15 Şubat 2009 Pazar

internet hukuku sonuç

XI.SONUÇ


Ülkemizdeki yüzyıllardır süren ve artık çözmemiz gereken sorun şudur.

Egemenlik kimindir ?

Cumhuriyet kurulduğu andan itibaren egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir.

O zaman biz herşey hakkında temel kararları veririz. Bizler egemenliğin sahibi olan vatandaşlar birilerini bizim işlerimizi yapsın diye görevlendirip, ilgili makamlara getiririz.Yani patron ve işveren egemenliğin sahibi olan halktır. Tüm kamu görevlilerinin ve seçilenlerin maaşlarını vergilerimiz dolayısıyla biz veriyoruz. Bu nedenle bizim yararımıza çalışmak onların görevleridir. Bunu unuturlarsa kendilerine hatırlatacağız. Daha da önemlisi egemenliğin kimde olduğunu biz unutmayacağız. Eğer unutursak bu egemenlik alanımız hemen birilerince işgal ediliyor ve bizim kafamız karışıyor. Bu karışıklıktan birileri faydalanıp bizim çıkarlarımıza aykırı olarak “şunu yap, bunu yapma” demeye ve “bu yönde yasalar çıkarmaya” başlıyorlar.

Bu nedenle yasal düzenleme veya kural koyma işi de bizimdir ve biz yapalım. Her birey değerli olduğu için temel hak ve özgürlüklerimizin başkalarına zarar verilerek kullanılmasını engellemek için biz bir uzlaşma yapalım ve kimsenin kimsenin ayağına basmayacağı, basarsa da adaletli olarak cezalandırılacağı kuralları koyalım. Bunları yaparken de Amerika’yı yeniden keşfetmeyip, OECD ve Avrupa Birliği normlarını esas alalım. Zaten saydığım gibi şu anda kişisel bilgilerin korunması ve e-ticaret ile ilgili birkaç özel konu dışında eldeki kanunlar çoğu internet yoluyla hukuk kuralları ihlalini cezalandırıyor. Hatta internette diğer alanlarda olduğu gibi özgürlükler aşırı kısıtlanmış durumdadır. Bu yüzden yeni ceza maddelerine gerek yok. Yukarıda saydığım yasal düzenlemelerden sadece bireye doğrudan doğruya zarar verme ile ilgili ceza maddelerini ve kişilik haklarına tecavüz edenlere karşı yollar içeren hukuk kurallarını muhafaza edelim. Ama çoğunluğu 1930’lardan veya demokrasi dışındaki ortamlardan kalan yasaları atalım. Muhafaza ettiklerimizde de hapis cezaları yerine ön ödemeli caydırıcı para cezaları, zorunlu hizmetlerde çalışma ve meslek yasaklama gibi çağdaş cezalar koyup, bunlara uyulmazsa hapis cezasını düşünelim. Yasal düzenlemeler konusunda uzlaşma sağlandıktan sonra da bunları görevlendirdiğimiz temsilcilerimiz olan milletvekillerimize vererek yasalaşmasını sağlayalım.

Bu arada yeni yasal durum sağlanıncaya kadar vaziyet kötüdür. Özgürlükler yukarıda saydığım birçok yasa ile sıkı biçimde sınırlandırılmıştır. İnternet teknolojisi ve içeriğinin yüzde doksandokuz oranında insanlığa yararlı olduğunu yadsıyan ve yüzde birlik kötüniyetli kesimi cezalandırma histerisine kapılan bazı kamu görevlileri ve bunların hık deyicileri ayrıca yeni sınırlamalar içeren yasal çalışmalar hazırlanmaktadır ve her an bir sürprizle karşılaşabiliriz.

İşte bu nedenlerle; özellikle teknolojik gelişmenin ve düşünce açıklama özgürlüğünün henüz özümlenemediği bu ortamda, hiçbir içerik ve servis sağlayıcıya veya site sahibine yahut birden fazla kişiye internette düşüncelerini açıklayan ve haber veren kişilere ; “bu işi bu ülkede yapmayın, posta kutusu şirketlerinin olduğu ada ülkelerinde sistemi kurup, adreslerinizi veya isimlerinizi alıp, içerik ve servis sağlama işlerinizi, düşünce ve haber verme işlerini oradan yapın, burada sadece erişim sağlayın, adınıza, adresinize ulaşılamasın” demiyorum ama bir kazaya uğramamak için çok çok dikkatli olun diyorum.

IRC Hukuku

IRC Hukuku
“Lâkap mafyası”na karşı “IRC Hukuku”!

Bir ay sonra yeniden beraberiz... Tabiî, dergimizin okuyuculara ulaşmasından bir sonraki ayın dergisinin hazırlanmasına kadar geçen süreç içinde, sizlerle irtibatımız çeşitli iletişim yollarıyla hep devam ediyor. IRC server’ımızın açılmasıyla beraber, ilişkilerimiz iyiden iyiye interaktif bir hal aldı. IRC server’ımızdaki (irc.pclife.com.tr ve irc.pcworld.com.tr) resmî sohbet odalarında çeşitli toplantılar gerçekleştirmeye başladık.

Özellikle, ne dergi ne de bir başka özel yolla ilan etmememize rağmen, Dr. Hakkı Öcal’ın sizelerle buluştuğu kanal toplantısına ilgi bir hayli fazlaydı. Benzer şekilde, İMG Teknoloji Laboratuarı Yönetici Editörü Rıdvan Kayacı da, bir çok teknik probleminize çözüm bulabilmek için birkaç kere IRC kanal sohbetleri yaptı. İlginiz için teşekkür ederiz! Bu tür buluşmalar, tarih ve saatleri daha düzenli bir biçimde ilan edilerek devam edecek. Muhtemel toplantı saatleri için resmî kanallarımızın topic’lerini takip etmeniz yeterli. Bu arada, unutmadan hemen söyleyeyim, #PC-WORLD, #PC-LIFE, #HakkiOcal ve #GamePro şeklindeki resmî kanallar listemize bir de #PC-LIFE-TeknoLab’ı ekledik. Bütün bunlar, “İMG editörleri sizin için IRC’ye girmeye bile başladılar” anlamına geliyor!

Şimdi, “Ne yani, önceden hiç IRC’ye girmez miydiniz?” diye soracaksınız. Hayır efendim, bir IRC server’ımız olmadan önce, İMG editörlerinin IRC’ye giriş sayısı, bir elin parmaklarını bile geçmezdi. Ancak, işlerden güçlerden sıkıldıkları anlarda, -bilgisayarlarında varsa- mIRC’yi çalıştırmaya vakit bulabilirlerdi. Bu sefer de, “Bir seneden fazla zamandan beri bu IRC köşesini yazdığın halde IRC’ye girmediğini mi iddia ediyorsun!” dersiniz. Eh, bu soruya ne ‘evet’, ne de ‘hayır’ diye cevap verebilirim. Ancak, herhangi bir IRC sunucusuna bağlanmak aklıma geldiğinde Microsoft’un şu anda iyiden iyiye kontrolden çıkmış IRC network’üne (irc.msn.com) bağlanırdım. Ne DalNet, ne Undernet ne de popüler Türk IRC server’larında birine bağlanıp durduğum vâkî olmamıştı. Tâ ki, Rekor.Net’le işbirliği yaparak PC LIFE & PC WORLD IRC server’larını kurma kararını alana kadar. Bu çalışmaya girişmemizden itibaren önce Rekor.Net’de (irc.rekor.net), ardından da kendi IRC server’ımızda bulunmaya başladık.

IRC’ye girmeye başladım da, bakın başıma neler geldi... Hani, bana hep ICQ ve e-mail ile “Hiç IRC’ye girer misin, nick’in nedir?” gibi sorular sorardınız, ben de “Tabiî IRC’ye girdiğim zamanlarda kullandığım bir nick’im var. Ama o da benim kişisel bilgim olarak kalsın.” derdim ya... İşte sayenizde IRC’ye sık girdiğimiz günlerde, birileri benim o güzelim lâkabıma göz dikmeye başladı. Gerçekten de, nick’im, iki kelimenin birleştirilmesinden ve farklı büyük/küçük harf kombinasyonlarıyla yazılmasından oluşuyordu. Yani, başka bir kişinin tesadüfen, kendiliğinden bulamayacağı kesin! IRC’de karşılaştığım kişilerin bir kısmı, samimî bir şekilde özelime gelerek seçtiğim nick’i beğendiklerini belirtirken, ona göz diken bazıları ise, utanmadan, “Abi, nick’in çok güzelmiş. NickServ’den kaydı düşerse ben hemen kaparım!” demeye bile başladı. Önce, bu iltifatların (!) dergiyle olan ilişkimizle bir alâkası olup olmadığını düşünmeye başladımsa da, bu kişilerin hiçbirinin benim adımı, soyadımı veya sıfatımı bilmediklerinden çok emindim. Ancak, bir değil iki değil, gelip gidip “Çok güzelmiş; hele sen birkaç gün kullanmayıp NickServ’den kaydın düşmesine sebep ol, bu nick’i elinden alacağım.” diyenlerin sayısı artmaya başladı...

“Vay be, Türkiye’de herkesin kendi çapında mafya olduğunu biliyorduk ama demek IRC’de de ‘nickname mafyası’ türemiş!” diye düşünmeme rağmen, “Nasıl olsa lâkabım NickServ’e kayıtlı; kolay kolay birşey olmaz.” şeklinde kendimden emindim. Bu şekilde gelenlere, “Ya, kardeşim, gidin kendi kendinize düşünüp güzel nick’ler bulun. Benimkini kullanmak size ne kazandırır? Sadece, benim lâkabımı çalmış olursunuz.” desem de nafile! Meğer, kendimden emin olmakla hata etmişim. Önemli bir şeyi gözden kaçırmışım: Diğer IRC server’ların varlığı ve onların NickServ’lerinde nick’imi kaydetmemiş olmam! Haydaa, ne yani, işi gücü bırakıp o IRC server senin, bu IRC server benim, geze geze lâkap mı kaydedeceğim? Bir de, 10-15 günde bir gidip, nick’imin kayıtları düşmesin diye o server’larda sohbet mi edeceğim? Zaten bunları düşünmeme gerek yokmuş... İş işten geçmiş. “Nickname mafyası”, benim lâkabı diğer server’larda çoktan tescil etmiş bile. Birgün arkadaşın biri, “Senin nick’i Superonline IRC sunucusunda gördüm, ama bir de baktım ki sen değilsin.” dedi. Başka birgün birisi gelip, “Seni hep Dal.Net server’ında da görüyorum.” dedi. “Hayır ben Dal.Net’e hiç gitmem.” desem de, o kişi lâkabıma defalarca orada rastladığına emindi...

Doğru, IRC’de nick’imi gören kişilerin benim kim olduğumu bilmediklerini, ya da zaten çok sık bir şekilde bu sohbet ortamlarına katılmadığımı belirtmiştim ama, yine de, o lâkap bir çeşit ismim olmuştu. Nick’imi başka server’larda kaydeden kişi, oralarda uygunsuz davranışlarda bulunsa, örneğin küfür etse, benim lâkabımla küfür etmiş olacaktı. Buna nasıl müsaade edebilirim? Çünkü, önceden belirttiğim gibi, bu nick, ‘atmaca’, ‘irem’, ‘lion’, ‘tikky’, ‘hakan’ ve benzeri lâkaplar gibi, herkesin aklına gelebilecek türden değil. (Aman, bu saydığım nick’leri kullananlar alınmasınlar... Kaş yapalım derken göz çıkartmayalım!)

Bu durumda ne yapabilirim? Tabiî ki, öncelikle o server’lara gidip lâkabımı, çalan kişiden geri isteme şansım var. Ancak, büyük ihtimalle olumsuz cevap alacağım kesin! Hatta bir de utanmadan, “heuehe” veya “muahah” diye de gülecektir... İkinci yol ise, lâkabımın kaydedildiği server’ların sistem yöneticilerine müracaat edip şifrelerini istemek olabilir. Bu durumda, sistem yöneticilerinin bana ne derece yardımcı olacaklarını bilemiyorum. Teşebbüsümüzü olumsuz karşılayıp, “Hayır efendim, kim kaydederse nick onundur. Gelip, bu nick benim diyerek şifre isteyemezsiniz!” derlerse ne yaparız? “Ama o lâkap gerçekten benim!” diye çırpınmanız da bir işe yaramaz... Hatta işin en kötü yanı, ‘nick mafyası’nın lâkabımın bütün çeşitlerini ele geçirmiş olması: _Lâkabım_, Lâkabım_, [Lâkabım] vs. İkinci yoldan da bir sonuca varamazsak, kapıların hepsi yüzümüze kapanmış olmuyor! Üçüncü bir yol daha var. Zaten, yaşadığım bu kişisel olayları, sırf bu üçüncü yolu size tanıtmak için anlatıyorum. Çalınan nick’inizi kurtarabilmek için üçüncü yol, “hukuka başvurmak”! Evet, evet, yanlış okumadınız. Neden ezilesiniz ki? Eğer bu işe önem veriyorsanız, direkt mahkemeye başvuracaksınız.

Zaten, “Internet Hukuku” tartışmaları had safhaya vardı. Superonline tarafından, Internet Hukuku panelleri bile düzenlendi. Hatırlarsanız, onların da canları, bir başka –ama büyük çaplı– bir sanal suçtan yanmıştı. Haliyle, hemen hukuka sarılmak zorunda kaldılar. Başka çaremiz mi var? Ben de aynı yoldan çözüme ulaşabileceğimi ortaya çıkardım. Buyrun size “IRC Hukuku”!

Bildiğiniz gibi, Nisan 2000 sayımızdan beri, derginizde E-Hukuk köşesi mevcut. (Malum, son zamanlarda yayın grubumuz İMG de hukukî bir problem yaşadı. Bu yüzden, Şubat ve Mart 2000’de size ulaşamamıştık. )Avukat Dr. Mustafa Topaloğlu, bu köşeden Bilişim Hukuku üzerine sizleri aydınlatıyor. Bundan sonraki açıklamalarımda, biraz kendisinin alanına girmiş olacağım. Umarım beni mazur görür...

Konuyu dağıtmadan lâkap kayıdı ve bu konuda ne şekilde olacağını daha açıklamadığım ‘IRC Hukuku’na geri dönelim. Tabiî, “Lâkabınız çalınmışsa hemen gidin dava açın!” demeden önce, bir lâkabın hukukî statüsünün ne olduğunu bilmemiz lazım. Hukukumuzda, nickname, yani lâkap ve müstear adlar, “Kişilik Hakkı” başlığı altında yer alıyor. Prof. Dr. Mustafa Dural’ın, “Türk Medenî Hukuku’nda Gerçek Kişiler” kitabı bu konuyu şu şekilde izah etmiş:

“Müstear ad: Kişinin, belli bir faaliyet alanında, gerçek kişiliğini gizlemek amacıyla kullandığı addır. Müstear ad, Medenî Kanun’da düzenlenmemiştir. Buna karşılık, FSEK. 11 [Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu], müstear addan söz eder. (...) Müstear ad, yukarıda da açıkladığımız gibi, Medenî Kanun’da düzenlenmiş değildir. Ancak, genellikle, kişinin o adla tanınmış olması halinde, MK 25’den yararlanılarak, korunacağı kabul edilmektedir.

Lâkap: Bir kişiye, belirli bir fizikî özellikleri ya da tutumu dolayısıyla başkaları tarafından yakıştırılan ada lâkap denir. Medenî Kanun’da lâkaba ilişkin hüküm yoktur. Buna rağmen, bazı yazarlar lâkabın MK. 25 tarafından korunan adlara dahil olduğunu kabul ederler. Bazı yazarlar ise, lâkaba saldırı yoluyla kişilik hakkının ihlâli halinde, MK. 24’deki genel kuraldan yararlanılacağı görüşündediler.”

Peki, bu açıklamalarda geçen Medenî Kanun’un 24. ve 25.’i maddelerinin hükmü nedir?

İlk olarak, Prof. Dr. Mustafa Dural’ın bu konuyla ilgili olarak öncelik tanıdığı 25. maddeyi görelim:

Medenî Kanun 25. madde: “İsmi ihtilâfa mahal veren kimse, hâkimden hakkının tanınmasını talep edebilir. İsmi gasbolunmasiyle mutazarrir olan kimse, bunun men’ini ve taksir vukuu takdirinde maddî tazminat talebi hakkına halel gelmemek üzere mâruz kaldığı haksızlığın mahiyeti icap ediyorsa manevî tazminat namiyle bir meblâğ itasını da talep edebilir.” Yani, bir ismin kullanılması konusunda kişiler arasında çekişme çıkarsa, hakkın tespitini davası açılabilir. Adı haksız olarak kullanılan kişi, buna son verilmesini, varsa maddî zararın giderilmesini ve uğradığı haksızlığın niteliği gerekiyorsa manevî tazminat ödenmesini isteyebilir.

Bunun yanı sıra, bazı yazarların, lâkapların korunması konusunda uygulanabileceğini söylediği Medenî Kanun’un 24. maddesi ise şu şekilde: “Hukuka aykırı olarak şahsiyet hakkına tecavüz edilen kişi, hâkimden tecavüzde bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Şahsiyet hakkı ihlâl edilenin rızasına veya üstün nitelikte bir özel ya da kamu yararına veya kanunun verdiği bir yetkiye dayanmayan her tecavüz hukuka aykırıdır.”

Bu tür bir problemle karşılaşıp çözüm olarak da Gerçek Kişiler kitabındaki açıklamalara ve Medenî Kanun’un ilgili maddelerine ulaşınca, bu durumu başka hukukçulara da danıştım. Önce, İstanbul Bilgi Üniversi Hukuk Fakültesi’nden, bilgisayar ve Internet dünyasına ve dolayısıyla da, Bilişim Hukuku’na yakınlıklarıyla tanıdığım iki akademisyen vardığım bu sonuca tamamen katıldıklarını belirttiler. Ardından da, aynı üniversitede ders vermekte olan ve Türk Medenî Hukuku’nda günümüzün en önemli otoritesi sayılan bir profesöre konuyu, NickServ’ün ne olduğundan nick’lerin nasıl kullanıldığına kadar, bütün ayrıntılarıyla izah ettim. Basılı herhangi bir yayında bu fikrinin yer almadığı, yani sadece sohbetimizin kaynak gösterilemeyeceğini düşündüğü gerekçesiyle isminin bu yazıda verilmesini istemeyen sayın hocamız da, bu tür bir lâkap çalma hâdisesinde, hukukî yollara başvurulabileceğini ve Medenî Kanun’un 24 ve 25. maddelerinin ileri sürülmesiyle hak aranabileceğini, icap ediyorsa tazminat bile talep edilebileceğini kabul etti.

Fakat, bu meselede bazı önemli ayrıntıları gözden kaçırmamanız lazım. En önemlisi, kullandığınız nick’in sıradan bir kişinin düşünür düşünmez kendisi için bulamayacağı tarzda bir lâkap olması gerektiğidir. İkinci olarak, bu lâkap ile bir IRC server’da tanınıyor olmanız, yani belirli bir şahit kitlesine sahip olmanız lazım. Örneğin, benim nick’imin PC LIFE yazarı Cüneyd Er’e ait olduğunu bilmeyen insan çoktu. Ancak, o nick’in sahibini tam olarak adıyla, soyadıyla ve mesleğiyle tanımasalar bile, o server’a gelen ve belirli kanallarda bulunan, belirli bir arkadaş çevresi olan bir kişi olarak bilirlerdi. Yani, lâkabın bir şahısla bütünleşmiş olması da yeterli ve önemlidir. Şimdiye kadarki açıklamalar ile en son saydığım bu şartların size tamamıyla uyduğuna eminseniz ve lâkabınız başka kişiler tarafından çalınmış ya da başka server’larda “nick tescil servisi”ne kaydedilmişse, hemen hukukî girişimlerde bulunabilirsiniz.

Lâkabınız başka server’larda başkaları tarafından taklit edilerek kullanılıyorsa, büyük ihtimalle o server’ın NickServ kayıtlarındaki tescil tarihi, sizinkinden daha yeni olacaktır. Bu kayıtları da, noter yoluyla tespit ettirip resmîleştirdikten sonra, nick’inizin taklit edildiğine dair mahkeme müracaatınız olursa, bir delil olarak kullanabilirsiniz. Böylece, gerekli şahitleri bulmanın yanı sıra, kanıtlarınızı da güçlendirmiş olursunuz. Davacı olacağınız

Belki bir kişinin nick’i üzerinde bu kadar titizlenmesi, bazı IRC ortamlarını pek tercih etmeyen Internet kullanıcılarına garip gelebilir. Oysa, durum hiç de küçümsenecek gibi değil. Öyle lâkaplar var ki, sadece bir IRC server’da sohbetlere katıldığı halde, ünü bütün Türk IRC dünyasına yayılmış durumda... Hangi server’a giderseniz gidin, o kişi belki oraya hiç bağlanmamış olsa bile tanınıyor. Bu durumda, insanların nick’leriyle tanındığı bir dünyada, bir kişinin, kendisiyle bütünleşmiş nick’inin başkaları tarafından kullanılmamasını istemesi ve bunun için her türlü girişimde bulunması son derece tabiî. Çünkü, artık o nick’in her türlü hareketi, o şahsı bağlar duruma gelmiş oluyor...

İşin en güzel yanı da, mahkeme kanalıyla nick’iniz üzerindeki hakkınızı tespit ettirmeniz hâlinde, o lâkabı bütün server’ların NickServ’lerinde sanki “noexpire on” yapmış gibi bir avantaja sahip olacak bulunmanız.

NOEXPIRE

“Noexpire”? Evet, yeri gelmişken hemen bu komutu tanıtayım. Ancak, “noexpire”, sadece IRC sistem yöneticilerinin kullanabileceği türden komutlar arasında. Eğer lâkabınızı NickServ’e veya kanalınızı ChanServ’e kaydettiyseniz bu lâkap veya kanalı kullanmadığınız takdirde, belirli bir zaman içerisinde kayıtları otomatik olarak silinir. Bu zamanaşımı, genellikle 10 ilâ 15 gün arasında olan ve server’dan server’a değişen bir süredir. Ancak, eğer bir IRC sistem yöneticisi, herhangi bir kanal veya lâkap üzerinde ‘noexpire on’ komutunu uygularsa, o kanal veya lâkap zamanaşımı listesinden çıkartılmış olur. Bir nevî, ömür boyu kayıtlı kalma hakkı alır.

Bir kanalı zamanaşımından çıkartma komutu: /chanserv set #kanal-adı noexpire on (iptali için off)

Bir lâkabı zamanaşımından çıkartma komutu: /nickserv set noexpire on (iptali için off)

Bu ay, IRC’nin klasik komutlarını vermek, nuke’lerden, Truva Atlarından, kendini hacker zanneden lamer’lardan bahsetmek yerine farklı bir probleminize yardımcı olalım dedik... Çünkü, IRC birçok sosyal ilişkinin yaşandığı bir dünya. Bu sosyal ilişkiler de zaman içinde daha kesin kurallarla muhakkak düzene sokulacaktır. Zaten hukuk da, insanlar arası ilişkileri düzenleyen kurallar bütünü... Internet ve kurallardan bahsedince, bazıları hemen “Internet’e sansür geliyor!” gibisinden yaygaralar koparıyorlar. Oysa, bu düşünce yanlış. Internet’e sansür getirme çabasında olan birileri var olabilir. Fakat, gördüğünüz gibi kuralsızlık her çeşit sosyal toplumda sıkıntıları da beraberinde getirecektir. Mevcut kuralların bile yorumlanarak uygulanması, güzel sonuçlara ulaşmamızı sağlıyor.

Önümüzdeki aya kadar bizi beklemenize gerek yok. Hemen IRC server’ımıza bağlanarak İMG editörlerinden birilerine rastlayabilirsiniz. mIRC’nizin herhangi bir penceresinde vermeniz gereken tek komut,

/server irc.pclife.com.tr veya /server irc.pcworld.com.tr

E-mail ve ICQ mesajlarınızda, IRC yoluyla bizlere ulaşmak istediğinizi belirtiyorsunuz. O zaman, tek umudunuz, rastgele bağlandığımız saatleri tutturabilmek olsun. Önceden de ifade ettiğim gibi, özel toplantı saatleri zaten resmî kanallarımızın topic ve giriş mesajlarında yer alacaktır. Hemen unutmadan söyleyeyim: Şu anda, bu yazının konusunu teşkil eden o meşhûr nick’imi kullanmıyorum. Hele biraz zaman geçsin, belki tamamıyla unutulur, “nick mafyası” lâkabımı kara listesinden çıkartır, o zaman yavaş yavaş tekrar kullanmaya başlarım.

Hoşça kalın...

HAZIRLAYAN: Cuneyt Er

X.İNTERNET YAYINCILIĞINDA HUKUKİ VE CEZAİ SORUMLULUK VE BAZI TEKNİK KONULAR

X.İNTERNET YAYINCILIĞINDA HUKUKİ VE CEZAİ SORUMLULUK VE BAZI TEKNİK KONULAR
Önce hukuk davaları yani internet yayıncılığı ile ilgili bir zarar veya zarara uğrama tehlikesi ve hukuka aykırı bir fiil ortada varsa kimler sorumlu ve davalı olabilir diye düşünelim. Radyo, televizyon ve basında sorumluluk düzenlendiği için onların işi kolaydır. Fakat internette özel durum olmadığından hukuk mantığını ve var olan diğer kuralları kullanarak sonuca varabiliriz.

İnternet yayıncılığından dolayı durdurma, maddi ve manevi tazminat davalarında sorumluluk öncelikle ilgili yayının yapıldığı sitenin sahibi veya içeriği sağlayan olacaktır. Buradan ayrıca ilgili hukuka aykırı beyanı ve sunumu yapan, bilgiyi veren asıl kişiye de ulaşılmışsa bu kişiler zarara neden olan zararla illiyet bağı kurulabilen kişilerdir. Bunların yanı sıra e-mailde mesajın atan ve içeriğini bilip yeniden yollayan ve chatta söz veya görüntünün yazarı zararın kaynağıdır.

Bunun dışında özel olarak belirli olmamakla beraber genel sorumluluk kurallarına ve Avrupa’da kabul görmüş görüşlere göre; servis sağlayıcı, server, hostun durumdan bilgisi olmuş ve zararı engelleyecek çaba göstermemişse ceza davalarında sanık olabilirler. Bu kişiler maddi tazminattan kusurları oranında, manevi tazminat, yasaklama ve önleme davalarında ise kusursuz olsalar bile zarardan sorumlu olurlar. [1] Fakat uygulama da bu kadar kolay çözümler yeterli olmayabilir. Yaşanan olaylara göre, adil olan kural uygulanacaktır.

Borçlar Kanunu'nun 55. maddesi gereğince açılan maddi ve manevi tazminat davalarında istihdam edenin sorumluluğuna da gidilir. Çalıştıran konumundaki site sahiplerinin ve yöneticilerinin, çalışan adamın seçiminden işin yürütülmesine kadar denetim ve özen gösterme yükümlülüğü var. Ancak çalıştıran; denetim ve özen göstermiş olsa bile, zararın gerçekleşmesine engel olamayacağını ispat ederek tazminattan kurtulabilecektir. Birden fazla sorumlu varsa BK 50. maddesinin kapsamına giren hallerde tam birlikte sorumluluk var. BK 51. maddesinin kapsamına giren hallerde ise eksik birlikte sorumluluk söz konusu olacak

Davalar ne kadar zaman içinde açılmalıdır? Zaman aşımı, haksız fiil hükümlerine dayanan davalar için; BK 60 ve 66. maddelerine göre, öğrenmeden itibaren bir yıl ve haberin, bilginin ve ifadenin yayınından itibaren en çok on yıldır. Haksız rekabet için açılacak maddi ve manevi tazminat davalarında süre TTK 62. maddeye göre öğrenmeden itibaren bir yıl ve en çok üç yıldır.Ancak yayın suç teşkil edip de cezayı gerektiriyorsa ceza zamanaşımı süresi olan beş yılda dava açılmalı.

Dava nerede açılacaktır? HUMK’nun 21. maddesi gereğince yayın ile maddi ve manevi kişilik haklarına saldırı haksız fiil olduğundan, öncelikle haksız fiilin işlendiği, sonucun ve zararın gerçekleştiği yerde açılması gerekir. Ayrıca, saldırıya uğrayan mağdurunun oturduğu veya çalıştığı yerde çevresi bulunduğundan, zarar burada ortaya çıktığından, dava bu yerde de açılabilir görüşü yayılmaktadır. Yargıtay bu konuda çoğu zaman esnek davranmaktadır. Son olarak genel yetki kuralına göre muhatap bir kişi ise, davalının ikametgahı, yani ilgilinin veya site sahibinin adresinde dava açılabilir.

Tüketiciyi Koruma Kanununa göre çıkarılan Tebliğ’e göre, reklamlar hakkındaki kurallara aykırı davranma halinde internet yayıncısı site, mecra kuruluşu olan internet reklamcısı varsa aracılar Reklam Kurulu tarafından verilen para cezasından sorumludur. Reklamdan dolayı bir maddi zarar söz konusu ise sorumlu yukarıda açıkladığımız gibi kusuruyla zarara sebep olan veya arttıranlardır.

Türk Ceza Kanunu’nun 488. maddesi ve Ceza Mahkemeleri Usulü Kanunu’nun 344. maddesine göre; yayın yoluyla işlenen hakaret ve sövme suçlarının cezalandırılması için şahsi dava açılamaz. Yani doğrudan bir dilekçe yazıp ilgili mahkemeye dava açılmaz. Sadece savcılıklara dilekçe ile müracaat edilerek, kamu davası açılması istenebilir. Yine bir dilekçe yazacaksınız, ama savcılığa vereceksiniz. Savcı yayın ile suç işlendiği kanaatinde ise davayı açar, aksi halde takipsizlik kararı ile başvuruyu reddeder. Suçtan zarar görenin bir topluluk olması ihtimali vardır. Şayet bu topluluk tüzel kişiliği haiz değilse, topluluğa dahil olan herkes, tek başına dava açabilir. Buna karşılık sözü geçen topluluğun tüzel kişiliği varsa, fail aleyhine tüzel kişilik adına yetkili organ dava açar.

Tüzel kişiliği haiz olan bu topluluk, Ceza Kanunu'nun 383. maddesinin ikinci fıkrasında özel olarak belirtilen kurullardan biri ise, dava hakkı kurul başkanları veya parti ya da dernek temsilcileri tarafından kullanılır.

Zamanaşımı süresi ise, TCK'nun 490. madde hükmüne göre belirlenmiştir. Yazılı basın ve basılmış eserler dışındaki diğer yayın türleri olan radyo ve televizyon veya internet için bu süreler geçerlidir. Burada da, şikayet altı ay içinde yapılmalıdır. Bu altı aylık müddetin başlangıcı suçun işlendiği gün olmayıp, yayından zarar gören kişinin fiilden ve failin kim olduğundan haberdar olduğu gündür. Ancak, şikayet her halde zaman aşımı süresi içerisinde yapılmalıdır ki, bu süre, incelediğimiz suçlarda, beş seneden ibarettir. Bu sebeple mağdur fiili ve faili suçun işlendiği tarihten itibaren beş sene geçtikten sonra öğrenmişse ilgili maddeye göre artık dava veya şikayet edemez.

Davaya bakmak yetkisi suçun işlendiği yer mahkemesindedir.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Sait Güran,Teoman Akünal, Köksal Bayraktar, Erdener Yurtcan, Abuzer Kendigelen, Önder Beller, Bülent Sözer, İnternet ve Hukuk, Superonline Workshop Metni, s. 35 vd

IX.İNTERNET YAYINI VE İÇERİĞİNE KARŞI HUKUKİ BAŞVURU YOLLARI

IX.İNTERNET YAYINI VE İÇERİĞİNE KARŞI HUKUKİ BAŞVURU YOLLARI



Bu bölümde internet yoluyla yapılası yaygınlaşan yayıncılık ile internet sitelerindeki içeriklerde kişilerin ve kuruluşların haklarının çiğnenmesi halinde başvurulacak hukuki yollar ve açılabilecek davalar özetlenecektir.



A.MEŞRU MÜDAFAA

Hukukta ihkakı hak yani hakkını zor kullanarak almak yasaktır. Ama hakkını eylemli olarak korumak serbesttir. Meşru müdafaa veya yasal savunma hakkını saldırıya karşı eylem yaparak korumaktır.

Bildiğiniz gibi gelişmiş sistemlerde saldırıya uğrayan Devlet eliyle korunur. Fakat kişinin haksız ve beklenmeyen bir saldırı karşısında her zaman Devlete sığınma ve yetkili devlet kuruluşlarına başvurma olanağı bulunmayabilir. Özellikle, Devlete sığınma yolları aranırken, yapılan saldırının doğuracağı çok yakın zararlar artacaksa, saldırgana karşı güç kullanarak saldırıyı defetme yetkisini tanımak gerekir. Böylelikle doğma olasılığı bulunan ağır zararlar engellenmiş olacaktır. Ancak bu yetki genelleştirilemez ve yalnızca özel durumlarda tanınabilir.

İnternetteki bir açıklamaya karşı meşru müdafaa haline, ticari veya kişisel isim, ürün, marka, onur, saygınlık ve özel yaşamı ihlal eden bir yayın hazırlığı veya mevcut yayının devam etmesi hallerinde de rastlanabilir. İlgililerin, bu yayını ihtiyati tedbir yoluyla yayının önlenmesi gibi, başka hukuksal yollarla derhal önleme olanakları yoksa, bir başka yayın aracı ile, söz konusu yayıncının “yalan haber verdiğini” haberi veren kişi, kuruluş, yazar ve muhabirin “meslek ahlak ve bilincinden uzak olduğunu” belirterek olayın gerçek yüzünü kamuoyuna açıklayabilir. Burada onur ve saygınlığa saldıran bir açıklamaya karşı, saldırıda bulunanın şerefsizliğini gösterecek yayında bulunmak olasıdır. Burada meşru müdafaa hakkının kullanılması söz konusudur. Ancak, karşı yayında kullanılan ibarelerin kişilik haklarını ihlal eden ilk yayınına göre daha ağır olmaması, en azından her ikisinin ağırlığının yakın olması gerekir.[1]

Borçlar Kanunu’nun 52. maddesi bir tehlike karşısında kendini veya başkasını zarar tehlikesinden kurtarmak için savunma yapan, bu esnada saldırgana zarar veren kişilerin tazminatla sorumlu olmadığını belirtmektedir. Eğer kendisi ya da başkasını saldırıdan korurken üçüncü kişiler zarar verilirse, mahkeme bu tazminat miktarında hakkaniyet kaidelerine dikkat edecektir. Bunun anlamı tazminat azalacak yahut ortadan kalkacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken kullanılan karşı gücün, kişiliğe yönelik haksız bir saldırıyı defetme amacını taşıması; saldırıyı defetmeye elverişli olmasıdır. Yani saldırıdan daha ağır bir güç kullanılmayıp, saldırıyı defetmeye yeterli derecede kullanılmalı; hazırda varolan bir saldırıyı defetmek için güç kullanılmış bulunulmalıdır. Aksi takdirde sadece ceza indirilir.

Bu konuda Ceza Kanunu’da 49. maddesinde, kendisini ve başkalarını tehlike ve saldırıdan korumak amacıyla bir başkasına zarar veren ve suç işleyenler hapis ve diğer cezaları almayacağını düzenlemiştir. Ancak burada zorunluluğun gerektirdiği sınırı aşıp, gerekmeyen zararlar verenlerin de cezaları indirilir.



B.CEVAP VE DÜZELTME BAŞVURULARI
İnternet yayıncılığı yeni bir kurum olduğundan bu konuda yasalarımıza henüz cevap ve düzeltme hakkı koyulmamıştır. Ancak ileride belirteceğimiz saldırı içeren yayının önlenmesi ve saldırgan bir yayının hakime tespit ettirilmesi halinde mahkemeden ek bir karar alarak yapılan açıklama ve yayının doğru olmadığı yayınlatılabilir. Tabi bu söylediğimiz Türkiye’de olan bir yayıncı veya site sahibi hakkında geçerlidir. Başka devletlerde bu yayının yapılması halinde kararı o ülkede tenfiz ettirip, yani Türk mahkemesi kararını götürüp oradaki bir mahkemede onaylatıp, uygulanmasını sağlamak gerekir.



C.DENETİM KURULUŞLARINA BAŞVURU
İnternetteki reklamların ve yayınlarının tüketiciler aleyhine olması, haksız rekabet yaratması, yanlış ve aldatıcı özellikler taşıması halinde ise, ilgili kişiler Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Reklam Kurulu’na başvurabilirler. Kurul kendiliğinden de harekete geçebilir. Kurul’a ulaştırmak amacıyla şikayetçiler dilekçelerini Bakanlığın illerdeki müdürlüklerine de verebilirler. Kurul, ilgili reklamcı, ürün sahibi ve yayıncıya savunma için süre verir. Üç gün bekler ve konuyu görüşmeye başlar. Sonunda ilgililere; yerel yayınsa 5.400.000.000 TL. para cezası, eğer yayın ülke düzeyine yapılmışsa bunun on katı para cezası, reklamı durdurma veya reklamı düzeltme kararlarından birini veya ikisini verir. Tekrarı halinde iki misli para cezası verilir. Kararı Bakanın onayına sunar. Bakan onaylarsa kararını bildirir. Para cezalarına karşı yedi gün içinde İdare Mahkemelerine başvurulur. Burada bir parantez açarak, Kurul kararlarına karşı da 60 gün içinde idare mahkemelerine başvurulabileceğini belirtelim. Yürütmeyi durdurma kararı alınırsa cezanın ödemesi durur. Karar iptal edilirse ödenen para ilgiliye iade edilir. Reklamın durdurulması ve düzeltilmesi kararına yayıncı ve reklamcılar ya da ürün sahibi uymazsa, Bakanlık, Tüketici Mahkeme’sine gidebilir. Burada yayıncı, açık olarak anlaşılan kurala aykırı reklamı yayınladığı için para cezasından sorumludur. Yok, kurala aykırılık açık değilse, o zaman sadece reklamın sahibi ve reklamı hazırlayan sorumludur.

Aldatıcı ve haksız reklamlara karşı bir başka denetim kuruluşu Reklam Özdenetim Kurulu’dur. Medya kuruluşları, reklam verenler ve reklamcıların ağırlıklı temsil edildiği bu Kurul’a; tüketiciler, meslek kuruluşları, reklam verenler, reklam ajansları ve mecralar başvurabilir. Yayından itibaren üç ay içinde bu başvuru yapılmalıdır. Özdenetim Kurulu, şikayeti inceledikten sonra;

*reklamcı ve reklam verenden reklamın yayınının durdurulması,

*yayıncının reklamı yayından kaldırması,

*kamuoyuna açıklama,

*reklamın düzeltilmesi,

*ürünün piyasadan çekilmesi veya etiket ya da ambalajın düzeltilmesi,

*reklam verenden hatalı reklamın düzeltildiğinin duyurulması kararlarından bir ya da birkaçını alabilir. Bu kararlar öneri ve uzlaşma niteliğindedir. Hapis ve para cezası gibi zorlama yolu yoktur.

İnternette Basın Konseyi ve RTÜK gibi bir kuruluş olmadığından ve inşallah kurulmayacağından başka bir başvuru söz konusu değildir. Ancak İl İdaresi Kanunu’nun valilere verdiği yetkiler doğrultusunda yayın yapılan site hangi ilde ise o ilin valisine yayının durdurulması için de başvurulabilir diye düşünüyorum. Valilik yayını durdurma kararı verirse, uygulanmaması resmi kuruluşların emirlerini yerine getirmeme gibi bazı cezaları gündeme getirebilir. Bu kurallar özellikle servis sağlayıcılar için önemlidir.



D.HUKUK DAVALARI AÇMA
Medeni Kanunun 24. ve 24/a. ile Borçlar kanununun 48. ve 49. maddeleri, her tür yayınlardan dolayı zarara uğrayan kişileri çeşitli hukuk davaları ile bu saldırıya karşı korur.

Yayının konusu, eğer kişinin ticari ünvanı, logosu adı ya da ürünü ise, Borçlar Kanunu ve Ticaret Kanunu gereği; öncelikle haksız rekabetin önlenmesi, maddi zararı için maddi tazminat, manevi zararı için manevi tazminat ister.

Haksız rekabetin önlenmesi davası açabilmek için; yayının devam etmesi ya da devam olasılığının bulunması, bu yayının haksız ve zarar doğurucu olması gerekli.

Maddi tazminat davası, acaip bir sitedeki ya da internet gazete ve dergisindeki yahut internet üzerinden yapılan televizyon ve film şeklindeki yayınla bedensel ya da ticari değerlerin zarara uğraması yahut davacının haksız rekabet nedeniyle müşterilerini kaybetmesi, rekabet edenin de kusurlu bulunması durumunda açılır.

Ìster haksız rekabet yolu ile ticari değeri olan haklara, isterse kişinin yaşamı, özgürlükleri, onur ve saygınlığına, ismine, resmine, görüntü veya sesine ya da özel yaşamı ve ailesine olsun; tüm bu saldırılar Borçlar Kanunu'nun 49. maddesine göre manevi tazminat davası ile cezalandırılır.

Tüm bu davalar Türkiye’de yaşayan yabancılar ve türk vatandaşlarına ilişkin zararın vuku bulduğu yer olan Türkiye’de ve Türk Hukuku kurallarına göre çözümlenir. Eğer zarar veren içerik sağlayıcı, site sahibi veya server ile servis sağlayıcılar yurt dışında ise alınacak mahkeme kararını onların yaşadığı yerlerde tenfiz ettirip, uygulayabiliriz.



1.Yasaklama ve Önleme Davası

Bu dava; henüz olmayan, fakat yakında yapılacak saldırılar için açılır. Saldırı yapılıp sona erdirilmiş; ama aynı saldırının yeniden yapılması söz konusuysa, bu davanın açılabileceği doğaldır. Eğer, ortada sürmekte olan bir saldırı varsa; bu dava değil, saldırının kaldırılması davası açarız. 36

Davanın açılması için, haksız bir saldırı konusunda belirtiler bulunması yeterli olup, ayrıca saldırıda bulunmaya hazırlanan kişinin kusurlu olması aranmaz. Saldırının haksız olması yeterli olup, cezalandırmayı gerektiren bir suç niteliğinde bulunması da gerekmez.[2]

Saldırının önlenmesi ya da yasaklanması davası sonucunda hakim,yakında yapılacak olan saldırının yapılmamasını karara bağlar. Yani, saldırıda bulunma hazırlığı içinde bulunan kişiye, yayın yasaklanır. Örneğin, internetteki bir sitede; yakında A Şirketinin gerçeğe aykırı biçimde çevreyi kirlettiğ veya A Bankasının hesaplarına girmek için şifre kırıcının dağıtılacağı duyurulabilir. Yayına henüz başlanmamışsa bu davayı açarız.

Yine reklamlar yoluyla bir haksız rekabet yapılıyorsa, Ticaret Kanunu’nun 58. maddesi gereğince haksız rekabetin men’i için bu davayı açarız. Fikir, sanat ve edebiyat eserlerinde; eser sahibi ve buna komşu yapımcı ve yayıncı da eser haklarını korumak için benzeri davayı açar. FSEK’nun 66 ve 69. maddesine göre tecavüzün önlenmesi için bu davayı eser sahibinin ikametgahı mahkemesinde açabiliriz.

Önleme davası sonunda verilen karar yayıncı Türkiye’de ise uygulanmak üzere icra müdürlüğüne verilir. Saldırgana gönderilen icra emriyle, mahkeme kararına aykırı davranışta bulunursa, İ.İ.K.’nun 343. maddesindeki hapis cezasının uygulanacağı ihtarı belirtilmelidir.

Önleme davasına çok benzeyen diğer mücadele aracı “ihtiyati tedbir” olayıdır. Hukuk’la biraz ilgili olanlar bilir, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 103. maddesine göre, geciktirilmesinde tehlike olan veya önemli zarar doğacağı anlaşılan hallerde, yargıç, tehlike ve zararı önlemek için gereken tedbirlere karar verebilir.

Bu ihtiyati tedbir kararına itiraz da edilebilir. İtirazımızı değerlendiren hakim, yayının gerçek ve haklı olduğunu düşünürse ihtiyati tedbir kararını kaldırabilir.

İnternetteki veri tabanları ile fikir, edebiyat ve sanat eserlerine yapılan saldırı ve haksız faydalanmaların önlenmesi için Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 77. maddesine göre; esaslı bir zararın veya ani bir tehlikenin veya oldu bittilerin önlenmesi için yahut diğer herhangi bir sebepten dolayı zorunlu ve bu konuda ileri sürülen iddialar da güçlü görülürse, mahkeme, kanunla tanınmış olan hakları saldırıya uğrayan ve tehlikeye düşen kimsenin talebi üzerine, davanın açılmasından önce veya sonra, diğer tarafa bir işin yapılmasını veya yapılmamasını emredebileceği gibi, bir eserin çoğaltılmış kopyalarının ve onu üretmeye yarayan kalıp ve diğer çoğaltma araçlarının ihtiyati tedbir yoluyla geçici olarak zaptına karar verebilir.

Türk Ticaret Kanunu’nun 63. maddesi de, haksız rekabet halinde ihtiyati tedbir verileceğini düzenlemiştir. Bu maddeye göre; reklam veya bir şirket ya da ürünü hakkındaki yayınla, haksız rekabet yapılarak; müşterileri, kredisi, mesleki itibarı veya diğer ekonomik çıkarları zarar gören veya zarar tehlikesine uğrayan kimse, haksız rekabete neden olan yayının ve yayınla ortaya çıkan maddi durumun ortadan kaldırılmasını, yanlış ve yanıltıcı açıklamaların düzeltilmesini ve gerekli diğer tedbirlerin alınmasını ihtiyati tedbir yoluyla hakimden isteyebilir.

Özellikle Türkiye’deki yayıncıların ve servis ile içerik sağlayıcıların dikkatinizi çekmek istiyorum. Hukuk Usulu Muhakemeleri Kanunu'nun 113. maddesi, ihtiyati tedbir yolu ile yasaklama veya durdurma kararına uymayan veya alınmış tedbire aykırı davranan herkes hakkında bir aydan altı aya kadar hapis cezası koymuştur.



2.Kaldırma Davası

Bu dava, maddi ve manevi haklara yönelmiş ve sürmekte olan saldırılara karşı açılır. Amaç, varolan ve devam eden bir saldırının ortadan kaldırılması, saldırıya son verilmesidir. Sona ermiş saldırının tekrarlanması, tehlikesi varsa, bu takdirde saldırının kaldırılması değil, saldırının yasaklanması veya önlenmesi talep edilecektir.

Bu davanın açılabilmesi için, saldırının haksız olması yeterlidir. Ayrıca saldırganın kusurlu olması gerekmez. Dava için saldırı dolayısıyla bir zararın doğması da gerekmez. Bir zarar olmasa da, salt haksız saldırının varlığı karşısında bu dava açılabilir. Fakat, saldırı dolayısıyla bir zarar doğmuşsa, davacı saldırının kaldırılmasından başka maddi ve manevi tazminatla zararın giderilmesini isteyebilir. Eğer, saldırı kaldırıldıktan sonra zarar ortaya çıkmışsa, bu zararın giderilmesi ayrı bir tazminat davasıyla istenir. [3]

Bir yayın ile, birden fazla kişiye saldırılırsa, saldırıya uğrayanlardan her biri, diğerlerinden bağımsız olarak saldırının durdurulmasını dava edebilir. Bu dava sonucunda saldırı durdurulursa, bundan diğerleri de yararlanır. Buna karşılık, mağdurlardan birisinin açtığı davayı kaybetmesi diğerlerinin dava haklarını etkilemez. Eğer saldırgan birden fazla ise, -ki internette içerik ve servis sağlayıcılarla, siteyi yaratan ve yayınlayan kişiler vs. gibi birkaç kişi birden sorumludur- dava içlerinden birine, bir kaçına veya hepsine açılabilir.

İnternetteki reklamlar veya şirketler ile onların ürünleri hakkındaki haber ve yorumlar için bu kural çok önemli. Kanun’un 58. maddesine göre; haksız rekabet yüzünden müşterileri, kredisi, mesleki itibarı, ticari işletmesi, veya diğer ekonomik çıkarları bakımından zarar gören veya böyle bir tehlikeye düşen kimse; haksız rekabetin sonuçlarının ortadan kaldırılması, yanlış ve yanıltıcı açıklamaların düzeltilmesini isteyebilir. Yine Fikir ve sanat Eserleri Kanunu’nda bu yönde düzenlemeler bulunmaktadır. Kanun’un 67. maddesine göre; internette kullanılan eser, veri tabanı veya içeriği haksız yere değiştirilmişse, yazarın adı koyulmamışsa; eser sahibi, yayının durdurulmasını, masrafı saldırgana ait olmak üzere haksızlığın gazete, dergi, radyo ve televizyonda ilan edilmesini ve düzeltilmesini talep edebilir.

Saldırının kaldırılması davasında hakim, davalıyı saldırıya son vermeye mahkum edecektir. Kararda aksi davranışın hapisle cezalandırılacağı da belirtilebilir. Davalı kesinleşen bu karara uymayabilir. O zaman, kararın uygulanması için icraya konulması ve Ìcra İflas Kanunu’nun 343. maddesi uyarınca hapisle zorlanması bir diğer yoldur.[4]



3.Tespit Davası

Tespit ya da saptama davası, haksız bir yayının ve açıklamanın yapılmış, yapılmakta ya da yapılacak olduğunu belirleme amacıyla açılır. Bu davayla sadece, hukuka aykırı bir saldırının saptanması istenir. Hakim sadece “A sitesindeki Ahmet Kalkan hakkında yazdığı haber gerçeklere aykırıdır” diye yazar.

Bu dava, Medeni Kanun’un 24/a maddesi ile kabul edilmiştir. Ayrıca fikir ve sanat eserlerine internette yapılan tecavüzlere ilişkin olarak da bu dava açılabilir. Ek olarak, reklamlar veya ekonomik haberler yoluyla bir şirket ya da ürünü hakkında haksız rekabet yapılmasında bu dava açılabilir.

Mahkeme kararının yayını veya ilanının hangi yayın organlarında, nasıl gerçekleştirileceği ve masrafların kime ait olacağı da kararda belirtilmelidir. Davalı tazminatla sorumlu tutulabiliyorsa (kusurlu ise veya bir kusursuz sorumluluk sebebi varsa) yayın veya bildirinin masrafları davalıya yükletilmelidir. Haksız yayının etkisinin ortadan kaldırılması, ancak saldırının yapıldığı kitle iletişim aracında yapılacak yayınla mümkün olacaksa ve davalı bu kitle iletişim aracında yayınlama yetkisine sahip bir kişi ise; hakimin, bu yayını yapmaya davalıyı mahkum edebileceğini kabul etmek amaca uygun düşer. Böyle bir karara uyulmaması halinde İcra İflas Kanunu’nun 343. maddesi uyarınca hapisle zorlama imkanı da söz konusu olur.[5]

Anlamış olmanız lazım, bu davanın uygulamada çok önemi yok. Çünkü kişilik hakkına yapılan saldırıya yönelik olarak açılan öteki davalarda, az çok bir tespit kısmı var. Önleme, kaldırma ve tazminat davalarında, yargıcın her şeyden önce haksız bir saldırının bulunup bulunmadığın saptaması gerekir ki maddi veya manevi tazminat versin, saldırıyı yasaklasın. Bu dava, aynı anda verilecek kararın ilanı ya da üçüncü kişilere bildirilmesi isteğini içeriyorsa işe yarar.



4.Maddi Tazminat Davası

Maddi tazminat davası, internetteki bir içerikte bulunan bilgi, açıklama veya haber sonucu ortaya çıkan “parayla ölçülebilir” zararı giderme amacı güder.

Kanun, bu davanın şartları olarak, kişilik değerine karşı haksız bir saldırı bulunmasını, saldırıda bulunan kusurlu olmasını, saldırı dolayısıyla parayla ölçülebilir bir zarar doğmasını; zararla saldırı arasında sebep sonuç ilişkisi kurulmasını gerekli görmektedir.

Bu şartlarıyla maddi tazminat davası, saldırının kaldırılması ve yasaklanması davasından ve hatta manevi tazminat davasından farklıdır. Çünkü o davalarda “kusur” ve ayrıca saldırının kaldırılması ve önlenmesi davalarında da “zarar” aranmaz. Maddi tazminat davasının açılabilmesi için, ortada bir parasal zararın bulunması gerektiğinden, zararın giderilmesi de ancak parayla yapılabilir. Para dışında bir maddi tazminat maddi haklar yönünden düşünülemez.

Maddi giderim davasındaki zararı şöyle örnekleyebiliriz. Kişinin maddi, bedensel haklarına yapılan saldırı sebebiyle harcadığı tedavi giderleri , yapacağı sözleşmelerin iptali nedeniyle parasal kayıpları, mesleki olarak kötülenme sebebiyle müşterilerin azalması, ürünün ve malın kötülenmesi sebebiyle satışın azalması .

Öğretide, tazminat davasında istenecek maddi zarar; öncelikle fiili zarar ve mahrum kalınan kar diye iki türe ayrılır.

Fiili zarar; hukuka aykırı yayına muhatap olan kişinin açıklama sonucu mal ve para varlığının aktifinde olan azalma veya pasifindeki çoğalmadır. Zarar görenin malvarlığının, zarar veren olaydan önceki ve sonraki durumu arasındaki “kıymet farkı” fiili zararı oluşturur. İnternet üzerinden saldırıya uğrayanın bizzat aldığı bazı tedbirler nedeniyle yaptığı masraflar da bunlar arasında sayılabilir. Yayın yoluyla oluşan maddi zarar, daha çok saldırıya uğrayan kişinin kar kaybı veya “yoksun kalınan kar” şeklinde ortaya çıkabilir. Burada olası servet kaybı şeklinde bir zarar söz konusudur. Örneğin, haksız ve maksatlı bir eleştiri yayını nedeniyle yapımcının eleştirilen müzisyenle olan anlaşmasını iptal etmesi, bir banka veya otomobil şirketinin işlerinin iyi gitmediğine ilişkin açıklama nedeniyle banka aktifinde gerileme olması (Boşuna uyarmadım. Trilyonlardan bahsediyorum), sözleşmelerin iptal edilmesi ve işletmenin iflas etmesi, bir tüccarın gerçek dışı bir haberle iflas ettiğini ya da kötü mallar sattığının açıklanması nedeniyle müşterilerini kaybetmesi, bir işadamının senet veya çek bedelini ödememesi nedeniyle protesto edildiğine ilişkin gerçek dışı bir yayın sonucu bankalar tarafından kredisinin kesilmesi, bu nedenle başka firmaların siparişlerini iptal etmeleri, ona mal teslim etmemeleri nedeniyle satışlarının durması, bir doktorun cinsel bir hastalığı bulunduğuna ilişkin gerçek dışı bir açıklama sonucu müşterilerini kaybetmesi nedeniyle uğranılan kar kaybı gibi.[6]

Bu örneklerdeki zarar fatura, bilanço, yazılı sözleşme gibi belgelerle veya şahit beyanlarıyla ispatlanabiliyorsa dava yolu ile karşı taraftan para alınır. Tüm maddi tazminat davalarında zararı ve miktarını ispat davacıya düşer. Ancak, “yoksun kalınan kar” şeklindeki zararlarda, zarar miktarını kesin ispat çoğu zaman zordur. Bu nedenle, Borçlar Kanunu’nun 42. maddesine göre, zararın gerçek miktarını belirlemek mümkün değilse, hakim olayların olağan akışını ve zarara uğrayan tarafın aldığı tedbirleri dikkate alarak, adalete uygun tazminat miktarını kararlaştırır.

Yok, zarar gerçek değil ya da deliller zayıfsa, o zaman aşağıdaki mahkeme kararında olduğu gibi tazminat isteği reddedilir.

Davacı manevi tazminattan ayrı olarak , davalıya ait gazetede yapılan yayın nedeniyle üçüncü kişiyle yaptığı iş sözleşmesinin bozulduğunu ileri sürerek, 30.000.000 lira maddi tazminat istemiştir.

Davacı , ..yayından bir gün önce İsviçre’de bulunan bir türk firmasıyla, yabancı kaynaklardan 3.750.000 İsviçre Frangı kredi temin etmek üzere bir sözleşme yapmıştır. Bu yayından hemen sonra, sözleşmenin tarafı olan kuruluş (..davacının yayınla ortaya çıkan kişiliğini değerlendirerek ) tek taraflı olarak sözleşmeyi bozmuştur. Bu sözleşmeye göre davacı, adı geçen kuruluşa, milletlerarası iş yapan kuruluşlardan kredi temin ettiği takdirde şirketin kurucu hisselerinden % 7.5 ‘unu bedelsiz olarak alacağı gibi, ayda huzur hakkı olarak 5.000 İsviçre Frangına da hak kazanacaktır.

Görülüyor ki, davacının talep ettiği maddi tazminat, kar yoksunluğu zararından kaynaklanmaktadır. Bu tür zararlarda, mal varlığında zarar verici eylemden önceki durumla sonraki durum arasında bir değişiklik yoktur; fakat zarar verici olay gerçekleşmeseydi, mal varlığında bir çoğalma meydana geleceği ileri sürülür. Bu nedenle kar yoksunluğu, genellikle varsayımlardan kaynaklanan bir hesaba dayanır. Burada, kişinin mal varlığında gelecekteki çoğalma ihtimali gözönünde bulundurulmak suretiyle bir sonuca varılır.

Hakim kazanç yoksunluğunu değerlendirirken kanaat bahşeden olgulara dayanmak zorundadır. Böyle güçlü kanıt ve olgular bulunmadan iki kişi arasında yapılan bir sözleşmeye dayanılarak kazanç yoksunluğunun gerçekleştiğinin kabulü olanağı düşünülmemelidir. Davacının İsviçre’deki bir Türk firmasıyla sözleşme yaptığı (kredi temin edilmesi yolunda ) tartışmasızdır. Ne ver ki, bu sözleşmenin gereği olarak ve davacının katkısıyla kredinin temin edilebileceği yolunda kanaat bahşeden kanıtlar ve olgular gösterilmemiştir. Davacının, bazı firmalara daha önce kredi temin etmiş olması, yeterli delil olarak kabul edilemez. Kaldı ki kredi temin sözleşmesi olaydan bir gün önce imzalanmış ve yayından çok kısa bir süre sonra bozulmuştur. Ortada ne krediyi verecek kuruluş mevcuttur ve ne de bu yolda böyle kuruluşlarla sonucu büyük ihtimalle olumlu ciddi bitecek görüşmeler mevcuttur; bu yolda inandırıcı kanıtlar gösterilmemiştir.(Yar.4.H.D. 8.5.1986 E.2008/K.3998)

Bu tür davalarda, tazminata karar verilmesi için, hakim, yukarıda belirttiğimiz koşulların olayda bulunup bulunmadığını araştırır. Koşullar varsa, maddi tazminat ödenmesine karar verir. Hakim maddi tazminat tutarının ne kadar olacağını da gereğinde uzman bilirkişilerden faydalanarak belirler.

Maddi tazminat olarak fiili zarar ve kar kaybının yanında, yayıncılardan istenecek başka zarar ve tazminat türleri de var. Bunların ilki, Medeni Kanun’un 24. maddesine göre, vekaletsiz iş görme hükümleri uyarınca “tecavüzden elde edilen kazanç”ın istenmesidir. Eğer, zarara uğrayanın elde edebileceği bir kazancı yalan, yanlış veya abartılmış yayın sayesinde yayıncı elde etmişse, onun mahrum kaldığı bu kazanç, maddi zarar kapsamına girer. Sorumluluk şartları varsa bu dava ile istenir. Tersinden kulağımızı gösterirsek; hakkında yayın yapılan kişinin elde edemeyeceği bir kazancı, yayıncı tecavüz sayesinde elde etmiş ise, mesela hiti ve reytingi fırlamışsa, ortada ispatlanabilir bir zarar olmadığından maddi tazminat davası açılamayacağı söylenebilir. Fakat bana göre, Borçlar Kanunu’nun 414. maddesi uyarınca; yayına konu olan, sanki bir iş yapılmış gibi saldırgan yayından elde edilen paraları ister.

Hazır konu açılmışken içine dalalım. Bir başka maddi tazminat, vekaletsiz iş sözleşmesine çok benzeyen “sebepsiz zenginleşme”ye dayanan tazminattır. Bu tazminat türü, Medeni Kanun’un 24 ve 24/a maddesinde yoktur. Burada, yayınla saldırma sonucu, zarar verenin malvarlığında, zarar görenin aleyhine bir çoğalma olmuşsa, (bu yüzden oluşan zenginleşme haklı bir nedene dayanmadığından) iadesi istenmektedir. Bu davanın açılabilmesi için yayın yoluyla açıklamada bulunan veya bu yayına sebep olan kişilerin haksız olarak zenginleşmesi gerekir. Ancak, karşı şart da vardır. Yani aynı yayınla saldırıya uğrayan kişi ise fakirleşmelidir. Bir tarafın zenginleşmesi ile diğer kişinin fakirleşmesi arasındaki oran bu tazminatın miktarını belirler. Ve yayın ile bunlar arasında bir sebep sonuç ilişkisi bulunmalıdır. Bu davanın yasal dayanağı Borçlar Kanunu’nun 61. maddesidir. Ancak bu para uğranılan zararın karşılığı olduğundan Kanun’un 63. maddesindeki sınırlama, yani borçlunun elinde ne geriye kalmışsa onun iadesi kuralı burada uygulanmaz. [7]



5.Manevi Tazminat Davası

İşte manevi hakları; internet yayınları yoluyla saldırıya ve zarara uğrayan kişi, uğradığı manevi zararı azaltmak için Medeni Kanun’un 24/a ve Borçlar Kanunu’nun 49. maddelerindeki manevi tazminat davasını açabilir. Manevi zarar daha çok kişinin manevi acılar duyma, ağır bir ruhsal sarsıntı geçirme, yaşama sevincini yitirme, toplum içine çıkamayacak derecede utanç duyma gibi farklı şekillerde karşımıza çıkar.

Manevi tazminatın amacı, yayın yoluyla saldırıdan doğan manevi zararın giderilmesi ve kişiye kendisini iyi hissettirmektir.

Manevi tazminat olarak ödenecek paranın tutarını, takdir yetkisine dayanarak yargıç belirler. Yargıç miktardan önce, gerçekten bir manevi zarar doğup doğmadığını, ikinci olarak da bu manevi zararın, manevi giderim ödemeyi gerektirip gerektirmediği belirler. Yargıç manevi giderim ödenmesi gerektiğine karar verdikten sonra, ödenecek para tutarlarını belirliyor. Bu işi yaparken de, olaydaki tüm etkenleri göz önünde tutmalı. Yukarıdaki ölçülerin yanında, saldırıya uğrayan kişisel değerin önemini ve çeşidini, saldırının ağırlık derecesini, sürekliliğini ve çevreye yayılma olasılığını, saldırıya uğrayan kişinin toplumdaki yerini ve önemini, yaşını, cinsiyetini, parasal durumunu, kendisinin de saldırıya yol açıp açmadığını, karşılıklı kusurun bulunup bulunmadığını, ayrıca saldırganın da toplum içindeki yerini, parasal ve kişisel durumunu göz önünde bulundurmalıdır. [8]

Bu söylenenler Kanun’da, "hakim; manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır" şekliyle genel olarak düzenlenmiştir. Bu etkenleri göz önünde tutarak olayın özelliğine göre, yargıç giderim tutarını düşük ya da yüksek belirleyebilir.

Yeni bir ölçü olarak, Medeni Kanun’un 24/a maddesindeki maddi tazminatlar için yukarıda genişçe açıkladığımız, “vekaletsiz iş görme uyarınca saldırıdan elde edilen kazancın devri” kuralını kullanmak mümkün. Özellikle hakimlerin dikkatini çekiyorum. Medeni Kanun’daki, “kazancın devri” kuralı sadece maddi tazminat için değil, aynı zamanda manevi tazminat için getirilmiştir.

Giderim tutarı her olayda ayrı ayrı belirlenecektir.

Açılan bu davada mahkeme kararının yayını da istenebilir. Mahkeme kararı ilanının hangi kitle iletişim aracında yapılacağı yolunda ise, Borçlar Kanunu’nda bir açıklık yoktur. Bir internet sitesinde yer alan ve manevi zarara yol açan yayının cezalandırılmasına dair kararın, başka bir kitle iletişim aracında yayınlanmasına da karar verilebilir.



6.Kınama ve Kararın Yayını Davası

Kınama ve tespit davasının dayanağı, Borçlar Kanunun 49. maddesindeki “hakim, bu (manevi) tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edilebileceği gibi, tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedilir” düzenlemesidir.

Burada mahkeme iki yoldan birini seçebilir. Ya maddi ve manevi tazminat artı diğer bir tazmin şekli kararı verir. Ya da maddi ve manevi tazminat vermeyip, kınama artı kararın basın yolu ile ilanına karar verir.



E.CEZA DAVALARI AÇMA
Geldik adrenalinin yükseldiği davalara. İnternette sıkça rastlanan kişilere veya şirketlere ve onların ürünlerine hakaret ve sövme suçlarıdır. Ancak bunlardan önce yayıncılık bölümünde sıraladığımız Kanunlardaki yayın yasaklarına uymama sonucu işlenen ağır suçlara bakalım.

Bunlar; Türk bayrağına, Devletin diğer sembollerine, ulusal renkleri taşıyan şeylere hakaret, Cumhurbaşkanına hakaret ve sövme, Türklüğe, Cumhuriyete, Büyük Millet Meclisine, hükümetin manevi varlığına, bakanlıklara, Devletin askeri ya da emniyet veya koruma kuvvetleri yahut Adliye’nin manevi varlığına hakaret, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına veya Büyük Millet Meclisi kararlarına sövme; yabancı devlet başkanına, dost devlet sancak veya armasına, elçilere hakaret, dini ve ruhanilere hakaret, ölü, cenaze ve kemiklerine hakaret, memura karşı ve yerine getirdiği görev dolayısıyla veya sırasında hareket ve sövme, adli, idari, siyasi ve askeri bir heyete hakaret ve sövme şeklinde sıralanabilir.

Devleti, diğer devletleri ve çalışan memurları hedef alan bu suçlar, ilgili cumhuriyet savcıları tarafından kendiliğinden takip ediliyor. Verilecek cezaları da ilgili bölümde saymıştım. Bu sebeple, bu konular yerine, sıkça karşılaşılan hakaret ve sövmeye ağırlık vereceğiz.

Hakaret ve sövmenin yanı sıra gözetleme, konut dokunulmazlığı, haberleşme ve özel yaşamın gizliliğine saldırı, bilgisayar programları ile fikir, sanat ve edebiyat eserlerine tecavüz ve haksız rekabet gibi suçları da çalışmasının içinde inceleyeceğiz.

Burada ceza davaları açısından ilginç olan nokta, yayıncıların hapis veya para ile cezalandırılmasının yanında, ayrı dava açmadan, bu davanın içinde onlardan manevi tazminat da istenebilmesi.

Türk Ceza Kanunu’nun 38. maddesine göre, “bir kişinin veya bir ailenin onur ve saygınlığına saldıran her tür suç ve kabahatlerde hiç bir maddi zarar oluşmasa bile mahkeme, mağdurun isteği ile manevi zarar karşılığı olarak belirli tazminat ödenmesine de karar verebilir”. Yukarıda belirttiğimiz tazminat davalarını açmayıp, doğrudan savcılığa saldırganın hapisle cezalandırılması için başvurmuşsanız, bu dava ile birlikte 38. maddeye göre manevi tazminat da isteyebiliriz. Yargıtaya göre, ceza davasını zamanaşımı ve diğer sebeplerden ötürü açamamışsanız bile bu tazminatı ayrı dava ile isteyebiliriz. Mesela, genel affa uğramış bir suç nedeniyle ayrıca manevi tazminat istenebilir. Fakat ceza davası beraatle sonuçlanmış veya daha önce takipsizlik kararı verilmişse, manevi tazminat davası açılamaz. Bu durumda dönersiniz asliye hukuk mahkemelerindeki tazminat taleplerine. [9]



1.Hakaret

Türk Ceza Kanunu'nun 480. maddesine göre; “her kim, toplu veya dağınık ikiden fazla kimse ile birlikte, diğer bir kişi hakkında belirli bir konu belirlenmesi ve yönlendirilmesi yoluyla halkın hakaret ve düşmanlığına maruz kılacak yahut namus ve haysiyetine dokunacak bir davranış yöneltirse, üç aydan üç seneye kadar hapis ve yüzbin liradan bir milyon liraya kadar ağır para cezasına mahkum olur.

... Bu suç, kamuya yayınlanmış ve açıklanmış yazı veya resim veya diğer yayın araçları ile yapılmış ise, failin göreceği ceza altı aydan üç seneye kadar hapis ve üçmilyon liradan

Ceza Kanunu’nun 484. maddesine göre; saldırılanın, kim olduğu içerikden anlaşılamıyorsa ve belirli bir kimse değilse, o zaman zarar gören belirsiz olduğundan ceza alınmaz.

Bir tüzel kişiye, mesela bir dernek veya şirkete hakaret edilmesi de olasıdır. Bu kişiler suçtan zarar gören kişi olarak şikayetçi olabilirler ve açılacak ceza davasına katılabilirler. Yüksek Mahkeme uygulaması da bu görüşü benimsemektedir. Mesela, bir diş macununun çok kötü koktuğunu, bir silah satıcısı şirketin ilişkilerinden kötü kokular geldiğini veya Eski Muharip ve Gaziler Derneğinde fuhuş yapıldığını söylerseniz; bu tüzel kişilerin yetkilileri sizi hapislerde süründürür. Tabi, haber daha evvel söylediğimiz hukuka aykırılık şartlarını taşıyorsa.

Bu arada sabıka durumu, sosyal seviyesi veya mesleği itibariyle kamuoyunca "suçlu" sayılan kişilerin bile, korunmaya layık bir şerefi var. Cezaevlerinde yapılan araştırmalar, adam öldürenlerin, hırsızları genellikle hor gördüklerini bize öğretiyor. Böyle bir suçluya "hırsız" veya "gaspçı" demek, her halde ondaki onur duygusunu yaralar. Şerefsiz denilen kimselerin dahi korunmaya layık bir onuru var ve bu alana yönelen saldırının cezalandırılması gerekli. Ancak, hırsıza hırsız, katile katil, genelev kadınına fahişe diyen kimse de cezalandırılamaz.[10]

Hakarete uğrayanın "küçük" veya "akıl hastası" olması şikayetçi olunmasına engel olmaz. Ayrıca, ölü bile, hakaretin muhatabı olabilir. Gerçekte ölüye hakaret, ölülere saygı duygusuna saldırı olup, Ceza Kanunu’nun 428. maddesi gereğince suçtur. Ayrıca, ölünün cesedine veya kemiklerine hakarette aynı Kanun’un 178. maddesine göre suç.

Hakaret suçunun unsurlarından biri, yayın ile hakaret edilirken, yayına konu kişi hakkında, özel ve belli bir olayın sebep olarak gösterilmesidir. Belirli bir olayın ileri sürülmesi veya sebebin açıklanması çok daha ağır sonuçlar doğurur. Çünkü, yayına konu olan kişi hakkında örnek verilerek, bir olayda ahlak veya hukuk kurallarına aykırı davrandığı söylenmektedir. Böyle gerekçeli yayına halk daha kolay inanır. Bu durumda aksini ispatlamak için daha çok çaba gösterilmesi gereklidir.

Ayrıca bir mesleği yapanlara başka bir meslek yakıştırmak, mesela bir operatöre kasap, bir avukata nalbant, yamrı yumru bir dolmuş kahyasına artist demek de onların mesleki onuruna hakarettir.

Hakaret suçunun manevi unsuru, kasıttır. Kasıt, yayıncının hakaret olacağını düşündüğü bir söz ya da görüntüyü bile bile yayınlamasıdır. Hakaret kasdının bulunup bulunmadığını hakim, hakaret oluşturan yayının özelliğine, işlendiği yere, zamanına ve şartlarına göre takdir eder. Bu nedenle eleştiri, bilgi verme, kınama, savunma, anlatma, şaka ve karşılık verme amacı ile yapılan yayın hakaret oluşturmaz.

Politik eleştiri, özellikle seçimler sırasında ve adayların kişilikleri hakkında kendisini gösterir. Demokratik bir rejimde yasama veya yürütme organlarına seçilecek kişilerin yeterli ve yetenekli olması gerekir. Böyle bir ortamda, hakaret amacı olmaksızın, adayların kişilikleri üzerinde tartışmaların yapılması, herkesin aday hakkındaki düşüncesini serbestçe açıklaması, bu rejimin temel gereklerinden olduğu gibi, düşünceyi açıklama özgürlüğü de böyle bir tartışmayı gerekli kılar. Yine ölçülü, gerçek, güncel ve kamuya yararlı olması şartıyla.

Ceza Kanunu, “ sair neşir vasıtaları” ile işlenen hakaret ve sövmenin cezasını, sokakta iki kişinin birbirine hakaret etmesine göre arttırmaktadır.

Gerek hakaret ve gerek sövme suçlarında hapis cezasının yanı sıra suç konusu eşyanın ortadan kaldırılmasına da karar verilmektedir. Her iki suç için ortak olan bu ek cezanın Kanunu’muzun 487. maddesindeki düzenlemesi şöyledir. “..Mahkeme suçun gerçekleşmesine araç olan yazı ve resim ve diğer şeylerin müsaderesini ve ortadan kaldırılmasını emreder.” Bu hüküm zoralım prensiplerine dayanır ve insan onurunu devamlı surette lekeleyebilecek olan eşyanın, ortadan kaldırılması maksadını güder. Bu kural internetteki serverlarda bulunan bilgilerin silinmesi şeklinde uygulanabilir.

Ceza Kanunu’muzun 487. maddesinin ikinci fıkrasına göre; “masrafı mahkum tarafından ödenmek üzere, şikayetçinin talebiyle karar özeti mahkeme tarafından belirlenecek en fazla üç gazetede bir veya iki defa yayınlanır”.

Aynen hukuk davalarında olduğu gibi, onur aleyhinde işlenen suçlarda, bu müeyyide önemlidir. Zira kamuoyu önünde onur ve saygınlığa sürülmek istenmiş olan lekenin mahkeme kararıyla temizlendiği, yine kamuoyuna duyurulmaktadır. Ancak bu sonucun tamamen gerçekleşebilmesi için, sadece yayıcının mahkum olduğunu ilan etmek ve buna ait hüküm özetini yayınlamak yeterli olamaz; ayrıca yayının doğru olmadığını da gerekçeli olarak kamuoyunu duyurmak gerekir.[11]



2.Sövme

İnternette en çok rastlanan saldırı yolu sövmeye geldik. Ceza Kanunu’nun 482. maddesine göre; "her kim, toplu veya dağınık ikiden fazla kimse ile birlikte her ne yolla olursa olsun bir kimsenin namus veya şöhret veya vakar ve haysiyetine saldırırsa üç aya kadar hapis ve ellibin liradan beşyüzbin liraya kadar ağır para cezasıyla” mahkum olur.

Suç, yayın yoluyla işlenirse, failin göreceği ceza üç aydan bir seneye kadar hapis ve ikimilyon liradan onbeşmilyon liraya kadar ağır para cezasına çıkar.

Sövme suçu, belli ve özel bir davranış ileri sürülmeksizin, bir kimsenin namus, şöhret veya vakar ve haysiyetine saldırıdır. Hakarette, suçlanan kişi için, “sen şunu yaptığın için böylesin” denirken; sövmede bir olayı sebep göstermeksizin “sen böylesin” denerek, onur ve saygınlığa saldırı söz konusudur.

Bu kısa açıklama ve örneklerden sonra, sövme ile ilgili maddenin içindeki kelime ve kavramları açıklayalım.

Bu suçun oluşması için ilk şart, yayın sonucu onur ve saygınlığına saldırılan kişinin açıkça belli olmasıdır. Ancak, yazı, resim ve görüntülerden saldırılanın kim olduğu anlaşılmakta ise, mağdur belli sayılır.

Yayıncı, bir “özellik”ten söz etse, mesela, “işkenceci”, “korkak”, “alçak”, “serseri”, “homoseksüel”, “esrarkeş”, “fahişe”, “ayı” dese, bunlar birer kötü huy veya özelliği belirtmeleri sebebiyle, sövme suçunu oluştururlar. Ayrıca, söylenen söz ilgilinin bedeni bir arızasına da ilişkin olabilir. Bir kimse hakkında "şaşı", "topal", "kambur", "sarsak", "kel" demek veya ruhi ve bedeni bir hastalık yüklemek yahut gerçek dışı olarak belirli bir din veya ırkın üyesi olarak açıklamak da sövmedir. Bunun gibi, saldırıya uğrayan kişiye bir olay yöneltilmekle beraber, bunu açıklayacak tamamlayıcı unsurlar belirtilmemişse, yine sövme söz konusu olur. Mesela bir kimse hakkında "katil", "hırsız", "dolandırıcı" gibi sözlerin söylenmesi halinde, her ne kadar ortada yasadışı bir davranışla suçlamak varsa da, bu davranış, “şunu öldürdün, şurada, şunun parasını çaldın” gibi belirli ve özel olmadığı için sövmedir.

Hakaret hakkında yaptığımız açıklamalar, sövme konusunda da geçerli olacağından, sövmenin de açık yahut üstü kapalı yapılabileceğini belirtmemiz gerekir. Örneğin, bir kimseye bir parça ot göstererek “ye” demek, bir profesöre “uçmuş” olduğunu söylemek, bir futbolcuya “top” göstererek “sen böylesin” demek gizlice sövme teşkil eder. Bunun gibi, “dolandırıcı mı, sapık mı, rüşvet kokusu mu alıyorum” şeklinde soru sormak, şüphe yöneltmek, olumsuz sözler söylemek, adamı gülünç duruma sokacak şekilde kendisiyle alay etmek, kişinin ismini bir maymun veya köpeğe takmak ve tüm bunları yayınlamak sövmedir.

Son olarak, resim veya karikatürler vasıtasıyla da sövme suçunun işlenebileceğini belirtelim. Ancak, karikatürlerin, yayının esas gayelerinden biri olan eleştiri çerçevesi içinde mi kaldığını, yoksa bunu aşacak bir nitelikte mi veya şaka mı olduğunu tespit etmek öncelikle gerekir. Şaka ya da eleştiri sınırı aşıldığı takdirde bunu üretenleri ve yayıncıları cezalandırmak gerekir. Burada bir başka önemli konu; topluma mal olmuş, politikacı, sanatçı, artist ve diğer ünlü kişilerin haklarındaki, haber değeri olmayan konularda ve özel hayatlarına ilişkin açıklamalarda bulunulması ve bu yolla kendilerine hakaret edilmesi ve sövülmesidir. Yargıtay, bu tür yayınları değerlendirirken, “haberin içeriği karşısında, okurların gereksiz merak duygularını doyurmak yerine, bu haberin halk tarafından bilinmesinde kamu yararı bulunup bulunmadığının araştırılması” gereğini vurgulamaktadır. ( Cevat Özel, a.g.e., s.510-511’den naklen, Yar. 4. C.D. 13.3.1991 1991/1005 E. 1991/1660 K. ve 25.11.1992 1992/6879 E. 1992/ 7326 K.)

Bu suçtan dolayı hapis cezasının yanında, T.C.K. 487. madde gereğince, son mahkumiyet kararı ile birlikte, suçun işlenmesinde kullanılan yazı, resim ve diğer araçlara el koyularak, ortadan kaldırılmasına karar verilir. Yargı makamı, müsadere ve ortadan kaldırmaya kendiliğinden resen karar verir.

Aynı maddeye göre, mahkeme, şikayetçinin isteği üzerine hüküm özetinin yayınlanmasına karar verir. Mahkeme, istek halinde yayım kararı vermeye mecburdur. Mahkemenin takdirine bağlı olan konu ise, gazetelerde veya diğer yayın araçlarında bir veya iki defa yayınlanmasıdır.



Hakaret ve Sövme Suçlarında Ortak Teknik Konular

Türk Ceza Kanunu’nun 488. maddesi ve Ceza Mahkemeleri Usulü Kanunu’nun 344. maddesine göre; neşir veya radyo televizyo ve benzeri kitle haberleşme araçları ( internette bu tanıma girmektedir) yoluyla işlenen hakaret ve sövme suçlarının cezalandırılması için şahsi dava açılamaz. Yani doğrudan bir dilekçe yazıp ilgili mahkemeye “davacıyım, hakim bey” diye dava açılmaz. Sadece savcılıklara dilekçe ile müracaat edilerek, kamu davası açılması istenebilir. Yine bir dilekçe yazacaksınız, ama savcılığa vereceksiniz. Savcı yayın ile suç işlendiği kanaatinde ise davayı açar, aksi halde takipsizlik kararı ile başvuruyu reddeder.

Takipsizlik kararının tebliği veya öğrenilmesi üzerine, bu kararı hukuka aykırı bulan ve suçtan zarar gören kişi, onbeş gün içinde bu kararı veren savcılığa en yakın ağır ceza mahkemesine itiraz eder. Bu itiraz dilekçesi, mahkemeye gönderilmek üzere aynı savcılığa verilebilir. Ağır Ceza Mahkemesi, dilekçeyi sanığa bildirerek cevabını alır. Gerek görürse soruşturmayı genişleterek ek araştırma yapar. İtirazı haklı bulursa kamu davasının açılmasına karar vererek gereği için dosyayı savcılığa gönderir. Savcı bir iddianame yazarak, davayı mahkemede açar.

Bu aşamadan sonra, saldırıya uğrayan kişi, müdahale isteyerek, sanığın cezalandırılması için davaya da katılabilir.

Suçtan zarar görenin bir topluluk olması ihtimali vardır. Şayet bu topluluk tüzel kişiliği haiz değilse, topluluğa dahil olan herkes, tek başına dava açabilir. Buna karşılık sözü geçen topluluğun tüzel kişiliği varsa, fail aleyhine tüzel kişilik adına yetkili organ dava açar.

Tüzel kişiliği haiz olan bu topluluk, Ceza Kanunu'nun 383. maddesinin ikinci fıkrasında özel olarak belirtilen kurullardan biri ise, dava hakkı kurul başkanları veya parti ya da dernek temsilcileri tarafından kullanılır. Yargıtayın içtihadına göre bir partinin ilçe başkanının partiyi temsile ve adına dava açmağa yetkisi yoktur. [12]



3.Mesleki Sırrı Açıklama

Bazen internet ile; bir şirketin yıllarca saklayıp, ekonomik gelir elde ettiği mesleki bilgiler bir anda herkese açıklanır. Cep telefonlarının para ödenmeden kullanılması olayında olduğu gibi bir sırrı herkesin öğrenmesi sağlanır.

Ceza Kanunu’muzun 198. maddesi bu suçu düzenlemiştir. Buna göre; bir kimse, resmi konumu veya meslek gereği olarak bir sır öğrenip, bu sırrı açıklarsa üç aya kadar hapisle cezalandırılır. Sırrın açıklanmasından bir zarar ortaya çıkarsa ilgiliye elli liradan başlayarak para cezası verilir. Bu suça karışan tüm içerik sağlayıcılar ve bildiği halde önlemeyen servis sağlayıcılar cezalandırılır.

Ancak bu suç da ön ödeme ve şikayete tabi kılınmıştır. Yani bu suçun işlendiğini söyleyip, sanıkları savcılığa sikayet ediyorsunuz. Savcılık olayı inceleyip, ilgiliye ön ödeme ihbarı yolluyor. Gazeteci arkadaşım ve diğer suçlular gelip bu küçük miktar parayı ödeyip gidiyorlar.



4. Fikir ve Sanat Eserlerine ve Bunlarla İlgili Haklara Saldırılar

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunundaki eser sahipliği ile ilgili haklara karşı hareket eden kişiler de üç aydan başlayıp bir yıl ve üç yıla değişen hapis ve üçyüz milyondan altıyüz milyon liraya kadar para cezasına çarptırılırlar.

Bu Kanun’a göre suç sayılan davranışları şöyle sıralayabiliriz.

-Kasten, eser sahibinin izni olmadan eseri kamuya sunma ve yayınlama, kopyalara adını koyma, gerçeğe aykırı olarak kendi adını koyma, kopya ve işleme olduğunu sahibinin adını belirtmeme,

-Kasten, başkasının eserini kullanırken sahibini belirtmeme, kaynak göstermemek, yanlış, eksik ve aldatıcı kaynak gösterme.

-Hak sahibinin yazılı izni olmadan kasten bir eseri işleme, çoğaltma, çoğaltılmış kopyaları satma veya satışa sunma, ithal etme, kiralama ve bunları oynama, kamuya gösterme, radyo, televizyon ve bilgisayarlarla yayınlama.

-Kasten yani bile bile bu Kanuna aykırı hareket etme amacı güderek; hukuka aykırı çoğaltılmış kopyaları satışa çıkarma, bunlardan kar elde etmek için oyun oynama, radyo ile yayma.

-Kasten, hukuka aykırı satışa çıkan kopyaları başkalarına satma, oyun oynama ve radyo ile yayma.

-Kasten, hak sahibi olmadığı halde bu eserlerin mali hakkını ve iznini devretme, rehin etme veya başka yollarla tasarruf etme.

-Kasten, sözleşme ile izin verilenden fazla miktarda çoğaltma.

-Kasten, haksız çoğaltılanları ticari amaçla elinde tutma.

-Kasten, bilgisayar program şifrelerini kırmaya yarayan teknik araçları ticari amaçla elinde tutma veya dağıtma.

-Müzik, sahne ve tiyatro eserlerini, radyo ve televizyon programlarını yapımcı, icracı yorumcu gibi, komşu hak sahiplerinin izni olmadan kaydetme,çoğaltma, kiralama, yayınlama, yeniden yayınlama,sahneleme.

-Hak ve komşu sahiplerinden gerekli izinleri almadan, bandrol almadan işaret, resim ve ses tekrarına yarayan alet ve yöntemlerle eserleri çoğaltma ve yayma.

Fikir ve sanat eserleri sahiplerinin ve hak sahiplerinin mali veya komşu haklarının hak sahibi dışındaki kişiler tarafından izinsiz olarak kullanılması halinde ne yapılacağını özetleyelim. Bu durumda eser ya da hakları devralan mali hak sahipleri ya da yetkili meslek birliği tecavüzün gerçekleştiği veya sonuçlarının meydana geldiği yerin savcılığına başvurur. Savcılık, yetkili hakimden usulsüz çoğaltılmış veya gösterime sunulmuş kopyaların toplatılmasını veya kullanılan aletlerin mühürlenmesini isteyebilir.

Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde savcı, üç gün içinde yetkili hakimin onayına sunmak üzere toplama ve mühürleme kararını verebilir.

Bu başvuru, tecavüz ya da failin kimliğini öğrendikten itibaren altı ay içinde yapılmalıdır. Saldırı fiilinden itibaren bir yılda savcılığa başvurulmamışsa ceza davası zamanaşımına uğrar.

Bu suçtan ceza görmesi gerekenler ise şunlardır. Bu suçla ilgili olarak içerik sağlayanlar ve durumu bilmesine rağmen önlemeyen servis sağlayıcılar sorumlu olurlar. Suçu işleyen çalışanların işletme sahibi yani şirketin sahibi, yöneticisi, temsilcisi, idarecisi ve müdürü suçun işlenmesine mani olmak yönünde çalışmamışsa yine sorumludur. Sorumluluk para cezaları için müteselsildir.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ahmet Kılıçoğlu, Şeref Haysiyet ve Özel Yaşama Basın Yolu ile Saldırılardan Hukuki Sorumluluk, Ankara, 1993, s.120

[2] Zait İmre, Şahsiyet Hakkının Korunmasına İlişkin Genel Esaslar, Recai Seçkin’e Armağan, Ankara, 1974, s.809

[3]Aydın Zevkliler, a.g.e., s.455

[4] Kemal Oğuzman, a.g.m., s.25-26

[5] Kemal Oğuzman, a.g.m., s.25-26

[6] Ahmet Kılıçoğlu, a.g.e., s.225-226

[7] Bilal Kartal, a.g.m., s.128

[8] Aydın Zevkliler, a.g.e., s.466

[9] Kayıhan İçel, Kitle Haberleşme Hukuku, İstanbul, 1990, s.281-282 ve A.P.Gözübüyük, Türk Ceza Kanunu Şerhi, İstanbul, Cilt: 4, s.386

[10] Sahir Erman, Çetin Özek, Açıklamalı Basın Kanunu ve İlgili Mevzuat, İstanbul, 1991, s.256

[11] Sahir Erman, a.g.e., s.280

[12] Sahir Erman, a.g.e., s.291

İNTERNET YAYINLARINDA HUKUKA AYKIRILIK ŞARTLARI

İNTERNET YAYINLARINDA HUKUKA AYKIRILIK ŞARTLARI
Medeni Kanun’un 24. maddesinde “hukuka aykırı olarak şahsiyet hakkına tecavüz”, Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde “haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden” şeklindeki ifadelerden çıkan anlama göre; yapılan her yayın veya içerikteki tüm açıklamalar değil, sadece hukuka aykırı olan saldırılar tazminatı gerektirir. Bu maddeler ve bunların mahkeme uygulamalarından hangi yayınların hukuka aykırı olduğu konusunda kesinlik bulunmaktadır. Bu şartlar çeşitli biçimlerde guruplandırılabilmektedir. Bazan de hukuka uygunluk şartları olarak adlandırılmaktadır. Biz ise kolay anlaşılması ve hepsinin aynı başlık altında incelenmesi için aşağıdaki guruplandırmayı yaptık. Eğer bir yayın aşağıdaki şartları taşımıyorsa hukuka aykırı olur. Bu durumda yayıncı tazminat, kararın yayını ve hapis cezalarıyla karşılaşır.

A.Yayının İçeriği ile ilgili şartlar

1.Kamu yararı bulunmamalıdır.

Anayasanın 13. maddesi, kişinin maddi ve manevi varlığı ile diğer hak ve özgürlüklerin “kamu yararı” amacıyla sınırlanabileceğini kabul etmiştir. Anayasa’ya uygun olarak hazırlanan iletişim ile ilgili diğer hukuk kuralları ve bunlara uygun yargı kararları da aynı sınırlama sebebini kabullenmiştir.

Netice olarak halka bilgi vermek, tartışmaları yansıtmak kamu yararını gerçekleştirmektedir. Doğal olarak da kitle iletişim araçlarının işlevi kamu yararına yönelmiş olacaktır.

Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 30.5.1974 tarih, 2113 Esas 2898 Karar sayılı ilamında; haber niteliği yönünden şöyle denilmektedir. "Gazeteler meslekleri gereği haber niteliği olan olayları halka duyurmak hak ve ödevi içindedirler". Yayının haber niteliği taşıyabilmesi için, kamu yararı sağlayacak nitelikte bulunması gerekir. Yayınlanmasında "kamu yararı” bulunmayan haberler, eleştiriler, bilgi ve yorumlar kişilik haklarını zedelerse, hukuka aykırı olur ve manevi tazminata yol açar. Tekrar edersek, haber ya da yorumun hukuka aykırı olması için en önemli şart, yayınında kamu yararı bulunmamalıdır.

Devlet memurları ve siyaset adamlarının sadece hukuka aykırı davranışları sebebiyle eleştirilmeleri, buna özel yaşantılarının da dahil olması olasıdır. Kamu yararı bunu gerektirir. Artistler, sanatçılar için de aynı ölçü söz konusudur. Bu kişiler, hukuka aykırılıkla paralel olan kamu yararının gerektirdiği ölçülerde, özel yaşantıları ile ilgili haberlere katlanmak zorundadırlar.Ancak burada işi abartmamak gerekir. Kamunun ilgisi kamu yararı varsa kullanılabilecek kavramdır. Kamu yararı yoksa tek başına kamunun ilgisi var diye bir kişinin özel hayatını yayına konu edemeyiz. Özel hayatın açıklanabilmesi için kamu yararı , sadece bir görevin yapılışı ile ilgisinin olması, kişinin rızasının olması veya hukuka aykırı bir davranışın kamuoyuna duyurulması ile sınırlıdır. Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin I6.12.1978 tarih, 94I9 E., 12048 K. sayılı kararında kantarın topuzu kaçmış ve şöyle denilmiştir. " Kamu yararı, genel çıkar gereği ayrıca kendilerine geniş ölçüde kamunun ilgi ve dikkatine sunmuş bulunan kişilere (örneğin ,büyük yazarlar, sanatçılar, artistler vs.) özellikle kamu görevleri ve kamuya mal olmuş ünlü yöneticileri, politikacıları da izleyip bunların özel yaşantılarını yasaların elverdiği ölçüde kamuya yansıtmakla görevlidir. Çünkü ... kamuyu aydınlatma görevi gereği bunu yapmak zorundadır.”

Yargıtay her ne kadar “yasaların elverdiği ölçüde özel hayatın açıklanabileceğini” belirtmekteyse de, yasalarda bu konuda ayrıntılı ve açık, ölçüler koyan bir düzenleme olmadığı için bu karara katılmak olanaksızdır. Bana göre kamu tarafından tanınsalar da, siyaset adamları, sanatçılar ve diğerlerinin rızası alınmadıkça ve görevleri ile açıkça ilgili bulunmadıkça ve de hukuka aykırı bir olay yoksa özel hayatlarına ilişkin olaylar basında yer almamalıdır. Yoksa bu gidişle paronaya toplumu olacağız.



Yazar ne derse desin, sonuçta, hangi durumun hukuka aykırı olduğunu, takdir yetkisine dayanarak belirleme görevi yargıca düşmektedir.Yargıç bu belirlemeyi yaparken, saldırıya uğrayanın ve saldırıda bulunanın durumlarını ve çıkarlarını karşılaştırarak çatışan çıkarlar arasında bir denge kurmalıdır.

Bunun için, yargıç herşeyden önce, saldırıya uğrayan kişinin, hukuken korunmaya değer bir çıkarının bulunup bulunmadığına bakmalıdır. Eğer saldırıya uğranan, korunmaya değer bir çıkar değilse, saldırının hukuka aykırılığından söz edilemez. O halde, daha somutlaştırarak belirtmek gerekirse, yargıç, saldırıya uğrayan değerin kişilik hakkının konusuna giren kişisel değerlerden olup olmadığına bakmalıdır. İşte bunu araştırırken yargıç, yasaya ve gelenek hukukuna bakacak, gerekirse kendisi hukuk yaratacak ve sonuca ulaşacaktır.

Yargıç, kamu yararı açısından, tanınan bir kişi hakkındaki yayının hukuka aykırılığını saptarken yukarıda açıkladığımız üç noktaya dayanabilir.

* Yayına konu olan kişinin eylemi bir suç veya hukuk kurallarına aykırı davranıştır.

* Yayına konu olan kişi hakkındaki bilgi onun görevini yapmasını engellemektedir.

* Açıklama hakkında yayına konu olan kişinin izni vardır.

Yayında bu koşullar varsa kamu yararı da olduğundan yayın hukuka aykırı değildir.

2.Gerçek olmamalıdır.

Gerçeklik ilkesi, yalnızca haber verme yönünden değil, eleştirmek, değerlendirmek, yorumlamak yönünden de uygulama alanı bulur. Yayının gerçek olmaması hukuka aykırılığın şartıdır. [1]

Hukuk Genel Kurulunun, bir genel ilke niteliğinde bulunan 25.11.1964 tarih ve 4/1021 E., 677 K. sayılı içtihadında belirtildiği gibi "... gazetecinin sosyal bir görevi yerine getirdiği, yaptığı işin niteliği bakımından bir türlü kamu hizmeti olduğu düşünülürse; gazetecinin bir haberi yayınlamazdan önce kendisinden beklenen özeni gösterip, haberin ne ölçüde doğru olduğunu araştırıp, soruşturmasının ve ancak bundan sonra o haberi yayınlamasının ve haberin yayınlanmasında ilgililere zarar getirebilecek yanlışlardan titizlikle kaçınmasının, mesleğinin sosyal önemi ve gazete haberlerinin kamuoyunda yaratacağı özel ölçüde derin tepkiler dolayısıyla, gazeteciye düşen ödevlerden olduğu sonucuna varılır. Nitekim, herkesin haklarını kullanırken veya borçlarını yerine getirirken, iyi niyet kuralları uyarınca davranma zorunluluğu olduğu MK.’un 2. maddesi hükmü ile öngörülmüştür" 9

Kim olursa olsun, bir kimse hakkında gerçek dışı açıklamalar, o şahsın haklarına hukuka aykırı saldırıdır.Gerçek dışılık; verilen haberin hiç vuku bulmamış bir olaya ilişkin olmasından, olayın gerçekte başka türlü cereyan etmiş olmasından veya bir olaydaki bazı unsurların gizlenmesinden yahut olaya aşağıdaki gibi bazı unsurlar ilave edilerek nakledilmesinden de ileri gelebilir.[2]

3.Güncel olmamalıdır.

Olayın üzerinden uzun süre geçtikten sonra, haber ya da yorum yayınlanırsa, kamu yararından söz edilemez. Üstelik olayın unutulduktan, tazeliğini yitirdikten sonra yayınlanması, bir kötü niyetin araştırılmasını gerektirir. Kamu yararı ve güncellik bulunmayınca haber hukuka aykırı hale gelir.

4.Sunuş dengeli olmamalıdır.

Bir haberin hukuka aykırı sayılmasını gerektiren bir başka durum ise, sunuşunun dengeli olmamasıdır. Bu alandaki kişilerin “sansasyon”dan kaçınması gerekir. Aksi ise, doğru bir haber yayını hukuka aykırı olur. Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi, 21.4.1972 Gün, 2833 Esas, 3665 Karar sayılı ilamında, haberin yayınında uyulacak ölçüleri şöylece belirtmiştir: Yasaların basına verdiği haber verme hakkı, kapsamı yönünden, değeri miktarınca ölçümlenmek gerekir. Her haberin gazetecilik mesleği yönünden belli bir değeri vardır. Bu değer her gazete için, gazetecinin kişiliğine göre değişik olarak yorumlanabilir. Ancak bu yorum farkı gazetecinin ve müessesede çalışanlarla sahibinin, diğer gazetedeki aynı durumda olan kişilerin anlayış ve yorum farkından ileri gelebilen değişikliklerden öteye gidemez. Böylece haber verme ödevi, meslek anlayışının objektif, genel ölçü ve sınırlar içinde, fakat belirtilen kişilik ve anlayışa bağlı yorumlar nedeniyle birbirinden pek az ayrı bir uygulanma gösterir. Haber vermede ölçü; yasanın sağladığı hak ve hukukun sağladığı, sınırlar, eylemli ve maddi olanaklar, mesleki kurallar, görev ciddiliği gibi kriterlerle belirir. Bu ölçülerin dışında haberde, kullanılan sözler, resimler, sunuluş ve sayfaya konuluş biçimi, gireceği sahife, birbirinden pek az farklılık gösterebilir. Bu normal ölçüler dışında bir haberin, öneminden ve ciddilik duygularından uzak, meslek anlayışına göre konulacağı yer bakımından ve konulan sözlerin niteliği ve toplam tutarı ve dengeli bir biçimde sunuluşu açısından belli bir amaca yönelince, (kamu) görevinden söz edilemez.

Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 7.7.1975 tarih, 8254 Esas, 7889 Karar sayılı ilamında ise, haberin veriliş biçiminde hakkın kötüye kullanışı ve sınırın aşılması şöylece belirtilmiştir: “Davaya konu olan haber, davacının vakar ve haysiyetine bir saldırı teşkil eder niteliktedir. Özellikle haberin gazetenin ilk sahifesine ve baş yukarı köşesine iri puntolu harflerle basılmış olması ve gereği yokken, özel bir çaba ile sağlanmış fotoğrafın aynı yerde haberle birlikte yayınlanmış olması saldırıya ve uğranılan zarara ağırlık vermektedir”

Bu karara göre, “öneminin çok üzerinde abartılıp sunulan” ve kişilik haklarını zedeleyen haber, gazeteci haber verme hakkı dışında bir amaca yöneldiğinden, hukuka aykırıdır.

Herhangi bir haber, gerçeğe uygun olsa bile, haberin verilişinin gerektirmediği bir dilin kullanılması, konunun açıklanması için gerekli, yararlı ve ilgili olmayan küçük düşürücü ifadelerin kullanılması, kişinin onur ve saygınlığına saldırı oluşturacak niteleme ve değerlendirilmelerin yapılması durumunda, denge ölçüsü aşılmış olur.



B.Yayının sonucu ile ilgili şartlar

1.Yayın ile bir hakka saldırılmış olmalıdır.

Hukuka aykırılığın bulunması için yapılan yayınla bir hakka saldırılmış olması da gereklidir. Ortada saldırıya uğramış bir hak yoksa hukuka aykırılıktan da söz edilemez. Hakkın ayrıca ilgiliye ait olması gerekir. Saldırı ile A’ya ait bir hak yok olmuş veya zarara uğramışsa, ortada onun yakını veya temsilcisi ve yetkilisi olmayan B için bir dava açmanın olanağı yoktur.

Yayın ile bir hakka saldırının olup olmadığını anlayabilmek için önce hakların neler olduğunu belirlememiz gerekmektedir. Hak ya da kişilik hakkı’nın sınır ve kapsamını da belirlemeliyiz ki, yayınla bu sınır ve kapsama ne ölçüde saldırıldığı açıklığa kavuşsun. Kişilik hakları Anayasa’da sayılarak belirlenmiştir. Bunlar yaşama hakkından başlar ve maddi ve manevi varlığını geliştirme hakları ile sürer. Güvenlikte bulunma, çalışma, özel hayatını gizleme, konut dokunulmazlığı, haberleşme, istediği yere yerleşme, seyahat, serbeştçe ibadet edebilme, din ve vicdan, düşünce ve kanaatleri açıklayabilme, bilim ve sanatla uğraşma, haber alma ve verme, düzeltme ve cevap verme, dernek kurma ve üye olma, toplantı ve gösteri yapma, mülkiyet ve miras, hak arama,suç sayılmayan bir fiilden dolayı cezalandırılmama, şikayetçi olma, aile kurma, eğitim, öğrenim, sendika kurma ve üye olma, grev ve toplu iş sözleşmesi yapma, adil ücret alma, sağlık ve çevresinin korunması, spor yapabilme ve dinlenme, sosyal güvenlik, seçme ve seçilme, siyasi partilere üye olma, kamu hizmetlerine girme ve vergi verme hakları Anayasa da tek tek sayılarak güvence altına alınmıştır. Bu hakları kişilik hakları olarak çeşitli biçimlerde gruplara da ayırabiliriz. Yayına konu olan kişi hakları bölümünde bir ayırım yapmıştım. Daha geniş bilgi ve hakların sınır ve kapsamlarının belirlenmesi için o bölümü referans veriyorum.

Hepimizin ezbere bildiği bir temel hak “masumiyet karinesi” veya “kesinleşmiş bir mahkeme kararına kadar sanık suçsuzdur” kuralıdır. Yayınlarda bu kurala da uyulmalıdır. 2.Yayın ile bir tehlike veya zarar oluşmalıdır.

Yapılan yayından veya yayın hazırlığından dolayı üçüncü kişilerin aleyhine bir zarar ya da zarara uğrama tehlikesi varsa o zaman hukuka aykırılığın şartlarından biri gerçekleşmiş olur. Bu durumda yayıncı Ceza ve Hukuk davaları açısından sorumlu hale gelir.

Buradaki zarar veya zarara uğrama tehlikesi maddi veya manevi değerler açısından olabilir. Zararın ya da tehlikenin türüne karşı açacağımız davanın türü değişir. Yoksa hukuka aykırılık artık ortaya çıkmıştır.

Yapılacak yasal başvurularda yayıncı açısından zarar veya tehlike ile yapılan yayın arasındaki ilişki mahkemelerce ilk araştırılacak konulardan biridir. Teknik ifadesiyle zarar ve yayın arasında uygun illiyet bağı araştırılır. Olayların olağan akışına ve genel yaşam deneylerine göre yayının yöneldiği kişinin hakkına zarar veya tehlike veren davranış somut olayda ortaya çıkan zararın veya tehlikenin gerçekleşmesine elverişli olmalıdır. Kısaca yayınla zarar arasında bir sebep sonuç ilişkisi varsa hukuka aykırılık varolmaya devam eder.

Bu konuda Yargıtay tarafından tartışılan bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Belli bir kimseyi hedef almadan, o gruptakiler için saldırgan sözler söylenmesi halinde, grubu oluşturan kişilerin tek başlarına dava açabilme hakkının olup olmaması. Yargıtay daha önce “Alevilik”e yapılan saldırı karşısında alevi vatandaşların tek tek dava açmalarını kabul etmediği halde sonradan bu kararını değiştirmiş ve 4. H.D. 23.5.1995 tarihinde verdiği 1994/6361 E. 1995/4352 K. sayılı kararında tek tek dava açılabileceğini kabul etmiştir. Bu kararla artık bir mezhep, bir bölge veya bir din mensuplarına yapılan saldırıdan sonra tek tek açılacak yüklü tazminat davaları ve caza davaları yoluyla saldırgan yok olma tehlikesi ile karşılaşacaktır. Bazı yazarlar buna karşı çıksalar dahi bence herkes yaptığının bedelini bir biçimde ödemelidir. Saldırının etkisi büyük olunca cezanın da büyük olması adildir.[3]

C.Yayına konu olan kişi rıza göstermemiş olmalıdır.

Medeni Kanun’un 23. maddesinde ; “kimse medeni haklardan ve onları kullanmaktan kısmen de olsun feragat edemez, kimse hürriyetinden vazgeçemeyeceği gibi kanuna veya genel ahlaka aykırı sınırlayamaz” kuralı bulunmaktadır. Bu sebeple sınırlı olarak kişinin izni yayındaki hukuka aykırılığı kaldırmaktadır. Ancak, bir temel hak ve özgürlüğün tamamıyla ortadan kalkması veya aşırı şekilde sınırlanması sonucunu oluşturan “asla dava açmam, resmimi nasıl kullanırsan kullan” şeklindeki sözleşmeler ve izinler yukarıdaki kural gereğince geçersizdir. Eğer kişisel haklarla ilgili sözleşmeler böylesine ağır sonuçlar doğurmuyorsa, geçerli olacaktır. Bu, kişilere tanınan sözleşme yapma özgürlüğünün sonucudur.

Kişilik hakkının sınırlanması konusunda Medeni Kanun’un aynı maddesi bir ölçü göstermiştir. Buna göre; hukuka ve ahlaka aykırı sınırlamalar ve izin vermeler aşırı niteliktedir ve bu gibi sınırlamaları içeren sözleşmeler ve izinler geçerli değildir. [4]

Rıza veya izinin olmaması bir hukuka aykırılık sebebi olduğuna göre, gizli ya da özel yaşam alanına sızılarak gizleri öğrenilen, başkalarına aktarılan ya da yayınlanan kimse, eğer buna kendisi rıza göstermişse, artık gizlerini öğrenen ve aktaran kişilerin sorumluluğu yoluna başvuramaz.

Ad ve resim üzerindeki haklar da, kişinin rızasına bağlı olarak yapılan saldırılara karşı korunur. Hiç kimse adı olmayacağını ya da adını yaşam boyu kullanmayacağını kabul edemediği gibi, resminin istenildiği gibi, istenilen yerde ve zamanda kullanılabileceğini ve bu yüzden kişiliğine yönelen saldırılara karşı maddi ve manevi tazminat davası açmayacağını da kabullenemez. Bu yönde belirtilen kabule dayanan sözleşmeler geçersizdir. Fakat adın ve resmin belirli iş için ve hukuka, ahlaka aykırı olmayacak biçimde kullanılabilmesine rıza gösterilirse bu aşırı bir sınırlama olmadığından geçersiz sayılmaz. Mankenler ve fotomodellerin bir ajansa resimlerini bırakarak bu yönde sözleşme imzalamaları örnek verilebilir. Ya da tanınmış bir sanatçının reklam ajansı ile yaptığı bir sözleşme geçerlidir.

Mesleki onur ve saygınlıkla mesleki gizler de kişinin kendi iznine dayanan saldırılara karşı korunur. Bu nedenle bir kişi mesleki ve ticari varlığı sona erdirecek derecede mesleki onur ve saygınlığına ve mesleki gizlerine saldırabileceğini kabul ederse, bu geçerli olmaz, çünkü bu aşırı bir sınırlamadır. Buna karşılık, işletmenin hangi malı ürettiği, yılda ne kadar ürettiği, işletmesinin toplam değerinin ne olduğu gibi konuların yayınına razı olmuşsa, bu aşırı bir sınırlama olmadığından geçerli sayılmalıdır. [5]



D.Yayın ile resmi bir görev yerine getirilmemelidir.

Bir görevin yerine getirilmesine dayanan hukuka uygunluk sebebi, memuriyet görevinin yerine getirilmesi, yetkili makam tarafından verilen emrin veya bir yasal zorunluluğun yapılması şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bu duruma örnek olarak; bir mahkeme kararının yayınlanması, emniyet ya da askeri makamların bildiri ve çağrılarının yayını, suç faillerinin yakalanması için kimliklerinin açıklanması ve resimlerinin gösterilmesi, icra ve iflas dairelerinin haciz, satış, iflas ve konkordato kararlarının, maliye ve vergi dairelerinin borçlu ve vergi yüzsüzlerinin adlarının açıklanması verilebilir. Bu açıklamalar sonucu adları geçen kişiler toplum tarafından kınanan bir fiil ya da suç ile gündeme geleceklerdir. Bu kişiler yayından sonra toplum gözünde küçük düşeceklerdir. Ancak, yayıncı açısından bu yayın hukuka aykırı olmaz. Yayıncı cezalandırılmaz ve tazminat ödemez.

Ceza Kanunu’nun 49. maddesine göre, kanunun veya yetkili bir makamın verdiği bir görevi yerine getirirken suç işlenip başkalarına zarar verilirse ilgili cezalandırılmaz. Ancak gerekenden fazla bir davranış gösterilmişse ve zarar verilmişse bu durumda da ceza indirilir.

Özellikle Ceza davaları için sıkça kullanılan bır hukuka aykırılık sebebi de, yayının veya yayın hazırlığının vatandaşlar için bir görev olan bir suçu ve suçluyu ihbar ve şikayet hakkı kapsamında olmamasıdır. Eğer yapılan ihbar ya da şikayet hakkının kullanılması ise o zaman davranış hukuka aykırı olmaktan çıkar.

Kamu düzeninin sağlanması için hukuka aykırı ya da suç olan bir davranışı öğrenen kişinin olayı resmi makamlara bildirmesi gerekir. Bu bir vatandaşlık görevidir. Ancak Devlet vatandaşa burada tam anlamıyla güvenemediğinden, ayrıca belli suçlar için ödül de konulmuştur.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] M.R.Karahasan, Türk Borçlar Hukuku, 1. Cilt, İstanbul, 1992, s.922

[2] Kemal Oğuzman, İsviçre ve Türkiye’de Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu’nda Şahsiyetin Hukuka Aykırı Tecavüzlere Karşı Korunması ve Özellikle Manevi Tazminat Davası Bakımından Yapılan Değişiklikler, Halık Tandoğan’ın Hatırasına Armağan, Ankara, 1990, s.16

[3] Bilal Kartal, Basın yayın Yoluyla Kişilik Haklarına Saldırı ve Hukuki Sorumluluk, Yargıtay Der., Cilt:23, Sayı:1-2, s.117-120

[4] Aydın Zevkliler, Medeni Hukuk, Ankara, 1991, s.413

[5] Aydın Zevkliler, a.g.e., s.438-440

VIII.İNTERNET VE KİŞİLİK HAKLARI

VIII.İNTERNET VE KİŞİLİK HAKLARI


Herkes kendi kaderini yaşamaktadır. Bu kadere dışardan gelecek müdahaleler de kaderci bir anlayışa göre Allah’ın takdiridir. Ancak, benlik duygumuz bu müdahaleleri ortadan kaldırmaktan yana olup, arzularımızı yaşamayı gerektirmedir. Bu arzularımız bir hak olarak dışarıya “istiyorum, bana ait” şeklinde çıkmaktadır. Fakat toplu yaşamak zorunluluğu, arzularımız ile diğerlerinin arzularının çatışmasını önlemek için, bir uzlaşma zemini oluşturmuştur. “Olmazsa olmaz” arzu ve gereksinimlerimiz “hak” adını almış, buna karşılık diğer kişilerinde arzularına saygılı olmak tarafımızdan kabul edilmiştir. Bunların çatışmasını önlemek için herkesin sınırları çizilmiştir. Eğer biri diğerinin sınırını aşarsa bu, “Hukuk” ve “Yargı” sisteminde cezalandırılacaktır.

Bu arada kişilerin sınırları içinde arzularını gerçekleştirebilmeleri için, fırsat eşitliği gereklidir. “Doğallık” yada “güçlü olan yaşar” kuralı yanında vahşeti de getirdiğinden, toplu yaşam geleneğince yumuşatılmıştır. İnsanlar eşit yapıdaki aileler içinde ve eşit fiziksel güç ve kabiliyetlerle doğmadıklarından, toplumsal kurallar olan “Hukuk”, “Ahlak” ve “Din” güçlüleri engelleyici ve zayıfları koruyucu kurallar getirmiştir.

Daha teknik olarak ifade edersek; vücudu, organları, yaşamı, düşünceleri, onuru, saygınlığı, sırları, dini, ailesi, malları gibi kişinin sahip olduğu bütünün her bir parçasına “hak” adı verilmiştir. Din ve ahlak gibi toplumsal düzeni oluşturan “Hukuk” da, kişilere ait bu hakları korumaktadır.

Hukuk kurallarının en üstünde yer alan Anayasa’nın 12. maddesi, “herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir” demektedir. Bu temel düzenlemeyi hayata geçirmek için kanun, yönetmelik ve idari kararlar gibi diğer alt kurallar yapılıp, hepimizin hakları korunmaktadır.

Anayasa’mızın “herkesin maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı vardır” düzenlemesini alırsak, öncelikle kişi hakları, maddi ve manevi haklar diye ikiye ayırabiliriz.



1.Maddi Haklar

Maddi hakları bedensel haklar ve mülkiyet hakları diye ayırarak iki başlık altında inceleyeceğiz. İsim ve resim de kimi zaman maddi haklara konu olmakta iseler de, uygulamada çoğunlukla manevi açıdan saldırıya uğradığından manevi haklar başlığında incelenecektir.

A.Bedensel Haklar
Anayasa, öncelikle kişinin yaşama hakkını en temel hak olarak almıştır. Kişinin beden bütünlüğüne dokunulamaz. Kimseye eziyet yapılamaz. Herkes kişi hürriyetine ve güvenliğine sahiptir.

Bu hakkın sonucu olarak herkesin bedensel bütünlüğünü ve sağlığını koruma hakkı vardır. Bu haklara kitle iletişim araçlarında yapılan yayınlar sebebiyle zarar verilmişse, yayıncı ve sorumlular bu zararı telafi etmek ve Türk Ceza Kanunu’na göre adam öldürme ve müessir fiil adını verdiğimiz yaralamaya sebep olmuşlarsa bu suçun cezasını çekmek zorundadırlar. Yine Medeni Kanun ve Borçlar Kanunları gereğince, bu bedensel zararlara ve ölümlere ilişkin maddi ve manevi tazminat ödemek durumundadırlar. Özellikle Borçlar Kanunu’nu 47. maddesi fiziki varlığın zarar görmesi durumunda tazminat sorumluluğunu düzenlemiştir.

Yapılan bir yayın ile belli kişiler hedef gösterilmişse yayıncı da tedbirsizlik ve dikkatsizlikle adam öldürme veya yaralamadan yahut adam öldürmeye azmettirmekten yargılanır.



B.Mülkiyet Hakları
Ev, arazi gibi gayrımenkul ve televizyon, elbise, telefon ve araba gibi menkul malvarlığı haklarınız dışında size geçim, para ve malvarlığı sağlayan ticari işletmeniz ve mesleğiniz de Hukuk’un koruması altındadır. İnternette yapılan yayınla bir firmanın mallarının ya da markasının boykotunu yapmak veya bir kuruluşu sürekli kötüleyerek ona kredi verilmesine engel olmak mesleki ve ticari haklara yapılan saldırılardır.

Türk Ticaret Kanunu’nun 56. maddesinden itibaren haksız rekabet düzenlenmiştir. Önceki bölümde bu konudaki açıklamalarımız daha geniş bilgi isteyenleri yararlandıracaktır.

Yapılan yayın ile, bir kişinin mesleki ya da bilimsel kişilik hakkına ağır ve yersiz eleştiriler yöneltmek, gerçek dışı söylenti ve suçlamalarla toplum içindeki ekonomik ve manevi yerini sarsmak, onun ticari varlığına zarar vermektir.

Ticari kuruluşlar, şirketler ve bankalar için de, gerçek dışı olması kaydıyla, batıyor, kara para aklıyor, ürettiği ürün dayanıksız gibi nitelemeler hukuka aykırıdır.

İnternette de bilgi ve haber verme hakkı kapsamında bir suçun işlendiğini, ahlaka yahut sağlığa aykırı bir üretim yapıldığını, küçüklerin çalıştırıldığını söylemek de istisnalardandır.

Mülkiyet haklarından biri de fikir, sanat, müzik ve edebiyat eserlerine ilişkin yaratıcının, mali hakları ondan devralanın ve komşu hak sahibi denilen yapımcı, icracı ve yayıncıların haklarıdır. Bu fikir, sanat, müzik ve edebiyat eserleri maddi ve mülkiyet hakkı konusunda eser sahibinden izin alınmadan bu eserler kopyalanır, çoğaltılır, kamuya gösterilir, dinletilir, oynatılır, yayınlanır ve bu gibi ticari amaçla kullanılır ve ya elde tutulursa, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na göre bu hakkınıza yapılan saldırının durdurulmasını ve uğradığınız maddi ve manevi zararın tazmin edilmesini isteyebilirsiniz.



2.Manevi Haklar

Manevi haklar dediğimizde Anayasa’da manevi varlığını geliştirme özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü, özel yaşamın gizliliği akla gelmektedir.

Bu haklar başkalarının saldırılarına karşı olduğu gibi, kişilerin bizzat kendilerinden kaynaklanan vazgeçmelere karşı korunmuştur. Medeni Kanun’un 23. maddesi, “kimse hürriyetinden vazgeçemeyeceği gibi, kanuna veya genel ahlaka karşı biçimde sınırlayamaz” demektedir.

Ancak uygulamada manevi haklara yayın araçlarıyla gelen saldırılar çoğunlukla, isim, resim, onur ve saygınlık ile özel hayatın gizliliğine karşı yapılmaktadır. Bu sebeple incelememizi bu başlıklar altında yoğunlaştırıyorum.

A.İsim
İsim ya da ad, kişi haklarının konusuna girer. İsim kişinin toplumsal ilişkilerinden kaynaklanan bir değerdir. Sadece gerçek anlamdaki isim değil, kişiyi ve ailesini toplum içinde tanıtmaya yarayan öz ad, göbek adı, lakap, takma isim, ünvan, ün, simgeler, arma, rozet gibi değerler de kişi haklarındandır.

Eğer bir kişinin ismini gerçek dışı bir yayında kullanırsak, onun kişilik haklarından manevi değerlerine zarar vermiş oluruz. Bunun gibi bir yayından dolayı haberde adı geçen, işini kaybetmiş veya ismin yanlış kullanılması sonucu bir ticari kuruluşun kredisi kesilmiş, müşterileri azalmış olabilir. Bu durumlarda ilgili maddi tazminat davaları açabilir. A adlı şirketin naylon fatura ile yakalandığını söyleyen haberde aceleden veya yanlışlıkla B adlı kuruluş suçlu gibi tanıtılabilir.

İsim veya ilgili tanıtma işaretlerinin ticari amaçla internet yayınlarında izinsiz kullanımı da hukuka aykırıdır. İsimle ilgili bazı manevi haklar da Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda bulunmaktadır. Bir fikir, sanat, edebiyat veya müzik eseri üretmeniz veya üretimine katkıda bulunmanız halinde bu eser sizinle özdeşleşmiştir. Ancak, bazı kötüniyetli kişiler, bireysel ya da toplu eserlerde sizin adınızı yok ederler ve kendileri yahut başkasına malederlerse haklarınıza tecavüz edilir. Yine yarattığınız eserin orjinalliğini bozup, değiştirirlerse gene eserle ilgili manevi haklarınıza saldırmış olurlar. Sizin henüz yayınlanmamış bir eserinizi izinsiz yayınlarlarsa gene saldırıda bulunmuş olurlar. İşte Kanun, eserlerle ilgili olarak, isim ve diğer manevi haklara saldırılar için saldırının durdurulması, manevi tazminat ve ceza davaları açılabileceğini düzenleyerek bunları korumuştur.

B.Resim

Resim, bir kimseyi başkaları için tanınır kılan her çeşit görünümdür. Fotoğraf, tablo, karikatür, heykel, görüntü resim olarak kabul edilir. Fotoğraf ve filim kayıtları dışında, fırça, kalem yada farklı malzemelerle yapılanlar ile bilgisayar çizimleri kişilik hakkına saldırıya konu veya araç olur.[1]

Medeni ve Borçlar Kanunu ile Fikir ve Sanat Eserleri Kanunları resim üzerindeki koruma sağlayan kuraları içermektedir. Kişinin izni olmayan durumlarda, resminin ya da resmini içeren görüntüsünün çekilmesi, yapılması, basılması, çoğaltılması, dağıtılması ve sergilenmesi de hukuka aykırıdır.

Yayından önce ilgiliden izin alınmasına rağmen de bazı durumlar saldırı söz konusu olabilir. Eğer yayın esnasında; bir takım eklemelerle, yazılarla ya da bilgisayar teknikleri ile, o kişiye deli, suçlu, özürlü, hasta, horgörülen kişi nitelemeleri yapılırsa, yahut böyle tanınan bir kişi yerine sizin resminiz koyulursa manevi haklar çiğnenmiş olur.

Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu’nda resimle ilgili özel düzenleme bulunmamakla beraber, resim kişilik haklarından biri olduğundan, bu kapsamda saldırılara karşı korunur. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda ise resimle ilgili özel düzenlemeler vardır. Kanun’un 86. maddesine göre; resim ve portreler sahibi veya mirasçılarının izni olmadan, sahibinin ölümünden on yıl geçmeden teşir ve kamuya sunulamazlar. Ülkenin siyasi ve sosyal hayatında yer alan kimselerin resimleri, katıldıkları resmi tören ve genel toplantılar, günlük olaylarla sınırlı olarak gazete, radyo ve film (televizyon vb.) haberleri için kişinin izni alınmadan kullanılabilir. Bunlara internetteki yayınları da dahil edebiliriz.

Bu kurala göre, eğer tanınmış bir sanatçının ya da herhangi bir kişinin resmini haber değil de reklam amacı ile kullanırsanız manevi hakkın yanı sıra malvarlığı ile ilgili hakka da zarar vermiş olursunuz. Bir kişinin diğer kişilerden gizlediği duvarlarla çevrili evinde ya da yatak odasındaki özel hayatını yahut ticari bir sırrını da gizlice resim kullanarak açıklamak, maddi ve manevi haklara resim yolu ile zarar vermektir.

Ancak topluma malolmuş yada malolmamış kişilerin resmi, bir haber çerçevesinde kullanılıyorsa bu sefer kişi hakkı sona erip, haber verme ya da düşünceyi açıklama hakkı başlar. Ve yayın hukuka uygun olur.

Kamu düzeni ve güvenliğini sağlamak amacıyla resim çekilebilir, videoya alınabilir, yayınlanabilir, basılıp, dağıtılabilir. Burada hukuka aykırılık yoktur.

Yine aynı amaçla yayıncılar; sokakta kavga edenlerin, çevreyi kirletenlerin, bir suç işleyenlerin, işyerlerine gösteri esnasında zarar verenlerin, trafik kurallarını çiğneyenlerin, haksız kazanç elde edenlerin resmi yada görüntüsünü yayınlayabilir. Ama bu işi yapan yerine hiç ilgisiz birinin resmini yayınlarsanız, hukuka aykırı olur.

Kişilerin katıldıkları törenler ve toplantılar hakkında, özel ve sınırlanmış olmamak kaydıyla, resim ve görüntü haber amacıyla yayınlanabilir. Yahut belirli bir manzara, bina, meydan yada ev resmi çekilirken, görüntüsü alınırken genel görünüm içinde ve ikinci planda kalmak kaydı ile bazı kişilerin resmi yayınlanabilir. Bu halde özel bir saldırı amacı yoksa yayın hukuka uygundur.

C.Onur ve Saygınlık
İnternet gazeteciliği şeklinde sesli ya da görüntülü olarak; gerçekdışı heberlerle, asılsız suçlama ve iftiralarla, sövme veya belli bir olayı esas alıp hakaret yoluyla, aşağılayıcı fotomontajla ve karikatürle , küçük düşürücü eleştiri ve yorumlarla, ekrandaki el, kol hareketleri ve mimiklerle onur ve saygınlığa saldırılabilir.

Yapılan yayının küçük düşürücü, aşağılayıcı ya da hakaretamiz olup olmadığı, kişilerin toplumsal statüleri, niyetleri, zaman, o anki gelenekler gibi kriterler esas alınarak belirlenir.

Gerek tek tek insanlar, gerekse bunların bir araya gelerek oluşturdukları tüzel kişiler olan şirketler, dernekler ve partiler de onur ve saygınlığa sahiptirler. Bu onur ve saygınlığa karşı yapılacak kötüleme ve aşağılamalar gerçek yada tüzel kişinin manevi dünyasında zararlara yol açar. Kişi ya da kuruluşun bir örümcek ağı gibi yıllarca uğraşarak oluşturduğu manevi kişiliği birden sarsılır. Saçı dökülür, kalp krizi geçirir, ülser olur, sokağa çıkamaz, dostları terkeder, iş hayatı bozulur, müşteriler gelmez, ürün kimse tarafından satın alınmaz, derneğe kimse uğramaz, oy verilmez . Neticede bir insansa kendini kötü hisseder, kuruluşsa sonu gelir. İşte internette yapılan içeriklerin bu zararı doğurması sonucu, yayıncılar kişi ve kuruluşların zararlarını tazmin etmek ve bu bir hakaret yada sövme suçu ise cezasını çekmek durumunda olurlar.

D.Özel Hayatın Gizliliği
Yayıncılıkla ile kişilerin hakları karşı karşıya geldiğinde en çok sorun çıkan alan özel hayat ve sır dünyasıdır.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 12. maddesinde, kişilerin gizli alanlarına saygı gösterilmesi düzenlenmiştir. Anayasa’mız da 20. maddesinde “herkes özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz ” denmektedir. Özel hayatın gerçekleşme alanı olan konut dokunulmazlığı da önemli bir yasak alandır. Bunun yanı sıra haberleşmenin gizliliği özel hayatı koruyan bir sigortadır. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, Medeni Kanun, Borçlar Kanunu, Türk Ceza Kanunu gibi hukuk kuralları ile özel hayatın gizliliği koruma altına alınmıştır.

Kişinin özel yaşamı , “kamuya açık alan” ve “sır alanı” olarak ikiye ayrılabilir.

Kamuya açık alanda kişi özel hayatını yaşarken bunu gizleme gereğini duymamaktadır. Fakat bu alan yayıncıların rahatlıkla müdahale edebileceği bir alan değildir. Bu alana çok sınırlı olarak müdahale edilebilir. Bu alan ile ilgili olarak; kişinin alışverişe çıkmasını, çocuğu ile maça gitmesini, sinemaya gitmesini, lokantada yemek yemesini, dostlarıyla bir çay bahçesinde veya gece barda bir şeyler içmesini, oturduğu sitede denize veya havuza girmesini örnek verebiliriz. Bu alandaki faaliyetler ve davranışlar sürekli olarak izlenemez. İzlendiği zaman ilgili kişi rahatsız ediliyorsa yahut izni alınmadan kaydediliyorsa, fotoğrafları çekiliyorsa hukuka aykırı olur.

Ancak bu kuralın istisnaları vardır. Yayıncılık açısından bu istisna, kişinin davranışlarının haber değeri taşıması veya izninin bulunması halinde mümkündür. Eğer kişi gazetecileri davet ediyorsa, fotoğrafı çekilirken el sallayıp, gülümsüyorsa izin verilmesi hali vardır. Ancak burada verilen izin kadar çekim yapılması ya da görüntü alınması söz konusudur. Bir kere izin verdi diye bu kişiyi sürekli izlemek onun özel hayatını yaşamasına engel olur ve hukuka aykırı düşer.

Özel yaşama internet gazeteciliğinin müdahale edebileceği bir diğer alan da, yayına konu olan kişinin hukuka aykırı davranışlarda bulunmasıdır. Medya mensupları bu tür olaylarla karşılaştıklarında haber ve eleştiri amacıyla bunları yayınlayabilirler.

Kişinin sır alanı ise, diğer kişilerin bilgileri dışında tutulan alandır. Aile hayatı, özel dostluklar, ikili ilişkiler, duygusal ve cinsel yaşantı bu alana girer. Aile, duygusal ve cinsel alan ve bu alanda yer alan malzemelerin gizliliğine her türlü müdahale hukuka aykırıdır. Aile, cinsellik ya da duygusal ilişki taraflarından birinin “bana şunu yaptı, böyle davrandı” şeklindeki şikayeti hariç.

Kişi bu alanda yaşanan olayları yazılmamak kaydıyla basın mensuplarına anlatabilir. Veya bir kaç dostla bu alanı beraber yaşayabilir. Bu kişilerin de kendilerine anlatılan yahut şahit oldukları olayları üçüncü kişilere aktarmaları yasaklanmıştır. Yine basın ve yayın organları çalışanları bir başka olayı araştırırken tesadüfen özel hayat ile ilgili bilgilere ulaşabilirler. Ya da kimliklerini gizleyerek bu bilgileri ele geçirebilirler. Hangi yolla olursa olsun elde edilmiş bulunan bu bilgilerin hukuka aykırı bir olayın duyurulması amaçları dışında toplanması, çekilmesi ve yayınlanması yasaktır.

Kişi haklarından özel yaşama giren bir başka bölüm de konuşmaları, yazıları, mektupları ve anılarıdır. Yargı kararlarına göre, mektup, anı ve sırlar mutlak nitelik taşıyan subjektif haklardır. Bunların, yazanın izni olmadan yayınlanması kişilik haklarına saldırı oluşturur.[2]

Medeni Kanunda bu tip kişilik hakları ile ilgili olarak açık bir düzenleme bulunmamakla beraber, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu 85. maddede gerekli kural bulunmaktadır. Buna göre, eser niteliğinde bulunmasa bile mektuplar, anılar ya da bunlara benzer yazılar yazanların veya mirasçılarının izni olmadıkça veya ölümünden itibaren on yıl geçmedikçe yayınlanamaz. Mektuplar hakkında yayınlanabilmeleri için ayrıca mektubu gönderen kişinin, ölmüşse yakınlarının izni gerekir. Bunun da koruma süresi on yıldır. Yayıncıların bu kurallara uymaması halinde ilgililer tazminat davası açabilirler. Ek olarak, ilgililerin şikayeti üzerine savcılıkça açılabilecek davada Ceza Kanunu’nun 197 ve 199. maddelerine göre yargılanır. Fakat cezası küçük bir miktar para olduğundan bu yargılama caydırıcı değildir.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Mustafa Dural, Türk Medeni Hukukunda Gerçek Kişiler, İstanbul, 1995, s.137

[2] M.R. Karahasan, Sorumluluk ve Tazminat Hukuku, İstanbul, 1989, 2.Cilt, s.626