15 Şubat 2009 Pazar

İNTERNET YAYINLARINDA HUKUKA AYKIRILIK ŞARTLARI

İNTERNET YAYINLARINDA HUKUKA AYKIRILIK ŞARTLARI
Medeni Kanun’un 24. maddesinde “hukuka aykırı olarak şahsiyet hakkına tecavüz”, Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde “haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden” şeklindeki ifadelerden çıkan anlama göre; yapılan her yayın veya içerikteki tüm açıklamalar değil, sadece hukuka aykırı olan saldırılar tazminatı gerektirir. Bu maddeler ve bunların mahkeme uygulamalarından hangi yayınların hukuka aykırı olduğu konusunda kesinlik bulunmaktadır. Bu şartlar çeşitli biçimlerde guruplandırılabilmektedir. Bazan de hukuka uygunluk şartları olarak adlandırılmaktadır. Biz ise kolay anlaşılması ve hepsinin aynı başlık altında incelenmesi için aşağıdaki guruplandırmayı yaptık. Eğer bir yayın aşağıdaki şartları taşımıyorsa hukuka aykırı olur. Bu durumda yayıncı tazminat, kararın yayını ve hapis cezalarıyla karşılaşır.

A.Yayının İçeriği ile ilgili şartlar

1.Kamu yararı bulunmamalıdır.

Anayasanın 13. maddesi, kişinin maddi ve manevi varlığı ile diğer hak ve özgürlüklerin “kamu yararı” amacıyla sınırlanabileceğini kabul etmiştir. Anayasa’ya uygun olarak hazırlanan iletişim ile ilgili diğer hukuk kuralları ve bunlara uygun yargı kararları da aynı sınırlama sebebini kabullenmiştir.

Netice olarak halka bilgi vermek, tartışmaları yansıtmak kamu yararını gerçekleştirmektedir. Doğal olarak da kitle iletişim araçlarının işlevi kamu yararına yönelmiş olacaktır.

Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 30.5.1974 tarih, 2113 Esas 2898 Karar sayılı ilamında; haber niteliği yönünden şöyle denilmektedir. "Gazeteler meslekleri gereği haber niteliği olan olayları halka duyurmak hak ve ödevi içindedirler". Yayının haber niteliği taşıyabilmesi için, kamu yararı sağlayacak nitelikte bulunması gerekir. Yayınlanmasında "kamu yararı” bulunmayan haberler, eleştiriler, bilgi ve yorumlar kişilik haklarını zedelerse, hukuka aykırı olur ve manevi tazminata yol açar. Tekrar edersek, haber ya da yorumun hukuka aykırı olması için en önemli şart, yayınında kamu yararı bulunmamalıdır.

Devlet memurları ve siyaset adamlarının sadece hukuka aykırı davranışları sebebiyle eleştirilmeleri, buna özel yaşantılarının da dahil olması olasıdır. Kamu yararı bunu gerektirir. Artistler, sanatçılar için de aynı ölçü söz konusudur. Bu kişiler, hukuka aykırılıkla paralel olan kamu yararının gerektirdiği ölçülerde, özel yaşantıları ile ilgili haberlere katlanmak zorundadırlar.Ancak burada işi abartmamak gerekir. Kamunun ilgisi kamu yararı varsa kullanılabilecek kavramdır. Kamu yararı yoksa tek başına kamunun ilgisi var diye bir kişinin özel hayatını yayına konu edemeyiz. Özel hayatın açıklanabilmesi için kamu yararı , sadece bir görevin yapılışı ile ilgisinin olması, kişinin rızasının olması veya hukuka aykırı bir davranışın kamuoyuna duyurulması ile sınırlıdır. Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin I6.12.1978 tarih, 94I9 E., 12048 K. sayılı kararında kantarın topuzu kaçmış ve şöyle denilmiştir. " Kamu yararı, genel çıkar gereği ayrıca kendilerine geniş ölçüde kamunun ilgi ve dikkatine sunmuş bulunan kişilere (örneğin ,büyük yazarlar, sanatçılar, artistler vs.) özellikle kamu görevleri ve kamuya mal olmuş ünlü yöneticileri, politikacıları da izleyip bunların özel yaşantılarını yasaların elverdiği ölçüde kamuya yansıtmakla görevlidir. Çünkü ... kamuyu aydınlatma görevi gereği bunu yapmak zorundadır.”

Yargıtay her ne kadar “yasaların elverdiği ölçüde özel hayatın açıklanabileceğini” belirtmekteyse de, yasalarda bu konuda ayrıntılı ve açık, ölçüler koyan bir düzenleme olmadığı için bu karara katılmak olanaksızdır. Bana göre kamu tarafından tanınsalar da, siyaset adamları, sanatçılar ve diğerlerinin rızası alınmadıkça ve görevleri ile açıkça ilgili bulunmadıkça ve de hukuka aykırı bir olay yoksa özel hayatlarına ilişkin olaylar basında yer almamalıdır. Yoksa bu gidişle paronaya toplumu olacağız.



Yazar ne derse desin, sonuçta, hangi durumun hukuka aykırı olduğunu, takdir yetkisine dayanarak belirleme görevi yargıca düşmektedir.Yargıç bu belirlemeyi yaparken, saldırıya uğrayanın ve saldırıda bulunanın durumlarını ve çıkarlarını karşılaştırarak çatışan çıkarlar arasında bir denge kurmalıdır.

Bunun için, yargıç herşeyden önce, saldırıya uğrayan kişinin, hukuken korunmaya değer bir çıkarının bulunup bulunmadığına bakmalıdır. Eğer saldırıya uğranan, korunmaya değer bir çıkar değilse, saldırının hukuka aykırılığından söz edilemez. O halde, daha somutlaştırarak belirtmek gerekirse, yargıç, saldırıya uğrayan değerin kişilik hakkının konusuna giren kişisel değerlerden olup olmadığına bakmalıdır. İşte bunu araştırırken yargıç, yasaya ve gelenek hukukuna bakacak, gerekirse kendisi hukuk yaratacak ve sonuca ulaşacaktır.

Yargıç, kamu yararı açısından, tanınan bir kişi hakkındaki yayının hukuka aykırılığını saptarken yukarıda açıkladığımız üç noktaya dayanabilir.

* Yayına konu olan kişinin eylemi bir suç veya hukuk kurallarına aykırı davranıştır.

* Yayına konu olan kişi hakkındaki bilgi onun görevini yapmasını engellemektedir.

* Açıklama hakkında yayına konu olan kişinin izni vardır.

Yayında bu koşullar varsa kamu yararı da olduğundan yayın hukuka aykırı değildir.

2.Gerçek olmamalıdır.

Gerçeklik ilkesi, yalnızca haber verme yönünden değil, eleştirmek, değerlendirmek, yorumlamak yönünden de uygulama alanı bulur. Yayının gerçek olmaması hukuka aykırılığın şartıdır. [1]

Hukuk Genel Kurulunun, bir genel ilke niteliğinde bulunan 25.11.1964 tarih ve 4/1021 E., 677 K. sayılı içtihadında belirtildiği gibi "... gazetecinin sosyal bir görevi yerine getirdiği, yaptığı işin niteliği bakımından bir türlü kamu hizmeti olduğu düşünülürse; gazetecinin bir haberi yayınlamazdan önce kendisinden beklenen özeni gösterip, haberin ne ölçüde doğru olduğunu araştırıp, soruşturmasının ve ancak bundan sonra o haberi yayınlamasının ve haberin yayınlanmasında ilgililere zarar getirebilecek yanlışlardan titizlikle kaçınmasının, mesleğinin sosyal önemi ve gazete haberlerinin kamuoyunda yaratacağı özel ölçüde derin tepkiler dolayısıyla, gazeteciye düşen ödevlerden olduğu sonucuna varılır. Nitekim, herkesin haklarını kullanırken veya borçlarını yerine getirirken, iyi niyet kuralları uyarınca davranma zorunluluğu olduğu MK.’un 2. maddesi hükmü ile öngörülmüştür" 9

Kim olursa olsun, bir kimse hakkında gerçek dışı açıklamalar, o şahsın haklarına hukuka aykırı saldırıdır.Gerçek dışılık; verilen haberin hiç vuku bulmamış bir olaya ilişkin olmasından, olayın gerçekte başka türlü cereyan etmiş olmasından veya bir olaydaki bazı unsurların gizlenmesinden yahut olaya aşağıdaki gibi bazı unsurlar ilave edilerek nakledilmesinden de ileri gelebilir.[2]

3.Güncel olmamalıdır.

Olayın üzerinden uzun süre geçtikten sonra, haber ya da yorum yayınlanırsa, kamu yararından söz edilemez. Üstelik olayın unutulduktan, tazeliğini yitirdikten sonra yayınlanması, bir kötü niyetin araştırılmasını gerektirir. Kamu yararı ve güncellik bulunmayınca haber hukuka aykırı hale gelir.

4.Sunuş dengeli olmamalıdır.

Bir haberin hukuka aykırı sayılmasını gerektiren bir başka durum ise, sunuşunun dengeli olmamasıdır. Bu alandaki kişilerin “sansasyon”dan kaçınması gerekir. Aksi ise, doğru bir haber yayını hukuka aykırı olur. Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi, 21.4.1972 Gün, 2833 Esas, 3665 Karar sayılı ilamında, haberin yayınında uyulacak ölçüleri şöylece belirtmiştir: Yasaların basına verdiği haber verme hakkı, kapsamı yönünden, değeri miktarınca ölçümlenmek gerekir. Her haberin gazetecilik mesleği yönünden belli bir değeri vardır. Bu değer her gazete için, gazetecinin kişiliğine göre değişik olarak yorumlanabilir. Ancak bu yorum farkı gazetecinin ve müessesede çalışanlarla sahibinin, diğer gazetedeki aynı durumda olan kişilerin anlayış ve yorum farkından ileri gelebilen değişikliklerden öteye gidemez. Böylece haber verme ödevi, meslek anlayışının objektif, genel ölçü ve sınırlar içinde, fakat belirtilen kişilik ve anlayışa bağlı yorumlar nedeniyle birbirinden pek az ayrı bir uygulanma gösterir. Haber vermede ölçü; yasanın sağladığı hak ve hukukun sağladığı, sınırlar, eylemli ve maddi olanaklar, mesleki kurallar, görev ciddiliği gibi kriterlerle belirir. Bu ölçülerin dışında haberde, kullanılan sözler, resimler, sunuluş ve sayfaya konuluş biçimi, gireceği sahife, birbirinden pek az farklılık gösterebilir. Bu normal ölçüler dışında bir haberin, öneminden ve ciddilik duygularından uzak, meslek anlayışına göre konulacağı yer bakımından ve konulan sözlerin niteliği ve toplam tutarı ve dengeli bir biçimde sunuluşu açısından belli bir amaca yönelince, (kamu) görevinden söz edilemez.

Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 7.7.1975 tarih, 8254 Esas, 7889 Karar sayılı ilamında ise, haberin veriliş biçiminde hakkın kötüye kullanışı ve sınırın aşılması şöylece belirtilmiştir: “Davaya konu olan haber, davacının vakar ve haysiyetine bir saldırı teşkil eder niteliktedir. Özellikle haberin gazetenin ilk sahifesine ve baş yukarı köşesine iri puntolu harflerle basılmış olması ve gereği yokken, özel bir çaba ile sağlanmış fotoğrafın aynı yerde haberle birlikte yayınlanmış olması saldırıya ve uğranılan zarara ağırlık vermektedir”

Bu karara göre, “öneminin çok üzerinde abartılıp sunulan” ve kişilik haklarını zedeleyen haber, gazeteci haber verme hakkı dışında bir amaca yöneldiğinden, hukuka aykırıdır.

Herhangi bir haber, gerçeğe uygun olsa bile, haberin verilişinin gerektirmediği bir dilin kullanılması, konunun açıklanması için gerekli, yararlı ve ilgili olmayan küçük düşürücü ifadelerin kullanılması, kişinin onur ve saygınlığına saldırı oluşturacak niteleme ve değerlendirilmelerin yapılması durumunda, denge ölçüsü aşılmış olur.



B.Yayının sonucu ile ilgili şartlar

1.Yayın ile bir hakka saldırılmış olmalıdır.

Hukuka aykırılığın bulunması için yapılan yayınla bir hakka saldırılmış olması da gereklidir. Ortada saldırıya uğramış bir hak yoksa hukuka aykırılıktan da söz edilemez. Hakkın ayrıca ilgiliye ait olması gerekir. Saldırı ile A’ya ait bir hak yok olmuş veya zarara uğramışsa, ortada onun yakını veya temsilcisi ve yetkilisi olmayan B için bir dava açmanın olanağı yoktur.

Yayın ile bir hakka saldırının olup olmadığını anlayabilmek için önce hakların neler olduğunu belirlememiz gerekmektedir. Hak ya da kişilik hakkı’nın sınır ve kapsamını da belirlemeliyiz ki, yayınla bu sınır ve kapsama ne ölçüde saldırıldığı açıklığa kavuşsun. Kişilik hakları Anayasa’da sayılarak belirlenmiştir. Bunlar yaşama hakkından başlar ve maddi ve manevi varlığını geliştirme hakları ile sürer. Güvenlikte bulunma, çalışma, özel hayatını gizleme, konut dokunulmazlığı, haberleşme, istediği yere yerleşme, seyahat, serbeştçe ibadet edebilme, din ve vicdan, düşünce ve kanaatleri açıklayabilme, bilim ve sanatla uğraşma, haber alma ve verme, düzeltme ve cevap verme, dernek kurma ve üye olma, toplantı ve gösteri yapma, mülkiyet ve miras, hak arama,suç sayılmayan bir fiilden dolayı cezalandırılmama, şikayetçi olma, aile kurma, eğitim, öğrenim, sendika kurma ve üye olma, grev ve toplu iş sözleşmesi yapma, adil ücret alma, sağlık ve çevresinin korunması, spor yapabilme ve dinlenme, sosyal güvenlik, seçme ve seçilme, siyasi partilere üye olma, kamu hizmetlerine girme ve vergi verme hakları Anayasa da tek tek sayılarak güvence altına alınmıştır. Bu hakları kişilik hakları olarak çeşitli biçimlerde gruplara da ayırabiliriz. Yayına konu olan kişi hakları bölümünde bir ayırım yapmıştım. Daha geniş bilgi ve hakların sınır ve kapsamlarının belirlenmesi için o bölümü referans veriyorum.

Hepimizin ezbere bildiği bir temel hak “masumiyet karinesi” veya “kesinleşmiş bir mahkeme kararına kadar sanık suçsuzdur” kuralıdır. Yayınlarda bu kurala da uyulmalıdır. 2.Yayın ile bir tehlike veya zarar oluşmalıdır.

Yapılan yayından veya yayın hazırlığından dolayı üçüncü kişilerin aleyhine bir zarar ya da zarara uğrama tehlikesi varsa o zaman hukuka aykırılığın şartlarından biri gerçekleşmiş olur. Bu durumda yayıncı Ceza ve Hukuk davaları açısından sorumlu hale gelir.

Buradaki zarar veya zarara uğrama tehlikesi maddi veya manevi değerler açısından olabilir. Zararın ya da tehlikenin türüne karşı açacağımız davanın türü değişir. Yoksa hukuka aykırılık artık ortaya çıkmıştır.

Yapılacak yasal başvurularda yayıncı açısından zarar veya tehlike ile yapılan yayın arasındaki ilişki mahkemelerce ilk araştırılacak konulardan biridir. Teknik ifadesiyle zarar ve yayın arasında uygun illiyet bağı araştırılır. Olayların olağan akışına ve genel yaşam deneylerine göre yayının yöneldiği kişinin hakkına zarar veya tehlike veren davranış somut olayda ortaya çıkan zararın veya tehlikenin gerçekleşmesine elverişli olmalıdır. Kısaca yayınla zarar arasında bir sebep sonuç ilişkisi varsa hukuka aykırılık varolmaya devam eder.

Bu konuda Yargıtay tarafından tartışılan bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Belli bir kimseyi hedef almadan, o gruptakiler için saldırgan sözler söylenmesi halinde, grubu oluşturan kişilerin tek başlarına dava açabilme hakkının olup olmaması. Yargıtay daha önce “Alevilik”e yapılan saldırı karşısında alevi vatandaşların tek tek dava açmalarını kabul etmediği halde sonradan bu kararını değiştirmiş ve 4. H.D. 23.5.1995 tarihinde verdiği 1994/6361 E. 1995/4352 K. sayılı kararında tek tek dava açılabileceğini kabul etmiştir. Bu kararla artık bir mezhep, bir bölge veya bir din mensuplarına yapılan saldırıdan sonra tek tek açılacak yüklü tazminat davaları ve caza davaları yoluyla saldırgan yok olma tehlikesi ile karşılaşacaktır. Bazı yazarlar buna karşı çıksalar dahi bence herkes yaptığının bedelini bir biçimde ödemelidir. Saldırının etkisi büyük olunca cezanın da büyük olması adildir.[3]

C.Yayına konu olan kişi rıza göstermemiş olmalıdır.

Medeni Kanun’un 23. maddesinde ; “kimse medeni haklardan ve onları kullanmaktan kısmen de olsun feragat edemez, kimse hürriyetinden vazgeçemeyeceği gibi kanuna veya genel ahlaka aykırı sınırlayamaz” kuralı bulunmaktadır. Bu sebeple sınırlı olarak kişinin izni yayındaki hukuka aykırılığı kaldırmaktadır. Ancak, bir temel hak ve özgürlüğün tamamıyla ortadan kalkması veya aşırı şekilde sınırlanması sonucunu oluşturan “asla dava açmam, resmimi nasıl kullanırsan kullan” şeklindeki sözleşmeler ve izinler yukarıdaki kural gereğince geçersizdir. Eğer kişisel haklarla ilgili sözleşmeler böylesine ağır sonuçlar doğurmuyorsa, geçerli olacaktır. Bu, kişilere tanınan sözleşme yapma özgürlüğünün sonucudur.

Kişilik hakkının sınırlanması konusunda Medeni Kanun’un aynı maddesi bir ölçü göstermiştir. Buna göre; hukuka ve ahlaka aykırı sınırlamalar ve izin vermeler aşırı niteliktedir ve bu gibi sınırlamaları içeren sözleşmeler ve izinler geçerli değildir. [4]

Rıza veya izinin olmaması bir hukuka aykırılık sebebi olduğuna göre, gizli ya da özel yaşam alanına sızılarak gizleri öğrenilen, başkalarına aktarılan ya da yayınlanan kimse, eğer buna kendisi rıza göstermişse, artık gizlerini öğrenen ve aktaran kişilerin sorumluluğu yoluna başvuramaz.

Ad ve resim üzerindeki haklar da, kişinin rızasına bağlı olarak yapılan saldırılara karşı korunur. Hiç kimse adı olmayacağını ya da adını yaşam boyu kullanmayacağını kabul edemediği gibi, resminin istenildiği gibi, istenilen yerde ve zamanda kullanılabileceğini ve bu yüzden kişiliğine yönelen saldırılara karşı maddi ve manevi tazminat davası açmayacağını da kabullenemez. Bu yönde belirtilen kabule dayanan sözleşmeler geçersizdir. Fakat adın ve resmin belirli iş için ve hukuka, ahlaka aykırı olmayacak biçimde kullanılabilmesine rıza gösterilirse bu aşırı bir sınırlama olmadığından geçersiz sayılmaz. Mankenler ve fotomodellerin bir ajansa resimlerini bırakarak bu yönde sözleşme imzalamaları örnek verilebilir. Ya da tanınmış bir sanatçının reklam ajansı ile yaptığı bir sözleşme geçerlidir.

Mesleki onur ve saygınlıkla mesleki gizler de kişinin kendi iznine dayanan saldırılara karşı korunur. Bu nedenle bir kişi mesleki ve ticari varlığı sona erdirecek derecede mesleki onur ve saygınlığına ve mesleki gizlerine saldırabileceğini kabul ederse, bu geçerli olmaz, çünkü bu aşırı bir sınırlamadır. Buna karşılık, işletmenin hangi malı ürettiği, yılda ne kadar ürettiği, işletmesinin toplam değerinin ne olduğu gibi konuların yayınına razı olmuşsa, bu aşırı bir sınırlama olmadığından geçerli sayılmalıdır. [5]



D.Yayın ile resmi bir görev yerine getirilmemelidir.

Bir görevin yerine getirilmesine dayanan hukuka uygunluk sebebi, memuriyet görevinin yerine getirilmesi, yetkili makam tarafından verilen emrin veya bir yasal zorunluluğun yapılması şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bu duruma örnek olarak; bir mahkeme kararının yayınlanması, emniyet ya da askeri makamların bildiri ve çağrılarının yayını, suç faillerinin yakalanması için kimliklerinin açıklanması ve resimlerinin gösterilmesi, icra ve iflas dairelerinin haciz, satış, iflas ve konkordato kararlarının, maliye ve vergi dairelerinin borçlu ve vergi yüzsüzlerinin adlarının açıklanması verilebilir. Bu açıklamalar sonucu adları geçen kişiler toplum tarafından kınanan bir fiil ya da suç ile gündeme geleceklerdir. Bu kişiler yayından sonra toplum gözünde küçük düşeceklerdir. Ancak, yayıncı açısından bu yayın hukuka aykırı olmaz. Yayıncı cezalandırılmaz ve tazminat ödemez.

Ceza Kanunu’nun 49. maddesine göre, kanunun veya yetkili bir makamın verdiği bir görevi yerine getirirken suç işlenip başkalarına zarar verilirse ilgili cezalandırılmaz. Ancak gerekenden fazla bir davranış gösterilmişse ve zarar verilmişse bu durumda da ceza indirilir.

Özellikle Ceza davaları için sıkça kullanılan bır hukuka aykırılık sebebi de, yayının veya yayın hazırlığının vatandaşlar için bir görev olan bir suçu ve suçluyu ihbar ve şikayet hakkı kapsamında olmamasıdır. Eğer yapılan ihbar ya da şikayet hakkının kullanılması ise o zaman davranış hukuka aykırı olmaktan çıkar.

Kamu düzeninin sağlanması için hukuka aykırı ya da suç olan bir davranışı öğrenen kişinin olayı resmi makamlara bildirmesi gerekir. Bu bir vatandaşlık görevidir. Ancak Devlet vatandaşa burada tam anlamıyla güvenemediğinden, ayrıca belli suçlar için ödül de konulmuştur.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] M.R.Karahasan, Türk Borçlar Hukuku, 1. Cilt, İstanbul, 1992, s.922

[2] Kemal Oğuzman, İsviçre ve Türkiye’de Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu’nda Şahsiyetin Hukuka Aykırı Tecavüzlere Karşı Korunması ve Özellikle Manevi Tazminat Davası Bakımından Yapılan Değişiklikler, Halık Tandoğan’ın Hatırasına Armağan, Ankara, 1990, s.16

[3] Bilal Kartal, Basın yayın Yoluyla Kişilik Haklarına Saldırı ve Hukuki Sorumluluk, Yargıtay Der., Cilt:23, Sayı:1-2, s.117-120

[4] Aydın Zevkliler, Medeni Hukuk, Ankara, 1991, s.413

[5] Aydın Zevkliler, a.g.e., s.438-440

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder