan sonra köşedeki masanın gözünden bir reçete kağıdı çekti, kahvecinin getirdiği pusulayı okumadan yazabilirdi. Zaten buna lüzum da yoktu. Kağıtta ne yazılı olduğunu ezbere biliyordu; fakat şöyle bir göz gezdirdi.
"Birader-i canberarım efendim,
Fard-ı ihtiyaç ve müzayaka dolayısıyle beş liraya ihtiyaç vardır. Bu kör talihim beni bir küçük biraderin yardımına muhtaç eylememeliydi amma, ne çare, vakt-i merhununda tediye edilmek üzere beş lira göndermeni maalhicap rica eder ve gözlerinden öperim.
Büyük Biraderin
Hasan"

"Hamiş - Şayet beş lira lütfetmek mümkün olmazsa, bir liradan dûn olmamak üzere az miktar da gönderebilirsiniz."

İmza sahibi, Tahsin Beyin büyük kardeşiydi. Ayyaş, kumarbaz, derbeder bir adamdı. Eskiden postahanede kâtipti. Şimdi vazifesi; gün aşırı küçük kardeşinin muayenehanesine uğramak, ondan mektupla beş kağıttan efzun, birden dûn olmamak şartıyle para istemekten ibaretti. Son zamanlarda bu ziyaretler daha sıklaşmış, hemen her güne binmişti.
Tahsin, bin zahmetle mektebini bitirmiş, yine bin zahmetle küçük bir muayenehane açmaya muvaffak olmuş gayretli bir gençti. Ağabeyisini mümkün olduğu kadar gözetmek isterdi. Ne de olsa kardeşiydi. Ne atılır, ne satılırdı. Fakat son günlerde işler fena gidiyordu. Sonra, bu serserinin kendisini yiyim yeri etmesine, artık iyiden iyiye içerlemeye başlamıştı.

Kendisine şu mektubu yazdı:

"Birader,
Sen artık işi azıttın. Şimdiye kadar bana iki paralık faydan dokundu mu ki, her gün alacaklı gibi gırtlağıma sarılıyorsun! Beni âdeta haraca kestin. Ben kendi başımdan âcizim. Müşteri az. Aldığım para muayenehane kirasına bile güç kifayet ediyor. Elhamdülillah eli, ayağı tutmaz bir adam değilsin. Meyhane meyhane gezeceğine bir iş tut, bir baltaya sap ol! Sana gönderdiğim son liradır. Bir daha beni rahatsız etme."

Tahsin, biraz evvel dişini çıkardığı bir müşterinin bıraktığı lirayı bir kağıda sarıp kahveciye teslim ettikten sonra içinde bir fenalık hissetti.
Artık kurtulmuştu. Hasan, serseriliğe rağmen, azametli bir adamdı. Tahsin'e karşı hâlâ büyük ağabey tavrını terketmemişti. Bu mektuba içerleyecek, bir daha muayenehanenin semtine uğramayacaktı. Zaten Tahsin de sırf bunun için mektubu o kadar ağır yazmıştı. Dişçi, çalışırken artık hanımın sızıltılarına kulak asmıyor, içinde hafif bir nedamet sızısıyle:
-Bu ağabeye yapılacak muamele değil ama, ne yapalım çanak tuttu, diye düşünüyordu.

-2-
Aradan bir saat kadar zaman geçmişti. Tahsin Bey, iki şık hanımla kuron pazarlığı yapıyordu... Muayenehane kapısının açıldığını işiterek başını çevirdi, karşısında Hasan ağabeyisini gördü.
Hasan ağabeyi, körkütük sarhoştu.
Sokakta fena surette yuvarlanmış olacak ki, üstü, başı, suratı çamur içindeydi. Arkasında, koridorun karanlığında mavi gömlekli, iri kırmızı burunlu bir meyhaneci başı görünüyordu.
Bu soğuk manzaralı dişçi odasında hiçbir hasta, Tahsin beyin bu dakikada geçirdiği heyecanı geçirmemişti. Büyük rezalet çıkacağı, müşterilerinin yanında rezil olacağı muhakkaktı. Dişçi, soğuk ecel terleri dökerek şaşkın şaşkın:
-Ne istiyorsunuz efendi? Dedi.
Hasan ağabey, düşmemek için sırtını kapıya dayıyor, kaşlarını, burnunu, ağzını mütemadiyen garip hareketlerle oynatırken, koyun gözü gibi donuk, sersem bir ifade almış gözlerini kardeşine dikiyordu:
-Aferin Tahsin... Berhudar ol. Sağ ol... Var ol... Bin yaşa... Efendi olduk ha... Ağabey demeye artık tenezzül etmiyorsun ha... Hakkın da var ya... Sen adam oldun... Biz böyle kaldık... Ne yapalım... Talih... Hükmü kazaya rıza...
Artık olan olmuştu. Dişçi, renkten renge girerek, hiddetinden, yeisinden boğularak sordu:
-Neye geldin?
Hasan ağabey, yüzünü buruşturarak cevap verdi:
-Neye mi geldim? Sor arkamdaki cellâda...
Parmağıyle koridordaki meyhaneciyi gösteriyordu.
Mamafih muhavere meydanını onlara bırakmış olmasında rağmen, yine devam etti:
-Büyük Allahım, altın milyonerinin canlarını alır. Bizi açıkta bırakır... Ta ki hâcil ve zebun olalım... Öz kardeşine, velinimet ağabeyine o mektubu yazdın. Bana bu muamele...
Gömleğinin düğmelerini koparıp sökerek yumruğuyla göğsünü dövüyor, kuru hıçkırıklarla ağlıyordu.
-Baktım çıldıracağım, intihar edeceğim. Def-i gam için meyhaneye gittim... Acele gönderdiğin para da sahteymiş.. Senin kardeşliğin gibi, muhabbetin gibi sahteymiş. Bu cellat yakama yapıştı... Ah bu kardeş yüzünden başıma gelen...
Tahsin'in yüzü al çuha gibi kızarmıştı. Sarhoşu defetmek için bir lira daha çıkardı:
-Uzatma... Al iyisini dedi.
Fakat Hasan ağabey, bu para ateştenmiş de elini yakacakmış gibi geri çekiliyor, çığlık çığlığa bağırıyordu:
-İstemem... Dokundurma... Senin gibi namerdin bundan sonra on parasına el dokundurursam merhum validem mezardan çıksın da, bana avrat olsun... Hesabını onunla gör... Bana artık olmuş gözüyle bak...
Tahsin, meyhaneciden geçmez lirayı aldı, yerine bir iyisini verdi. Sonra hızla yüzlerine kapıyı kapadı.
Bir şey kaybetmiş de arıyormuş gibi odanın içinde dönüp dolaşıyor, bir türlü kadın müşterilerinin yüzüne bakmaya cesaret edemiyordu.
Fakat kapı tekrar açıldı, Hasan ağabey, tekrar göründü:
-Artık sen benim için öldün, ben senin için öldüm... Cenazeme dahi gelmeni istemem... Fakat kati iftiraktan evvel sana iki çift lakırdı söyleyeceğim... Hanımlar, hasbetülillah hakem olsunlar... Hanımefendiler, bu nâmert benim kardeşimdir. Lâkin öyle soysuzdur ki, valide merhum, Peygamber halileri gibi pak, mutahhar bir hatun olmasaydı, bunu bir çingeneden falan doğurduğuna hükmederdim. Elimde doğdu. Ben bakıp büyüttüm. Yemedim, yedirdim. Giymedim giydirdim. Okuttum, adam ettim. Düşmez kalkmaz bir Allah. Ne yapalım düştük. Hani bir düzenbaz karılar vardır da kocalarıyle sokakta gezerlerken aftoslarını tanımamazlıktan gelirler... Onlar gibi, beni tanımamazlıktan gelmesi reva-yı hak mı? Sizlerin yanında beni hâcil etmesine Allah razı olur mu?
Hasan ağabeyin sarhoşluğu ve gazabı bir kudurma halini alıyor, elleriyle işaretler yaparak direk direk bağırıyordu:
-Sen beni tanımıyorsun, ben de seni tanımıyorum... Sen kimsin?... Kimin nesisin? İnsan mısın, eşek misin söylesene!..
Merdiven başı, komşu odalardan ve öbür katlardan gürültüyü duyarak koşuşanlarla dolmuştu.
Tahsin Bey, ağabeyisini yatıştırmaya çalıştı:
-Hasan ağabey, biraz muayene odama gel de konuşalım. Hanımefendiler, beyefendiler bir dakika müsaade ederler.
Kardeşini elinden tutarak bir an evvel bekleme odasından çıkarmaya çalışıyordu.
Fakat Hasan ağabey geri çekildi:
-Hayır Tahsin... Tahsin dediğime belki darılırsın ama, ne yapalım... Eski kardeşlikten kalma bir itiyat... Ben hemen gideceğim... Şimdiye kadar sana fazla yük oldum... Şimdi de beyhude tafsilat ile vaktini ziyan etmek, müşterilerini kaçırmak istemem...
-Ağabey...
-O ağabey sözünü bir daha ağzına alma... Gerçi senin gibi bir adamın bana ağabey demesi benim için bir şereftir... Fakat benim gibi bir adamın sana "kardeşim" demesi seni küçültür... Ben bir mağdurum, Tahsin... Uzun uzun düşündüm. Sana hak verdim... Bu zamanda herkes kendi boğazını beslemekten aciz... Birçok masrafların var... Buna mukabil kazancın mahdut... Ben, zahir-i beym bir insan olsam burada bekleyen müşteri kalabalığına bakar da, seni altına garkediyorlar diye düşünürüm. Fakat halime bakma... Ben, çok vakf-ı ahval bir adamım... Bu kalabalığın kuru kalabalık olduğunu, netice itibariyle para çıkmayacağını bilirim... Bir diş çekmek için kaç para alıyorsun. Bir kağıt değil mi? Bazısı onu bile vermek için nazlanırlar... Elli kuruş vermeye kalkar... Vakıa sen, dişçiliğe başladığın zaman bir mecidiyeye de diş çekerdin ama, böyle mükellef muayenehane kiraları falan yoktu... Her ne ise, bir liraya diş değil, diş çektiren sinirli hanım ve beylerin nazı bile çekilmez...
-Ağabey içeri gel diyorum.
-Yahu, ağabey deme diye yalvarıyorum... Ne kadar mustarip olduğumu görmüyor musun. Ağabey oldum da sana şimdiye kadar ne iyiliğim dokundu?.. Geçen gün sarhoşlukla bir haltlar ettim, ama şimdi alenen tarziye veriyorum... Sen çocukken, benden zarardan başka bir şey görmedin. Bayramlarda ayağında takunya ile bayram yerlerine gittin... Para vermeden tiyatroya gireyim derken kapıcıdan dayaklar yedin... Bir sefaleti hep benim yüzümden çektin... Ah benim mağrur evladım...
Hasan Ağabey bunları anlatırken yine ağlamaya başlıyordu.
Tahsin, gözleri kararmış, yüzü mosmor olmuş, onu içeriye sürüklemeye çalışıyor, kulağına yavaşça: "Ayaklarının altını öpeyim içeri gel" diye yalvarıyordu Fakat Hasan ağabeydeki rikkat ve heyecan son dereceyi bulmuştu. Kardeşinin ayaklarına kapanarak:
-Ben senin ayaklarını öpeyim evlâdım. Israr etme... Ben senin balına balta oldum. O mektupta yazdığım gibi, âdeta haraca kestim... Nihayet hatamı anladım, fakat pek geç oldu...
Hasan ağabey, yaralı rolü oynayan bir tülûat aktörü gibi elleriyle göğsünü tutarak kıvranıyordu:
-Tahsin evlâdım... Bu dünya, öyle bir dünya ki, zengin ile fakir arasında kardeşlik rabıtaları bile kalmıyor... Bugün sana vedaa geldim... Artık birbirimizi görmeyeceğiz... Fakat seni daima hatırlayacağım...
-Ağabey, sen müteessirsin... Al sana beş on kuruş vereyim de...
Dişçi elini cebine sokmuştu. Sarhoş, şiddetle doğruldu. Ağır bir sesle:
-Ne yapıyorsun Tahsin, dedi, sen beni hiç tanımamışsın... Aramızda geçen bu hadiselerden sonra senin on parana el süremem... Açlıktan ölsem senin elinden artık bir dilim ekmek kabul etmem... Ben izzet-i nefsimi ayaklar altında çiğnetecek bir adam olsam, bu halde kalır mıydım? Riya ve tekâpû sayesinde alimallah vezir olurdum. Bundan sonra on parana el sürmeyeceğime huzur-i ilâhîde yemin ediyorum. Sen var ol, sağ ol... Uzaktan saadetini göreyim... Felâketzede bir birader için bu saadet kâfidir... Seni, son bir defa derâguş edeyim...
Odanın ortasında taş kesilmiş gibi dimdik duran dişçinin boynuna sarıldı, yanaklarından öptü ve: "Elveda! Elveda!" diye odadan çıktı. Koridordan hâlâ ses geliyordu:
-Ah, ey fakr-ü sefalet... Nihayet kardeşi kardeşten, eti tırnaktan ayırdın!

-3-
Hasan ağabey hakikaten sözünün eriymiş. Artık kardeşinin muayenehanesine uğramıyor, hatta ona sokakta rastgeldikçe başını çeviriyor, yahut yolunu değiştiriyordu.
Tahsin'i bir gün sokakta meslektaşlarından biri yakaladı ve müstehziyane gülerek:
-İşler artık iyi gidiyor ya... Allah versin, dedi.
Genç adam, hayretle arkadaşının yüzüne baktı. O, aynı alaycı tavırla devam ediyordu:
-Reklâmın türlü şeklini görmüştük. Gazeteler, duvar ilânları, sinemalar, takvimler... Fakat şehirde canlı reklam dolaştırmak hiçbirimizin aklına gelmemişti.
Tahsin Bey, arkadaşının ne söylemek istediğini bir türlü anlamıyordu:
-Açık söyle Allahaşkına... Vallahi haberim yok, diyordu.
-Geçen gün Fatih tramvayında sakallı bir serseri peyda oldu... Çenesi bağlı bir adamı kolundan yakalayarak: "Beybaba, galiba dişin ağrıyor!" dedi. Adamcağız: "Ehemmiyetli bir şey değil, nezle... Ağzımda birkaç çürük diş var da!" diye cevap verdi. Sarhoş: "Ağzında çürük diş var da neye icabına bakmıyorsun beybaba... Paran varsa doldurt, yoksa çektirt... Fakat sakın acemi dişçilere gitme ha... Yanlış bir halt yerler, çene kemiğini de beraber götürürler, (..........)'de bir dişçi Tahsin vardır. Aman efendim, bir hafif eli var ki, el değil serçe kanadı... Hokkabaz gibi bir adam... Bir kere ağzını açtın mı? Artık dişi koydunsa bul... Çürük dişlerin doldurulmasına gelince... Vallahi, beybaba, ağzına dinamit al... Hiç korkmadan ateşle... Kafan, çenen darmadağın olur ve lâkin onun doldurduğu dişler yerinde kalır... Haydi beybaba, hemen tramvaydan atla... Başka bir tramvaya bin..." Sarhoş bu adamcağızı âdeta tartaklıyordu Güç belâ elinden kurtardık. Ben, senin arkadaşın olduğumu söyleyecek oldum... Bu sefer de beni yakaladı. Tramvayda verdiği konferansı işitmeliydin. "Tahsin benim kardeşimdir", diyordu, "fakat zinhar onu kardeşim olduğu için meth ü sena ediyorum sanmayın... Hatta biz, birbirimize dargınız da... Fakat ben hakperest bir adamım... Kafamı kesseler doğruyu söylerim... Öteki dişçiler uşağı bile olamazlar... Ancak ne fayda ki talihi yok... Görünüşte müşteri kum gibi... Fakat hep hamal camal takımı... Vesikalı fahişeler... Öyle insanlardan para mı çıkar? Evet, o İstanbul'un en birinci dişçisi olduğu halde sefalet içindedir. Böyle bir insanı sefaletten kurtarmak hepimizin boynuna borçtur... Efendiler, her kim ki dişi ağrır da Tahsin'den gayri dişçiye müracaat ederse eşşeoğlu eşşektir. Allah rızası için bilen bilmeyene söylesin." Baktım bir rezalet çıkacak... Madem ki senin kardeşinmiş... Koluna girerek yarı zorla tramvaydan indirdim. Bana dedi ki: "O haini gördüğün zaman söyle... Sen birkaç para için onun hatırını kırmışsın. Fakat o, gezdiği, yürüdüğü yerde seni reklâm ediyor... Ondan gördüğüm iyiliğin altında kalmam. Ara sıra köpeğe atar gibi verdiği beş parayı ona kat kat faiziyle çıkarıyorum."
Tahsin'in arkadaşı şaka gibi başladığı sözleri meyus bir ciddiyetle bitirmişti. Biraz tereddütle ilâve etti:
-Bana kalırsa sen bir yolunu bul da bu adamın ağzını kapat... Çünkü bu gidişle seni öyle rezil edecek ki dişçilikte değil, İstanbul'da bile tutunamayacaksın...

-4-
Tahsin, o gün işi gücü bıraktı, sokak sokak ağabeyini aradı. Nihayet akşam üstü onu, Balıkpazarı meyhanelerinden birinin kapısı önünde yakaladı. Hasan ağabey, yine onu görmemezlikten gelerek geçip gitmek istiyordu. Fakat dişçi, onun yakasına yapıştı:
-Gel buraya ağabey... Artık kırdığın ceviz bini aştı. Nedir bu yaptığın rezalet?..
Sakin ve mahçup Tahsin, hiddetinden çıldırmış gibi bir halde idi. Her şeyi göze almıştı. Sarhoş, yine bir münasebetsizlik yapmaya kalkarsa, onu ayağının altına alıp dövecek, sonra karakola gidecekti. Fakat Hasan ağabey, umulmaz bir tatlılık ve hüzünle cevap verdi:
-Tahsin... Allah var... Kimbilir ne günah işledim ki, Allah bu derekei sefalete düşürdü... Neye öyle dik dik yüzüme bakıyorsun... Beni dövecek misin? Döv Tahsin... Benim gibi derbeder bir biçareye tokat atmaktan kolay ne olur? Ne duruyorsun?.. Vursana Tahsin... Babamız olmadığı için ben senin baban hükmündeyim... Bak kollarımı kavuşturdum, boynumu büktüm, bekliyorum... Mukabele etmem... Seni polise, mahkemeye de şikâyet etmem... Ne kadar olsa evlâdım sayılırsın.
Hasan ağabey gözlerinden sel gibi yaşlar akıtarak ağlıyordu. Tahsin, çıldıracak bir haldeydi. Merhametle hiddet, kalbinde cıvık, acayip bir halite haline geliyor, dişçiyi ağlamak ve öldürmek arzuları arasında kararsız bırakıyordu.
-Ağabey, Allah rızası için artık yakamı bırak dedi.
Sarhoş gözyaşlarına fasıla verdi.
Asabiyetten sesi ıslık çalarak:
-Ne yaptım?.. Günah mı söyle, ben de bileyim...
-Daha ne yapacaksın? Bana gûya müşteri bulmak için ötekinin, berikinin yakasına yapışıyor, türlü rezalet çıkarıyormuşsun. Sen, benim canıma mı kastettin?..
Hasan ağabey, derin, derin bir sitemle gülümsedi:
-Ya!!! Tahsin... Demek ki, o da makbule geçmedi... O her harfi kızgın demir olup yüreğini yakan mektubunda, "Bana şimdiye kadar iki paralık bir faydan mı dokundu?" diyorsun. Tahsin, hazinelerim olsa sana verirdim. Fakat kuru bir canımdan başka bir şeyim yok. Sana naçiz bir hizmette bulunayım, dedim.
-Ağabey, bana edeceğin en büyük iyilik, benim adımı ağzına almamandır... İstersen sana ben, ara sıra para vereyim...
Hasan ağabey, dudaklarını büktü, meyusane bir tavırla:
-Hayf, sad-ı hayf, dedi, sen beni tanımıyorsun... Açım... Belki açlıktan öleceğim... Fakat artık senin on paranı kabul edemem... Senin adını anıp anmamak meselesine gelince, artık bundan sonra adını da anmayacağım. Hatta son nefesimde bile. Evet, Tahsin ismini son nefesimde bile anmayacağım. Fakat şunu bil ki, Tahsin'in hayalini yine o son nefeste bile gözümün önünden ayırmayacağım... Elveda, elveda...
Sarhoş ağlaya ağlaya ondan ayrıldı. Tahsin, daha fazla bir şey söylemeye cesaret edemedi. Çünkü etraflarında hamallardan, dükkâncılardan mürekkep bir meraklı kalabalığı toplanmaya başlamıştı.

-5-
Tahsin, birkaç gündenberi sokakta kısık bir sesin ara sıra "Simit gevrek!" diye bağırdığını işitiyordu. Bu ses, Hasan ağabeyin sesine ne kadar benziyordu.
Dişçi, kendi kendine diyordu ki:
-İnsanlar, pek korktukları şeyi her yerde görürlermiş... Bu herif, beni evham hastalığına uğrattı. Gözümü o kadar yıldırmış ki, sokaktaki satıcı sesleri bile bana onun sesi gibi geliyor, tüylerimi ürpertiyor. Bir gün bu, "Simit gevrek!" sesi garip bir ısrarla pencerenin önünde durmuştu. Satıcı, nedense bu sokaktan ayrılmak istemiyor, ikide birde sakil sakil bağırıyordu.
Tahsin, bu sesin sahibini merak ederek pencereyi açtı. Karşı kaldırımda bir tabla duruyor, Hasan ağabey, başını kardeşinin penceresine kaldırmış ara sıra bağırarak satıyordu.
İki kardeş gözgöze geldiler. Tahsin, olduğu yerde taş kesilmiş gibi donup kaldı.
Bugün Hasan ağabey, çok sakin ve tatlıydı.
Eliyle kardeşine aşinalık etti ve hatırını sordu:
-Nasılsın Tahsin? İyisin ya inşallah evladım! Bak elhamdülillah ben de bir baltaya sap oldum. Gerçi simitçilik pek o kadar ehemmiyetli bir ticaret ve sanat sayılmaz ama ne yaparsın mecburiyet... Günde beş on kuruş kazanıyorum. Artık ne sakala minnet, ne bıyığa... Gönlüm rahat, vicdanım müsterih... Elhamdülillah işreti de bıraktım. Ah, Tahsin! Sen belki bilmeden bana bir ders vermiş oldun... Bilmem hatırlıyor musun? Her kelimesi kızgın bir hançer gibi kalbime saplanan o mektupta, "Bir baltaya sap olamadın!" diyordun... Bu söz, izzet-i nefsime çok dokundu. İşte nihayet eş dost sayesinde ben de bir baltaya sap oldum. Ben de kardeş sadakatiyle, ötekinin berikinin lûtfiyle yaşayan tufeylîler zümresinden çıktım. Alnının teriyle geçinen çalışkan insanlar arasına karıştım... Artık bir serseri değilim. İyi kötü bir sanat sahibiyim. Sana göğsümü gere gere kardeşim diyorum. Eminim ki, buna sen de memnun olursun Tahsin... Sen, kafasız ve vicdansız bir adam olsaydın, bir simitçiye kardeşim demek, belki sana ağır gelirdi. Fakat necabet ruhundan eminim Tahsin... Yağmur altında simit satan bir esnafın borsada hava oyunu oynayan bir kısım madrabazlardan daha şayan-ı hürmet olduğunu takdir edersin...
Kapılarının önüne çıkmış dükkancılar sokaktan geçen yolcular bu nutku gülümseyerek dinliyorlardı.
Tahsin cevap vermediği gibi birdenbire içeri çekilmeye de cesaret edemiyordu. Çünkü kardeşinin kızmasından, sokak ortasında avaz avaz bağırmasından korkuyordu. Tesadüfen elinde bulunan bir kerpeteni gösterdi: "İçerde diş çekeceğim, mazur gör!" demek ister gibi bir işaret yaptı.
Dişçi, kendini yüzüstü bir kanepeye attı, şiddetli bir sinir buhranı içinde: "Yarabbi bu belâyı nereden başıma musallat ettin? Kendimi mi öldüreyim, onu mu öldüreyim?" diye çırpınıyordu.
Birkaç dakika sonra çaycı Abbas Ağa, manalı manalı gülerek odaya girdi, elindeki iki simidi ona uzatarak dedi ki:
-Kardeşin gönderdi. "Kusuruma bakmasın, tüccar değilim ki ona teneke teneke yağlar, top top kumaşlar göndereyim... Bizden bu kadar..." dedi. Taze çay demledim... İstersen bir de çay getireyim de...
Kahveci, bıyık altından gülerek hafif hafif eğleniyordu. Tahsin anlamamış görünerek:
-Götür onları sen ye Abbas Ağa, dedi...

***

Koca İstanbul'da başka yer kalmamış gibi simitçi, hemen her saatte bu sokaktan geçiyordu.
Bazen karşı kaldırıma tablasını koyuyor, kardeşinin penceresine gözleri dikerek: "Simit... Gevrek!" diye bağırıyordu.
Onun sesini işitince Tahsin'in ellerine ayaklarına bir titremedir yapışıyordu. Bir gün az kaldı yanlış bir hareketle bir müşterisinin çene kemiğini koparıyordu. Sonra, her sabah muayenehanesine geldiği zaman masanın üstünde iki simit buluyordu. Artık bunların nereden geldiğini sormuyor: "Yarabbi, sen bilirsin! Yarabbi sen bilirsin!" diye bir çekmece gözüne atıyordu.
Nihayet bir gün Abbas Ağa vasıtasıyle onu muayenehanesine çağırttı. Hasan ağabey, merdiven başına kadar geldi. Fakat içeri girmek istemedi:
-Artık muayenehanene ayak atamam Tahsin... Zannetme ki sana dargınım... Hayır hayır ben kendi kabahatimi bilmeyecek kadar beyinsiz bir adam değilim... Ben de insanım.. Benim de izzet-i nefsim var... Kovulduğum yere bir daha gelmem... Mamafih kardeşlik yine baki... Zaten muhabbetin böylesi daha tatlı olur... Evimiz ayrı, işimiz ayrı... ben, büyük kardeşin olduğum için ara sıra bir iki naçiz simitle hatırını sorabilirim... Senden onu da kabul etmem!
Hasan ağabey işreti bıraktıktan sonra halim adam olmuştu.
Tahsin:
-Ağabey, bu hale ben de çok müteessifim, dedi. Sen, gerçi namusunla esnaflık ediyorsun... Buna kimsenin bir diyeceği yok... Fakat insanların hali malûm ya... Komşu dükkancılar seni muayenehanenin karşısında gördükçe...
-Anladım Tahsin, dedi, devam etme... Benden utanıyorsun... Hakkın da var çocuğum... Ne kadar olsa gençsin... Benim gibi feleğin sillesini yemedin... Peki, evlâdım, gönlün rahat etsin... Ben, bir daha buralara uğramam... Başka yerlerde bu kadar satış yapamayacakmışım... Ne çıkar? Allah, kör kurdunun bile rızkından geçmez. Allaha ısmarladık Tahsin...
Ağır ağır merdivenlerden inmeye başlamıştı. Dişçi, arkasından koşarak onu kolundan yakaladı:
-Maksadımı anlatamadım ağabey... Ben yine sana az çok muavenette bulunayım... Zaten akşama kadar kaç simit satacaksın?
Hasan ağabey, mağrur ve mahzun bir tavırla başını kaldırdı:
-Yazık sana Tahsin... Ağabeyini fakirane, fakat meşru ticaretinden menedip zelil ve tufeyli vaziyetine sokmak sana yakışır mı? Sen, beni ne kadar yanlış anlamışsın, acaba Hasan ağabeyinin namûskar elleri, gördüğü hakaretten sonra, senden on para kabul eder mi? Israr beyhude Tahsin... Tablamı alıp gidiyorum. İcab ederse seni utandırmamak için başka memleketlere bile giderim... Elveda kardeşim... Belki artık dünya yüzünde birbirimizi göremeyeceğiz.
Hasan ağabey, ağır ağır merdivenden inerken dişçi, ellerini havaya kaldırdı:
-Ah, hani o günler! dedi.

Bir gün Tahsin'i muayenehane komşusu olan bir avukatın telefonuna çağırdılar. Kalın bir ses.
"Burası (....) karakolu. Pek mühim bir mesele için hemen karakola teşrif ediniz" dedi.
Dişçi, izahat istedi. Fakat komiser:
"Teşrifinizde öğrenirsiniz!" diye telefonu kapadı.
Tahsin karakola giderken düşünüyordu:
-Bugün tam on iki gün var ki, Hasan ağabeyden ses, seda çıkmadı... Biraderi azizimin beni bu kadar zaman rahat bırakmış olması gayri tabii görünüyor. Bu karakol meselesi onunla alâkadar olsa gerek...
Dişçi tahmininde yanılmıyordu. Karakolda, komiserin odasına girerken bodrum katında bir sesin: "Allah... Allah... Canımı daha almayacak mısın?" diye inlediğini duydu. "Eyvah, birader bey burada... Kimbilir ne haltetti ki, deliğe tıkmışlar!" dedi.
Komiser efendi, çatkın bir çehre ile anlatmaya başladı:
-Efendim, biraderiniz olduğunu söyleyen acaip bir herif, bugün olmayacak haltlar yemiş... Tablasındaki iki kırık simitle sözüm ona esnaflık eden bu serseri, sokak sokak dolaşır, çoluk çocuğa musallat olur, önüne gelenle kavga eder... Olmayacak yere tablasını koyar... Belediye memurları ihtar ettikçe: "Namuslu esnaflık ediyorum... Açlıktan öleyim mi?" diye bağırır, rezalet çıkarır... Nihayet bugün başka satıcılarla dövüşmüş, tablası devrilmiş... Polisler karakola getirmek isteyince kızmış, açmış ağzını, sokak ortasında türlü tefevvühatta bulunmuş... Biraz evvel ifadesini aldım. Kardeşiniz olduğunu söyledi. Pek ihtimal vermemekle beraber, zatıâlinizi davete mecbur oldum...
Tahsin, utana utana başını önüne eğdi:
-Maalesef doğru, dedi, başa çıkılmaz bir serseri...
Komiser kaşlarını çatarak itiraz etti:
-Pekâlâ ama, ne de olsa kardeşiniz. Bu adamı biraz gözetmeniz lâzım gelirdi sanırım...
Tahsin, ağlayacak bir haldeydi. Cevap bulamıyordu.
Komiser efendi, ona, hali vakti yerinde olduğu halde öz kardeşini sokaklarda süründürmesi insaniyete muvafık bir şey olmayacağını uzun bir nutukla anlattı.
Tahsin:
-Rica ederim komiser efendi dedi, ben billahi paradan, puldan kaçınmıyorum... Halimin müsaadesi nisbetinde her fedakârlığa razıyım... Bir çare bulup beni bu adamdan kurtarırsanız size minnettar olurum.
Komiserin emri üzerine sarhoşu bodrumdan çıkardılar. Elbiseleri parça parça idi, alnı kanamış, gözünün biri şişmişti. Hasan ağabeyin sokakta yaptığı münasebetsizliğin pek yanına bırakılmadığı halinden anlaşılıyordu.
-Vay burada da mı sen karşıma çıktın? Ben, senden kurtulamayacak mıyım? Seninle yüzyüze gelmemek için yabancı mahallelerde dolaşıyorum... Burada da mı sen?
Sarhoş, yırtık elbiseleri içinde bir Roma İmparatoru vakariyle dikiliyor, elleriyle garip işaretler yaparak, gözlerini gökyüzüne dikerek söyleniyordu:
-Anlaşılıyor ki bu dünya yüzünde bize hayat hakkı kalmadı... Hiç kabahatimiz olmadan memuriyetten kovulup kardeş eline kalırız. O, bizi istiskal eder. Çaresiz esnaflık etmeye, namusumuzla ekmeğimizi kazanmaya başlarız. Fakat bu defa da kardeşinin sokakta simit satması küçük beyimizin azametine dokunur. Ona da "eyvallah" der, başka mahallelere gideriz. Bu defa da mahalle yumurcaklarından kâfil-i hukukumuz ve muhafız-ı hayatımız olan zabıta memurlarına kadar bütün şehir ahalisi bize musallat olur... Görülüyor ki, bize hayat hakkı kalmadı... Komiser efendi... Komiser efendi... İyi biliniz ki, ölmüş eşşeğin kurttan pervası olmaz. İster hapsedin... İster öldürün... Artık vicdanınıza kalmış bir mesele... Beni İstanbul sokaklarına lâyık görmüyor musunuz? Pekâlâ... Artık sokaklarda da gezmem... Bu akşamdan tezi yok... Eyüp mezarlığına gider, servilerin altına uzanır, açlıktan ölünceye kadar yatarım, anladınız mı?
Komiser, gayri ihtiyari gülmeye başlamıştı:
-Kâfi, anladık... dedi. Bak, biraderin sana muavenet etmeyi vadediyor...
Hasan ağabey, istihfafla gülümsedi:
-Ah, ah... Siz, benim ne ruhta, ne yaradılışta bir adam olduğumu anlayamazsınız komiser efendi... Bu adamın elinden, ölsem bir bardak su içmem... Siz, beni bilmezsiniz. Beni serbest bırakınız, gideceğim yer Eyüp mezarlığıdır...

***

Komiser efendi, nihayet bir çare buldu:
-Bak buraya arkadaş, dedi. Sen, yine kardeşinin elinden on para kabul etme... Her sabah buraya uğrar, benden yarım kağıt alırsın, anlaşıldı mı?
Hasan ağabey, uzun uzun düşündükten sonra, bu teklifi pek izzet-i nefsine dokunacak bir mahiyette bulmadı:
-Bir daha onun yüzünü görmemek şartiyle kabul ediyorum, dedi. Bir ikinci şartım da, bu paraları vakt-i merhununda faiziyle ödeyeceğime dair pullu bir senet yapılmasıdır.