19 Ekim 2016 Çarşamba

M O T İ V A S Y O N U N G Ü C Ü


M O T İ V A S Y O N U N G Ü C Ü

‘Her sorunun üç çözümü vardır: Benim çözümüm, sizin çözümünüz ve gerçek çözüm.’ Çin Atasözü
Birisini birşey yapmaya zorlayabilirsiniz, ama o kişiyi bu şeyi yapmak istemeye kesinlikle zorlayamazsınız. İstemek için gereken arzu içimizden gelir ve motivasyon da içten zevk almamızı sağlayan içten gelen en büyük güçtür.
Bu kitap modern yönetim üzerine bir denemedir. Bir işletmenin en iyi verim elde edebilmesi, ücretli işçilerinin de işi kendisininmiş gibi kabul etmesine bağlıdır.
Bir organizasyon olutturabilmek için öncelikle bireyleri gelittirmeliyiz.Peter M. Senge,’Besinci Disiplin’ adlı kitabında: ”Organizasyonlar ancak beceri kazanan bireyler aracılığıyla beceri kazanabilirler. Bireysel öğrenme organizasyonun öğrenmesini garanti etmez; ama bu gerçekleşmeden de örgütsel öğrenimden bahsedilemez… Şayet işçiler yeterince motive edilemezlerse ne büyüme olacaktır, ne verimlilik artışı, ne de teknolojik gelişme.” der.
Bu kitap bir kurumu yeniden organize etmeyi planlayanlar veya zaten yeniden yapılanma sürecinde bulunan yöneticiler; uzman ve danışmanlar; personel müdürleri; hizmetiçi eğitimde sorumlu olan kişiler; işletmeyle ilgilenen öğretmen ve öğrenciler; ister toplantı başkanı olarak, isterse bir projenin lideri olarak, mesleki temelde insanlarla ilişkide bulunanlar ve işi ikna etmek olanlar için elzem…

MOTİVASYON VE ÖRGÜTSEL DEĞİŞİM
“Diyalog; ‘Onların konuşması, bizim cevap vermemizdir.’ Veya cevap vermeyip bir gülümsemeyle -ama bildiğimizi ifade eden bir gülümsemeyle başımızı sallayarak sorunlarını anladığımızı ve karşılıklı konuştuğumuz takdirde meseleleri çözebileceğimizi anlamalarını sağlamamızdır.Çünkü birisiyle konuşmak, yani diyalog, güven oluşturur ve güvende bizim herşeyden çok ihtiyacımız olan şeydir.” Stefan Haym
Zaman değişti. Küreselleşen dünyada herşey çok çabuk değişiyor. İnsanlar ya tüm enerjisini değişime karşı direnmeyi denemek için kullanacaklardır, ya da karşı karşıya olduğu değişimin kaçınılmazlığını kabullenmek ve bundan yararlanmaya hazırlanmak. İkinci şık çok daha kolaydır.
Görüşlerimiz vardır.Görüşler, önümüzdeki yolu gösterir; ama onları eyleme koymak isteyen bir yönetici elemanlarını harekete geçirmek ve kendilerini işlerine vermelerini sağlamakla yükümlüdür. İşte bu konuda yönetici başkalarının yardımına ihtiyaç duyar. Birlikte çalışma kültürü (istişare) bizim iş görme yolumuzdur; bu, makineye yağ koymakla kum koymak arasındaki farka benzetilebilir.
Ortak Görüş+Açık Hedefler+Pozitif Kültür=BAŞARI
İş görenler kendi sorumlu oldukları alanlarda karar vermeye yetkili olmalıdır.Elbette, yeni bir yol tutturulduğunda bazı engellere takılma tehlikesi vardır. Eğer küçük bir hata otomatik olarak gelecekteki umutlarının sona ermesi anlamına gelirse, hiç kimse risk alma cesareti gösteremeyecektir. Dolayısıyla çok geç olmadan, her iş görenin soru sormasına, hata yapmasına ve yararlı gelişmelere dikkat çekmesine izin verilmelidir.
Herkes, belirsizlik karşısında karar verebilmeyi ve en çalkantılı değişim dönemlerinde bile olumlu bir tavır gösterebilmeyi öğrenebilmelidir. Başkalarının duygularını anlayabilme, önsezi, düzeltme yeteneği gibi karakteristik özellikler ve insan doğası hakkında bilgi, başarı sürecinde fevkalade gereklidir. Karşılıklı saygı, güvenirlik ve başkasını düşünme gibi değerler başarıya giden yolda önemli yapı taşları olarak karşımıza çıkıyor. (Kitabın bu değerlerden “eski moda değerler” diye bahsetmesi ilginç.)
Yönetici ve personelin gelecek için görüşlerini birleştirmesi çok olumlu bir başlangıç noktasıdır. En önemli motivasyon faktörlerinden biri, insanın kendisini bir gruba ait hissetmesidir. Bir görüş etrafında toplanmış bir topluluktan, hiç beklenmeyecek bir güç doğar.
Hedefler açıkça tanımlanmış olmalıdır. Neyi istediğinizi bilmelisiniz. Enerjiniz, bilginiz ve azminiz bir amaca yönelmeli ve bu amaç açık, somut ve kesin olmalıdır. Hem iyimser hem de gerçekçi olmalıdır.
Görüşler, karanlıkta kalmış bir yolu aydınlatan ışıkla karşılaştırılabilecek bir tür hedeftir. Hedefinizi somutlaştırmayı ve onu olmasını istediğiniz bir sonuç olarak ifade etmeyi başardığınızda, bu ışık yoğun bir lazer ışınına dönüşecek ve bir duvarı delip geçecek kadar güçlü olacaktır.
Olumlu bir hedef belirleyip, uygulanabilir bir strateji ortaya koyduktan sonra eylemlerin o amaç üzerinde yoğunlaşmış olması gerekir. Yani tüm dikkat buna verilmiş olur. Bunu başka birşey yaparken bile zihnin köşesinde tutmak gerekir. Bu sayede, uyanık kalır ve karşınıza çıkan fırsatları değerlendirebilirsiniz.
Şayet bir öncelik sıralamanız yoksa, herhangi bir seferde yapmaya çalışıp sonrada hiçbir şey yapamama tehlikesiyle karşı karşıyasınız demektir. Dolayısıyla enerji ve kaynaklar, hedeflere birer birer ulaşmak doğrultusunda kullanılmalıdır.
Bütün bunlardan bir netice elde edebilmek için irade gücü ve azim gereklidir.Zira başta, bütün dünya bize karşı elbirliği etmiş gibi görünür. Halbuki engeller ve direnç sizi güçlendirir ve kendi yeteneklerinize güvenmenizi sağlar.
“Ey benim düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın.
Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın…”
Motivasyon ve Değişme: Bilgi, güç demektir. Eğer kendinizi şartların kurbanı gibi hissetmek yerine, geleceğe doğru ağır ama emin adımlarla ilerleyenlerden olmak istiyorsanız, onlardan geri kalmamalısınız. Artık bir kadın için çocukları veya bir erkek için iş yoğunluğu bahane değildir. Bilginizi zamana uydurmak zorundasınız; yeni birşeyler öğrenmek için ise hiçbir zaman çok geç değildir.
Motivasyon katılımın sonucudur. Ne var ki, birlikte çalışmak kolay değildir. Ama başka türlü de insanlar arası ilişki kuralları öğrenilemez. Bu yüzden tek başına gelişme yeterli değil; sosyal yeterliliği güçlendirmek de aynı derecede önemlidir.
Bütün bu noktalarda alınan sonuçların sürekli olması,uygulamanın sürekli olmasına bağlıdır. Deneyimler göstermiştir ki; bir bireyin önderlik yapması ve grubun onu izlemesi şeklindeki iç düzen, kurumları mümkün olan en iyi sonuçlara ulaştırmaktadır.
Yöneticiler, çalışanlarının hareketli kalmasını sağlamalı ve bir şekilde ilgi gösterip kısa da olsa konuşması lazımdır. Böylece herkes istediği birşeyden bahsetme imkanı bulur ve dedikodular önlenir.
Hiyerarşik yapılar hantal olma eğiliminde olup, üreticiliğin gelişmesine izin vermez. Bu yüzden gelecekte bütün kurumlar daha esnek yapılı düzenlemelere ihtiyaç duyacaklardır.
Yöneticinin tavrı, kurumun personeline yansır. Eğer yönetici bir şeyler elde etmek istiyorsa, önce kendisi iyi bir örnek olmalıdır; ancak vaat ettiklerini gerçekleştirirse kendisine saygı duyulur.
Motivasyon ve Yenilik: Çalışanlar kalpsiz bir makine topluluğu değildir. İnsanlar ne kadar nitelikliyse, beklentileri de kadar yüksektir ve sadece ücretleriyle değil, çalışma ortamının duygusal havasıyla da ilgilenirler. İnsanlar üstleri tarafından takdir edilmezlerse, kendilerini farkettirmeye karar verebilirler. Deneyimli insanlar çekip gittiğinde, kurumun onlardan alacağı semereler uçar gider.
İşinin ilk günlerinde çoğu insan motive olmuştur. Zaman geçtikçe işyerindeki şartlar onların coşkularını yitirmelerine sebep olur. İyi liderlik, personelin motivasyonunu kaybetmemesini sağlamaktır. Bu da yeniden düzenlemelerle sağlanabilir. Bu yeniden düzenleme esnasında işgörenler hep hoşnutsuzluğa boğulurlar. Bunun sebeplerinden birkaçı: Ne olacağını ve niye olacağını kestirememe; bundan ne kadar etkileneceğini bilememe, yeni haliyle işin üstesinden gelip gelemeyeceğinden emin olamama.
MADDİ TEŞVİKLER
Maddi teşvikler tabii ki bir insanın işindeki verimi artırmakta önemli olabilir. Ama maddi teşviklerin rolü, motive edici faktörlerin bütünlüğü içinde ele alınmalıdır. Mesela: Az ücret ödenen işçiler, fazladan alacakları her kuruşa bağımlıdırlar. Daha çok kazanan insanlar ise yaptıkları işle daha çok özdeşleşir ve paraya daha az önem verir. Burada paranın yerini, başarısının onaylanması ve hareket serbestisi alır.
ABD, Almanya, Japonya gibi ülkelerde düzenlenen bir anketteki “İnsanları gerçekten ne motive eder ?” sorusunun cevabı meseleyi daha iyi izah edici mahiyettedir. Yapılan sıralamada yüksek maaş dibe vurmuştur.
DERECE MOTİVASYON FAKTÖRLERİ
ABD JAPONYA
1 ---------- 1------------- Daha çok stratejik direktifler
2 ---------- 3------------- Daha çok enformasyon
3 ---------- 2------------- Proje planlamasına daha fazla katılım
4 ---------- 6------------- Daha az örgütsel bürokrasi
5 ---------- 4------------- Dışarıdan gelen fikirlere açıklık
6 ---------- 5------------- Daha az rutin iş
7 ---------- 8------------- Daha fazla hizmet içi eğitim
8 ---------- 7------------- Terfi için daha çok umut
9 ---------- 9------------- Daha yüksek ücretler
Bunların yanında verilen ücretlerin de birkaç noktadan önemi vardır:
· Maaş, yaşamak için gereken geçimi sağlar ve böylece çalışmak için bir teşvik olur.
· Maaş ölçüsü çalışanın konumunu gösterir.
· Maaştaki artış, işinizdeki başarınızın onaylanmasıdır.
· Bir para artışı, diğer insanlarla temastan ve daha derin duygusal birliktelikten mahrum bir yaşamı telafi edebilir.
Bu noktada aklımıza bir soru gelebilir. “Eğer maaşlar sadece ikincil bir motivasyon faktörü ise, niçin insanlar daha yüksek ücret için grev yaparlar?” Bu sorunun cevabını, yüksek statü ve daha fazla saygı görme isteğinde aramak gerekir. Yani grevdeki insanlar dikkat çekmek isterler: “Biz toplumda önemli bir görevi yerine getiriyoruz. Eğer işi bırakırsak her şeyin nasıl aksayacağına bir bakın. Bize hakettiğimiz ilgiyi gösterin. Eğer siz bunu yapmak istemezseniz, biz sizi bunu yapmak zorunda bırakacağız.” İnsanlar böylece, tatminsizliklerini, yetersiz bir ücret ile açıklamaya çalışırlar.
Maaşın ölçüsü, aynı zamanda bir kurumun iç hiyerarşisindeki statüyü de gösterir. Eğer kendilerine adil davranılmadığını düşünen elemanların enerjilerini kendilerine acımakla ve sabotajla harcamaları istenmiyorsa, ücret artışı kriterlerinin herkes tarafından bilinmesi ve kabul edilmesi gerekir. Dolayısıyla benzer görevleri olan ve aynı süre çalışan personelin aşağı yukarı aynı maaşı alması gerekir.
Netice olarak meseleyi iki noktada toplayabiliriz:

Yönetim yalnızca maddi teşviklere güvenmemeli, şirkette çalışan personeli neyin motive ettiğini ve neyin olumsuz olarak etkilediğini ortaya çıkarmak üzere kendi içinde anketler yapmalıdır. Sorular isimsiz olarak cevaplandırılmalıdır.
İşgücünün çıkarlarını temsil ettiği kabul edilen sendikaları üyelerinin maddi olmayan ihtiyaçları için de etkili bir biçimde mücadele etmelidir.
MOTİVE EDİCİ BİR UNSUR OLARAK İLETİŞİM
Açık iletişim, haberlerin bir örgütsel yapı içinde zirveden dibe, dipten zirveye serbestçe ve sağlıklı bir biçimde akışıdır.
İşgörenler, kendilerinden ne yapılmasının beklendiğini ve bunu neden yapmaları gerektiğini, üstlerinin onlardan ne beklediğini, diğer bölümlerde ve işletme dışında kendi işleriyle ilgili olarak nelerin olup bittiğini bilmek ister.
Bu haber akışının sağlanması yöneticinin sorumluluğudur. Yönetici bir örnek teşkil eder. Yöneticinin söz ve hareketlerinin kişiden kişiye değişmemesi gerekir.
Yeterli iletişim sağlanamadığı takdirde belirsizlik durumu ortaya çıkar. Bu da söylenti, dedikodu vs. zemini hazırlar ve belirsizlik ne kadar artarsa, verim de o kadar düşer.
Mümkün olan birçok iletişim (enformasyon) kanalı vardır:
**Kişisel İlişki ve Bilgi: Bilgi aktarımı için en iyi yoldur.
**Yazılı Bilgiler: İnsani ilişkileri kısıtlar ve en çok yöneticinin kendisi zarar görür.
**Video Yayınları: Haberleşme tek yönlü olarak gerçekleşir.
**Kurum İçi Radyo Yayını: Eğlendirici olsa da; tipik bir tek yönlü iletişim sistemidir.
**Elektronik Veri Ağı: Bilgisayar yoluyla haberleşme, ençok olayları ve haberleri duyurmak için uygundur. Avantajı; çok sayıda insana çok çabuk ulaşabilmesidir.
Bunlara bir de gayr-ı resmi iletişim ağını katabiliriz. Genelde serbest toplantılarda, çay meclislerinde olur ve karar verme aşamasında etkilidir.
Açık iletişim kalite sağlar. Şayet yönetim olayların kökünde yatanları biliyorsa, yeniden düzenlemeden doğan birçok sıkıntı verici durumdan sakınılabilir. Çoğu kaza ve felaketler, yönetimin önce ve zamanında uyarılması halinde engellenebilir.
Bir İngiliz madeni sık sık tekrarlanan kazalarıyla ün yapmıştı. Kazaya yol açan sebepler araştırılınca, madencilerin üstleriyle hiç teması olmadığı ortaya çıktı. Bilgi akışı sadece yukarıdan aşağıya doğru idi. Yönetimin işgörenlerle düzenli toplantılar yapma kararından sonra, kazaların sayısı birden düştü.
Kendi yeteneğinden için için şüphe duyan zayıf bir yönetici, övgü ve onaylama konusunda da pintidir; daha açıkçası bunu beceremez. Bunlar yani güvensiz insanlar, başkasının başarılarını kişisel bir tehdit olarak görür; sadece kendi bulunduğu konuma yönelik değil, aynı zamanda kendi saygısına da. Başkalarının iyi olması onun için, kendi düşük pozisyonunun onaylanmasıdır.
Hiçbir teye tepki vermemek de bir cezalandırma biçimidir. İlgisizlik bazen, dolaysız bir saldırıdan daha yıkıcı olabilir. Bir kurban, kendisini, adil olmayan eleştirilere karşı savunabilir; sessizlik ise onu umursanmama duygusuyla başbaşa bırakır.
ÖVGÜ: Övgünün memnuniyet verici ve teşvik edici olabilmesi için şu özellikleri taşıması gerekir.
Gerçekçi ve dürüst: Övgü olgulara dayanmalı ve sizin gerçek düşüncelerinizi yansıtmalıdır. Eğer insanlar ortalıkta birbirlerine asıl söylemek istediklerini söylemeden yağ çekerek dolaşırsa, övgü zamanla dejenere olarak boş bir gevezeliğe dönüşür.
Belli bir konuda: Övgü somut ve özgül bir konuya yönelik olmalıdır yani genel ve abartılı olmamalıdır. “Daima” ve “Hiçbir zaman” gibi genellemeler kaçınılmaz olarak yanlıştır. “Herşey mükemmel” gibi özele inmeyen iltifatlar, neyin gerçekte iyi olduğu ve neyin daha iyi olabileceği hususunda hiçbir fikir vermez.
Övgünün miktarı, sunulan hizmetle veya yerine getirilen görevle orantılı olmalıdır. Çok küçük bir işe gösterilen abartılı bir onaylama, kişide güvensizliğe yol açar.
Yüzyüze: İlke olarak, övgü insanların yüzüne karşı yapılmalıdır. Bir yönetici elemanlarıyla yüzyüze konuşmak zahmetine katlanmalı, bunu bir üçüncü kişiye bırakmayı düşünmemelidir.
İçten: Onaylama içten gelmelidir. Kendinizin yapmış olmayı istediğiniz bir işi yapan bir başkasını tebrik etmek çok zor olduğundan, bazı insanlar, övgülerini sözde alçakgönüllülük gösterileriyle, alaycı ve küçümseyici sözlerle karıştırırlar. Gözlerinde, kıskançlık ve haset alevi parlarken, dudaklarından olumlu sözler dökülür, sonunda tüm haz duyguları yok olur gider.
Bazen güzel bir söz, bir küçümseme duygusunu örtecek şekilde kullanılabilir. Bu, oldukça can sıkıcıdır. Çünkü çok az insan buna hazır cevap bir karşılık verebilir. Mesela; bir dergide makaleniz yayınlanıyor ve arkadaşınız size övgüde(!) bulunuyor: “Makalen muhteşem olmuş. Kendin mi yazdın?”
OLUMLU TEPKİLER: Olumlu tepkileri gerektiği gibi kabul edebilmek de bir sanattır. Bu konuda da birkaç noktanın üzerinde durmakta fayda var.
Hiçbir iltifat geri çevrilmemeli, gereksiz alçakgönüllülük, çoğu insanı iltifatları geri çevirmeye iter.
Olaylara olumsuz gözle bakmamalı. Yetenekli insanlar, kendi kendilerinden hep daha fazlasını beklerler ve çoğunlukla, mükemmel olmadıkları için eleştirilmek yönünde mazoşist (kendine eziyet edilmesinden zevk duyan anlayış) bir ısrarcılık içindedirler. Topluluk içerisinde eleştirilmeyi bu yönde değerlendirip, olumsuz bir şeyler aramamak gerekir.
Duygular aynen yansıtılabilmeli: Özellikle beklenmedik bir anda geldiğinde, olumlu tepki, insanı bütünüyle etkisi altına alabilir.Bu anda duygularınızı göstermekte kibarlıkla bağdaşmayan hiçbir şey yoktur. Gözyaşı bir misal olarak ele alınabilir.
OLUMSUZ TEPKİLER (ELEŞTİRİ): Yapıcı bir eleştirinin en az övgü kadar önemli olduğu konusunda hemfikiriz. Ama genelde bunlar dile getirilemez. Bu; kişinin kendini dezavantajlı bir duruma düşüreceği kaygısı, ceza veya popülerliğini kaybetme korkusundan doğar. Halbuki bazı kelimeleri dikkatli seçerek tepkinizi teşvik edici bir şekilde ifade edebilirsiniz. “Sizin bu işi çok daha iyi yapabileceğinizi biliyorum.” gibi.
Olumsuz düşünceler bulaşıcıdır. Eğer bir insan sürekli homurdanıyorsa etraftakilerin de iş ve diğer insanlar hakkında olumsuz düşünceler geliştirmesi yakın demektir. Bu sebeple; çözüm meclisi haricinde böyle konuşmaların sık sık olmasına müsaade etmemek daha akıllıca olacaktır.
O zaman, eleştiri yapılacaksa yapıcı olmalı, yıkıcı olmamalıdır. Eleştirinin yapıcı olabilmesi için bazı öneriler ilginizi çekecektir.
1- Çoğu insan yanlış şeyleri kasıtlı olarak yapmaz. Bir işi ellerine yüzlerine bulaştırdıklarında bile, aslında iyi niyetlidirler. Bu iyi niyeti takdir edin. Bir başarısızlıklarını söylerken, bir önceki başarısıyla mukayese ederek söylersek şahsın kendine güveni artabilir.
2- Ağzınızı açıp, öfkenizi dışa vurmadan önce, yapacağınız eleştirinin nedenlerinden emin olun. Çünkü, kontrolsüz bir duygusal patlama, karşınızdaki insanla ilişkilerinizi tamamen bitirebilir.
3- Psikoloji dilinde, “transfer” kelimesi, insanın daha önceden yaşadığı deneyimlerden kaynaklanan duygu ve düşüncelerini buraya ve şimdiye taşımasını ifade eder. Eğer, daha önceki yönetici otoriter idiyse, personel, yeni yöneticiye bir süre içinde olsa, sanki elinde kamçı başlarında dikiliyormuş gibi bakacaktır. Bir Türk, bir Japon ile karşılaştığında, onun on yıl önce arkadaşlık yaptığı bir başka Japon gibi olduğunu düşünme eğiliminde olacaktır.
Bu transfer tuzağından kurtulmak için, herhangi bir insan topluluğu içerisinde belirgin bireysel farklılıklar olacağını hiç unutmamanız gerekir. Acele sonuçlara varmayın ve insanları tanıma zahmetine katlanın.
4- Dolaysız ve adil olarak; ne söylemek istiyorsanız tam olarak onu söyleyin. Sizi rahatsız eden bir durum karşısında; kılı kırk yarmak, genellemelere başvurmak, saldırmak, karşınızdakini gülünç duruma düşürmek gibi davranış biçimlerine başvurmak size oldukça çekici gelebilir. Ama, bunlar her zaman düşman kazandırırlar. Dolayısıyla bunlardan kaçının.
5- Tepkinizi çabuk verin, küçük bir mesele büyük bir felakete dönüşünceye kadar beklemeyin. Somut konuşun; sizi tam olarak neyin rahatsız ettiğini söyleyin. O noktada kalın ve kişinin davranışını eleştirirken genellemeden ve kişisel saldırılardan kaçının. Olumsuz tepkiyi teketek bir görütmede vermek en iyisidir.
Eğer tüm bir bölüm meseleden etkileniyorsa, neyin ters gittiğini açıkça tartışmak yararlıdır. Ama bunun için gereken ön şart, tartışmalı konuların tamamen ortaya konduğu bir ortam oluşturulması ve genel kabul görmesidir. Kaçınılması gereken şey ise, tek bir kişinin, tüm diğer insanlar arasında bir günah keçisi haline getirilmesidir. Eleştirdiğiniz insana, vurguladığınız noktalara cevap verme fırsatını tanıyın. Dedikoduculuk ve skandal tüccarlığı, güvensizlik oluşturmaktan başka sonuç vermez.
6- Tepkinizi vermek için doğru zamanı seçin. Eğer kuşku duyuyorsanız, “Seninle bu konuyu konuşmamız gerekiyor. Hemen şimdi konuşmak ister misin, yoksa yarına kadar bekleyeyim mi?” diye sorun.

Eğer personeli ya da içlerinden birisini azarlayacaksanız, onların başarısızlarına sizin de hangi davranışlarınızla katkıda bulunduğunuza dair karşı çıkışlara kendinizi hazırlayın.
Sadece hataları sıralamakla yetinmeyin, eleştiriyi yapmakla ne elde etmeyi umduğunuzu da söyleyin.
Eğer personelden biri sizin eleştirileriniz sonucunda davranışlarını değiştirir ya da daha iyi sonuçlar elde ederse, o kişiye olup bitenin gayet iyi farkında olduğunuzu hissettirin. Onaylama konusunda cimri olmayın.
Personelden biri eleştirilerinize hiç kulak asmıyor ve davranışını değiştirmek için herhangi bir girişimde bulunmuyorsa, olumsuz davranışının sonucunun ne olacağını ona söyleyin. Tehdidiniz durumun ağırlığıyla orantılı olmalıdır. Kızgınlık eseri, uygulamaya cesaret edemeyeceğiniz aşırı cezalarla tehdit ederseniz, otoritenizin altını oymuş olursunuz.Tehditleriniz boşa çıkarsa inanırlığınızı kaybedersiniz.
“İki kulağımızın ve tek bir ağzımızın olması, daha az konuşup daha çok
dinleyebilelim diyedir.”
Dinle(yebil)me sanatı: Açık iletişim, mesajı veren kişinin kendisini açıklıkla ve tam olarak ifade edebilmesini ve mesajı alan kişinin de dinlemeye hazır olmasını gerektirir. Dinlemek, saygı göstergesidir.
Ancak çoğu insan kötü bir dinleyicidir. İletişimi zorlaştıran bazı tipik engeller vardır. Kısaca bunlara da değinelim.
1- Bir insanın özümseyebileceği bilgi miktarı oldukça kısıtlıdır. Eğer bir seferde çok fazla bilgiyle karşı karşıya kalırsak şalterlerimiz atıverir. Coşku içinde, karşısındakini aşırı derecede bilgiye boğmaya çalışan kişi, enerjisini ve zamanını boşa harcıyordur. Çünkü, dinlediklerinin çok az bir kısmını özümseyebilecektir. Eğer heyecanlı ve sinirli, bir konudan diğerine atlayarak konuşursanız, anlattığınız şeyin etkisi azalacaktır. Birilerini bir şeye ikna etmek istiyorsanız, derin bir nefes alarak, engin fikirlerinizi küçük parçalara bölmeniz iyi olacaktır.
2- Kendilerini güvensiz hisseden insanlar genellikle kötü dinleyici olurlar. Çünkü böyle insanlar, sürekli diken üzerinde duruyor gibi, rahat hareket edemezler.
Amerikalı iletişim uzmanı Albert Mehrabian tarafından gerçekleştirilen bir araştırma, birisiyle ilk defa karşılaştığımızda %55 oranında onun beden diline, % 38 oranında sesine ve sadece %7 oranında da söylediğine konsantre olduğumuzu ortaya çıkarmıştır. (Büyüklerimizin “İnsan kıyafetiyle ağırlanır, bilgisiyle uğurlanır.” sözüyle çakışan bir sonuç.) Birisiyle bir daha karşılaşmaktan çekindiğimizde, söylediklerimizin beden dilimizle yaydığınız işaretlerin yanında çok önemsiz kaldığını unutmayın. Gülümseyin, soru sorun ve dinleyin. Bu, uzun uzadıya nutuk çekmenizden daha fazla sempatisini kazandırır.
3- İnsanlar birbirleriyle görüş ayrılıkları üzerinde tartışırlarken, sürekli anlaşmazlığa düşerler. Çünkü biri konuşurken diğeri dinleyeceği yerde, ne söyleyeceğini düşünüyor ve hazırlıyordur. Yanlış anlamalardan kaçınmak için, karşınızdaki insan konuşurken, kendi hedeflerinize doğru yol almadan önce onu dinlemeniz gerekir. Muhalif partilere mensup politikacıların televizyonlarda yaptıkları tartışmalar, anlatılanların dehşet verici bir örneğidir.
4- Dinleme yeteneği aynı zamanda kişinin beklentileriyle de ilgilidir. Kişi, söylenen şeyin ilginç, önemli ve yararlı olduğunu düşündüğü zaman dinler. Çoğunlukla neyin söyleneceğini bildiğini düşünür ve tamamını dinleme zahmetine katlanmaz.
“Cevapların tümünü bilmektense, soruların bazılarını sormak daha iyidir.” . James Thurber
Soru sorma sanatı: İnsanlarla nasıl konuşulacağını bilmek, doğru soruları nasıl sorulacağını bilmek demektir. Soru sormak, konuya katıldığınızı ve diğer insanlarla ilgilendiğinizi gösterir. Bir konuşmaya: “-Ne?, -Kim?, -Nasıl?, -Ne zaman?, -Hangi?” sorularını sorarak başlabilirsiniz. “-Niye?” sorusundan mümkün olduğunca kaçınmak lazımdır. Zira bu kelime gizli bir suçlama içerir.
K A T I L I M
Liderlik tarzı: Bir yöneticinin liderlik tarzı, personelinin motivasyonunu belirler. Otoriter bir yönetici, astlarına, ne yapmaları gerektiğini açık bir biçimde anlatır ve bunu nasıl yapacaklarını da tam olarak açıklar. Modern yönetim teorisi ise, bize, kurumun hedeflerinin personel tarafından bilinmesi gerektiğini öğretir. Bu kitapta ise bir adım daha ileri gidiliyor ve yöneticilerin hedeflerini personelleriyle birlikte tespit etmelerini ve görevlerini nasıl yapacaklarına elemanların “kendi kendine” karar verebilmesi için onlara -verilen talimatlar dahilinde- olabildiğine serbestlik tanımaları öneriliyor. Hedefin zihinlerde açık olması, onların kendi başlarına inisiyatif alabilmelerini mümkün kılar. (Tabii ki burada onların sorumluluk alacak cesarete sahip olduklarını farz ediyoruz.) İnsanlara yumuşak davranmak onlara özgüven kazandırır.
Otoriter liderlik tarzı artık çağımıza uygun değildir. Hiç kimse sürekli emir almaktan hoşlanmaz. Ama bu, dizginlerin tamamen salınacağı anlamına da gelmez.
Duygular sadece bastırılmaları gerektiği zaman tehlikelidirler. Ama eğer hiç karşılık görme korkusu duymadan serbestçe ortaya konulurlarsa, o zaman ilgili kişiler bir diyalog başlatabilirler ve bu da karşılıklı anlayışa giden yolda ilk basamak olabilir.
Açıklık: Anlaşmazlık konularının tartışmaya açılabilmesi anlamına gelir. Açıklık, sizin farklı bir görüş savunabilmeniz ve duygularınızı gösterebilmenizdir.
Personelin kurumun hedefleriyle özdeşleşmesi bekleniyorsa, kurumdaki günlük hayatta olan herşeye karşı açık olmak, lüzumlu bir önkoşuldur. Ama bu tür bir açıklık, eğer yönetici kendisini açmaya, diğerleri için ulaşabilir kılmaya hazırlamamışsa ve personeli ile arasındaki mesafenin otoritesinin kaynağı olduğu inancından kurtulamamışsa, pek mümkün değildir.
Şayet personel tam olarak ikna edilmediği birşeyi yapmaya zorlanıyor ise, ilişkilerin arasına duygusal bir gerginlik girer.
Vicdan sahibi bir insan, şefine herşeye rağmen sadık kalmaya çalışır. Ama gizliden gizliye isteksizlik, gönülsüzlük duyar. İsyancı düşünceleri itaat duygusuyla çatışmaya girer. Gizli öfkesini, unutulmuş bir duygu gibi yaşar. Bastırılan bu duygu, suçluluk duygusu olarak kendini gösterir. Rahatsız bir vicdanı vardır artık. Bu kararsız, karışık ve şaşkına çeviren duygularla hareket etmek, zamanın ve enerjinin boşa harcanmasına sebep olarak, yapılan işin kalitesini düşürür.
Sahte demokrasi; yöneticinin zaten vermiş olduğu bir kararın konusu olan mesele üzerine personelini görüşmeye çağırmasıdır. Daha da kötü olanı, uzun bir görüşmeden sonra ekibin karara varması ama sonradan yöneticinin kimseye açıklama yapmadan bu kararı değiştirmesidir. Tabii ki yöneticinin en iyi olduğunu düşündüğü yönde karar alma hakkı vardır. Her kararı almadan önce toplantı yapmak zorunda değildir ama, eğer personele görüşlerini sorar ve sonra da bunları dikkate almazsa, en azından bunu niye yaptığını açıklamalıdır.
Katılım yoluyla kendini geliştirme: Olup bitenlere personelinin de aktif olarak katılımına fırsat veren yönetici önemli bilgilere ulaşma imkanını yakalamakla kalmaz, aynı zamanda personelinin de sadakatinden de emin olur. Katılım insanların sorumluluğunu artırır ve çekişme isteğini azaltır. Zeki bir yönetici personelini bir kaynaklar kümesi olarak düşünecektir. Elemanlar kendi özel alanlarında bir başkasından çok daha bilgilidirler ve neyin geliştirilmesi, yenilenmesi gerektiğini ilk farkedecek olanlar da onlardır. Katılım, kendini geliştirme imkanı demektir. Bu insani ihtiyacın doyurulması oldukça motive edicidir. Yöneticinin bu konudaki ideal listesi şu noktaları içerir:
· “Personelinize daha fazla sorumluluk vererek çalışma isteklerini yükseltin.”
· “Yenilikler üzerinde siz bir karara varmadan önce personelinizi görüşmeye çağırın ve birşeyleri değiştirmek için çok geç olana dek beklemeyin.”
· “Personelin söylediklerini dinleyin ve isteklerini dikkate alın. Onlara karşı kayıtsız olduğunuz hissini vermekten kaçının.”
· “Personelinize, kendi iş tanımlanmalarının hazırlanmasına katılmaları için bir şans verin.”
Bir yöneticinin seçtiği çalışma metodları, ulaşabileceği sonuçları belirler. Eğer personel karar alma sürecine en baştan dahil edilmişlerse, bu kararlar sonradan uygulamaya konulduğunda, ortaya çıkabilecek olan sürtüşmeler en aza indirilmiş olur. Katılım, bir ait olma duygusunu doğurur.
GÖREVLENDIRME
Yönetim, başka insanlar aracılığıyla sonuç elde edilmesi anlamına gelir. Personeli motive edebilme yeteneği, iyi bir yöneticinin sahip olması gereken en önemli niteliktir. Görevlendirme sorumluluğu da başarının anahtarıdır. Görevlendirme, somut olarak tanımlanmış görevlerin üst düzeyden alt bir düzeye taşınması olarak ifade edilebilir.
Görevlendirmede başarısızlık, yöneticinin, işin ayrıntılarına boğularak bütün üzerindeki genel görüşünü kaybetme tehlikesi içiinde olduğu anlamına gelir. Bu durumda rutin bir çalışma hakim olur. Yönetici personelini yönetmek yerine, tek tek görevleri bizzat yerine getirir. “Nasıl?” sorusu “Ne?” sorusundan daha önemli hale gelir, yani prosedür gereği olan düzenleme ve kuralların kendileri amaç olurlar. Hiç kimse “Bu kuralın başlangıçta varolma sebebi aslında neydi?” gibi bir soru sormaz. Personel her zaman rölantide çalışır. Esneklik yok olmaya başlar ve şirket cansızlaşır.
Görevlendirme gönüllü yapılmalıdır. Bir diktatöre yapmak istemediği bir şeyi yaptırmaya çalışmanın anlamı yoktur. Bunun avantajlarını yöneticinin kendisi farketmeli ve personellerine karşı tutumundaki değişikliğin azap dolu bir sürece dönüşebileceğini düşünmelidir. Eski fikirlerden kurtulmak hiçbir zaman kolay değildir ama her zaman bunun için harcanan çabaya değer. Personelin iyi sonuçlar elde etmesi, yöneticiye yapılmış bir iltifattır.
Görevlendirmeden kaçınmak için ileri sürülen yedi mazeret:
1-Personelin zaten yapacak çok iti var: Personelin iş yüküne gösterilen ilgi, görevlendirmeye karşı çıkmak için en çok kullanılan mazerettir. Görevlendirmeye karşı isteksizlik en saygıdeğer dürtüden, personelin mutluluğuna gösterilen ilgiden doğabilir. Ama çok az yönetici personelinin niye iş yükü altında boğulduğunu ve bu ilgiden gerçekten hoşnut olup olmadığını öğrenme zahmetine katlanır.
Sürekli baskı altında olan bir kurum, çoğunlukla yetersiz planlama ve düzensiz iş rutinlerinin kurbanıdır. Böylesi durumlarda düzenlemeler için oldukça geç kalınmış olur.
2-Personel bu iti beceremez: Birçok yönetici, elemanlarının kendilerine verilen görevi yerine getiremeyeceklerinden korktuğu için görevlendirmeye karşı isteksizdir. Bu tavır bir kısır döngü ortaya çıkarır: Yönetici görev vermez, çünkü personel yeterli bilgiye sahip değildir; daha fazla bilgi için daha fazla öğrenmeleri gerekir; oysa yöneticinin onlara birşeyler öğretmek için zamanı yoktur, çünkü aşırı derecede çalışmaktadır, -bunun sebebi ise elemanlarına görev vermemesidir.-
Aşağıdaki sorular, yöneticiye, personelinin eğitim ihtiyaçlarını tespit etmesine yardım edebilir:
· Hangi alanlarda bilginizi artırmak isterdiniz?
· Sizce beklentileriniz fazla mı yüksek/düşük?
· Eğitim ihtiyaçlarınızın neler olduğunu düşünüyorsunuz?
· Görevlerinizden herhangi biri bir daha üst/alt bir personele aktarılmalı mı? Evetse hangisi? Niçin?
3-Personel bunu yapmak istemez: Eğer bir eleman fazladan görevlere veya farklı olan görevlere hiç ilgi göstermezse bu elemanın sorumluluk almaktan korktuğu düşünülebilir. Bağımsız bir şekilde hareket etmek ve inisiyatif almak, her zaman yanlış bir şeyler yapma riskini de beraberinde taşır. Elemanlarınıza kendilerine daha fazla güvenmeleri için yardımcı olun. Küçük bir hata kimsenin kariyerinin sonu olmamalıdır.
Eğer personeliniz başına dert almak istemez bir görüntü veriyorsa, aşağıdaki sorularla bunun sebebini bulmaya çalışın.
· İnisiyatifi öldüren sizin kendi liderlik tarzınız olabilir mi?
· Herkes sizden ağzını bile açamayacak kadar korkuyor mu?
· Herkes hedefleri gerçekten anlamış mı? Amaçlarınızı tekrar tekrar açıklamaktan kaçınmayın.
· Personeliniz özgüven yokluğu mu çekiyor: “Bunu yapma riskine gerçekten girebilir miyim? Peki ama başkaları ne der sonra?”
· Elemanlarınız yeni görevlerle başa çıkmak için gerekli niteliklere sahip olmadıklarından mı korkuyorlar?
4-Bu işle görevlendirebileceğim hiç kimse yok. Görevlendirme, sorumluluğun dağıtılması ve böylece herkesin başkalarının ne yaptığını bilmesi demektir.
Personelin azlığı görevlendirmeye karşı bir mazeret olamaz. Tüm organizasyonun eleştirisel bir değerlendirilmesi, size kurum içinde gerçekleşmesi mümkün olan iş tahsis ve rutinlerini düzene sokmakta yardımcı olacaktır.
5-Yetkim yok. Kararın sorumluluğunu almak için gereken yetkinin olmamasına yönelik şikayetler farkedilir derecede artıyorsa, bu görevlerin ve sorumlulukların birbiriyle uyumlu olmadıklarını gösterir.
6-Bunu açıklayacak zamanım yok. Birçok yönetici, birşeyleri açıklamak için zamanı olmadığını iddia eder. İşi kendisi daha çabuk yapacağını düşünür. Eğer sürekli kendi kendinize birşeyleri yetiştirmeye çalışıyorsanız, büyük ihtimalle kişisel yeterliliğiniz ve planlamanızla ilgili yanlış birşeyler var demektir. Vaktinizi ne yaparak geçirdiğinizi bir kağıda yazma zahmetine katlanırsanız, çok şaşırabilirsiniz.
7-Kendim daha iyi yaparım. Görevlendirme güvene dayanır. Ama bazı yöneticiler kendilerini sadece herşeyi kendileri yaptıkları zaman güvenli hissederler. Dizginleri bırakmayı istememek için de birçok nedenleri vardır: Güç kazanma çabası, rekabet korkusu, amirlik taslama vs.
Personelleri boş boş otururken herşeyi kendileri yapan yöneticiler, sağlıklarını da kaybetme tehlikesi içindedirler. Hatta bazı işkolikler, personellerine duydukları güvensizliği yaşamlarıyla öderler.
Burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. İşi her ne kadar başkaları yapsa da sorumluluk daima yöneticidedir. Öyleyse görevlendirme işi ancak çok dikkatli hazırlanmış bir plan dahilinde yapılmalıdır. Üst bir yönetici işin nasıl gittiğini düzenli olarak takip etmelidir.
Görevlendirme işi, kişinin hem kendine hem de başkalarına güven duymasını bir önşart olarak gerektirir. Dolayısıyla, yönetici, güveninin kötüye kullanılması veya görevin tatmin edici bir biçimde yerine getirilememesi riskini göze almak zorundadır. Bu durumda bile, birine görev vermiş olan kimse bir üst otoriteye hesap verebilmelidir. Plan geri teptiğinde personeli suçlamak hiç de iyi bir izlenim oluşturmaz.
Tu görevlerde mesuliyet daima üst yetkilidedir:
· Hedefleri ve stratejileri belirlemek ve personeli motive etmek.
· Soruları tanımlamak. Personeli ile hedefe ulaşmak için izlenecek yolu ne dereceye kadar kendilerinin seçebileceği üzerinde anlaşmak. Hiç kontrolü kaybetmemek, bilgi akışının yukarı doğru gitmesini sağlamak.
· Hangi sonuçların elde edilmesi gerektiğini açıkça tanımlamak.
· Görevlerin veya alt hedeflerin tamamlanması için gereken zaman üzerinde anlaşmak. Bu aynı zamanda öncelikleri tanımlamak anlamına da gelir.
· Bir görevi yerine getirecek olan kişiye bunu yapabilecek yetki ve kaynağı sağlamak.
· İnsanları bilgilendirmek, olumlu tepkilerde bulunmak, ilgi göstermek.
Başkalarına aktarılabilecek görevler:
· Her gün yapılması gereken ama çok standart bir hal aldığından fazla bir düşünme gerektirmeyen, hep aynı biçimde yinelenen rutin görevler.
· Kurumu dışarıya karşı temsil etmeye matuf toplantı ve konferanslara katılma ve bol bol seyahat etme imkanı. Bunun çok değişik faydaları da vardır. Mesleki ve sosyal yeterliliğini artırma, kuruma bağlılığını güçlendirme, güvenin gösterilmesi, yönetici görevi yapamayacağı bir durumla karşılaştığında işlerin aksamaması gibi.
· Birşey için gereken malzemeyi sağlamak, istatistiki analizler hazırlamak gibi faaliyetler.
· Özellikle zaman alan görevler. Çünkü yöneticiye sıkı, rutin bir iş olarak görünen birşey, bunu ilk kez yapacak oan bir personele genelde cazip gelir. Yönetici zamandan tasarruf etmiş, işgören de yeni birşey öğrenmiş olur.
Başkalarına aktarılamayacak görevler:
· Hedefler ve strateji konusunda mesuliyet,
· Özel olaylarda temsilcilik,
· Kilit personel ataması,
· Muhtemel bir kriz anında yönetim,
· Kurumun sırları.
Yükselen verim, esnek uygulamalar, azalan devamsızlık, her zamankinden daha iyi hizmet: İşte iyi motive olmuş bir işgücünün getirecekleri. Bu ödül de kazanmış kitaptan modern motivasyon kavramını ele alarak, personelin karar alma sürecine katılması, karşılıklı güvenin geliştirilmesi ve ortak görüş oluşturulması konularına cevap aramaya çalıştık.

AİLENİN KORUNMASINA DAİR KANUN




AİLENİN KORUNMASINA DAİR KANUN
17.1.1998
Resmi Gazete
Sayı:23233 Asıl
Kanun No. 4320 Kabul Tarihi: 14.1.1998

MADDE 1.- Türk Kanunu Medenisinde öngörülen tedbirlerden ayrı olarak, eşlerden birinin veya çocukların veya aynı catı altında yaşayan diğer aile bireylerinden birinin aile içi şiddete maruz kaldığını kendilerinin veya Cumhuriyet Başsavcılığının bildirmesi halinde, Sulh Hukuk Hakimi re'sen meselenin
mahiyetini gözönünde bulundurarak aşağıda sayılan tedbirlerden bir ya da bir kaçına birlikte veya uygun göreceği benzeri başkaca tedbirlere de hükmedebilir:
Kusurlu eşin;
a) Diğer eşe veya çocuklara veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerine karşı şiddete veya korkuya yönelik davranışlarda bulunmaması,
b) Müşterek evden uzaklaştırılarak bu evin diğer eşe ve varsa çocuklara tahsisi ile diğer eş ve çocukların oturmakta olduğu eve veya işyerlerine yaklaşmaması,
c) Diğer eşin, çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinin eşyalarına zarar vermemesi,
d) Diğer eşi, çocukları veya aynı çatı altında yaşayan aile bireylerini iletişim vasıtasıyla rahatsız etmemesi,
e)Varsa silah ve benzeri araçlarını zabıtaya teslim etmesi,
f) Alkollü veya uyuşturucu herhangi bir madde kullanılmış olarak ortak konuta gelmemesi veya ortak konutta bu maddeleri kullanmaması. Yukarıdaki hükümlerin tatbiki maksadıyla öngörülen süre altı ayı geçemez ve kararda hükmolunan tedbirlere aykırı davranılması halinde tutuklanacağı ve hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedileceği hususu kusurlu eşe ihtar olunur. Hakim bu konuda mağdurların yaşam düzeylerini gözönünde bulundurarak tedbir nafakasına hükmeder. Birinci fikra hükmüne göre yapılan başvurular harca tabi değildir.
MADDE 2.- Koruma kararının bir örneği mahkemece Cumhuriyet Bassavcılığına tevdi olunur. Cumhuriyet Başsavcılığı koruma kararının uygulanmasını zabıta marifetiyle izler. Koruma kararına uyulmaması halinde zabıta, mağdurların şikayet dilekçesi vermesine gerek kalmadan re'sen soruşturma yaparak evrakı en kısa zamanda Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirir. Cumhuriyet Başsavcılığı koruma kararına uymayan eş hakkında Sulh Ceza Mahkemesinde kamu davası açar. Bu davanın duruşması yer ve zaman kaydına bakılmaksızın 3005 sayili Meşhut Suçların Muhakeme Usulü Kanunu hükümlerine göre yapılır. Fiili başka bir suç oluştursa bile, koruma kararına aykırı davranan eşe ayrıca üç aydan altı aya kadar hapis cezası hükmolunur.
MADDE 3.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 4.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. 16/1/1998

MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞINA BAĞLI İLKOKUL, ORTAOKUL,






MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞINA BAĞLI İLKOKUL, ORTAOKUL,
LİSE VE DENGİ OKULLARDA BURS, PARASIZ YATILILIK
VE SOSYAL YARDIMLAR YÖNETMELİĞİ

Bakanlar Kurulu Kararının Tarihi: 5.10.1983, No: 83/7166
Dayandığı Kanunun Tarihi : 17.6.1982, No: 2684
Yayımlandığı R. Gazetenin Tarihi: 8.12.1983, No: 18245
BİRİNCİ BÖLÜM
Genel Esaslar
Amaç:
Madde 1 - Bu Yönetmeliğin amacı; Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilkokul,or-
taokul, lise ve dengi okullarda öğrencilerin parasız yatılı veya burslu okumala-
rına ve bu öğrencilere yapılacak sosyal yardımlara ilişkin esasları düzenlemektir.
Kapsam:
Madde 2 - Bu Yönetmelik Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilkokul, ortaokul,
lise ve dengi okullara parasız yatılı veya burslu olarak alınacak öğrencilerde
aranacak şartları; yapılacak seçme - sıralama sınavları esaslarını; parasız veya
burslu kontenjanların tesbiti ile dağıtımını; parasız yatılı öğrencilikten burs-
lu öğrenciliğe, burslu öğrencilikten parasız yatılı öğrenciliğe geçişleri; bu
öğrencilere yapılacak sosyal yardımları; parasız yatılı veya burslu öğrenciliğin
sona ermesini; parasız yatılı veya burslu öğrencilerin bir okuldan başka okula
nakil esaslarını kapsar.
Tanımlar:
Madde 3 - (Değişik:8/4/1994 - 94/5594 K.)
Bu Yönetmelikte geçen deyimlerden;
"Bakanlık", Milli Eğitim Bakanlığını,
"Öğretmen çocuğu" ana veya babası Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı resmi
okullarda öğretmen olan veya ana veya babası öğretmen menşeli olup Milli Eğitim
Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatında görevli bulunanların çocuklarını,
"Öğrenci velisi" öğrencinin ana veya babasını veya öğrencinin sorumluluğunu
üstlenen kişiyi yahut mahkemece tayin edilmiş vasiyi,
"Gelişmişlik göstergesi" deyimi, Devlet Planlama Teşkilatının araştırmaları-
na dayalı olarak yaptığı son yayınlara göre bir ilin, nüfus, sanayi ve buna bağ-
lı olarak diğer hizmet sektörlerinde kalite ve kantite açısından büyümesini ve
o ilin sosyo - ekonomik gelişmişlik oranını;
"Okullaşma oranı", ilkokul, ortaokul, lise ve dengi okullarda öğrenim görme
yaşına gelmiş çağ nüfusu ile bu okullardaki öğrencilerin sayısına oranını.
"Parasız yatılı öğrenci" bu Yönetmelik hükümlerine göre ilköğretim ve orta-
öğretim kurumlarında karşılıksız olarak barındırılmak, beslenmek, giyindirilmek
ve kendilerine harçlı ve benzeri yardımlar verilmek suretiyle, parasız yatılı
okumaya hak kazanıp, ilgili öğretim dairesince yerleştirildiği okula devlet
parasız yatılı olarak kaydı yapılan öğrencileri.
"Burslu öğrenci", bu Yönetmelik hükümlerine göre burslu okumaya hak kazanıp,
ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarında tesbit edilecek miktarda karşılıksız
olarak para yardımı yapılması suretiyle bursluluk kaydı yapılan öğrencileri,
İfade eder
İKİNCİ BÖLÜM
Parasız Yatılılık ve Bursluluk İçin Başvuru ve Yararlanma Şartları
Başvuru Yeri:
Madde 4 - (Değişik: 8/9/1989 - 89/14522 K.)
Parasız yatılılık veya bursluluk sınavlarına başvuru Bakanlıkça belirtilen
tarihler arasında öğrenci velisi tarafından öğrencinin öğrenim gördüğü veya me-
zun olduğu yahut ayrıldığı okul müdürlüğüne yapılır. İlkokula yeni başlayacak
öğrencilerin velileri başvurularını en yakın ilkokul müdürlüğüne yaparlar.
Başvuru Şartları:
Madde 5 - Aşağıdaki şartları taşıyanlar; ilkokul, ortaokul, lise ve dengi
okullarda parasız yatılı veya burslu okumak üzere sınava girmek için başvurabi-
lirler.
a) T.C. vatandaşı olmak,
b) (Değişik: 8/4/1994-94/5594 K.) Maddi imkanlardan yoksun bulunmak (Bunun
için ailenin yıllık gelir toplamından fert başına düşen net miktarın, içinde
bulunulan mali yılın bütçe kanununun (M) işaretli cetvelinde belirtilen Milli
Eğitim Bakanlığı okul pansiyon ücretinin en azının 4 katını geçmemesi gerekir.
Maddi imkanlardan yoksun olduğunun tesbiti ile ilgili (Ek:1) aile ve geçim
durumunu gösterir maddi durum beyannamesinde ön görülen ve bu beyana esas olan
ailenin yıllık gelir durumunu gösteren resmi makamlardan (kurum saymanlığı,
vergi dairesi ve diğer yetkili kurumlar) alınacak belgeler ile diğer belgelerin
eklenmesi esastır. 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanu-
nu'na göre yetiştirme yurtlarından gelen veya aynı Kanun gereğince haklarında
tedbir kararı verilmiş olan öğrencilerin ailelerinin maddi durumları dikkate
alınmaz.
c) Gireceği okulun yönetmeliğinde tesbit edilen kayıt - kabul şartlarını
taşımak,
Özel eğitime muhtaç çocukların özür durumları parasız yatılılık veya burslu-
luk sınavına girmelerine engel teşkil etmez. Sınavı kazananlar özürlerine uygun
okullara yerleştirilirler.
d) (Değişik: 8/4/1994-94/5594 K.) Bulunduğu sınıfta bir yıllık olup sınıfı-
nı geçmiş olmak, ders geçme ve kredi sistemi uygulayan okullarda ise bir önceki
ders yılına ait ortalama toplam krediyi almış olmak,
e) (Değişik: 8/4/1994-94/5594 K.) Sınava girdiği öğretim yılında "okuldan
kısa süreli uzaklaştırma" ve daha önceki yıllarda da bu cezadan daha ağır bir
ceza almamış olmak,
Madde 6 - (Değişik: 8/4/1994-94/5594 K.)
5 inci madde de belirtilen şartları taşıyan, yapılacak sınavı kazanan
öğrencilere her yıl Bakanlıkça tesbit edilecek kontenjanlar çerçevesinde parasız
yatılılık veya bursluluk sağlanır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Parasız Yatılılık ve Bursluluk Kontenjanlarının Tesbiti
Madde 7 - (Değişik: 8/4/1994-94/5594 K.)
Öğretim daireleri, sınavla alınacak parasız yatılı öğrencilerle ilgili
olarak kendilerine bağlı pansiyonlu okulların adlarını, açık kontenjanlarını,
yararlanma ve öğretim şekillerini; Ortaöğretim Burs ve Yurtlar Dairesi Başkanlı-
ğı da burs kontenjanları ile yararlanma şekillerini gösteren listeleri ayrı ayrı
hazırlayarak Bakanlıkça belirlenecek tarihte Bilgisayar Eğitimi ve Hizmetleri
Genel Müdürlüğü'ne bildirir.
Bilgisayar Eğitimi ve Hizmetleri Genel Müdürlüğü, bu kontenjanları devlet
parasız yatılılık ve bursluluk sınavlarına müracaat ederek sınıflara ve dönem-
lere göre parasız yatılı veya burslu öğrenim görmek isteyen öğrencilerin sayı-
sını, sınıflara veya dönemlere göre müracaat eden öğrenci sayısının, müracaat
eden toplam öğrenci sayısına oranı ile açık kontenjanı çarpmak suretiyle
bulur. Devlet parasız yatılılık ve bursluluk sınavlarında; devlet parasız
yatılılığa müracaat ederek parasız yatılı okumak isteyen öğrencilerin tercih
edecekleri okulların adları, açık kontenjanları, yararlanma ve öğretim şekil-
leri ile bursluluğa müracaat ederek burslu okumak isteyen öğrencilerin yarar-
lanma ve öğretim şekilleri her yıl hazırlanan sınav kılavuzlarında belirtilerek
gerekli açıklamalar yapılır. Bu sınavda başarılı olup sıralama ve kontenjana
giren öğrenciler, okul tercihlerine göre pansiyonlu okullara yerleştirilir.
Parasız yatılıyı kazanan öğrencilerin kayıtları yerleştirildikleri okul müdür-
lüklerince yapılır. Bursluluğu kontenjana ve sınava girerek kazanan öğrencilerin
bursluluğa kayıtları ise kayıt yaptırdıkları veya öğrenim gördükleri okul mü-
dürlüklerince yapılır.
Madde 8 - (Değişik: 8/4/1994-94/5594 K.)
Her yıl tesbit edilen parasız yatılı ve burslu kontenjanların % 15'i, 2828
sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununun kapsamına giren
çocuklara, % 30'u, oturdukları yerde devam edeceği düzeyde ve türde okul
bulunmayanlara öncelik tanınmak kaydıyla illerin gelişmişlik göstergesi dikkate
alınarak maddi imkanlardan yoksun ve başarılı çocuklara; % 25'i, öğretmen çocuk-
larına ve % 30'u, diğer öğrencilere ayrılır.
Ayrılan bu kontenjanlardan birinin veya birden fazlasının dolmaması halinde
açık kontenjanlar, yukarıdaki sıralamaya göre tahsis edilir.
Madde 9 - (Değişik: 8/4/1994-94/5594 K.)
Okulsuz yerleşim birimlerinde bulunan zorunlu öğrenim çağındaki çocuklar,
222 sayılı Kanunun 9 uncu maddesine göre sınavsız olarak yatılı bölge okulları-
na alınırlar. Bu öğrenciler ortaöğrenimlerini (ilköğretimokulu, ortaokul) bu
okullarda tamamlarlar. Bu okullardan iyi veya pekiyi derece ile mezun olan
öğrencilerden Bakanlıkça tesbit edilecek kontenjan kadarı başarı derecesi
önceliğine göre, öncelikle mesleki teknik ortaöğretim kurumlarına olmak üzere,
ortaöğrenimlerini tamamlayabilmeleri için sınavsız olarak parasız yatılılığa
alınırlar.
Madde 10 - (Değişik birinci fıkra: 8/3/1991 - 91/1582 K.) Durumları 5434 sa-
yılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu'nun 65 inci maddesinin (d) fıkrası, 2330 sayılı
Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun, 2453 sayılı Yurt Dışında Gö-
revli Personele Tazminat Verilmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun ile 2566
sayılı Bazı Kamu Görevlilerine Nakdi Tazminat Verilmesi ve Aylık Bağlanması Hak-
kında Kanun hükümlerine uyan kişilerin çocukları; doğal afetler,savaş ve olağan-
üstü haller sebebiyle korunmaya muhtaç duruma düşmüş olan çocuklar ve ayrıca gö-
rev yaptıkları yerde çocuklarının devam edeceği düzeyde ve türde resmi okul bu-
lunmayan öğretmenlerin çocuklarından Milli Eğitim Bakanlığı'nca tespit edilecek
kontenjan kadarı sınavsız olarak parasız yatılı öğrenciliğe alınırlar.
Yukarıda sözü edilen öğretmen çocuklarının belirlenmesinde öğretmenin görev
yaptığı yerleşim birimi gözönünde bulundurulur. İllerin gelişmişlik düzeyi de
dikkate alınarak en küçük yerleşim biriminden başlamak üzere sırasıyla köy, ka-
saba, ilçe ve il'de görev yapan öğretmen çocuklarına öncelik tanınır.
(Değişik: 8/3/1991 - 91/1582 K.) Öğretim yılı içerisinde çocuğunu okutacak
düzeyde ve türde resmi okul bulunmayan yerleşim birimine nakilleri yapılan öğ-
retmenlerin çocukları, kontenjan bulunması halinde öğrenim durumlarına uygun
okullara parasız yatılı olarak alınırlar.
(Değişik: 8/3/1991 - 91/1582 K.) Çocuğunu okutacak düzeyde ve türde resmi
okul bulunan yerleşim birimlerine nakilleri yapılan öğretmen çocuklarının o öğ-
retim yılı sonunda parasız yatılılıklarına son verilir.
(Ek: 8/9/1989 - 89/14522 K.) Sınavsız olarak parasız yatılı öğrenciliğe alı-
nıp kaydı yapıldıktan sonra öğretmen olan velisi vefat eden öğretmen çocukları-
nın parasız yatılı okuma durumu, ortaöğretimini tamamlayıncaya kadar devam eder.
Madde 11 - (Değişik: 8/4/1994-94/5594 K.)
Sınavsız olarak parasız yatılılığa alınacak öğrencilerin, özel giriş sınavı
ile öğrenci alan eğitim öğretim kurumlarının özel giriş sınavını kazanmaları
ve bu okullar ile diğer eğitim, öğretim kurumlarının kayıt kabul şartlarını da
taşımaları gerekir.
Madde 12 - Özel giriş sınavı bulunan resmi okulların kontenjanı belirlenir-
ken resmi pansiyonu olan okullarda 10 uncu madde kapsamına giren ve bu tür okul-
ların sınavını kazanan çocuklar için % 10 kontenjan ayrılır. Bu öğrencilerden
pansiyonu olmayan resmi okulları kazananlar, resmi pansiyonu olan okullara ayrı-
lan kontenjan kadar nakledilirler.
Resmi pansiyonu olmayan okulların sınavını kazanan öğrenci sayısının,ayrılan
kontenjandan fazla olması halinde bu okullarda parasız yatılı okutulacak ve 10
uncu maddedeki her öğrenci grubu için ayrılacak miktar şöyle bulunur. Resmi pan-
siyonlu okullarda, sözü edilen öğrencilerin nakli için ayrılan toplam kontenjan
ile resmi pansiyonu olmayan okulların sınavını kazanan 10 uncu madde kapsamına
giren her öğrenci grubu sayısının resmi pansiyonu olmayan okulların sınavını ka-
zanan toplam öğrenci sayısına oranı ile çarpılır, bulunan sayı her grup için
nakledilecek öğrenci sayısını verir.
Örnek:
300 (a grubundaki öğrenci sayısı) 560 (Toplam kontenjan) = 86
--------------------------------- X (a grubu için nakledilecek öğrenci sayısı)
1950 (Bütün okulların sınavını
kazanan 11 inci madde kapsamına
giren öğrenci sayısı)
Küsurlu çıkan sayılarda virgülden sonraki 5 ve daha yukarı sayılar bir üst
sayıya tamamlanır. (5'den küçük olan rakamlar dikkate alınmaz.)
Her grupta bulunan öğrencilerden bu okulların giriş sınavlarında en yüksek
puanı alandan başlamak üzere, puan sırasına göre ayrılan miktar kadarı, nakle-
dilir. Ancak, öğretmen çocuklarından en küçük yerleşim biriminden başlamak üzere
köy, kasaba, ilçe ve il'de görev yapanların çocuklarına, puanına bakılmaksızın
öncelik tanınır. Bu öğrencilerden nakil sırasına giremeyenlerin kazandıkları
okulun bulunduğu şehirde ve günlük çalışma takvimi aynı olan diğer okullara bağ-
lı resmi pansiyon var ise bu pansiyonlarda kalmaları sağlanarak parasız yatılı
olarak okutulurlar.
Ayrılan % 10 kontenjan dolmadığı takdirde, kontenjan açığı ön kayıtla öğren-
ci alınmak suretiyle kapatılır.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Parasız Yatılılık ve Bursluluk Sınavları
Madde 13 - İlkokul, ortaokul, lise ve dengi öğretim kurumlarında parasız ya-
tılı okutulacak veya bu kurumlarda burs verilecek öğrencilerin seçme - sıralama
sınavları merkezi sistem esaslarına göre Bakanlık Bilgi İşlem Dairesi Başkan-
lığınca yapılır.
(Ek: 8/9/1989 - 89/14522 K.) Ancak, bu sınavların sonucuna göre yapılan ka-
yıtlar sonunda okul pansiyonlarında boş kalan kontenjanları doldurmak için Ba-
kanlıkça uygun görülmek ve esasları Bakanlıkça belirlenmek kaydıyla valiliklerce
seçme-sıralama sınavı yapılır.
Madde 14 - İl kontenjanları, sınavlara başvurma şekli, sınavların tarihi,
sınav komisyonlarının kurulması ve görevleri, bu sınavlarla ilgili diğer işlem-
ler her yıl Ekim ayı içerisinde Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı koordinatörlüğün-
de ilgili eğitim dairesi temsilcilerinden meydana gelen bir komisyon tarafından
tesbit edilerek en geç Aralık ayı sonuna kadar Valiliklere duyurulur.
Madde 15 - Sınavları başaran öğrencilerin öğretim yılı başında okullarında
bulunmalarının sağlanması için sınav sonuçları, Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığın-
ca ilgili eğitim dairelerine 1 Ağustos'a kadar gönderilir.
Madde 16 - Bakanlıkça belirlenen kontenjanlara göre seçme sıralama sınavla-
rını kazanmış olanlardan, öğrencinin tercihi gözönünde tutularak,en yüksek puan-
dan başlamak üzere parasız yatılılığa veya bursluluğa alınacak öğrenciler tesbit
edilirler
Madde 17 - (Değişik: 8/4/1994-94/5594 K.)
Öğrencilerin tercihlerine göre sınavını kazandıkları okul değiştirilemez.
Ancak, ilkokul ve ortaokul sonu devlet parasız yatılılık sınavını kazanan
öğrencilerden, özel giriş sınavı ile öğrenci alan resmi anadolu ve fen lise-
lerine girmeye hak kazanarak bu okullara kayıtlarını yaptıranlar, kazandıkları
yatılılık haklarını cinsiyetlerine uygun pansiyon bulunması halinde kayıt yap-
tırdıkları okullarda kullanırlar.
Ayrıca, özel giriş sınavı ile öğrenci alan resmi anadolu ve fen liselerinin
özel giriş sınavını kazanarak bu okullara kayıtlarını yaptıran ve devlet parasız
yatılı okumak isteyenlerden; devlet parasız yatılılık ve bursluluk sınavları
başvuru ve yararlanma şartları ile kayıt kabul şartlarını taşıyan öğrencilere,
bu okulların cinsiyetlerine uygun pansiyonu olması halinde açık pansiyon kon-
tenjanlarına özel giriş sınavındaki toplam puanına göre seçme ve sıralama ile
parasız yatılı okuma hakkı sağlanır.
Burslu okumaya hak kazanan öğrenciler ise kayıt yaptırdıkları veya öğrenim
gördükleri okullarda bu haklarından faydalanırlar.
Madde 18 - (Değişik: 8/4/1994-94/5594 K.)
Parasız yatılı okumaya veya burs almaya hak kazanan öğrencilerin sınav
sonuç belgeleri, Bilgisayar Eğitimi ve Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nce sınav
sonuçlarının ilanından itibaren Bakanlıkça tesbit edilen tarihler içerisinde
bursluluğu ve parasız yatılılığı kazanan adayların adreslerine posta ile
gönderilir. Ayrıca, sınav sonuçları liste halinde ilgili öğretim dairelerine ve
Milli Eğitim Müdürlükleri'ne de gönderilir.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Parasız Yatılı veya Burslu Öğrenciliğe Kabul
Madde 19 - Parasız yatılı veya burslu öğrenciliğe hak kazananlardan aşağıda-
ki belgeler istenir;
a) Yatılı okumasına engel olacak bir hastalığı bulunmadığına dair Hükümet
Tabibliğinden alınacak rapor,
b) Öğrenim durumunu gösterir belgenin aslı veya noterden tasdikli örneği,
c) Nüfus cüzdanı aslı,
d) (Değişik:8/4/1994 - 94/5594 K.)
Maddi imkanlardan yoksun olduğunu belirten (Ek:1) aile ve geçim durumunu
gösterir maddi durum beyannamesinde öngörülen ve bu beyana esas olan ailenin
yıllık gelir durumunu gösteren resmi makamlardan (kurum saymanlığı,vergi dairesi
ve diğer yetkili kurumlar) alınacak belgeler ile diğer belgelerin eklenmesi,
e) (Değişik:8/4/1994 - 94/5594 K.)
Sınava girdiği öğretim yılında "okuldan kısa süreli uzaklaştırma" ve daha
önceki yıllarda da bu cezadan daha ağır bir ceza almadığını gösterir belge,
f) (Değişik:8/4/1994 - 94/5594 K.) 2 adet fotoğraf,
g) (Değişik:8/4/1994 - 94/5594 K.) Devlet parasız yatılılık ve bursluluk
sınavını kazandığına dair sınav sonuç belgesi.
(Değişik:8/4/1994 - 94/5594 K.)
Ancak, ilkokula yeni başlıyacaklardan (b,e,), ilkokula devam etmekte
olanlardan (e), sınavsız olarak parasız yatılı alınacaklar ile 2828 sayılı
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu kapsamına giren çocuklardan
(d) bendindeki belgeler istenmez.
Madde 20 - Kendilerine 8 inci maddede özel kontenjan ayrılan öğrencilerden
ayrıca aşağıdaki belgeler istenir:
a) Durumları 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu kanunu
hükümlerine uyanlardan mahkeme ilamı,
b) Oturduğu yerde ilkokul veya ortaokul bulunmadığından öğrenim hakkından
yararlanamayan çocuklardan; bulunduğu yerde ilkokul veya ortaokul olmadığına
dair mülki amirlikten alınacak belge,
c) Öğretmen çocuklarından; bu durumlarını gösterir belge,
Madde 21 - Sınavsız olarak parasız yatılı alınacak öğrencilerden ayrıca is-
tenecek belgeler,
a) Durumları 5434 Sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunun 65 inci maddesinin (d)
fıkrasına uyan kişilerin çocuklarından;
(1) Babasının harp malülü veya şehit olduğunu gösterir belge,
(2) Muhtarlıktan alınan ve bu Yönetmelikten yararlanarak ortaokul veya lise-
lerde Devlet tarafından parasız yatılı olarak okutulan başka kardeşinin bulunma-
dığını gösterir belge,
(3) Nüfus kayıt örneği,
b) Durumları 2330, 2453, 2566 sayılı Kanunların hükümlerine uyan kişilerin
çocuklarından,
(1) Sözü edilen kanunlardan yararlandıklarını gösteren, resmi makamlardan
alınacak belge,
(2) Nüfus kayıt örneği.
c) Doğal afetler, savaş ve olağanüstü haller sebebiyle korunmaya muhtaç
duruma düşmüş olanlardan,
(1) Mülki amirlikten alınacak bu durumlarını gösterir belge,
(2) Nüfus kayıt örneği,
d) (Değişik: 8/3/1991 - 91/1582 K.) Görev yaptıkları yerlerde çocuklarının
devam etmekte olduğu düzeyde ve türde resmi okul bulunmayan öğretmenlerin çocuk-
larından,
(1) Görevli olduğu okul müdürlüğünden alınan ve görev yaptıkları yerde çocu-
ğunu okutacak düzeyde ve türde resmi okul bulunmadığını gösterir belge,
(2) Nüfus kağıdı örneği.
Madde 22 - Durumları 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanununun 65 inci mad-
desinin (d) fıkrası hükmüne uyan çocukların veli veya vasileri, çocuklarının me-
zun oldukları veya öğrencisi bulundukları okulun bağlı bulunduğu valiliğe
1 Temmuz'dan başlamak üzere bütünleme sınavları sonuna kadar 21 inci maddede
belirtilen belgelerle birlikte başvururlar.
Bu çocukların durumları Milli Eğitim Müdürlüklerince incelenerek bilgi cet-
veli düzenlenir. Düzenlenen bilgi cetvelleri ile belgeler en geç 1 Ekim'de Ba-
kanlığın ilgili Eğitim dairelerinde bulunacak şekilde gönderilir. (Ek 2 - 3)
Madde 23 - 22 inci maddede sözü edilenler hariç durumları 10 uncu madde hü-
kümlerine uyanlar 21 inci maddede belirtilen belgelerle birlikte Bakanlığa baş-
vururlar.
Başvurular 15 gün içinde incelenerek durumları uygun bulunanlar okullara
yerleştirilir.
ALTINCI BÖLÜM
Parasız Yatılı Öğrencilikten Burslu Öğrenciliğe Burslu Öğrencilikten
Parasız Yatılı Öğrenciliğe Geçişler
Madde 24 - (Değişik:8/4/1994 - 94/5594 K.)
Kontenjan bulunması halinde okulların teklifi ve Bakanlığın onayı ile öğre-
nim süresi boyunca bir defaya mahsus olmak üzere en az bir öğretim yılı,ders
geçme ve kredi sistemi uygulanan okullarda ise bir ders yılı parasız yatılı veya
burslu öğrenim gören,parasız yatılı öğrenciler burslu,burslu öğrenciler parasız
parasız yatılı öğrenciliğe geçirilebilirler. Parasız yatılılıktan bursluluğa,
bursluluktan parasız yatılılığa geçişler için başvurular, öğrencinin eğitim gör-
düğü okul müdürlüğüne öğrenci velisi tarafından belgeleriyle birlikte yazılı
olarak,derslerin kesiminden öğretim yılının başlamasına bir ay kalıncaya kadar
yapılır.
Ancak, sağlık ve korunmaya muhtaç duruma düşme nedeniyle geçişler için baş-
vurularda süre kaydı aranmaz.
Parasız yatılılıktan bursluluğa,bursluluktan parasız yatılılığa geçişlerde
öğrencinin,öncelik sırasına göre,aşağıdaki şartlardan birini taşıması gereklidir.
Bursluluktan parasız yatılılığa geçişler için,
a) Korunmaya muhtaç duruma düşmüş olmak,
b) Ana babanın ayrılması veya bunlardan birinin ölümü sonucu aile bütünlüğü
bozulmuş olmak,
Parasız yatılılıktan bursluluğa geçişler için:
a) Sağlık durumunun parasız yatılı okumaya elverişli olmadığına dair "Sağlık
Kurulu Raporu" almış olmak.
b) Korunmaya muhtaç duruma düşmüş olmak.
c) Ana babanın ayrılması veya bunlardan birinin ölümü sonucu aile bütünlüğü
bozulmuş olmak.
Parasız yatılılıktan bursluluğa geçişlerde öğrencinin 19 uncu maddede belir-
tilen şartları taşıması gerekir.
Parasız yatılılıktan bursluluğa geçişler için yapılan başvurularla ilgili
belgeler,başvuru süresi sonunda okul müdürlüklerince valilik kanalıyla Ortaöğ-
renim Burs ve Yurtlar Dairesi Başkanlığı'na,bursluluktan parasız yatılılığa
geçişler için yapılan başvurularla ilgili belgeler ise başvuru süresi sonunda
okul müdürlüklerince valilik kanalıyla ilgili öğretim dairelerine gönderir.
Geçişler için yapılan başvurular, Bakanlığın ilgili eğitim dairelerince
incelenerek uygun görülenler ilgili valilik ve dairelere bildirilir.
YEDİNCİ BÖLÜM
Parasız Yatılı ve Burslu Öğrenciliğin Sona Ermesi
Madde 25 - (Değişik birinci fıkra:8/4/1994 - 94/5594 K.)
İlkokul,ortaokul,lise ve dengi okullarda parasız yatılı veya burslu okuyan
öğrencinin parasız yatılı veya burslu okuma durumu ortaöğretimini tamamlayıncaya
kadar devam eder.Ancak ortaokulu (İlköğretim okulunu) bitiren öğrencilerden
(Ek:1) aile ve geçim durumunu gösterir maddi durum beyannamesinde öngörülen ve
bu beyana esas olan ailenin yıllık gelir durumunu gösteren resmi makamlardan
(kurum saymanlığı,vergi dairesi ve diğer yetkili kurumlar) alınacak belgeler ile
diğer belgeler bu öğrencilerin lise ve dengi okullara kayıt yaptırdıkları süre
içerisinde yeniden istenir.Gelir durumu,içinde bulunulan mali bütçe kanununun
(M) işaretli cetvelinde belirtilen Milli Eğitim Bakanlığı okul pansiyon ücreti-
nin en azının 4 katını geçen miktardan yüksek olanların bursluluk ve parasız
yatılılığı sona erer.
Ancak, aşağıdaki hallerde parasız yatılı veya burslu okuma hakkı sona erer.
(Değişik:8/4/1994 - 94/5594 K.)
a) 222 Sayılı Kanunun 9 ncu maddesine göre sınavsız olarak yatılı bölge
okullarına alınan öğrenciler hariç olmak üzere ilkokul, ortaokul, lise ve dengi
okulların her birinde bir defadan fazla bir üst sınıfa devam etme hakkı kazana-
mamak.Ders geçme ve kredi sistemi uygulanan 6 dönemlik okullarda 8 inci dönemin
sonunda,8 dönemlik okullarda ise 10 uncu dönemin sonunda mezun olamamak,
b) Taksirli suçlar ile kabahat nevinden olanlar hariç olmak üzere, ertelen-
miş olsa dahi bir suçtan dolayı mahküm olmak,
c) Okulla ilişiğini bir öğretim yılı veya daha fazla süre ile kesen disiplin
cezası almış olmak,
d) Bakanlıkça kabul edilebilir bir mazerete dayanmaksızın kendiliğinden öğ-
renimini terk ederek okuldan ayrılmak,
e) Parasız yatılı veya burslu okumaktan vazgeçmek.
f) Bursluluk veya devlet parasız yatılılık sınavını kazanıp Bakanlıkça be-
lirtilen süre içerisinde burs veya yatılılık kaydını yaptırmamak,
Madde 26 - 25 nci maddede belirtilen nedenlerden dolayı parasız yatılı veya
burslu okuma hakları sona eren öğrencilere okuldan ayrılmak istemeleri halinde;
velilerinin yazılı başvuruları üzerine 28 Kasım 1964 tarih ve 11868 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanan Lise ve Ortaokullar Yönetmeliği hükümlerine uymak kaydıyla
tasdiknameleri verilir.
Madde 27 - Parasız yatılılığı veya bursluluğu sona eren öğrencilerin durum-
ları en geç bir ay içerisinde Bakanlığa bildirilir.
Madde 28 - Her eğitim kademesinde, bir defaya mahsus olmak üzere, öğretim
yılı sonunda birden fazla dersten başarısız duruma düşmüş olup başarısız ders-
lere devam eden veya sınıf tekrar eden öğrencilerin parasız yatılılık veya burs-
luluk hakları devam eder.
Başarısız oldukları dersleri tekrar etmeyerek yıl sonunda bu derslerin sı-
navlarına girmek isteyen öğrencilerin parasız yatılı veya bursluluk haklarına
ara verilir. Bu durumdaki parasız yatılı öğrencilerin yaz ve güz dönemlerinde
sınavların devam ettiği sürece yatacak yerleri ve yemekleri okulca sağlanır.
Burslu öğrencilere de aylık olarak bursları ödenir. Bunlardan başarı sağlayarak
bir üst sınıfa devam etme hakkı kazananların parasız yatılılık veya bursluluk
hakları devam eder.
Madde 29 - Parasız yatılı veya burslu okuma hakkını kaybeden öğrencilerden,
tekrar parasız yatılı veya burslu okumak isteyenler bu Yönetmelikte belirtilen
parasız yatılılık veya bursluluk için başvuru ve yararlanma şartlarını taşımala-
rı kaydıyla, parasız yatılılık veya bursluluk sınavına katılabilirler. Sınavları
kazanmaları halinde bundan sonraki öğrenimlerine parasız yatılı veya burslu ola-
rak devam ederler.
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Parasız Yatılı veya Burslu Öğrencilerin Bir Okuldan Başka Bir Okula Nakli
Madde 30 - Parasız yatılı veya burslu öğrencilerin nakilleri, kontenjan du-
rumuna ve aşağıdaki öncelik sırasına göre, Bakanlıkça yapılır.
a) Öğrencinin sağlık durumu,
b) Tasdikname ile uzaklaştırma cezası alınması,
c) Öğrenci velisinin, öğrenci okula kayıt olduktan sonra gerçekleşen görev
veya işyeri değişikliği,
d) Velinin, öğrencinin naklini istediği okulun bulunduğu il veya çevre il-
lerde sürekli olarak oturması,
(Değişik:8/4/1994 - 94/5594 K.)
Birinci fıkranın (a) bendine göre,okul değiştirme isteklerinde,öğrencinin
tam teşekküllü devlet hastanesinden nakletmek istediği yerde öğrenimine devam
etmesinin sağlık yönünden lüzumlu olduğunu belirtir sağlık kurulu raporu alması,
burslu öğrencilerden sağlık kurulu raporu istenmemesi,
Birinci fıkranın (c) bendine göre; öğrenci velisinin görev veya işyeri deği-
şikliğini resmi makamlardan alacağı belge ile belgelendirmesi,
Birinci fıkranın (d) bendine göre; öğrenci velisinin, öğrenciyi naklettirmek
istediği okulun bulunduğu il veya çevresinde sürekli olarak oturduğunu resmi ma-
kamlardan alacağı belge ile belgelendirmesi,
zorunludur.
Madde 31 - (Değişik birinci fıkra:8/4/1994 - 94/5594 K.)
30 uncu maddede belirtilen özürleri nedeniyle nakil için başvurular,belge-
leriyle birlikte öğrenim gördüğü okul müdürlüğüne, derslerin kesiminden itibaren
başlayarak yeni öğretim yılının başlamasına bir ay kalıncaya kadar yapılır.Fark-
lı türdeki okullar arasında devlet parasız yatılı, öğrencilerin nakli mümkün
değildir. Ancak, Bakanlığa bağlı herhangi bir okulda parasız yatılı öğrenci iken
bilahere yine Bakanlığa bağlı herhangi bir okulun özel giriş sınavını kazanarak
kaydı yapılan öğrencilerin nakilleri yapılır.
(Değişik:8/4/1994 - 94/5594 K.)
Okul müdürlükleri nakil için başvuru süresi sonunda bursluluk nakli için
başvuru listelerini,belgelerini de ekleyerek görüşleriyle birlikte,valilik ka-
nalıyla Ortaöğrenim Burs ve Yurtlar Dairesi Başkanlığına,parasız yatılılık nakli
için başvuru listelerini ise belgelerini de ekleyerek görüşleriyle birlikte,
valilik kanalıyla Bakanlığın ilgili öğretim dairelerine gönderirler.
Parasız, yatılı öğrencilerin nakilleri yaz tatilinde yapılır. Ancak,tasdik-
name ile uzaklaştırma cezası alınması veya sağlık nedeniyle nakillerle burslu
öğrencilerin nakilleri öğretim yılı içinde de yapılabilir.
DOKUZUNCU BÖLÜM
Çeşitli Hükümler
Madde 32 - Parasız yatılı öğrencilere aşağıda betirtilen sosyal yardımlar
yapılır.
a) Öğrencilere aşağıda kullanma süreleri, adetleri ve cinsleri yazılı giyim
eşyası verilir.
Cinsi Adet Kullanma süresi Açıklama
Palto - Pardesü 1 3 Yıl Üç yılda bir verilir.
Takım elbise 1 1 " Her yıl verilir.
Gömlek 2 1 " " " "
Takım iç çamaşırı 2 1 " " " "
Çorap 2 1 " " " "
Ayakkabı 1 1 " " " "
Lastik ayakkabı 1 1 " " " "
Kravat 1 1 " " " "
Havlu 2 1 " " " "
Eşofman 1 3 " Üç yılda bir verilir.
Pijama 1 2 " 1. ve 3. sınıfta verilir.
Terlik 1 1 " Her yıl verilir.
Kız öğrencilere bu eşyalar denk giyim eşyası verilir.
İlkokul kız ve erkek öğrencileri için yapılacak giyecek yardımı Milli Eğitim
ve Maliye Bakanlıklarınca ayrıca belirlenir.
b) Öğrencilere eğitim programlarının gerektirdiği kitaplar, okul idarelerin-
ce sağlanır.
c) (Değişik: 18/12/1992 - 92/3936 K.) Öğrencilerden;
İlkokulda bulunanlara 75
Ortaokulda bulunanlar 100
Lise ve dengi okullarda bulunanlara 125
gösterge rakamlarının memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu
bulunacak miktarlarda, Türk Cumhuriyetlerinden gelenlere ise bu miktarların
2,5 (ikibuçuk) katı harçlık ödenir. Bu harçlık öğrenim süresince her ay verilir.
d) Öğrencilere ayrıca, diğer eğitim ve öğretim araçlarının karşılanması ama-
cıyla her öğretim yılı başında bir defaya mahsus olmak üzere (c) bendinde belir-
tilen bir aylık harçlık tutarında ayrıca ödeme yapılır.
Madde 33 - (Değişik birinci fıkra: 8/4/1994-94/5594 K.) Ortaokul(ilköğretim
okulu), lise ve dengi okul öğrencilerine verilecek burs miktarı,her yıl Maliye
Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığınca tesbit edilecek göstergenin bütçe ka-
nunlarıyla belirlenen memur maaşlarına uygulanan gösterge rakamlarının aylık
tutarlara çevrilmesinde esas alınan memur maaş katsayısı ile çarpımı sonucu
tespit edilir.
Burslu öğrencilerin bursları, bursluluk sınavını kazanarak okula kayıt ol-
dukları tarihi takip eden aybaşından itibaren okullarınca ödenir. Ödemeye tatil
aylarında da devam olunur.
Madde 34 - (Değişik: 8/4/1994-94/5594 K.)
Son sınıf öğrencilerinden okulu bitirenlerin bursları öğretim yılının sona
erdiği tarihi takip eden aybaşında kesilir. Ancak.ortaokul (ilköğretim okulu)
son sınıf öğrencilerinin bursları, lise ve dengi öğretim kurumlarına devam et-
meleri halinde kesilmez. Bu öğrencilerin bursu yeni kayıt yaptırdığı okul mü-
dürlüğünce mezun olduğu tarihten itibaren ödenir. Parasız yatılı öğrencilere
ayrıca burs verilmez.
Madde 35 - Parasız yatılı veya burslu okuma imkanlarından faydalanan öğren-
ciler, başka kurumlarca verilen bursu seçtikleri takdirde bu Yönetmelikte öngö-
rülen parasız yatılı veya burslu okuma haklarından faydalanamazlar.
Madde 36 - Tatil aylarında parasız yatılı öğrencilerden kalacak yeri olma-
yanların okullarda veya belli yerlende toplamak suretiyle barındırılmalarına ve
sosyal yardımlardan faydalandırılmalarına devam olunur. Okulda kalacak öğrenci
sayısı 50'den az olduğu takdirde okul müdürlüklerince ders kesiminden en az bir
ay önce bu öğrencilerin listeleri Bakanlığa gönderilir. Bunların kalacağı okul-
lar Bakanlıkça tesbit edilir.
Bu öğrencilerin yaz tatilleri, ilgili eğitim dairelerince düzenlenecek prog-
ramlara göre değerlendirilir.
Madde 37 - Parasız yatılı veya burslu öğrencilerin muayene ve tedavi gider-
leri Bakanlıkça karşılanır. Bunların tedavileri devam ettiği sürece, raporlarını
geciktirmeden okul idarelerine vermeleri şartıyla, yatılılık veya burslulukları
devam eder. Burslu öğrencilerin aylık bursları tam olarak ödenir.
Madde 38 - (Değişik: 8/4/1994-94/5594 K.)
Mezun olan yatılı öğrencilerin listeleri yaz ve güz dönemi sınavları so-
nunda, burslu öğrencilerin listeleri ise öğretim yılının sona erdiği tarihi ta-
kip eden ay sonunda Bakanlığa gönderilir.
Madde 39 - Parasız yatılılık veya bursluluk sınavını kazanan öğrencilerin,
aile durum beyannameleri öğrenim gördükleri okul müdürlüğünce gerekli görüldüğü
takdirde araştırılır. Bu araştırma sonucuna velinin aile durum beyannamesindeki
fert başına düşen yıllık gelir miktarının bu yönetmeliğin 5 inci maddesinin (b)
fıkrasında belirtilen miktardan fazla olması halinde, yalan beyanda bulunan öğ-
renci velisi hakkında kanuni işlem yapılmak üzere ilgili makamlara duyurulur.
Kanuni işlem sonucunda velinin yalan beyanda bulunduğunun tesbiti durumunda öğrencinin parasız yatılılık veya bursluluk hakkı iptal edilir.
Madde 40 - Bu Yönetmelik hükümlerine göre parasız yatılı veya burslu okumak
suretiyle okulu bitirenlerle herhangi bir nedenle okuldan ayrılan öğrenciler
hiçbir şekilde mecburi hizmet, tazminat veya geri ödeme ile yükümlü tutulamazlar.
Dayanak:
Madde 41 - Bu Yönetmelik 17/6/1982 tarih ve 2684 sayılı Kanunun 14 üncü mad-
desine dayanılarak hazırlanmıştır.
Geçici Madde - Bu Yönetmeliğin yayımı tarihinde ortaokul,lise ve dengi okul-
larda parasız yatılı veya burslu olarak öğrenimlerine devam etmekte olanlar, ya-
tılı veya burslu olarak öğrenimlerini bu Yönetmelik hükümlerine göre sürdürürler.
Kaldırılan Hükümler:
Madde 42 - Bu Yönetmeliğin yayımı tarihinden itibaren 17/5/1976 tarih ve
15590 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan "Temel Eğitim İkinci Kademe ve Ortaöğretim Burs-Parasız Yatılılık ve Diğer Sosyal Yardımlar Yönetmeliği" ile 22/4/1967 tarih ve 12580 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan "İmam-Hatip Okullarına Parasız Yatılı Olarak Alınacak Öğrenciler Hakkında Yönetmelik" yürürlükten kaldırılmıştır.
Yürürlük:
Madde 43 - 832 sayılı Kanunun 105 inci maddesi uyarınca Sayıştay görüşü alı-
nan bu Yönetmelik Resmi Gazete'de yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme:
Madde 44 - Bu Yönetmelik hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
EK: 1
PARASIZ YATILI VEYA BURSLU OLARAK ÖĞRENİM GÖRMEK İSTEYENLER
İÇİN ÖĞRENCİNİN AİLE VE GEÇİM DURUMUNU GÖSTERİR BEYANNAME
(Değişik: 8/4/1994 - 94/5594 K.)
------------------------------------------------------------------------------
| ÖĞRENCİ | Adı, Soyadı | |
| |----------------------------------------------|-----------------|
| | Öğrenciye yakınlık derecesi | |
| VELİSİNİN |----------------------------------------------|-----------------|
| | İşi ve işyeri | |
| |----------------------------------------------|-----------------|
| | Aylık geliri (serbest meslek sahibi ise vergi| |
| | dairesinin adı, adresi ve hesap numarası ile | |
| | resmi makamlardan;vergi dairesi,kurum sayman-| |
| | lığı ve diğer yetkili kurumlardan alınacak | |
| | maaş bordrosu gibi belgeler eklenecektir.) | |
| |----------------------------------------------|-----------------|
| | Eşi çalışıyorsa;işi ve aylık kazancı. | |
| | (Resmi makamlardan;vergi dairesi,kurum say- | |
| | manlığı ve diğer yetkili kurumlardan alınacak| |
| | maaş bordrosu gibi belgeler eklenecektir.) | |
| |----------------------------------------------|-----------------|
| | Ailenin diğer gelirleri | |
| |----------------------------------------------|-----------------|
| | Ailenin yıllık gelir toplamı (NET) | |
| |----------------------------------------------|-----------------|
| | Aile reisinin bakmakla yükümlü olduğu | |
| | fertlerin sayısı ve yakınlık dereceleri | |
| | (Fertler açık olarak yazılacak nüfus kayıt | |
| | örneği,tedavi yardım beyannamesi ile sağlık | |
| | karnesi veya mahkeme kararı örneği eklenecek-| |
| | tir.) | |
| |----------------------------------------------|-----------------|
| | Aile gelirinin aile fertlerine düşen yıllık | |
| | tutarı | |
| | (Ailenin yıllık toplam geliri,aile fert sayı-| |
| | sına bölünerek hesaplanacaktır.) | |
-----------------------------------------------------------------------------
Aile geçim durumunun yukarıdaki beyannamede belirtildiği şekilde olduğunu
beyan eder, velisi bulunduğum..........................okulu/Lisesi...........
sınıfı öğrencilerinden ..................oğlu/kızı.................nolu........
'ın............Yılı Devlet Parasız yatılılık ve Bursluluk......... sınavlarına
kabulünü arzederim.
......./......./.....
Öğrenci Velisi(İmzası)
Müracaatçının :
Adı Soyadı : ....................................
Adresi : ....................................
Yukarıdaki beyanın doğruluğunu tasdik ederim.
(Velinin görev yaptığı Kurum veya Köy- Mahalle
Muhtarlığı ile diğer resmi kurumlarca tasdik
edilecektir.)
EK: 2
HARB MALÜLÜ VEYA ŞEHİT ÇOCUKLARI İÇİN
ADI VE SOYADI : ..............................................
BABA ADI : ..............................................
DOĞUM YERİ VE YILI : ..............................................
SINIFI : ..............................................
OKUL NO : ..............................................
TAKİP ETTİĞİ YABANCI DİL : ..............................................
AİLESİNİN DAİMİ OTURDUĞU YER : ..............................................
..............................................
..............................................
Yukarıda hüviyeti yazılan ve fotoğrafı yapıştırılan öğrenci (1)
.....................................................tir.
Okul Müdürü Resmi Mühür ve
İmza
(1) Noktalarda gösterilen yere, isteklilerin durumlarına göre ilkokulu bi-
tirmiştir; Ortaokulu bitirmiştir veya sınıfını bütünlemesiz geçmiştir, cümleler-
den biri yazılacaktır.
-------------------------------------------------------------------
NOT: Sınıfı bütünlemesiz geçmek kaydı ara sınıfların öğrencilerine mahsus-
tur.
EK: 3
ŞEHİT VEYA HARP MALÜLÜ OLANLARIN ÇOCUKLARINA AİT
BİLGİ CETVELİ
-----------------------------------------------------------------------------
| Adı, Soyadı | |
|-------------------------------------------|-------------------------------|
| Baba Adı | |
|-------------------------------------------|-------------------------------|
| Mezun olduğu veya öğrencisi | |
| bulunduğu okulun adı | |
|-------------------------------------------|-------------------------------|
| Şehit veya harp malülü çocuğu olduğu | |
|-------------------------------------------|-------------------------------|
| Sınıfı | |
|-------------------------------------------|-------------------------------|
| Takip ettiği yabancı dil | |
|-------------------------------------------|-------------------------------|
| Erkek veya kız olduğu | |
|-------------------------------------------|-------------------------------|
| Ailesinin daimi oturduğu yer | |
|-------------------------------------------|-------------------------------|
| Düşünceler | |
-----------------------------------------------------------------------------
Milli Eğitim Müdürü

İÇ İLETİŞİM

İÇ İLETİŞİM




Başarıya giden ilk ve en önemli yol kendimiz ile yapmış olduğumuz iletişimdir. Başarıya ulaşmak isteyen bir öğrenci her şeyden önce iç iletişimini doğru bir şekilde kullanmalıdır. Yapmış olduğumuz iç iletişimimizin %77’si bize karşı çalışmaktadır. İç iletişiminizin kullanış şekli sizin üniversiteyi kazanmanızı, derslerinizde daha başarılı olmanızı sağlayabileceği gibi büyük bir hayal kırıklığına da uğratabilir. İç iletişimi bu kadar önemli kılan temel özellik; beynimizin çalışma şeklidir.

İnsan beyni, hepimizin sahip olduğu kişisel bir bilgisayar denetim merkezidir. Beyninizin sizin için yapmasından hoşlanacağı, mantıklı her şeyi yapma gücü vardır. Buradaki temel sorun onu nasıl kullanacağınızı bilmenizdir. Yani ona doğru yönergeleri vermenizdir. Onunla doğru iletişim kurmayı başarmalısınız. Beyniniz en çok söylediğiniz şeye inanır. Beyninize kendiniz hakkında ne söylerseniz onu yerine getirmek için harekete geçecektir. İşte beyniniz

bu şekilde programlanmaktadır. Yıllarca beynimizi annemiz, babamız, arkadaşlarımız, komşularımız programlamıştır. Avukat olmak isteyen bir

çocuğu doktor olmaya iten buna karşı bir yeteneğinin yada ilgisinin olması değildir. Dışarıdan gelen programlara beynin artık cevap vermeye başlamasıdır.

Yıllarca çocuklarımıza “sen bunu yapamazsın”,”sen bu imtihanı başaramazsın”,”boş yere çalışma üniversiteyi kazanamazsın”,”bu karneyle sen asla adam olmazsın” sözleriyle çocuklarımızı olumsuz olarak programladık ve onları amaçsız, hedefsiz her şeyden önce başarısız hale getirdik.

Aşağıda bir öğrencinin kendi beyniyle yapmış olduğu iletişime dikkat edin;”sınav gününe çok az kalmıştı. Ancak bir türlü sınava çalışmak içinden gelmiyordu. Çünkü kendine sürekli “bu sınava çalışsan da başarılı olamazsın”,”matematik sınavından ben sürekli zayıf alırız”,başaramadığım derslerin başında matematik gelmektedir” diyordu. Ve hatta “kopya çekersem bu sınavda başarılı olurum”,”bu imtihan da kopya çekeceğim” şeklindeki bir iç iletişimle öğrenci sınava girer. Matematik sınavıyla ilgili yapmış olduğu olumsuz programlama sonucunda bildiği soruları dahi başaramamıştır. Çünkü beynine “matematik sınavını başaramazsın” komutunu yüklemişti bir kere. Daha sonra kopya çekmek ile ilgili yapmış olduğu programlama harekete geçmişti ve beyin bu programı uygulamaya başlamıştı ve öğrenci kopya çekmişti. Ama hala o matematikten anlamamaktadır. geçici bir başarı elde etmişti. Bataklığı kurutmadan sadece zehir sıkarak sivrisineklerden kurtulmaya çalışmıştı.ancak bunun tam tersi bir programlama yapsaydı; matematik dersini sevecekti,bunu başaracaktı ve geçici başarılara tenezzül etmeyecekti. Çünkü; geçici başarılar en büyük başarısızlıklardır.

Bizim her attığımız adım,yaptığımız her hareket,söylediğimiz her söz,çevremizden aldığımız yada kendimize karşı yapmış olduğumuz iletişimin sonucundaki programlamanın ürünüdür.

Şöyle bir soru aklınıza gelebilir;”iç iletişim beynimizi-beynimizde vücudumuzu nasıl etkilemektedir ?” buna cevap vermeden önce aşağıdaki paragrafı okumanızı istiyorum.

“Manava sebze-meyve almaya gittiniz. Elma, portakal gibi meyveleri aldıktan sonra, orda kasaların üstünde duran sarı sarı, sulu limonları gördünüz. Limonları elinizle ezdikten sonra bir kilo limon alıp eve gittiniz. Eve girer girmez,hemen limonlardan bir tanesini alarak ikiye böldünüz. Limon o kadar sulu ki, içindeki sı mutfak tezgahından düşmeye başlamıştı. Dilimlerden birini alarak ağzınıza getirdiniz ve onu ağzınızın içine sıkarak,o ekşi tadı tattınız.”

Bu paragrafı okuduktan sonra büyük bir ihtimalle,bu iletişimi alan beyin harekete geçerek ağzınızda limon yer gibi bir durum oluşmaya başlamıştır. İstem dışı olan bu durum iletişimin vücudumuzu etkilediğinin bir kanıtıdır.

İÇ İLETİMİN SEVİYELERİ;

1-YAPAMAM: En zararlı iç iletişimdir. Kendiniz hakkında kötü yada olumsuz bir şey söyleyip bunu kabullendiğiniz seviyedir.(iletişimdir) bu seviyeyi tanımak kolaydır. Bu seviyeyi şu kelimelerden tanıya bilirsiniz;”yapamam”,”keşke yapabilseydim”,”yapabilmeyi çok isterdim”,”üniversiteyi kazanabileceğimi sanmıyorum”,”sınavdan iyi bir not alamam” gibi kelimelerle yapmış olduğumuz iletişim bizim korku ,endişe ve tereddüde neden olur. Beynimiz bizim söylediğimizle ilgilenmez onu yapar.

2-..........YAPMAYA İHTİYACIM VAR,.............YAPMALIYIM SEVİYESİ: Bu kelimeler aldatır. Bizim yararımıza çalışıyormuş gibi görünür ama bize karşı çalışır. Bu kelimeler;”yapmam gerek”,”........ama değilim”. Bu kelimelerle yapılan iletişim zararımızadır. Çünkü bu iletişimle sorunu kabullenmiş oluruz.”derslerimde daha başarılı olmaya ihtiyacım var” dediğinizde aslında siz beyninize şu programı yollamış olursunuz;” derslerimde daha başarılı olmaya ihtiyacım var........ama değilim”

3-BEN ASLA.....,BEN ARTIK........SEVİYESİ: Yararınıza çalışan en alt seviyedeki kelimelerdir. Bu seviyede değişmeyi kabul edersiniz. Aynı zamanda değişiklik olmuş gibi bu bir şeyler yapma kararı da alınır ve kararı şimdiki zamanda ifade edersiniz. Şu cümlelerle ifade edilir.”derslerime artık çalışıyorum”,”üniversiteyi kazanacağıma inanıyorum”,”sınavlarıma çalışıyorum”...v.b.

4-BEN ......İM SEVİYESİ: Bu kullanabileceğimiz en etkili iletişimdir.en az kullandığımız ama en fazla kullanmamız gereken kelimelerdir. Bu seviyeyle gerçek olmasını istediğiniz yöne doğru ilerlersiniz. Olmak istediğiniz şekli, resmi bilinç altına gönderirsiniz ve şunu iletmiş olursunuz;”ben bu olmak istiyorum ve beni bu yap.” Programını yollamış olursunuz. Başlıca cümle yapıları şöyledir; “ben derslerime çalışırım”,”ben her sınavda başarılı olurum”,”ben üniversiteyi mutlaka kazanırım”...v.b.

5-O....DUR SEVİYESİ: Bu dünyasal istekleri aşmış,asıl yerini arayan bir çok insanın aklının alamayacağı,erişemeyeceği bir şeyde aramayı seçen insanların dilidir.

İç iletişimi mükemmel olarak kullanan herkes başarıya ulaşamamış olabilir ama başarıya ulaşmış olan herkes iç iletişimi mutlaka en iyi şekilde kullanmışlardır. Başarıya ulaşmak istiyorsanız olumlu bir iç iletişim kurmaya çalışın.

müthiş yazılar

XSENTOS'TAN


BİR MAĞARA YAZISI



Gürültünün patırtının ortasında sükunetle dolaş;

sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma.

Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe,

herkesle dost olmaya çalış.

Sana bir kötülük yapıldığında,

verebileceğin en iyi karşılık, unutmak olsun.

Bağışla ve unut.

Ama kimseye teslim olma.

Seveceğin bir iş seçersen,

hayatın boyunca bir an bile çalışmış sayılmaz ve yorulmazsın.

İşini öyle seveceksin ki,

başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken,

verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.

Aşka burun kıvırma sakın.

O çöl ortasındaki yemyeşil bir bahçedir.

O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için,

her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.

Kaybetmeyi, ahlaksızca bir kazanca tercih et.

Bazı idealler o kadar değerlidir ki,

o yolda mağlup olman bile zafer sayılır.

Görmeye çalış ki bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen,

dünya yine de insanoğlunun yegane mekanıdır.

(Bu yazı milattan önce 900 yılında Xsentos'ta yazılmış bir mağara grafittisinden alınmıştır. Yazı Cem Özer'in "Acem'i Yazılar kitabının 79-80. sayfalarında yer almaktadır. Kitap Parantez Yayınları tarafından yayınlanmıştır.)

EĞER BİR ÇOCUK



Eğer bir çocuk;

Sürekli eleştirilmişse

Kınamayı, ayıplamayı,

Kin ortamında büyümüşse

Kavga etmeyi,

Alay edilip aşağılanmışsa

Sıkılıp utanmayı,

Devamlı utandırılarak terbiye edilmişse

Kendini suçlamayı öğrenir.

Eğer bir çocuk;

Hoşgörü ile yetiştirilmişse

Sabırlı olmayı,

Desteklenip yüreklendirilmişse

Kendine güven duymayı,

Övülmüş ve beğenilmişse

Takdir etmeyi,

Hakkına saygı gösterilerek büyütülmüşse,

İnançlı olmayı

Kabul ve onay görmüşse

Kendini sevmeyi,

Aile içinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse,

BU DÜNYADA MUTLU OLMAYI ÖĞRENİR.

Dorothy Nolte

ÇOCUKTAN ANNESİNE

Lütfen Alkollü Araba Kullanmayın



Dün bir partiye gittim anne, bana öğütlediklerin aklımdaydı,

"İçki içme yavrum" demiştin, yalnızca soda içtim anne.

Dediğini yaptığım için içim gururla doluydu,

Diğerlerine benzemedim ve İÇKİLİ ARABA KULLANMADIM.

Ben doğru olanı yaptım anne, tıpkı senin dediğin gibi...

Şimdi parti sona eriyor anne ve herkes içkili

Arabayı kullanmaya başladım anne, tam yola çıkacaktım,

Diğer araba beni görmedi anne, bana bir eşyaymışım gibi çarptı.

Kaldırımda uzanmış yatarken yaralı,

Polisin "Bu çocuk sarhoş" dedigini duydum anne

Bana çarpan sarhoşsa onun hatasını ben mi ödeyeceğim anne?

Burada ölüyorum anne, hayatım bir balon gibi sönecek mi?

Etraf kan dolu anne, benim kanımla.

Hissediyorum, birazdan öleceğim.

Sana son bir şey söylemek istiyorum anne,

Yemin ederim hiç içmedim,

İçen ben değil, onlardı anne......

Galiba bana çarpanla aynı partideydik,

Tek fark; o sadece sarhoş, bense ölüyorum anne.

İnsanlar neden içer anne?

Şimdi keskin bir acı duyuyorum, tıpkı bıçak gibi.

Bana çarpan çocuk yürüyor, görüyorum. Bu haksızlık!

Kardeşime söyle ağlamasın anne, babama söyle cesur olsun.

Mezarımın başına "babasının kızı" diye yazmayı unutmasın.

Birileri ona içkili araba kullanmamasını söylemeli anne.

Nefesim tükeniyor, gittikçe halsizleşiyorum.

Ne olur ağlama arkamdan.

Son bir sorum var anne elveda demeden önce,

SUÇLU BEN OLMADIĞIM HALDE ÖLEN NEDEN BENİM...

(Bu şiir İngiltere'de alkollü sürücüler yüzünden yaşamlarını yitirenlerin anısına yazılmış olup, internet aracılığı ile tüm dünyayı dolaşmaktadır.)

GERÇEK FAKİRLİK



Günlerden bir gün zengin bir baba ailesi ve oğlunu köye götürdü.

Bu yolculuğun tek amacı vardı;

insanlarin ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek.

Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler.

Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu;

"İnsanlarin ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?"

"Evet!"

"Ne öğrendin peki?"

Oğlu yanıt verdi;

"Şunu gördüm:

Bizim evde bir köpeğimiz var,

onlarınsa dört.

Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var,

onlarınsa sonu olmayan bir dereleri.

Bizim bahçemizde ithal lambalar var,

onlarınsa yıldızları.

Bizim görüş alanımız ön avluya kadar,

onlarsa bütün bir ufku görüyorlar."

Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı.

Oğlu ekledi;

"Teşekkürler, baba.

Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!''

YAŞAM ÖĞÜTLERİ



1. Büyük aşklar ve büyük kazanımların büyük risk taşıdığını hesaba katın.

2. Kaybettiğinizde, aldığınız dersi de kaybetmeyin.

3. Üç 'S'yi hep uygulayın:

Saygı, kendiniz için

Saygı, başkaları için ve

Sorumluluk, tüm davranışlarınız için,

4. İstediğinizi alamamanızın bazen ne kadar büyük bir şans olduğunu hatırlayın.

5. Kuralları iyi öğrenin ki, onları düzgün şekilde ihlal etmeyi bilesiniz.

6. Küçük bir aksaklığın, büyük bir arkadaşlığı yaralamasına izin vermeyin.

7. Hata yaptığınızı anladığınız zaman, düzeltmek için derhal gerekli adımları atın.

8. Biraz yalnız zaman harcayın.

9. Kollarınızı değişime açın, ama değerlerinizin kaybolup gitmesine izin vermeyin.

10. Sessizliğin bazen en iyi yanıt olduğunu hatırlayın.

11. İyi ve şerefli bir hayat yaşayın. Yaşlandığınızda ve dönüp geçmişinize baktığınızda, ikinci kez keyif alın.

12. Sevgi dolu bir ev hayatınızın temelidir. Sakin, düzenli bir ev yaratmak için elinizden gelen herşeyi yapın.

13. Sevdiklerinizle anlaşmazlığa düştüğünüzde, sadece mevcut durumla ilgilenin. Geçmişi getirmeyin.

14. Bilginizi paylaşın. Bu ölümsüzlüğe giden yoldur.

15. Dünyaya karşı nazik olun.

16. Yılda bir kez, daha önce hiç gitmediğiniz bir yere gidin.

17. En iyi ilişkinin, birbirinize karşı duyduğunuz aşkın, birbirinize olan ihtiyaçtan daha fazla olduğu zamanı işaret ettiğini hatırlayın.

18. Başarınızı, ona ulaşmak için nelerden vazgeçtiğinizle yargılayın.

19. Aşka ve yemek pişirmeye, sonuçlarını hiç düşünmeden girişin.

(Nepal "İyi Şanslar" Mantrası'ndan alınmıştır)

DİLENCİ



Sen, hergün köşe başlarında

yırtık urbanla kirli ellerinle

avuç açan, sefil insan.

İnan yok farkımız birbirimizden.

sen belki tüm yaşamınca dilenecek;

beklediğin beş kuruşu biri vermezse,

ötekinden isteyeceksin.

Ama ben, tüm yaşamım boyunca

tek bir kez dilendim,

bir acımasız kalbin sevdası ile alevlendim.

Öylesine boş öylesine açık kaldı ki elim,

yemin ettim bir daha dilenmeyeceğim.

Victor Hugo

NE GÖRÜYORSUNUZ?



Harp sırasında kocam New Mexiko'daki Mojave çölüne gönderilmişti. O, çölde tatbikata katılırken yanında olabilmek için ben de çölün yolunu tuttum.

Kendimi cehennemin kucağına atmıştım. Ortalık yanıyordu. Küçük bir kulübede oturuyordum ve yanında olmak için tehlikeye atılarak geldiğim kocamı unutmuş, can derdine düşmüştüm.

Etrafımdaki Meksikalılar ve yerliler, tek kelime İngilizce bilmediğinden, kimseyle konuşamıyordum. Sıcak rüzgar, bir taraftan bedenimi kavuruyor, diğer taraftan yediğim yemeği de, ağzımı burnumu da kumla dolduruyordu. Canıma yetmişti.

Kağıda kaleme sarılıp babama bir mektup yazdım.

"Gelin, beni buradan alın" dedim.

"Burada yaşamaktansa hapishanede yaşamayı tercih ederim."

Babamı beklerken cevabı geldi.

Sadece iki satır yazmıştı;

"İki adam hapishane penceresinden dışarıya baktı.

Biri çamuru gördü, diğeri yıldızları."

Bu iki satırı okuyunca utancımdan kıpkırmızı kesildim.

Ben hep çamuru görmüştüm.

Halbuki yıldızlar da vardı.

Derhal yerlilerle dost oldum. Kilimlerine, çanak ve çömleklerine olan hayranlığımı belirttim. Turistlere para ile vermeye yanaşmadıkları kıymetli eşyalarından bana hediyeler verdiler.

Kaktüsleri, vukka ve erguvan ağaçlarını inceledim.

Kır köpeklerini tanıdım.

Çöl gurubunu seyrettim.

Çöl, yüzlerce yıl önce deniz dibi olduğundan kumun içinde deniz hayvanlarının kabuklarını aradım.

Ne değişmişti de, dün nefret ettiğim çöle bugün bağlanmıştım.

Çöl mü değişmişti?

Hayır.

O yine kavuruyordu.

Yerliler mi değişmisti?

Hayır.

Onlar, yine ingilizce bilmiyorlardı.

Sadece ben değişmiştim.

Pencereden kafamı uzatmış ve yıldızları görmüştüm.

Thelma Thompson

POZİTİF DÜŞÜNCE



John Ruskin, ünlü bir İngiliz sanat eleştirmenidir.

Bir gün, Ruskin'in zengin bir arkadaşıyla akşam yemeği randevusu vardır.

Arkadaşı suratı asık bir şekilde gelir.

Anlaşıldığına göre, yemeğe gelirken arkadaşının göğüs cebindeki dolmakalem kırılmış ve kısa bir süre önce hediye olarak aldığı değerli bir mendilin üzerine çıkmayan Hint mürekkebi leke yapmıştı.

Arkadaşı mendili çıkarıp Ruskin'e gösterir.

Kumaşın ortasında çok belirgin siyah yuvarlak bir leke vardır.

Adam o kadar üzülmüştür ki, yemeğine çok az dokunabilir ve eve aceleyle dönerken, mendili masanın üstünde unutur.

Ruskin, çıkarken mendili yanına alır.

Birkaç hafta sonra zengin arkadaşının evine bir paket teslim edilir.

Açtığında, kendisini çok şaşırtan ve sevindiren bir şekilde mürekkep lekeli mendilin harika bir sanat eserine döndüğünü görür.

Ruskin, biraz Hint mürekkebi almış ve yuvarlak lekeyi merkez noktası olarak kullanıp, bütün mendili kaplayan nefis bir desen çizmişti.

İnsanlar eğer pozitif düşünürlerse ve yaratıcı davranırlarsa, olumsuzlukları başarıya dönüştürebilirler.

Ruskin, arkadaşının küçük üzüntü duvarına bir kapı açarak mutluluğunu sağlamıştı.

Hem özverili davranışı ile yaşamlarını zenginleştirmiş, hem de arkadaşının sevgisini kazanmıştı.

DEFNE



Orman Tanrısı ile Nehir Tanrısının bir kız çocuğu olur.

Adını "Defne" koyarlar.

Tanrılar çocuklarını kimseye göstermezler.

Ancak artık büyümüş ve güzelliği dille anlatılacak gibi değildir.

Genç kız her gün ormanda gezintiye çıkar.

Bir gün, bir flüt sesi duyar.

Sesi takip eder ve

flütü çalanın Doğa Tanrısı Apollo olduğunu görür.

Genç kız, her gün onu gizlice dinler.

Fakat, Apollo onu fark eder.

Kızın cazibesi Apollo'yu hemen sarar ve

Defne'yi yakalamak ister.

Genç Kız hızla kaçar.

Ancak Apollo ona yetişir ve

tam yakalayacağı an,

Defne, babası olan Orman Tanrısından yardım ister.

Orman Tanrısı o an kızının ağaç olmasını diler.

Defne'nin ağaç olması üzerine Apollo;

"Madem O'na kavuşamadım,

ben de O'nu sonsuza dek koruyacak bir rüzgar olayım" der ve

rüzgar olur.

Bugün, defne ağaçlarının etrafında hafif bir rüzgarın estiği söylenir.

DAPHNE



Bir gün, Apollon Thessalia'da

kıyıları ağaçlarla gölgelenen Peneus ırmağı kenarında,

güzel bir genç kız gördü.

Bu güzelin adı Daphne idi ve

Apollon, görür görmez ona aşık olmuştu.

Daphne, ormanların derinliklerinde dolaşmaktan zevk alıyordu.

Ay ışığında yabani hayvanları kovalamak, avlamak en büyük eğlencesi idi.

Yalnız başına dolaşmayı çok seviyordu.

Dahası, Daphne hayatı boyunca yalnız yaşamaya yemin etmişti.

Erkeklerden nefret ediyordu.

Bu yüzden evlenmeyi kesinlikle istemiyordu.

Fakat Apollon ona delicesine tutulmuş peşini bırakmıyordu.

Ormanda karşılaştıklarında

Tanrı Apollon güzeller güzeli bu kızla konuşmak istedi

ancak Daphne ondan korkarak koşmaya başladı.

Apollon ne dediyse onu durmaya ikna edemedi,

Daphne korkmuştu bir kere.

Yorgun düşene kadar koştu koştu,

daha fazla koşacak gücü kalmadığında yere yıkıldı ve

toprak anaya yalvarmaya başladı.

"Ey toprakana beni ört, beni sakla, kurtar"

Toprakana onun yakarışını duymuştu.

Az sonra Daphne,

yorgunluktan ağrıyan bacaklarının sertleştiğini,

odunlaşmaya başladığını hissetti.

Gri renk bir kabuk göğsünü kapladı.

Güzel kokulu saçları yapraklara dönüştü ve

kolları dallar halinde uzandı,

küçük ayakları ise kök olup toprağın derinliklerine doğru indi.

Apollon, sevdiği kıza sarılmak isterken

bu Defne ağacına çarpınca şaşırdı.

O günden sonra Defne ağacı Apollon'un en sevdiği ağaç oldu ve

defne yaprakları genç tanrının saçlarının çelengi oldu.

Kahramanlara ödül olarak defne yapraklarından yapılma taçlar taktılar.

ZORLAR ve KOLAYLAR



Hayatta zor işler, kolay işler var,

Bunları ayıran insan olmak zor.

Bilgiçlik taslamak, konuşmak kolay,

Az ve öz konuşup susan olmak zor.

Akıl vermek kolay, iş bozmak kolay,

Bozuğu onaran insan olmak zor.

Niyet etmek kolay, başlamak kolay,

Bir işi bitiren insan olmak zor.

Almak kolay, benlik, bencillik kolay,

Alan insan değil, veren olmak zor.

Merak kolay, olay seyretmek kolay,

Bakan insan değil, gören olmak zor.

Kazanç kolay, servet, zenginlik kolay,

Vicdanlı, namuslu patron olmak zor.

Açları kandırmak, azdırmak kolay,

Açları doyuran insan olmak zor.

Yemin etmek kolay, söz vermek kolay,

Verdiği sözünde duran olmak zor.

Seçilmek, yükselmek, baş olmak kolay,

Sahtekar baskıyı kıran olmak zor.

Hile, yalan, riya, kalleşlik kolay,

Doğru olmak, içten insan olmak zor.

Kan akıtmak kolay, acıtmak kolay,

Acıyan yarayı saran olmak zor.

Nefse uymak kolay, hırslanmak kolay,

Nefsini, hırsını yenen olmak zor.

Yuva kurmak, evlenmek kolay,

Yuvada huzura eren olmak zor .

Yaşam kolay, doğmak, yaşlanmak kolay,

İnsanca yaşlanmak, insan olmak zor.

CAFFEE SOSPESO

ASKIDA KAHVE



Ünlü İtalyan sinema sanatçısı Vittorio de Sica bir TV röportajında anlatıyor:

İtalya'da Napoli'nin kenar mahallelerinden birinde, bir Cafe-Bar da, espressolarımızı içiyoruz.

İçeri giren müşterilerden biri, barmene "due caffee, uno sospeso" (iki kahve, biri askıda) diyor, iki kahve parası veriyor, bir kahve içip gidiyor, barmen de tezgahın üzerinde asılı duran çiviye bir küçük kağıt asıyor.

Biraz sonra iki kişi içeri giriyor: "due caffee e un sospeso" (iki kahve ve bir askıda) diyorlar, üç kahve parası verip, iki kahve içip gidiyorlar, barmen gene bir küçük kağıt daha asıyor.

Bunun gün boyu böyle sürdüğü anlaşılıyor.

Derken üstü başı biraz eski, püskü, belli ki fakir biri bardan içeri girdi, barmene "un caffee sospeso" (askıdan bir kahve) dedi ve barmenin hazırladığı kahveyi içip, para ödemeden çıkıp gitti.

Barmen de tezgahın üzerine asmış olduğu kağıtlardan bir tanesini aşağı indiriverdi...

YAŞAMAK



Yaşamak fırsattır, yararlanmayı bil.

Yaşamak güzelliktir, kıymetini bil.

Yaşamak mutluluktur, tatmayı bil.

Yaşamak rüyadır, gerçekleştirmeyi bil.

Yaşamak meydan okunmasıdır sana, karşı çıkmayı bil.

Yaşamak görevdir, tamamlamayı bil.

Yaşamak oyundur, oynamayı bil.

Yaşamak servettir, korumayı bil.

Yaşamak aşktır, sevgidir, keyfini çıkarmayı bil.

Yaşamak bilmecedir, çözmeyi bil.

Yaşamak verilmiş bir sözdür, tutmayı bil.

Yaşamak hüzündür, aşmayı bil.

Yaşamak şarkıdır, söylemeyi bil.

Yaşamak mücadeledir, kabullenmeyi bil.

Yaşamak şanstır, kullanmayı bil.

YAŞAMAK YAŞAMAKTIR, UĞRUNA SAVAŞMAYI BİL

ELBETTE



Güneş her akşam batıp her gün doğuyorsa

Çiçekler solup solup tekrar açıyorsa

En derin yaralar kapanıyorsa

En büyük acılar unutuluyorsa

Neden korkulur hayatta söyleyin bana

Ben neden hep aynı kalayım söyleyin bana

Elbette bazen çiçek açıp bazen solacağım

Elbette daldan dala konup sonra uçacağım

Elbette bazen hızla dönüp bazen duracağım

Elbette bazen söyleyip bazen susacağım

İnanmadım asla inanamam

Herşeyin bir sonu olduğuna

Elbette bugün ağlıyorsam yarın güleceğim

Elbette önce çekip gidip sonra döneceğim

Candan Erçetin

MADENCİ



Madenci sıcak bir yaz günü güneşin altında çalışırken, birden sıcağın onu daha verimli çalışmasından alıkoyduğunu farketmiş ve o an "güneş benim çalışmamı engelliyor. O zaman benden daha güçlü" diye düşünmüş.

Güce de çok önem verdiği için o an GÜNEŞ olmayı dilemiş Allah'tan.

Allah, madencinin isteğini kabul etmiş ve madenci güneş olmuş.

Bütün dünyayı ışınıyla aydınlatmış, heryeri kavurmuş gücünü herkese göstermiş.

Fakat bir gün güneşin önüne bulut gelmiş.

Bizim madenci çok sinirlenmiş bu işe. Çünkü bulut güneşin ışınlarını kesiyormuş ve madenci "bulut güneşten daha güçlü ben bulut olmak istiyorum" demiş

ve o an bulut olmuş madenci.

Yağmurlar yağdırmış, seller bastırmış, şimşekler yaratmış.

Güçlü olduğu için halinden memnunmuş.

Ama fazla uzun sürmemiş mutluluğu. Çünkü bu sefer de rüzgar bulutu sürüklemiş ve bizim madenci yine düşünmüş ki "rüzgar bulutu sürükleyebiliyorsa o zaman en güçlüsü rüzgar", "ben rüzgar olmak istiyorum" demiş

ve rüzgar oluvermiş o an.

Madenci rüzgar şeklinde fırtınalar estirmiş, denizleri coşturmuş, kasırgalar yaratmış. Ama bu seferde eserken karşısına koca bir taş kütlesi çıkmış. Bir bakmış "bu nasıl bir şey ki benim rüzgarımı kesiyor?" diye düşünmüş. O taş kütlesi aslında bir dağmış. Ve Allah'tan son bir dilekte bulunmuş. Bir dağ olmayı istemiş.

Madencinin isteği kabul olmuş ve sonsuza kadar dağ olarak yaşamaya karar vermiş. Çünkü dünyadaki en güçlü şey dağ olduğunu düşünmeye başlamış.

Madenci dağ olarak hayatından memnun bir şekilde yaşarken birden bir rahatsızlık hissetmiş. Bir şey içini kemiriyormuş.

Derken dağ onu rahatsız eden şeyin ne olduğunu bulmuş;

onu rahatsız eden, içini kemiren bir madenciymiş.



DEĞİŞİM



Westminster manastırının bodrumunda bir Anglikan piskoposunun mezarı üstünde şu sözler yazılıdır:

"Genç ve hür iken, düşlerim sonsuzken, dünyayı değiştirmek isterdim.

Yaşlanıp akıllanınca, dünyanın değişmeyeceğini anladım.

Ben de düşlerimi biraz kısıtlayarak sadece memleketimi değiştirmeye karar verdim.

Ama o da değişeceğe benzemiyordu.

İyice yaşlandığımda, artık son bir gayretle, sadece ailemi, kendime en yakın olanları değiştirmeyi denedim.

Ama maalesef bunu kabul ettiremedim.

Ve şimdi ölüm döşeğinde yatarken birden farkettim ki, önce yalnız kendimi değiştirseydim, onlara örnek olarak ailemi de değiştirebilirdim.

Onlardan alacağım cesaret ve ilhamla, memleketimi daha ileri götürebilirdim.

Kim bilir, belki dünyayı bile değiştirebilirdim."

BİR EFSANEDEN



Tanrılar insanoğlunu yaratmamış,

yer ile gök henüz birbirinden ayrılmamıştı daha.

Evrenin bütün renkleri iç içeydi.

Mavi sarısıyla, beyaz siyahıyla yaşıyordu.

Derken bir gün tanrılar sıkıldı.

Yer ve göğün savaşmasını istediler.

Kazananın rengi sonsuzluk olacaktı.

İki yakın arkadaş hiç istemedikleri halde tanrılarının sözünü dinlediler.

Büyük bir gürültüyle yıllarca sürdü savaş.

Sonunda gökyüzü kazandı ve mavi renk ona verildi.

Sonsuzluk ve özgürlük de...

Arkadaşına çok üzülen gök, tanrılara yalvardı.

Göğün göz yaşlarından denizler yarattılar.

Mavisinden serpiştirdiler biraz da.

Göğün kuşlarını balık yaptılar derin mavilikte tanrılar.

Söylenenlere göre her dolunay düşünce denize,

iki dost milyonlarca yıllık öykülerini anlatırmış derinlere.

İki dostun hikayelerini bütün balıklar, bütün yosunlar bilirler

fakat konuşamazlar dile getiremezler bir türlü.

Oysa derinlere daldığınızda

siz de ortak olursunuz milyonlarca yıllık hikayeye...

IŞIK



Küçük bir kasabada genç bir adam kendi işini kurdu. Bu, iki caddenin köşesinde bir perakendeciydi.

Adam dürüst ve dost canlısıydı, insanlar onu seviyorlardı. Ondan alışveriş yapıyorlar ve arkadaşlarına tavsiye ediyorlardı.

Adam bir yıl içinde bir dükkandan, Amerikanın bir ucundan diğerine uzanan bir zincir oluşturdu.

Bir gün hastalanıp hastaneye kaldırıldı. Doktorlar az zamanı kalmış olabileceğinden endişe ediyorlardı.

Üç yetişkin çocuğunu yanına çağırdı ve onlara bir görev verdi;

İçinizden biri yıllar boyu uğraşarak kurduğum şirketimin başına geçecek. Hanginizin bunu hak ettiğine karar vermek için, her birinize birer dolar vereceğim. Şimdi gidip bu birer dolarla ne alabiliyorsanız alacaksınız, ama bu akşam geri döndüğünüzde paranızla aldığınız şey hastahane odamı bir uçtan bir uca doldurmalı.

Çocuklar bu başarılı şirketi yönetme fırsatı karşısında heyecana kapıldılar. Üçü de şehre gidip parasını harcadı.

Akşam geri döndüklerinde babaları sordu;

"Birinci, çocuğum, bir dolarla ne yaptın?"

Çocuk cevap verdi; "Arkadaşımın çiftliğine gittim, bir dolarımı verdim ve iki balya saman aldım".

Sonra odadan dışarı çıktı, saman balyalarını getirdi, açtı ve havaya savurmaya başladı. Oda bir anda samanlarla dolmuştu. Ama biraz sonra samanların tamamı yere indi ancak babanın söylediği gibi odayı bir uçtan öbür uca dolduramadı.

Adam sordu; "Peki ikinci çocuğum, sen paranla ne yaptın?"

"Yorgancıya gittim. İki tane yastık aldım."

Bunu söyleyen çocuk, yastıklari içeri getirdi, açtı ve tüyleri bütün odaya dağıttı. Zaman içinde bütün tüyler yere düştü, böylece oda yine dolmamıştı.

"Sen üçüncü çocuğum, sen paranı ne yaptin?" diye sordu adam.

"Dolarımı cebime koyup senin yıllar önceki dükkanın gibi bir dükkana gittim.

Dükkanın sahibine parayı verdim ve bozmasını istedim. Dolarımın 50 centini İncil'de yazıldığı gibi çok değerli bir şeye verdim. 20 centini şehrimizdeki iki yardım kurumuna bağışladım. 20 centte kiliseye verdim. Böylece bir onluğum kaldı. Bununla iki şey aldım."

Çocuk elini cebine atıp bir kibrit kutusu ve bir mum çıkardı.

Işığı kapatıp, mumu yakınca oda mumun yaydığı ışıkla dolmuştu.

Oda, samanla veya tüyle değil, bir uçtan öbür uca ışıkla dolmuştu.

Baba memnundu.

"Çok iyi oğlum. Bu şirketin başına sen geçeceksin. Çünkü yaşam hakkında çok önemli bir şeyi, ışığını yaymayı biliyorsun. Bu çok güzel"

N.Qubein

OĞLUMUN ÖĞRETMENİNE



Öğrenmesi gerekli, biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını.

Fakat şunu da öğret ona; her alçağa karşılık bir kahraman, her bencil politikacıya karşılık kendini adamış bir lider vardır.

Her düşmana karşılık bir dost olduğunu da öğret ona.

Zaman alacak biliyorum. Fakat eğer öğretebilirsen ona, kazanılan bir doların bulunan beşinden daha değerli olduğunu öğret.

Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve hem de kazanmaktan neşe duymayı.

Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.

Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona.

Bırak erken öğrensin zorbaların görünüşte galip olduklarını.

Eğer yapabilirsen, ona kitapların mucizelerini öğret.

Fakat ona sessiz zamanlar da tanı. Gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği.

Okulda hata yapmanın hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.

Kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi.

Nazik insanlara karşı nazik, sert olanlara karşı da sert olmasını öğret ona.

Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma.

Tüm insanları dinlemesini öğret ona. Fakat tüm dinlediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret.

Eğer yapabilirsen, üzüldüğünde bile nasıl gülümseyeceğini öğret ona.

Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.

Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini.

Ona kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını, fakat hiçbir zaman kalbi ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.

Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona. Ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa dimdik dikilip savaşmasını öğret.

Ona nazik davran, fakat onu kucaklama. Çünkü ancak ateş çeliği saflaştırır.

Bırak sabırsız olacak kadar cesarete sahip olsun.

Bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.

Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır.

Bu büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bak bakalım.

O, ne kadar iyi, küçük bir insan. Oğlum.

Abraham Lincoln

(Oğlunun öğretmenine yazdığı mektuptan alınmıştır

EĞER



Eğer, herkes kendini kaybedip seni suçladığı zaman,

sen soğukkanlığını koruyabilirsen;

Eğer, herkes senden kuşkulandığında

sen kendine güvenip tüm şüpheleri hoşgörüyle karşılayabilirsen;

Eğer, sabırla bekleyebilir ve beklemekten yorulmazsan;

ya da iftiraya uğradığında yalana yalanla karşılık vermezsen

ve kin tutana kin duymazsan;

Eğer, düşlere kapılmadan düş kurabilir;

düşünebildiğin halde düşüncelerinin kölesi olmazsan

ve aynı zamanda ne çok uysal olup

ne de çok akıllıca bir tavırla konuşmazsan;

Eğer, ne kazandım diye sevinir,

ne yıkıldım diye yerinir,

ikisini de karşılayıp yüzleşebilirsen

ömür verdiğin şeylerin yıkılışını seyredebilir

ve yine onu kurmaya çalışırsan;

Eğer, iş işten geçtikten sonra da yüreğini ve bedenini seferber edip

herkesin vazgeçtiği noktada sen amacına yönelebilirsen;

Eğer, herkes ile birlikte olur da, erdemli kalabilirsen

ya da krallarla dolaştığın bir durumda,

gururlanıp benliğini ve dostlarını unutmazsan;

Eğer, ne sevgili dostların, ne de düşmanların seni incitmezse

ve kimseyi hem küçümsemez,

hem de kimseye bağımlı olmamayı başarabilirsen;

Eğer, her günün her saatini,

her dakikanın her saniyesini iç rahatlığıyla yaşabilirsen,

bütün dünya senin olur

ve o zaman artık

"ADAM"

olduğunu düşünebilirsin....

GÜNÜN MENÜSÜ



Bir ölçü "Günaydın"

İki ölçek "İyi Günler"

Birazcık "İlgi"

Bir tutam "Anlayış"

Normal ölçüde "Nezaket"

Bir tatlı kaşığı "Tolerans"

Malzemeyi iç dünyanızdan alın

Yıkamaya gerek yok tertemizdir

Gönül teknenizde yavaşça karıştırın

Kokusu her yanınıza sinince

İçine duygu şerbeti ekleyip karıştırın

Karışımı hayat tabağının üzerine yavaşça boşaltın

Üstünü sevgi marmelatı ile süsleyin

Gökkuşağının renginden bir kaç parça serpiştirin

Gün boyunca afiyetle yiyin

Sadece kendiniz yemeyin

Herkese verin...

Yemeğin adı: İNSANLIK

MUTLULUK REÇETESİ



İnsanlar bana hep "daha çok mutlu olmanın yollarını" sorar, hani neredeyse bir reçete isterler. Genel geçer bir mutluluk reçetesinin imkansızlığını anlatmaya çalıştığımda da, onları önemsemediğimi düşünüp kızarlar ya da bilgiyi kendime saklamakla suçlarlar.

Baskılara daha fazla dayanamıyor ve bazı basit kuralları reçeteleştiriyorum, işte sizin için. Kurallar çeşitli kitaplardan öğrendiklerimin ve deneyimlerimin neticesinde oluşmuştur. Tamamının özgün olmadığını söylemeliyim.

Apache Kabilesi'ne ait atasözünün açıklayış biçimiyle, öğreniyorum ben de sizler gibi;

"Baykuş gibi sabırlı bir seyirci olmayı öğrendik.

Kargadan zeki olmayı öğrendik.

Kendisinden on kat büyük baykuşu arazisinden atmak için,

durmaksızın mücadele veren alakargadan, cesareti öğrendik.

Fakat hepsinden önce, öğretmenimiz olarak iskete kuşu gelir.

Çünkü onun, boyun eğmez bir ruhu vardır."

Gelelim reçetemize:

1. "Sadece kendi davranışlarınızı kontrol edebilirsiniz, diğerlerinin değil" gerçeğini, tartışmasız kabul edin.

2. Kimse size istemediginiz bir şeyi yaptıramaz, sizin de diğerlerine yaptıramayacağınız gibi. Başkalarını kontrol etme isteğini ve bu istek için harcadığınız enerjiyi kendinize yönelttiğinizde, yapabilme gücünüz ve özgürlüğünüz artar; ancak özgürlüğün de bir bedeli olduğunu unutmayın.

3. Özgürlüğünüze ait istekleriniz, diğerlerinin hak alanına girdiğinde, çatışma yaratır. Bu yüzden isteklerinizin, diğer kişinin hangi alanına girdiğine ve ne anlam ifade ettiğine dikkat edin. Laf olsun diye istemeyin. Bedelini ödeyemeyecekseniz dile getirmeyin.

4. Ne kadar büyük ve acı verici olursa olsun, sorunu kabul edip, yüzleşin. Üzüntüyü çekmeden, çözüm üretip güçlenmeniz mümkün değildir. Sakinleşin, önceliklerinizi belirleyin ve düzenleyip, yapılandırın.

5. Geçmişe saplanıp kalmayın; değiştiremeyecekleriniz için yanıp yakılmak ve pişmanlık duymak faydasızdır. Şu andan sonrasına etki edebileceğinizi farkedin. Hatalarınızı ve nedenlerini bulup, yolunuza devam edin.

6. Sevgi, huzur, paylaşım, gevşeme gibi ihtiyaçlarınızı reddetmeyin. Koşullar gereği şu anda karşılayamıyorsanız, yapabildiğiniz kadarını gerçekleştirin.

7. Esneme ve uyum yeteneklerinizi geliştirin. Katı prensipleri olmak, kişilik gücüne işaret etmez. Temel özelliklerinizi koruyarak, gelişime açık olun ve gelişimin getireceği değişimlerden korkmayın. Sevdiğiniz insanların da gelişimi için fırsat tanıyın; korkularınızı kontrol altına alın.

8. Hareket alanınızı geniş tutun. Birey olma haklarınızı kullanacağınız alanın büyüklüğü, kendinize duyduğunuz güveni artıracaktır. Uğraşlar, hobiler, farklı arkadaşlar, bakış alanınızı genişleteceği gibi, kişisel gücünüzün artmasına etki edecektir.

9. Zaafsız insan yoktur. Neler olduğunu belirleyin. Bu zaaflara yönelik durum, duygu, düşünce vb. ile karşılaştığınızda, her zamankinden daha dikkatli olun.

10. Olumsuz özelliklerinizi görmede gösterdiğiniz hassasiyeti, olumlu özelliklerinizi görmek için de kullanın, ama kantarın topuzunu kaçırmayın.

Reçete daha uzar gider, ama temel kurallar bunlar.

Kuralları zaten daha önce farkettiğiniz halde

uygulamada problemlerle karşılaşıyor ya da

okuduktan sonra zorluk yaşıyorsanız,

bir profesyonelin yardımına ihtiyaç duyuyorsunuz demektir.

Son söz yine bir kızılderili atasözü olsun mu?

"Soruyu yüreğine sor, cevap da yürekten gelecektir".

MASA DA MASAYMIŞ HA



Adam yaşama sevinci içinde

Masaya anahtarlarını koydu

Bakır kaseye çiçekleri koydu

Sütünü yumurtasını koydu

Pencereden gelen ışığı koydu

Bisiklet sesini, çıkrık sesini

Ekmeğin, havanın yumuşaklığını koydu

Adam masaya

Aklında olup bitenleri koydu

Ne yapmak istiyordu hayatta

İşte onu koydu

Kimi seviyordu kimi sevmiyordu

Adam masaya onları da koydu

Üç kere üç dokuz ederdi

Adam koydu masaya dokuzu

Pencere yanındaydı, gökyüzü yanında

Uzandı masaya sonsuzu koydu

Bir bira içmek istiyordu kaç gündür

Masaya biranın dökülüşünü koydu

Tokluğunu, açlığını koydu

Masa da masaymış ha

Bana mısın demedi bu kadar yüke

Bir iki sallandı durdu

Adam ha babam koyuyordu.

Edip Cansever

KENDİNLE BARIŞIK



Geçinmek için ne yaptığın beni ilgilendirmiyor.

Neyi özlediğini,

Kalbinin arzuladığı şeye kavuşmanın

hayalini kurmaya cesaret

edip edemediğini bilmek istiyorum.

Kaç yaşında olduğun beni ilgilendirmiyor.

Aşk için, hayallerin için, yaşıyor olma serüveni için

Bir aptal gibi görünme riskini

göze alıp alamayacağını bilmek istiyorum.

Ay'ın etrafında hangi gezegenlerin

döndüğü beni ilgilendirmiyor.

Kederinin merkezine dokunup dokunmadığını,

hayatın ihanetlerince açılıp açılmadığını,

daha fazla acı korkusundan

kapanıp kapanmadığını bilmek istiyorum.

Saklamaya, azaltmaya ya da

düzeltmeye çalışmadan

benim ya da kendi acınla oturup oturamayacağını

bilmek istiyorum.

Benim ya da kendi neşenle olup olamayacağını,

insan olmanın sinirliliğini hatırlamadan,

bizi dikkatli ve gerçekçi olmamız için uyarmadan

çılgınca dans edip,

coşkunun seni parmak uçlarına kadar doldurmasına

izin verip vermeyeceğini bilmek istiyorum.

Bana anlattığın hikayenin doğru

olup olmaması beni ilgilendirmiyor.

Kendi kendine dürüst olmak için

bir başkasını hayal kırıklığına

uğratıp uğratamayacağını;

ihanetin suçlamasına dayanıp,

kendi ruhuna ihanet edip etmeyeceğini

bilmek istiyorum.

Güvenebilir ve güvenilebilir

olup olamayacağını bilmek istiyorum.

Her gün sevimli olmasa da

güzelliği görüp göremeyeceğini

bilmek istiyorum.

Benim ve kendi hatalarınla

yaşayıp yaşayamayacağını;

bir gölün kenarında durup

gümüş ay'a "EVET!"

diye bağırıp bağırmayacağını

bilmek istiyorum.

Nerede yaşadığın

ya da ne kadar paran olduğu

beni ilgilendirmiyor.

Keder ve umutsuzlukla geçen

bir gecenin ardından,

yorgun, bitap da olsan,

çocuklar için yapılması gerekenleri

yapıp yapmayacağını bilmek istiyorum.

Kim olduğun,

buraya nasıl geldiğin beni ilgilendirmiyor.

Çekinmeden benimle ateşin ortasında

durup durmayacağını bilmek istiyorum.

Nerede, kiminle,

ne okuduğun beni ilgilendirmiyor.

Diğer herşey bittiğinde

seni ayakta tutan şeyin

ne olduğunu bilmek istiyorum.

Kendinle yalnız kalıp kalamadığını

ve o boş anlarda sana arkadaşlık eden kendini

gerçekten sevip sevmediğini bilmek istiyorum.

Orian Mountain Dreamer

ZAMAN AYIR



ÇALIŞMAK İÇİN ZAMAN AYIR

Bu, başarının bedelidir.

DÜŞÜNMEK İÇİN ZAMAN AYIR

Bu, kudret ve kuvvetin kaynağıdır.

EĞLENMEK İÇİN ZAMAN AYIR

Bu, genç kalmanın sırrıdır.

OKUMAK İÇİN ZAMAN AYIR

Bu, bilginin temelidir.

İBADET İÇİN ZAMAN AYIR

Bu, yücelmenin yoludur.

BAŞKALARINA YARDIM VE

ARKADAŞLARDAN HOŞLANMAK

İÇİN ZAMAN AYIR

Bu, mutluluğun kaynağıdır.

SEVMEK İÇİN ZAMAN AYIR

Bu, hayatın kutsallıklarından biridir.

HAYAL KURMAK İÇİN ZAMAN AYIR

Bu, ruhu yıldızlara eriştirir.

GÜLMEK İÇİN ZAMAN AYIR

Bu, hayatın yükünü hafifleten bir boşanıştır.

PLAN YAPMAK İÇİN ZAMAN AYIR

Bu, ilk dokuz şeyi yapabilmek için

gereken zamana sahip olmanın sırrıdır.

HAYATTA BEN EN ÇOK BABAMI SEVDİM

Hayatta ben en çok babamı sevdim.

Karaçalılar gibi yardanbitme bir çocuk

Çarpı bacaklarıyla- Ha düştü, ha düşecek…

Nasıl koşarsa ardından bir devin,

O çapkın babamı ben öyle sevdim.

Bilmezdi ki oturduğumuz semti,

Geldimi de gidici hep, hepp acele işi!..

Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi,

Atlastan bakardım nereye gitti,

Öyle öyle ezber ettim gurbeti.

Sevinçten uçardım hasta oldum mu,

40’ı geçerse ateş, çağ’rırlar İstanbul’a.

Bir helallaşmak ister elbet, diğ’mi oğluyla!

Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu.

Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.

En son teftişine çıkana değin

Koştururken ardından o uçmaktaki devin.

Daha başka tür aşklar; geniş sevdalar için

Açıldı nefesim, fikrim, canevim.

Hayatta ben en çok babamı sevdim.

Can Yücel

DERVİŞ KAŞIKLARI



Bir gün sormuşlar ermişlerden birine;

"Sevginin sadece sözünü edenlerle,

onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?"

"Bakın göstereyim" demiş ermiş.

Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak

onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine.

Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve

arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.

Ermiş; "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz"

diye bir de şart koymuş.

"Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler.

Fakat o da ne?

Kaşıklar uzun geldiğinden

bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına.

En sonunda bakmışlar beceremiyorlar,

öylece aç kalkmışlar sofradan.

Bunun üzerine, "Şimdi..." demiş ermiş,

"Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe."

Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar

gelmiş oturmuş sofraya bu defa.

"Buyrun" deyince

her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp,

sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını.

Böylece her biri diğerini doyurmuş ve

şükrederek kalkmışlar sofradan.

"İşte" demiş ermiş,

"Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve

doymayı düşünürse o aç kalacaktır.

Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa

o da kardeşi tarafından doyurulacaktır.

Şüphesiz şunu da unutmayın.

Hayat pazarında alan değil

veren kazançlıdır her zaman..."

ÜÇ İNSAN



Bir fıçının içine bir karınca düşmüş.

Bir insan gelmiş, fıçının başına,

karıncayı görmüş,

"Ne işin var senin burada?", demiş ve

karıncayı ezmiş, yok etmiş.

Bir fıçının içine bir karınca düşmüş.

Bir insan gelmiş, fıçının başına,

karıncayı görmüş,

"Kimseye zararın yok sevimli hayvan,

haydi fıçıda yaşamaya devam et", demiş.

Bir fıçının içine bir karınca düşmüş.

Bir insan gelmiş, fıçının başına,

karıncayı görmüş,

Bir kaşık şeker serpmiş fıçının içine.

Bu üç insan kimdir?

Birincisinin adı; BENCİL

İkincisini; HOŞGÖRÜ, diye çağırıyorlar

Üçüncü mü? O, SEVGİ, işte!.....

ANNE



Bir zamanlar dünyaya gelmeye hazırlanan

bir çocuk varmış.

Bir gün Tanrı'ya sormuş;

"Tanrım, beni yarın dünyaya göndereceğini söylediler.

Fakat, ben o kadar küçük ve güçsüzüm ki,

orada nasıl yaşayacağım?"

"Tüm meleklerin arasında senin için bir tanesini seçtim,

O seni bekliyor olacak ve seni koruyacak.

Meleğin sana hergün şarkı söyleyecek ve gülümseyecek.

Böylece sen onun sevgisini hissedecek ve mutlu olacaksın."

"Peki, insanlar bana birşey söylediklerinde,

dillerini bilmeden, söylediklerini nasıl anlayacağım?"

"Meleğin sana dünyada duyabileceğin en tatlı ve

en güzel sözcükleri söyleyecek.

Sana konuşmayı, dikkatle ve sevgi ile öğretecek."

"Peki, ben seninle konuşmak istersem ne yapacağım?"

"Meleğin sana ellerini açarak

bana dua etmeyi de öğretecek."

"Dünyada kötüler olduğunu da duydum.

Beni onlardan kim koruyacak?"

"Meleğin seni kendi hayatı pahasına da olsa koruyacak."

"Fakat, ben seni bir daha göremeyeceğim için çok üzgünüm."

"Meleğin sana sürekli benden söz edecek ve

ulaşmanın yolunu öğretecek."

O sırada cennette bir sessizlik olur ve

dünyanın sesleri cennete kadar ulaşır.

Çocuk gitmek üzere olduğunu anlar ve

son bir soru sorar;

"Şimdi gitmek üzere isem,

benim Meleğimin adı ne?"

"Meleğinin adının önemi yok yavrum.

Sen onu, ANNE diye çağıracaksın."

KÜÇÜK İSTAVRİT



Küçük istavrit yiyecek bir şey sanıp

Hızla atıldı çapariye

Önce müthiş bir acı duydu dudağında

Gümbür gümbür oldu yüreği

Sonra hızla çekildi yukarıya

Aslında hep merak etmişti

Denizlerin üstünü

Neye benzerdi acep gökyüzü

Bir yanda büyük bir merak

Bir yanda ölüm korkusu

"Dudağı yarıklar " denir, şanslıdır onlar

Hani görüpte gökyüzünü, insanı

oltadan son anda kurtulanlar

Ne çare balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu

Küçük istavrit anladı yolun sonu

Koca denizlere sığmazdı yüreği

Oysa şimdi yüzerken

Küçücük yeşil leğende

Cansız uzanıvermiş dostlarına

Değiyordu minik yüzgeci

İnsanlar gelip geçtiler önünden

Bir kedi yalanarak baktı gözünün içine

Yavaşça karardı dünya

Başı da dönüyordu

Son bir kez düşündü derin maviyi

Beyaz mercanı bir de yeşil yosunu

İşte tam o anda eğilip aldım onu

Yürüdüm deniz kenarına

Bir öpücük kondurdum başına

İki damla gözyaşından ibaret

Sade bir törenle saldım denizin sularına

Bir an öylece bakakaldı

Sonra sevinçle dibe daldı

Gitti, tüm kederimi söküp atarak

Teşekkürü de ihmal etmemişti

Bir kaç değerli pulunu elime avuçlarıma bırakarak

Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme

Sorar gibiydiler neden yaptın bunu niye?

"Bir gün" dedim, "bulursam kendimi

Yeşil leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz,

son ana kadar hep bir umudum olsun diye"

Dr. Serdar Sıralar

KAVANOZDAKİ TAŞLAR



Zamanın iyi ve üretken olarak kullanımı konusunda zaman zaman kurslar düzenleniyor. İşte bu kurslardan birinde zaman kullanma uzmanı öğretmen, çoğu hızlı mesleklerde çalışan öğrencilerine, "Haydi, küçük bir deney yapalım" demiş.

Masanın üzerine kocaman bir kavanoz koymuş. Sonra bir torbadan irice kaya parçaları çıkarmış, dikkatle üst üste koyarak kavanozun içine yerleştirmiş.

Kavanozda taş parçası için yer kalmayınca sormuş; "Kavanoz doldu mu?"

Sınıftaki herkes, "Evet, doldu" yanıtını vermiş.

"Demek doldu ha" demiş hoca. Hemen eğilip bir kova küçük çakıl taşı çıkartmış, kavanozun tepesine dökmüş. Kavanozu eline alıp sallamış, küçük parçalar büyük taşların sağına soluna yerleşmişler.

Yeniden sormuş öğrencilerine; "Kavanoz doldu mu?"

İşiin sanıldığı kadar basit olmadığını sezmiş olan öğrenciler; "Hayır, tam da dolmuş sayılmaz" demişler.

"Aferin" demiş zaman kullanım hocası. Masanın altından bu kez de bir kova dolusu kum çıkartmış. Kumu kaya parçaları ve küçük taşların arasındaki bölgeler tümüyle doluncaya kadar dökmüş.

Ve sormuş yeniden; "Kavanoz doldu mu?"

"Hayır dolmadı" diye bağırmış öğrenciler.

Yine "Aferin" demiş hoca. Bir sürahi su çıkarıp kavanozun içine dökmeye başlamış.

Sormuş sonra; "Bu gördüklerinizden nasıl bir ders çıkardınız?"

Atılgan bir öğrenci hemen fırlamış; "Şu dersi çıkarttık. Günlük iş programınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman yeni işler için zaman bulabilirsiniz."

"O da doğru ama" demiş zaman kullanma hocası; "Çıkartılması gereken asıl ders şu; Eğer büyük taş parçalarını baştan kavanoza koymazsanız daha sonra asla koyamazsınız."

Ve ardından herkesin kendi kendisine sorması gereken soruyu sormuş;

"Hayatınızdaki büyük taş parçaları hangileri,

onları ilk iş olarak kavanoza koyuyor musunuz?

Yoksa kavanozu kumlarla ve suyla doldurup

büyük parçaları dışarıda mı bırakıyorsunuz?"

KORKU



İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.

Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.

Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.

Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.

Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.

Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.

Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermediği için.

Ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.

Ve yaşamaktan korkuyor, kendisi için değil, başkalarına göre yaşadığı için.

William Shakespeare

ANNEYE DUA



Sevgili Tanrım,

Artık genç değilim ve arkadaşlarımın anneleri tek tek ölmeye başladı.

Arkadaşlarım annelerinin değerini anladıklarında,

bunu onlara söyleyemeyecek kadar geç kaldıklarını dile getiriyorlar.

Benim hala hayatta olan kusursuz bir annem var.

Onun değerini her geçen gün daha iyi anlıyorum.

Annem değil, ben değişiyorum. Yaşım ilerledikçe,

onun ne kadar olağanüstü bir insan olduğunu daha iyi anlıyorum.

Bu sözleri annemin kendisine söyleyemiyorum ne yazık,

oysa duygularımı kaleme almak ne kolay.

Bir evlat kendisine yaşam veren annesine nasıl teşekkür edebilir?

Bir çocuk büyütürken gösterdiği sevgiye, sabıra ve onca çabaya?

Bebekken arkasından koştuğu, asabi bir ergeni anladığı,

her şeyi bildiğine inanan üniversite öğrencisini hoşgördüğü için

şükranlarını nasıl dile getirebilir?

Kızının, annesinin ne kadar akıllı bir insan olduğunu anladığı günü

sabırla beklediği için nasıl minnet duyabilir?

Anne olmuş bir evlat,

hala kendisine annelik yapan bir insana nasıl teşekkür edebilir?

Her zaman öğüt vermeye hazır olduğu halde,

istendiğinde ya da gerektiğinde sessiz kalmayı başardığı için.

Binlerce kez söyleyebileceği durumlarla karşılaşmasına karşın;

"Ben sana dememiş miydim?" demediği için.

Kendisi olduğu için.

Sevgi dolu, düşünceli, sabırlı ve

bağışlamayı bilen kendisi olduğu için,

nasıl teşekkür edebilir?

Tanrım, senden onu hakettiğince kutsamanı istemekten

başka bir şey gelmiyor elimden.

..ve onun bana örnek olmasında,

bana yardımcı olmana şükretmekten başka.

Kendi çocuklarımın gözünde,

annemin benim gözümde olduğu kadar iyi bir anne olabilmek için

sana dua ediyorum, Tanrım.

Bir kız evlat



BAŞARI, ZENGİNLİK, SEVGİ



Alışverişe gitmek üzere evden çıkan bir kadın,

kapısının karşısındaki kaldırımda oturan

bembeyaz sakallı üç yaşlıyı görünce önce duraksadı,

sonra onları, tüm içtenliğiyle evine davet etti;

"Burada böyle oturduğunuza göre,

üçünüz de kesinlikle acıkmış olmalısınız", dedi.

"Lütfen içeri gelin, size yiyecek bir şeyler hazırlayayım."

Üç yaşlıdan biri, kadına,

eşinin evde olup olmadığını sordu.

Kadın, eşinin biraz önce çıktığını,

şu anda evde olmadığını söyledi.

Yaşlı adam, başını iki yana salladı;

"Eşiniz evde değilse, biz de davetinizi kabul edemeyiz", dedi.

Akşam eşi geldiğinde kadın

karşı kaldırımdaki yaşlı adamlarla

arasında geçen konuşmayı anlattı.

"Senin evde olmadığını öğrenince, içeri girmek istemediler", dedi.

Yaşlı adamların bu davranışlarını öğrenince,

kadının eşi üzüldü.

"Bir bakıversene dışarı", dedi.

"Hâlâ oradalarsa, şimdi davet edebilirsin eve."

Kadın kapıyı açar açmaz,

karşı kaldırımdaki bembeyaz sakallı üç yaşlıyla yeniden karşılaştı.

"Eşim geldi, şimdi evde" dedi ve

onlara davetini yineledi;

"Yemeğimizi birlikte yemek için

sizi şimdi davet edebilir miyim evimize?"

Kadının davetine yaşlılardan biri yanıt verdi;

"Biz hiçbir eve üçümüz birlikte gitmeyiz", dedi.

Ve kısa bir duraksamadan sonra, bir açıklama yaptı;

"Sağ yanımdaki bu arkadaşımın adı, Zenginlik'tir.

Bu yanımda oturan arkadaşımın adı Başarı,

benim adım ise Sevgi'dir.

Kendini ve arkadaşlarını tanıttıktan sonra Sevgi,

kadına ilginç bir öneride bulundu;

"Şimdi evinize gidin ve eşinizle başbaşa verip,

bir karara varın", dedi.

"İçimizden sadece birimizi davet edebilirsiniz evinize.

Hangimizi davet etmek istediğinize karar verin,

sonra gelin, kararınızı bize bildirin."

Kadın, Sevgi'nin önerisini eşine anlattığında,

adam sevinçten göklere fırladı.

"Aman ne güzel, ne güzel", dedi.

"Hangisini davet edeceğimizi bize bıraktıklarına göre,

biz de içlerinden Zenginlik'i davet ederiz ve

evimiz de bir anda Zenginlik'e kavuşmuş olur."

Eşinin kararı, kadının hiç de hoşuna gitmedi.

"Başarıyı davet etsek,

daha mantıklı bir karar vermiş olmaz mıyız,

kocacığım?",dedi.

Kayınvalidesiyle, kayınpederinin bu konuşmasına,

içerideki odada bulunan gelinleri de kulak misafiri olmuştu.

Koşarak içeri girdi ve o da kendi önerisini söyledi;

"En doğru karar, Sevgi'yi davet etmek değil midir?", dedi.

"Düşünsenize, evimiz bir anda Sevgi'ye kavuşacak"

Gelinin bu önerisi, kayınpederin de, kayınvalidenin de çok hoşlarına gitti.

"Tamam, en doğru karar bu olacak" dediler.

"Sevgi'yi davet edelim..."

Kadın kapıyı açtı ve üç yaşlıya birden sordu;

"İçinizde hanginiz Sevgi'ydi?"

"Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen buyursun..."

Sevgi ayağa kalktı, eve doğru yürümeye başladı.

Arkadaşları da ayağa kalktılar ve

Sevgi'nin arkasından, onlar da eve doğru yürümeye başladılar.

Kadın, büyük bir şaşkınlık ve heyecan içinde,

Zenginlik'le Başarı'ya sordu;

"Siz niçin geliyorsunuz?,

Ben yalnız Sevgi'yi davet etmiştim."

Kadının bu sorusuna, üç yaşlı birlikte yanıt verdiler;

"Eğer içimizden yalnız Zenginlik'i ya da Başarı'yı

davet etmiş olsaydınız,

davet edilmeyen ikimiz dışarıda bekleyecektik"

"Fakat siz Sevgi'yi davet ettiniz.

Bu durumda üçümüz birden gelmek zorundayız evinize."

Ve kadının "Niçin?" diye sormasını beklemeden,

Zenginlik ve Başarı sözlerini şöyle sürdürdüler;

"Çünkü Sevgi'nin olduğu her yerde,

biz Zenginlik ve Başarı da her zaman,

onun yanında oluruz."

NE OL, NE OLMA



İtil, atıl ama SATILMA!

Doğrul, devril ama EĞİLME!

Seslen, uslan ama YASLANMA!

Yaklaş, konuş, tanış ama UZAKLAŞMA!

Okumaktan zarar gelmez ama LANET OKUMA!

Zulmü devir, nefsi devir ama ÇAM DEVİRME!

Ev al, araba al, abdest al ama BEDDUA ALMA!

Rakibini geç, sınıfını geç ama GÜLÜP GEÇME!

Elini aç, gözünü aç, kapını aç ama AĞZINI AÇMA!

Hedefe koş, cihada koş, yardıma koş ama ORTAK KOŞMA!

Davet et, hayret et, af et, tövbe et ama İHANET ETME!

Fidan büyüt, garip doyur, çocuk besle ama KiN BESLEME!

Satıcı ol, alıcı ol, kalıcı ol, bulucu ol ama BÖLÜCÜ OLMA!

Eşini beğen, işini beğen, aşını beğen ama KENDİNİ BEĞENME!

Emek ver, kulak ver, bilgi ver ama hiç bir zaman BOŞ VERME!

Günlerini say, servetini say, büyüklerini say ama YERİNDE SAYMA!

Paranı ver, gönlünü ver, selam ver, canını ver ama SIRRINI VERME!

BÜYÜ DÜKKANI



Uzak diyarlardan birinde bir ülkede,

yemyeşil tepelerin arasında,

kışın bembeyaz bir kar örtüsü ile,

baharda rengarenk kır çiçekleri ile kaplanan bir vadi vardı.

Ortasından küçük bir ırmağın geçtiği bu vadi

"Büyülü Vadi" olarak anılırdı.

Ona bu adı veren ise, vadideki ilginç bir dükkan ile,

bu dükkanda yaşananlardı.

Ünü ülkenin dört bir yanına yayılmış olan dükkanın adı

"Büyü Dükkanı" idi.

Büyü Dükkanı'nın sahibi, ak saçlı, ak sakallı bir ihtiyardı.

Burası, aynı zamanda onun yaşadığı yerdi.

Bu nedenle dükkanın dışarıdan görüntüsü tıpkı bir ev gibiydi.

Üç tarafında da yeşil çerçeveli pencerelerin olduğu,

tamamı ahşaptan yapılmış olan bu binaya,

bir verandadan giriliyordu.

İçeri girer girmez, ilginç eşyalarla donanmış

oldukça geniş bir oda ile karşılaşıyordunuz.

Büyük bir kütüphane,

üzerlerinde çok sayıda eşyanın bulunduğu raflar,

masa ve konsollar dükkanın dört bir tarafını kaplıyordu.

Ancak bu kalabalık görüntü içinde

çok etkileyici bir düzen göze çarpıyordu.

Bütün eşyalar, belli bir estetik içinde duruyor ve

bu estetik hiçbir zaman bozulmuyordu.

Büyü Dükkanını çevreleyen pencereler,

içerdeyken bile günün aydınlığına ve

vadinin güzelliğine hakim olmanıza izin veriyordu.

Dükkanın içinde, arka taraftaki bölmeye açılan bir kapı vardı.

Bu bölmede mutfak, banyo ve yatak odası bulunuyordu.

Dükkana gelen müşteriler arka tarafa açılan kapıyı daima kapalı görürlerdi.



Her insanın yaşamında çok istediği ancak

sahip olamadığı birşeyler vardır.

Ya da sahip olup kaybettiği şeyler.

Bazen de sahip olduğu ancak kurtulmak istediği şeyler...

İşte bütün bunlar, o ülkede yaşayan insanların bir kısmı için,

Büyü Dükkanı'na gelme nedeniydi.

Bu dükkanda, isteklerinizi sınırlamak zorunda değildiniz.

Müşteriler, hayal edebildikleri herşeyi isteme ve alma hakkına sahiptiler.

Tabii, bedelini ödedikleri takdirde.

Her yerde olduğu gibi bu dükkanda da

almak istediğiniz şeyin bir bedeli vardı.

Bu bedelin ne olacağı,

dükkan sahibiyle yaptığınız pazarlık sonucunda ortaya çıkardı.

Ancak, Büyü Dükkanı'nda maddi bedellerin hiçbir hükmü yoktu.

Bazı müşteriler bir şeye sahip olmak için ödenebilecek tek bedelin

para olabileceği düşüncesiyle, cepleri kabarık gelirlerdi.

Oysa burada yapılan pazarlıklar, günlük yaşamdakilerden biraz farklı olur ve

pek çok müşteriyi şaşırtırdı.



Dükkan sahibi yaşlı adam, her sabah gün ağarırken kalkar,

kendine büyük bir fincan kahve yapar ve

bir insanın isteyebileceği her şeyin var olduğu dükkanıyla gurur duyarak

kahvesini yudumlardı.

Kahvenin ardından gelen zevkli bir kahvaltıdan sonra da

pencerinin perdelerini sonuna kadar açarak,

sallanan koltuğuna oturur ve içeri dolan gün ışığının

yardımıyla okumaya başlardı.

Büyü Dükkanı'nda satıcı olmak bilgelik isterdi.

O güne kadar dükkana gelen hiçbir müşteriyi geri çevirmemisti dükkan sahibi.

Herkes, çok istediği bir şeye sahip olmak uğruna

onca yolu göze alarak gelir ve

mutlaka alabileceği en iyi şeyi almış olarak çıkardı.

Ama genellikle aldığı şey istediği şeyden çok farklı olurdu.

Yaşlı adam ara sıra, okuduğu kitaptan başını kaldırır,

yolu gören pencereye bir göz atardı.

Sabah dışarı baktığında, yağan karın yolu iyice kapattığını gördü.

Bu havada gelen giden olmaz diye düşünüp, hüzünlendi.

Büyü Dükkanı, hemen her gün bir müşteri ağırlardı.

Ancak, yılda birkaç kere de olsa kimsenin uğramadığı günler olurdu.

Yaşlı adam, o günün de bunlardan biri olmasından korktu.

Nedense işsizlik içini ürpertmişti.

Tam o sırada uzakta bir karartı gördü.

Kar beyazının kamaştırdığı gözlerini kırpıştırıp tekrar baktığında,

bunun yaklaşmakta olan bir insan olduğunu anladı.

İçini bir sevinç kapladı. Gidip sobasına bir odun attı ve

tam pencerenin karşısındaki sallanan koltuğa oturup,

müşterisini beklemeye koyuldu.

Kış mevsiminin bu soğuk gününde epeyce üşümüş,

yorgun düşmüş olmalıydı.

Kapının önüne gelinceye kadar, gözlerini hiç ayırmadan izledi onu.

İyice kulak kabarttı.

Üç basamakla çıkılan, ahşap zeminli verandadaki ayak seslerini ve

onlara eşlik eden gıcırtıyı duymaktan çok hoşlanırdı.

Beklediği kişinin ayak sesleri ikinci basamakta kesilirdi.

Müşteri çalmadan, kapıyı açmamayı prensip edinmişti yaşlı adam.

Çünkü, hemen herkes o kapının önünde durup,

bir kez daha düşünürdü.

Kapıyı çalmaktan vazgeçip dönenler, az da olsa olmuştu.

O gün de aynı şeyi yaptı.

Sonunda kapı calındı.

Açtığında, karşısında soğuktan kızarmış elleriyle

atkısını çıkarmaya çalışan bir erkek gördü.

"İyi sabahlar, girebilir miyim?" diye sordu müşteri.

Dükkan sahibi, müşterisini içeri aldıktan sonra,

ısınması için ona bir kahve ikram etti.

Sessizce kahvesini içerken etrafı seyreden adam,

karşısında oturan yaşlı satıcının ikna edilmesi pek güç olmayan biri

olduğunu düşündü.Herhalde o da müşterisini anlar,

onun haklı isteğini geri çevirmek istemezdi.

Acaba Büyü Dükkanı'ndan çıkarken

istediği gibi bir alışveriş yapmış olacak mıydı?

Bir süre söze nasıl başlayacağını bilemedi.

Belki de dükkan sahibinin bir şeyler söylemesi gerekirdi.

Ancak karşısında sabırlı bir ifade ile

müşterisinin gözlerinin içine bakarak oturan satıcının,

alışverişi başlatmaya niyetli olmadığını anladı.

Bu sabırlı bekleyiş, onda hem cesaret

hem de yumuşak bir etki oluşturdu.

Anlaşılan, başlangıç sözleri kendisinden bekleniyordu.

Sonunda, fazla düşünmeden aklından ilk geçeni söyleyiverdi;

"Ününüzü duyunca çok uzaklardan kalkıp geldim buraya.

İstediğim şeyi, bir tek sizin dükkanınızda bulabileceğimi söylediler.

Karşılığında ne isterseniz vermeye hazırım."

"İstediğiniz şeyin ne olduğunu öğrenebilir miyim?"

"Bakın, ben elli beş yaşındayım. Yani yolun yarısını geçeli çok oldu.

Söylemeye dilim varmıyor ama yolun sonuna yaklaştım galiba.

Bu gerçeğe tahammülüm yok.

Ben bugüne kadar ki hayatımı geri istiyorum. Mümkün mü?"

"Elbette mümkün. Biliyorsunuz, dükkanımda her şey mevcut.

Ancak tam olarak ne istediğinizi anlayabilmem için,

bana geri istediğiniz hayatınızı biraz anlatabilir misiniz?"

Dükkan sahibinin sorduğu soru, müşteriyi iç dünyasına döndürmüştü.

Gözünün önünden geçen sahnelerin kendi yaşamına

ait olduğunu kabul etmek için kendini zorluyordu.

Bütün görüntüler, bir kargaşa ve telaş içinde

birbirlerine karışarak geçip gittiler ve

geride yalnızca ıssız bir hüzün bıraktılar.

Hüznünün yüzüne yansımasına engel olamayan müşteri,

yaşlı satıcının sorusu karşısında ancak şunları söyleyebildi;

"Geçmiş yaşamımda birçok hata yaptım.

Bunlar için pişmanlık duyuyorum.

Yanlış kararlar verdim, kayıplara uğradım.

Zamanı hovardaca harcadım.

Bir gün bir de baktım ki, hayat yanımdan geçip gidiyor.

Paniğe kapıldım ve bir çare aramaya başladım.

Dostlarımla konuşmayı denedim.

Beni teselli edip derdimi unutturmaya çalışanlar da oldu,

yardım etmeye çalışanlar da.

Ama hiçbiri kar etmedi.

Kendimi çok mutsuz hissediyordum.

Derken, bir gün birisi bana sizden ve Büyü Dükkanı'ndan söz etti.

Bunu duyar duymaz sanki içimde bir ışık yandı.

Büyük bir umutla hemen yollara düşüp size geldim.

Kendimi çok çaresiz hissediyorum.

Lütfen elli beş yılımı bana geri verin."

"Yani, siz pişmanlık duyduğunuz hayatınızı

yeniden yaşamak mı istiyorsunuz?"

"Elbette hayır. Söylemek istediğim bu değil.

Ben yalnızca kaybettiğim yıllarımı geri istiyorum.

Eğer bir şansım daha olursa aynı hataları tekrarlamayacağım."

"Herhalde bunu çok istiyorsunuz."

"Evet, hem de her şeyimi verecek kadar."

"Peki, benim size vereceğim elli beş yılın karşılığında

siz bana ne verebilirsiniz?"

"Ne isterseniz?"

"Sanki bunun için herşeyden vazgeçmeye hazır gibisiniz."

"Hiç kuşkunuz olmasın.

Şu anda sahip olduğum herşeyden vazgeçebilirim.

Yeter ki geride bıraktığım yıllarımı bana geri verin."

Yaşlı adam, ellerini sakallarında dolaştırırken,

kendini sallanan koltuğunun devinimlerine bırakmıştı.

Bir süre düşündü.

Müşterisinin, sabırsızlıkla, pazarlığın bitmesini beklediğinden emindi.

Büyü Dükkanı'na gelen kişiler,

genellikle bir an önce istediklerini alıp gitmek için acele ederlerdi.

Bu nedenle, yaşlı adam, pazarlığın başındaki

düşünce yolculuklarında yalnız kalırdı.

Şu anda da, sessizliğin yalnızca kendi işine yaradığını biliyordu.

Koltuğu ile birlikte öne doğru eğilerek müşterisinin

gözlerinin içine baktı ve ağır ağır konuşmaya başladı;

"Beyefendi, her ne kadar siz elli beş yıl karşılığında

bana herşeyinizi vermeye hazır olsanız da,

ben sizden bir tek sey isteyecegim."

"Dileyin benden ne dilerseniz."

"Belleğinizi..."

"Anlamadım?"

"Belleğinizi dedim.

Elli beş yılın yaşantısını içinde barındıran belleğinizi istiyorum."

"Ah evet anladım. İlginç bir bedel. Kabul ediyorum.

Tamam alın belleğimi."

"Emin misiniz?"

" Neden olmayayım? Elli beş yıl kazanacağım."

"Belleğinizi,

içindeki her şeyle birlikte bu dükkanda bırakıp gideceksiniz.

Elli beş yılın tek bir anını hatırlamayacaksınız

Buraya neden geldiğinizi bile."

"Daha iyi ya! Her şeye yeniden başlayacağım.

Zaten geçmişi hatırlamak istemiyorum ki!"

"O halde, korkarım elli beş yıl sonra buraya tekrar gelirsiniz.

Tabii o zaman benim yerime bir başkası size yardımcı olur."

"Hayır hayır. Emin olun ki, şu dakika belleğimi size bırakıp

elli beş yılımı geri alacağım ve dükkanınızı

bir daha dönmemek üzere terk edeceğim.

Ve yine söz veriyorum,

şu ana kadar yaptığım hataların hiç birini tekrar etmeyeceğim."

"İsterseniz başka sözler vermeyin.

Çünkü, az sonra,

belleğinizle birlikte bütün hepsini burada bırakıp gideceksiniz."

Yaşlı adamın son sözleri, müşterinin duraklamasına neden olmuştu.

Bu sözlerin anlamını kavrayabilmek için

birkaç saniye düşünmek zorunda kaldı.

"Nasıl yani?

Buradan çıktığımda hiçbir şey hatırlamayacak mıyım?

Sizinle konuştuklarimızı bile, öyle mi?"

"..................................""

"Yani hiçbir şeyi mi?

Buraya neden geldiğimi, sizin kim olduğunuzu ve hatta...!"

"Ne yazık ki!"

Yaşlı adam, şu anda pazarlığın sonuna geldiklerini hissediyordu.

Karşısında oturan müşterinin yüzünde gördüğü aydınlanma,

pazarlık sahnelerinin en hoşlandığı görüntüsüydü.

Son sözleri müşterisinin söylemesini istediği için

bir süre sessiz kaldı ve bekledi.

Bu seferki sessizliğin, müşterisinin işine yaradığından emindi.

Onun aydınlanan yüzünün ortasında parlayan gözbebekleri,

yaşlı satıcı için,

sessizliğin içinden çıkacak sesli bir coşkunun habercisi gibiydi.

Gerçekten de, konuşmaya başlayan müşterisi onu yanıltmadı;

"Sanırım ne demek istediğinizi şimdi anlıyorum.

Eğer elli beş yılın bedeli bu ise, pes ediyorum.

Belleğimden vazgeçemem.

Bu neye benziyor biliyor musunuz?

Bir kadının, çok istediği bir tokayı, saçları karşılığında satın almasına.

Çok ilginç bir insansınız.

Bana, Büyü Dukkanı'ndan

almak istediğimden çok farklı bir şeyle çıkacağımı

söylemişlerdi de inanmamıştım.

Ben, bugüne kadar ki yaşamımı almak için gelmiştim,

ancak bugünden sonraki yaşamımı alıp gidiyorum.

Size teşekkür ederim."

"Bir şey değil. Güzel bir pazarlıktı. Hoşçakalın."

EN İYİ HABER



Aynı pencereden dışarı bakan iki adamdan

biri sokaktaki çamuru, diğeri ise yıldızları görür. Frederick Langbridge



Arjantin'li ünlü golfçü Robert de Vincenzo,

yine bir turnuvayı kazanmış,

ödülünü alıp kameralara poz vermiş ve

kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanmıştı.

Bir süre sonra binadan çıkıp otoparktaki arabasına yürürken

yanına bir kadın yaklaştı.

Kadın başarısını kutladıktan sonra

ona çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu anlattı.

Zavallı kadının hastane masraflarını ödemesi olanaksızdı.

Kadının anlattığı öykü De Vincenzo'yu çok etkilemişti,

hemen cebinden bir kalem çıkarttı ve

turnuvadan kazandığı paranın bir miktarını yazdı çek defterine.

Çeki kadının eline sıkıştırırken de ona;

"Umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın" dedi.

Ertesi hafta kulüpte öğle yemeği yerken,

Profesyonel Golf Derneği'nin bir görevlisi yanına gelerek;

"Otoparktaki görevli çocuklar geçen hafta turnuvayı kazandıktan sonra

yanınıza bir kadının geldiğini ve

onunla konuştuğunuzu söylediler bana" dedi.

De Vincenzo evet anlamında başını salladı.

"Evet" dedi görevli, "Size bir haberim var.

O kadın bir sahtekardır.

Üstelik hasta bir çocuğu da yok.

Sizi fena halde kandırmış arkadaşım."

De Vincenzo; "Yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu?" dedi.

"Hayır, yok" dedi görevli.

"İşte bu, bu hafta duyduğum en iyi haber" dedi, De Vincenzo.

ANNELER GÜNÜ için




Küçük oğlu annesine geldi ve ona kağıdı uzattı.

Annesi ellerini önlüğüne kuruladıktan sonra kağıdı okumaya başladı;

Çimleri biçtiğim için 5 dolar

Odamı temizlediğim için 1 dolar

Alışverişe gittiğim için 50 sent

Küçük kardeşime baktığım için 25 sent

Çöpü attığım için 1 dolar

İyi bir karne getirdiğim için 5 dolar

Bahçeyi temizlediğim için 2 dolar

---------------------------

Toplam borç 14 dolar, 75 sent

Anne, umutla kendisine bakan oğulun elinden kağıdı aldı

ve kağıdın arka yüzüne şunları yazdı;

Seni 9 ay karnımda taşıdım BEDAVA

Hasta olduğunda başında bekledim, elimden geleni yaptım,

senin için dua ettim BEDAVA

Yıllar boyu değişik nedenlerle senin için gözyaşı döktüm BEDAVA

Senin için geceler kaygı duyup, uykusuz kaldım BEDAVA

Oyuncaklarını topladım, yemeğini hazırladım

giysilerini yıkadım, ütüledim BEDAVA YAVRUM

ve bunların hepsini topladığın zaman

gerçek sevginin bedelinin olmadığını görürsün,

bedavadır çünkü...

Oğul annenin yazdıklarını okuyunca gözleri doldu.

Annesine baktı, "Anneciğim seni seviyorum" dedi

ve kalemi alarak bu kağıda

"HEPSİ ÖDENMİŞTİR" yazdı

Adams'tan çeviren Gülden Tümer

İYİMSER, BOMBA GİBİYİM



Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi.

Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu bir şey bulurdu.

Hatta, bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile,

"Bu adam bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor?" diye.

Birisi nasıl olduğunu sorsa; "Bomba gibiyim" diye yanıt verirdi hep.

"Bomba gibiyim..."

Jerry, doğal bir motivasyoncuydu.

Yanındaki insanlardan biri o gün, kötü bir gündeyse,

Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı.

Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni.

Bir gün Jerry'ye gittim. "Anlayamıyorum" dedim.

"Nasıl oluyor da, her zaman, her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun? Nasıl başarıyorsun bunu?"

Her sabah kalktığımda kendi kendime;

"Jerry, bugün iki seçimin var. Havan ya iyi olacak ya da kötü" derim.

Her zaman havamın iyi olmasını seçerim.

Kötü bir şey olduğunda yine iki seçimim var.

Kurban olmak ya da ders almak.

Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim.

Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde, yine iki seçimim var.

Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını göstermek.

Ben olumlu yanlarını göstermeyi seçerim.

"Yok yahu" diye dalga geçtim. "Bu kadar kolay yani"

"Evet...Kolay..." dedi Jerry.

"Hayat seçimlerden ibarettir. Her durumda bir seçim vardır.

Sen her durumda nasıl davranacağını seçersin.

Sen insanların senin tavrından nasıl etkileneceklerini seçersin.

Sen havanın, tavrının iyi ya da kötü olmasını seçersin.

Yani sen hayatını nasıl yaşayacağını seçersin"

Jerry'nin sözleri beni oldukça etkiledi.

Onu uzun yıllar görmedim. Ama hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek yerine olumlu seçimler yaptığımda hep onu hatırladım.

Yıllar sonra Jerry'nin başına çok talihsiz bir olay geldi.

Soygun için gelen hırsızlar Jerry'yi delik deşik etmişler.

Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış.

Taburcu edildiğinde kurşunların bazıları hala vücudundaymış.

Ben onu olaydan altı ay sonra gördüm.

"Nasılsın?" diye sorduğumda; "Bomba gibi" dedi.

"Bomba gibi"

"Olay sırasında neler hissettin Jerry?" dedim.

"Yerde yatarken iki seçimim var diye düşündüm.

Ya yaşamayı seçecektim ya ölümü. Ben yaşamayı seçtim."

"Korkmadın mı? Şuurunu kaybetmedin mi?"

Ambulansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı.

Bana hep "iyileşeceksin merak etme" dediler.

Ama acil servisin koridorlarinda sedyemi hızla sürerken

doktorların ve hemşirelerin yüzündeki ifadeyi görünce ilk defa korktum.

Bu gözler bana "Bu adam ölmüş" diyordu.

"Bir şeyler yapmazsam, biraz sonra ölü bir adam olacaktım"

"Ne yaptın?" diye merakla sordum.

Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak

"herhangi bir şeye ihtiyacım olup olmadığını" sordu.

'Evet' diye yanıt verdim.

"Var"

Doktorlar ve hemşireler merakla sustular.

Derin bir nefes alarak kendimi topladım ve bağırdım;

"Benim kurşunlara alerjim var!.."

Doktor ve hemşireler gülmeye başladılar.

Tekrar bağırdım;

"Ben yaşamayı seçtim.

Beni bir canlı gibi ameliyat edin. Otopsi yapar gibi değil"

Jerry, sadece doktorların büyük ustalıklari sayesinde değil,

kendi olumlu tavrının da büyük katkısı ile yaşadı.

Yaşaması bana yeni bir ders oldu.

Hergün hayatımızı dolu dolu yaşamayı seçme şansımız

ve hakkımız olduğunu ondan öğrendim

ve herşeyin kendi seçimlerimize bağlı olduğunu.

Bu yazıyı okudunuz.

Şimdi iki seçiminiz var:

1. Unutup gitmek,

2. Yazıyı dikkate alıp kesip saklamak, arkadaşlarınıza göndermek.

Francie Baltazar Schartz'ın yazısını okuduktan sonra düşündüm,

iki seçimim vardı:

1. Çöpe atmak,

2. Birileriyle paylaşmak.

Ben seçimimi yaptım.

Ya siz?..."

HER ZAMAN 'BOMBA GİBİYİM' DEMENİZ DİLEĞİYLE...

Francie Baltazar Shartz

GÜL YAPRAĞI



Uzakdoğu'da bir budist tapınağı bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu.

Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.

Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi.

Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi.

Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu,

o yüzden kapıda herhangi bir tokmak veya çan, zil yoktu.

Bir süre sonra kapı açıldı.

İçerideki budist rahip kapıda duran yabancıya baktı.

Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı.

Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.

Budist bir süre kayboldu.

Sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.

Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.

Yabancı tapınağın bahçesine döndü.

Aldığı bir gül yaprağını kabin içindeki suyun üstüne bıraktı.

Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı

İçerideki budist rahip saygıyla eğildi

ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.

Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.

BİR SARI LİRA GİBİ ÖMRÜNÜZ



“Yaşamak değil, beni bu telaş öldürecek" dediği gibi şairin;

O telaşla, bırakın Paris yolunda ılık rüzgarla taratmayı saçlarımızı

Sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile edemedik biz ...

Gözümüz saatte söyleştik hep,

Koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık.

Hep yetişilecek bir yerler vardı.

Aranacak adamlar, yapılacak işler...

Bir sonraki günün telaşı, bir öncekinin tersine bulaştı;

Başkalarının hayatı bizimkini aştı.

Kör karanlıkta çalar saat sesi yerine,

Kuşluk vakti kızarmış ekmek kokusu

Veya yavuklu busesiyle uyanma düşlerini

Ha babam erteledik.

20'li yaşlardayken 30'lu yaşlara kurduk saatin alarmını,

30'larımızda 40'lara, belki sonra 50'lere ...

Lakin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat,

Kuşlukta uyanma fırsatını sunduğunda size,

Artık uyku girmez oluyor gözlerinize ...

Doyasıya söyleşmek,

Telaşsız sevişmek için bol zamana kavuştuğunuzda,

Söyleşecek, sevişecek kimsecikler kalmıyor yanınızda

Özenle yarına sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz;

Vakti gelip sandıktan çıkardığınızda

Bir de bakıyorsunuz ki tedavülden kalkmış ...

Murathan Mungan

BİR SÜRE SONRA



Bir süre sonra,

bir eli tutmakla bir ruhu zincirlemek arasındaki

ince farkı öğrenirsin,



Ve aşkın yaşlanmak,

birlikte olmanın da güvende olmak

anlamına gelmediğini öğrenirsin,



Ve öpücüklerin sözleşme

ve hediyelerin de vaat olmadığını öğrenmeye

başlarsın,



Ve yenilgileri

başın dik ve gözlerin açık karşılamaya başlarsın,

bir çocuğun üzüntüsü ile değil, bir yetişkinin

zerafeti ile,



Ve herşeyi bugünü düşünerek yapmayı da öğrenirsin

çünkü yarın ile ilgili herşey belirsizdir.



Bir süre sonra güneş ışığının yakıcı olduğunu öğrenirsin

eğer fazla maruz kalırsan



Bu yüzden,

başka birisinin sana çiçek getirmesini beklemeden

kendi bahçeni yarat

ve kendi ruhunu kendin süsle.



Ve göreceksin ki dayanıklısın...

Ve kuvvetlisin,

Ve değerlisin.

Veronica A. Shoffstall

ARKADAŞLIK



Kötü karakterli bir genç varmış.

Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermis.

"Arkadaşların ile tartışıp kavga ettiğin zaman

her sefer bu tahtaperdeye bir çivi çak" demis.

Genç, birinci (ilk) günde tahtaperdeye 37 çivi çakmış.

Sonraki haftalarda kendi kendini kontrol etmeye çalışmış

ve geçen her günde daha az çivi çakmış.

Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış.

Babasına gidip söylemiş.

Babası onu yeniden tahtaperdenin önüne götürmüş.

Gence, "Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için

tahtaperdeden bir çivi çıkart (sök)" demiş.

Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış.

Babası ona, "Aferin iyi davrandın ama bu tahtaperdeye dikkatli bak.

Artık çok delik var.

Bundan sonra geçmişteki gibi güzel olmayacak

Arkadaşlarla tartışıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir.

Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır.

Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin

ama bu delik aynen kalacak (kapanmayacak).

Bir arkadaş ender bir mücehver gibidir.

Seni güldürür yüreklendirir.

Sen ihtiyaç duyduğunda yardımcı olur.

Seni dinler sana yüreğini açar" demiş.

Bu hafta arkadaşlık haftasıdır.

Sen de arkadaşlarına bu adresi gönder.

Sana gönderene bile gönder.

Elektronik posta sana döndüğü zaman ne kadar arkadaşın var öğreneceksin.

Sana iyi bir arkadaşlık haftası diliyorum.

Senin tahtaperdene koyduğum çivi için beni affet.



İtalyancadan çevrilmiştir.