15 Şubat 2009 Pazar

IX.İNTERNET YAYINI VE İÇERİĞİNE KARŞI HUKUKİ BAŞVURU YOLLARI

IX.İNTERNET YAYINI VE İÇERİĞİNE KARŞI HUKUKİ BAŞVURU YOLLARI



Bu bölümde internet yoluyla yapılası yaygınlaşan yayıncılık ile internet sitelerindeki içeriklerde kişilerin ve kuruluşların haklarının çiğnenmesi halinde başvurulacak hukuki yollar ve açılabilecek davalar özetlenecektir.



A.MEŞRU MÜDAFAA

Hukukta ihkakı hak yani hakkını zor kullanarak almak yasaktır. Ama hakkını eylemli olarak korumak serbesttir. Meşru müdafaa veya yasal savunma hakkını saldırıya karşı eylem yaparak korumaktır.

Bildiğiniz gibi gelişmiş sistemlerde saldırıya uğrayan Devlet eliyle korunur. Fakat kişinin haksız ve beklenmeyen bir saldırı karşısında her zaman Devlete sığınma ve yetkili devlet kuruluşlarına başvurma olanağı bulunmayabilir. Özellikle, Devlete sığınma yolları aranırken, yapılan saldırının doğuracağı çok yakın zararlar artacaksa, saldırgana karşı güç kullanarak saldırıyı defetme yetkisini tanımak gerekir. Böylelikle doğma olasılığı bulunan ağır zararlar engellenmiş olacaktır. Ancak bu yetki genelleştirilemez ve yalnızca özel durumlarda tanınabilir.

İnternetteki bir açıklamaya karşı meşru müdafaa haline, ticari veya kişisel isim, ürün, marka, onur, saygınlık ve özel yaşamı ihlal eden bir yayın hazırlığı veya mevcut yayının devam etmesi hallerinde de rastlanabilir. İlgililerin, bu yayını ihtiyati tedbir yoluyla yayının önlenmesi gibi, başka hukuksal yollarla derhal önleme olanakları yoksa, bir başka yayın aracı ile, söz konusu yayıncının “yalan haber verdiğini” haberi veren kişi, kuruluş, yazar ve muhabirin “meslek ahlak ve bilincinden uzak olduğunu” belirterek olayın gerçek yüzünü kamuoyuna açıklayabilir. Burada onur ve saygınlığa saldıran bir açıklamaya karşı, saldırıda bulunanın şerefsizliğini gösterecek yayında bulunmak olasıdır. Burada meşru müdafaa hakkının kullanılması söz konusudur. Ancak, karşı yayında kullanılan ibarelerin kişilik haklarını ihlal eden ilk yayınına göre daha ağır olmaması, en azından her ikisinin ağırlığının yakın olması gerekir.[1]

Borçlar Kanunu’nun 52. maddesi bir tehlike karşısında kendini veya başkasını zarar tehlikesinden kurtarmak için savunma yapan, bu esnada saldırgana zarar veren kişilerin tazminatla sorumlu olmadığını belirtmektedir. Eğer kendisi ya da başkasını saldırıdan korurken üçüncü kişiler zarar verilirse, mahkeme bu tazminat miktarında hakkaniyet kaidelerine dikkat edecektir. Bunun anlamı tazminat azalacak yahut ortadan kalkacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken kullanılan karşı gücün, kişiliğe yönelik haksız bir saldırıyı defetme amacını taşıması; saldırıyı defetmeye elverişli olmasıdır. Yani saldırıdan daha ağır bir güç kullanılmayıp, saldırıyı defetmeye yeterli derecede kullanılmalı; hazırda varolan bir saldırıyı defetmek için güç kullanılmış bulunulmalıdır. Aksi takdirde sadece ceza indirilir.

Bu konuda Ceza Kanunu’da 49. maddesinde, kendisini ve başkalarını tehlike ve saldırıdan korumak amacıyla bir başkasına zarar veren ve suç işleyenler hapis ve diğer cezaları almayacağını düzenlemiştir. Ancak burada zorunluluğun gerektirdiği sınırı aşıp, gerekmeyen zararlar verenlerin de cezaları indirilir.



B.CEVAP VE DÜZELTME BAŞVURULARI
İnternet yayıncılığı yeni bir kurum olduğundan bu konuda yasalarımıza henüz cevap ve düzeltme hakkı koyulmamıştır. Ancak ileride belirteceğimiz saldırı içeren yayının önlenmesi ve saldırgan bir yayının hakime tespit ettirilmesi halinde mahkemeden ek bir karar alarak yapılan açıklama ve yayının doğru olmadığı yayınlatılabilir. Tabi bu söylediğimiz Türkiye’de olan bir yayıncı veya site sahibi hakkında geçerlidir. Başka devletlerde bu yayının yapılması halinde kararı o ülkede tenfiz ettirip, yani Türk mahkemesi kararını götürüp oradaki bir mahkemede onaylatıp, uygulanmasını sağlamak gerekir.



C.DENETİM KURULUŞLARINA BAŞVURU
İnternetteki reklamların ve yayınlarının tüketiciler aleyhine olması, haksız rekabet yaratması, yanlış ve aldatıcı özellikler taşıması halinde ise, ilgili kişiler Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Reklam Kurulu’na başvurabilirler. Kurul kendiliğinden de harekete geçebilir. Kurul’a ulaştırmak amacıyla şikayetçiler dilekçelerini Bakanlığın illerdeki müdürlüklerine de verebilirler. Kurul, ilgili reklamcı, ürün sahibi ve yayıncıya savunma için süre verir. Üç gün bekler ve konuyu görüşmeye başlar. Sonunda ilgililere; yerel yayınsa 5.400.000.000 TL. para cezası, eğer yayın ülke düzeyine yapılmışsa bunun on katı para cezası, reklamı durdurma veya reklamı düzeltme kararlarından birini veya ikisini verir. Tekrarı halinde iki misli para cezası verilir. Kararı Bakanın onayına sunar. Bakan onaylarsa kararını bildirir. Para cezalarına karşı yedi gün içinde İdare Mahkemelerine başvurulur. Burada bir parantez açarak, Kurul kararlarına karşı da 60 gün içinde idare mahkemelerine başvurulabileceğini belirtelim. Yürütmeyi durdurma kararı alınırsa cezanın ödemesi durur. Karar iptal edilirse ödenen para ilgiliye iade edilir. Reklamın durdurulması ve düzeltilmesi kararına yayıncı ve reklamcılar ya da ürün sahibi uymazsa, Bakanlık, Tüketici Mahkeme’sine gidebilir. Burada yayıncı, açık olarak anlaşılan kurala aykırı reklamı yayınladığı için para cezasından sorumludur. Yok, kurala aykırılık açık değilse, o zaman sadece reklamın sahibi ve reklamı hazırlayan sorumludur.

Aldatıcı ve haksız reklamlara karşı bir başka denetim kuruluşu Reklam Özdenetim Kurulu’dur. Medya kuruluşları, reklam verenler ve reklamcıların ağırlıklı temsil edildiği bu Kurul’a; tüketiciler, meslek kuruluşları, reklam verenler, reklam ajansları ve mecralar başvurabilir. Yayından itibaren üç ay içinde bu başvuru yapılmalıdır. Özdenetim Kurulu, şikayeti inceledikten sonra;

*reklamcı ve reklam verenden reklamın yayınının durdurulması,

*yayıncının reklamı yayından kaldırması,

*kamuoyuna açıklama,

*reklamın düzeltilmesi,

*ürünün piyasadan çekilmesi veya etiket ya da ambalajın düzeltilmesi,

*reklam verenden hatalı reklamın düzeltildiğinin duyurulması kararlarından bir ya da birkaçını alabilir. Bu kararlar öneri ve uzlaşma niteliğindedir. Hapis ve para cezası gibi zorlama yolu yoktur.

İnternette Basın Konseyi ve RTÜK gibi bir kuruluş olmadığından ve inşallah kurulmayacağından başka bir başvuru söz konusu değildir. Ancak İl İdaresi Kanunu’nun valilere verdiği yetkiler doğrultusunda yayın yapılan site hangi ilde ise o ilin valisine yayının durdurulması için de başvurulabilir diye düşünüyorum. Valilik yayını durdurma kararı verirse, uygulanmaması resmi kuruluşların emirlerini yerine getirmeme gibi bazı cezaları gündeme getirebilir. Bu kurallar özellikle servis sağlayıcılar için önemlidir.



D.HUKUK DAVALARI AÇMA
Medeni Kanunun 24. ve 24/a. ile Borçlar kanununun 48. ve 49. maddeleri, her tür yayınlardan dolayı zarara uğrayan kişileri çeşitli hukuk davaları ile bu saldırıya karşı korur.

Yayının konusu, eğer kişinin ticari ünvanı, logosu adı ya da ürünü ise, Borçlar Kanunu ve Ticaret Kanunu gereği; öncelikle haksız rekabetin önlenmesi, maddi zararı için maddi tazminat, manevi zararı için manevi tazminat ister.

Haksız rekabetin önlenmesi davası açabilmek için; yayının devam etmesi ya da devam olasılığının bulunması, bu yayının haksız ve zarar doğurucu olması gerekli.

Maddi tazminat davası, acaip bir sitedeki ya da internet gazete ve dergisindeki yahut internet üzerinden yapılan televizyon ve film şeklindeki yayınla bedensel ya da ticari değerlerin zarara uğraması yahut davacının haksız rekabet nedeniyle müşterilerini kaybetmesi, rekabet edenin de kusurlu bulunması durumunda açılır.

Ìster haksız rekabet yolu ile ticari değeri olan haklara, isterse kişinin yaşamı, özgürlükleri, onur ve saygınlığına, ismine, resmine, görüntü veya sesine ya da özel yaşamı ve ailesine olsun; tüm bu saldırılar Borçlar Kanunu'nun 49. maddesine göre manevi tazminat davası ile cezalandırılır.

Tüm bu davalar Türkiye’de yaşayan yabancılar ve türk vatandaşlarına ilişkin zararın vuku bulduğu yer olan Türkiye’de ve Türk Hukuku kurallarına göre çözümlenir. Eğer zarar veren içerik sağlayıcı, site sahibi veya server ile servis sağlayıcılar yurt dışında ise alınacak mahkeme kararını onların yaşadığı yerlerde tenfiz ettirip, uygulayabiliriz.



1.Yasaklama ve Önleme Davası

Bu dava; henüz olmayan, fakat yakında yapılacak saldırılar için açılır. Saldırı yapılıp sona erdirilmiş; ama aynı saldırının yeniden yapılması söz konusuysa, bu davanın açılabileceği doğaldır. Eğer, ortada sürmekte olan bir saldırı varsa; bu dava değil, saldırının kaldırılması davası açarız. 36

Davanın açılması için, haksız bir saldırı konusunda belirtiler bulunması yeterli olup, ayrıca saldırıda bulunmaya hazırlanan kişinin kusurlu olması aranmaz. Saldırının haksız olması yeterli olup, cezalandırmayı gerektiren bir suç niteliğinde bulunması da gerekmez.[2]

Saldırının önlenmesi ya da yasaklanması davası sonucunda hakim,yakında yapılacak olan saldırının yapılmamasını karara bağlar. Yani, saldırıda bulunma hazırlığı içinde bulunan kişiye, yayın yasaklanır. Örneğin, internetteki bir sitede; yakında A Şirketinin gerçeğe aykırı biçimde çevreyi kirlettiğ veya A Bankasının hesaplarına girmek için şifre kırıcının dağıtılacağı duyurulabilir. Yayına henüz başlanmamışsa bu davayı açarız.

Yine reklamlar yoluyla bir haksız rekabet yapılıyorsa, Ticaret Kanunu’nun 58. maddesi gereğince haksız rekabetin men’i için bu davayı açarız. Fikir, sanat ve edebiyat eserlerinde; eser sahibi ve buna komşu yapımcı ve yayıncı da eser haklarını korumak için benzeri davayı açar. FSEK’nun 66 ve 69. maddesine göre tecavüzün önlenmesi için bu davayı eser sahibinin ikametgahı mahkemesinde açabiliriz.

Önleme davası sonunda verilen karar yayıncı Türkiye’de ise uygulanmak üzere icra müdürlüğüne verilir. Saldırgana gönderilen icra emriyle, mahkeme kararına aykırı davranışta bulunursa, İ.İ.K.’nun 343. maddesindeki hapis cezasının uygulanacağı ihtarı belirtilmelidir.

Önleme davasına çok benzeyen diğer mücadele aracı “ihtiyati tedbir” olayıdır. Hukuk’la biraz ilgili olanlar bilir, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 103. maddesine göre, geciktirilmesinde tehlike olan veya önemli zarar doğacağı anlaşılan hallerde, yargıç, tehlike ve zararı önlemek için gereken tedbirlere karar verebilir.

Bu ihtiyati tedbir kararına itiraz da edilebilir. İtirazımızı değerlendiren hakim, yayının gerçek ve haklı olduğunu düşünürse ihtiyati tedbir kararını kaldırabilir.

İnternetteki veri tabanları ile fikir, edebiyat ve sanat eserlerine yapılan saldırı ve haksız faydalanmaların önlenmesi için Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 77. maddesine göre; esaslı bir zararın veya ani bir tehlikenin veya oldu bittilerin önlenmesi için yahut diğer herhangi bir sebepten dolayı zorunlu ve bu konuda ileri sürülen iddialar da güçlü görülürse, mahkeme, kanunla tanınmış olan hakları saldırıya uğrayan ve tehlikeye düşen kimsenin talebi üzerine, davanın açılmasından önce veya sonra, diğer tarafa bir işin yapılmasını veya yapılmamasını emredebileceği gibi, bir eserin çoğaltılmış kopyalarının ve onu üretmeye yarayan kalıp ve diğer çoğaltma araçlarının ihtiyati tedbir yoluyla geçici olarak zaptına karar verebilir.

Türk Ticaret Kanunu’nun 63. maddesi de, haksız rekabet halinde ihtiyati tedbir verileceğini düzenlemiştir. Bu maddeye göre; reklam veya bir şirket ya da ürünü hakkındaki yayınla, haksız rekabet yapılarak; müşterileri, kredisi, mesleki itibarı veya diğer ekonomik çıkarları zarar gören veya zarar tehlikesine uğrayan kimse, haksız rekabete neden olan yayının ve yayınla ortaya çıkan maddi durumun ortadan kaldırılmasını, yanlış ve yanıltıcı açıklamaların düzeltilmesini ve gerekli diğer tedbirlerin alınmasını ihtiyati tedbir yoluyla hakimden isteyebilir.

Özellikle Türkiye’deki yayıncıların ve servis ile içerik sağlayıcıların dikkatinizi çekmek istiyorum. Hukuk Usulu Muhakemeleri Kanunu'nun 113. maddesi, ihtiyati tedbir yolu ile yasaklama veya durdurma kararına uymayan veya alınmış tedbire aykırı davranan herkes hakkında bir aydan altı aya kadar hapis cezası koymuştur.



2.Kaldırma Davası

Bu dava, maddi ve manevi haklara yönelmiş ve sürmekte olan saldırılara karşı açılır. Amaç, varolan ve devam eden bir saldırının ortadan kaldırılması, saldırıya son verilmesidir. Sona ermiş saldırının tekrarlanması, tehlikesi varsa, bu takdirde saldırının kaldırılması değil, saldırının yasaklanması veya önlenmesi talep edilecektir.

Bu davanın açılabilmesi için, saldırının haksız olması yeterlidir. Ayrıca saldırganın kusurlu olması gerekmez. Dava için saldırı dolayısıyla bir zararın doğması da gerekmez. Bir zarar olmasa da, salt haksız saldırının varlığı karşısında bu dava açılabilir. Fakat, saldırı dolayısıyla bir zarar doğmuşsa, davacı saldırının kaldırılmasından başka maddi ve manevi tazminatla zararın giderilmesini isteyebilir. Eğer, saldırı kaldırıldıktan sonra zarar ortaya çıkmışsa, bu zararın giderilmesi ayrı bir tazminat davasıyla istenir. [3]

Bir yayın ile, birden fazla kişiye saldırılırsa, saldırıya uğrayanlardan her biri, diğerlerinden bağımsız olarak saldırının durdurulmasını dava edebilir. Bu dava sonucunda saldırı durdurulursa, bundan diğerleri de yararlanır. Buna karşılık, mağdurlardan birisinin açtığı davayı kaybetmesi diğerlerinin dava haklarını etkilemez. Eğer saldırgan birden fazla ise, -ki internette içerik ve servis sağlayıcılarla, siteyi yaratan ve yayınlayan kişiler vs. gibi birkaç kişi birden sorumludur- dava içlerinden birine, bir kaçına veya hepsine açılabilir.

İnternetteki reklamlar veya şirketler ile onların ürünleri hakkındaki haber ve yorumlar için bu kural çok önemli. Kanun’un 58. maddesine göre; haksız rekabet yüzünden müşterileri, kredisi, mesleki itibarı, ticari işletmesi, veya diğer ekonomik çıkarları bakımından zarar gören veya böyle bir tehlikeye düşen kimse; haksız rekabetin sonuçlarının ortadan kaldırılması, yanlış ve yanıltıcı açıklamaların düzeltilmesini isteyebilir. Yine Fikir ve sanat Eserleri Kanunu’nda bu yönde düzenlemeler bulunmaktadır. Kanun’un 67. maddesine göre; internette kullanılan eser, veri tabanı veya içeriği haksız yere değiştirilmişse, yazarın adı koyulmamışsa; eser sahibi, yayının durdurulmasını, masrafı saldırgana ait olmak üzere haksızlığın gazete, dergi, radyo ve televizyonda ilan edilmesini ve düzeltilmesini talep edebilir.

Saldırının kaldırılması davasında hakim, davalıyı saldırıya son vermeye mahkum edecektir. Kararda aksi davranışın hapisle cezalandırılacağı da belirtilebilir. Davalı kesinleşen bu karara uymayabilir. O zaman, kararın uygulanması için icraya konulması ve Ìcra İflas Kanunu’nun 343. maddesi uyarınca hapisle zorlanması bir diğer yoldur.[4]



3.Tespit Davası

Tespit ya da saptama davası, haksız bir yayının ve açıklamanın yapılmış, yapılmakta ya da yapılacak olduğunu belirleme amacıyla açılır. Bu davayla sadece, hukuka aykırı bir saldırının saptanması istenir. Hakim sadece “A sitesindeki Ahmet Kalkan hakkında yazdığı haber gerçeklere aykırıdır” diye yazar.

Bu dava, Medeni Kanun’un 24/a maddesi ile kabul edilmiştir. Ayrıca fikir ve sanat eserlerine internette yapılan tecavüzlere ilişkin olarak da bu dava açılabilir. Ek olarak, reklamlar veya ekonomik haberler yoluyla bir şirket ya da ürünü hakkında haksız rekabet yapılmasında bu dava açılabilir.

Mahkeme kararının yayını veya ilanının hangi yayın organlarında, nasıl gerçekleştirileceği ve masrafların kime ait olacağı da kararda belirtilmelidir. Davalı tazminatla sorumlu tutulabiliyorsa (kusurlu ise veya bir kusursuz sorumluluk sebebi varsa) yayın veya bildirinin masrafları davalıya yükletilmelidir. Haksız yayının etkisinin ortadan kaldırılması, ancak saldırının yapıldığı kitle iletişim aracında yapılacak yayınla mümkün olacaksa ve davalı bu kitle iletişim aracında yayınlama yetkisine sahip bir kişi ise; hakimin, bu yayını yapmaya davalıyı mahkum edebileceğini kabul etmek amaca uygun düşer. Böyle bir karara uyulmaması halinde İcra İflas Kanunu’nun 343. maddesi uyarınca hapisle zorlama imkanı da söz konusu olur.[5]

Anlamış olmanız lazım, bu davanın uygulamada çok önemi yok. Çünkü kişilik hakkına yapılan saldırıya yönelik olarak açılan öteki davalarda, az çok bir tespit kısmı var. Önleme, kaldırma ve tazminat davalarında, yargıcın her şeyden önce haksız bir saldırının bulunup bulunmadığın saptaması gerekir ki maddi veya manevi tazminat versin, saldırıyı yasaklasın. Bu dava, aynı anda verilecek kararın ilanı ya da üçüncü kişilere bildirilmesi isteğini içeriyorsa işe yarar.



4.Maddi Tazminat Davası

Maddi tazminat davası, internetteki bir içerikte bulunan bilgi, açıklama veya haber sonucu ortaya çıkan “parayla ölçülebilir” zararı giderme amacı güder.

Kanun, bu davanın şartları olarak, kişilik değerine karşı haksız bir saldırı bulunmasını, saldırıda bulunan kusurlu olmasını, saldırı dolayısıyla parayla ölçülebilir bir zarar doğmasını; zararla saldırı arasında sebep sonuç ilişkisi kurulmasını gerekli görmektedir.

Bu şartlarıyla maddi tazminat davası, saldırının kaldırılması ve yasaklanması davasından ve hatta manevi tazminat davasından farklıdır. Çünkü o davalarda “kusur” ve ayrıca saldırının kaldırılması ve önlenmesi davalarında da “zarar” aranmaz. Maddi tazminat davasının açılabilmesi için, ortada bir parasal zararın bulunması gerektiğinden, zararın giderilmesi de ancak parayla yapılabilir. Para dışında bir maddi tazminat maddi haklar yönünden düşünülemez.

Maddi giderim davasındaki zararı şöyle örnekleyebiliriz. Kişinin maddi, bedensel haklarına yapılan saldırı sebebiyle harcadığı tedavi giderleri , yapacağı sözleşmelerin iptali nedeniyle parasal kayıpları, mesleki olarak kötülenme sebebiyle müşterilerin azalması, ürünün ve malın kötülenmesi sebebiyle satışın azalması .

Öğretide, tazminat davasında istenecek maddi zarar; öncelikle fiili zarar ve mahrum kalınan kar diye iki türe ayrılır.

Fiili zarar; hukuka aykırı yayına muhatap olan kişinin açıklama sonucu mal ve para varlığının aktifinde olan azalma veya pasifindeki çoğalmadır. Zarar görenin malvarlığının, zarar veren olaydan önceki ve sonraki durumu arasındaki “kıymet farkı” fiili zararı oluşturur. İnternet üzerinden saldırıya uğrayanın bizzat aldığı bazı tedbirler nedeniyle yaptığı masraflar da bunlar arasında sayılabilir. Yayın yoluyla oluşan maddi zarar, daha çok saldırıya uğrayan kişinin kar kaybı veya “yoksun kalınan kar” şeklinde ortaya çıkabilir. Burada olası servet kaybı şeklinde bir zarar söz konusudur. Örneğin, haksız ve maksatlı bir eleştiri yayını nedeniyle yapımcının eleştirilen müzisyenle olan anlaşmasını iptal etmesi, bir banka veya otomobil şirketinin işlerinin iyi gitmediğine ilişkin açıklama nedeniyle banka aktifinde gerileme olması (Boşuna uyarmadım. Trilyonlardan bahsediyorum), sözleşmelerin iptal edilmesi ve işletmenin iflas etmesi, bir tüccarın gerçek dışı bir haberle iflas ettiğini ya da kötü mallar sattığının açıklanması nedeniyle müşterilerini kaybetmesi, bir işadamının senet veya çek bedelini ödememesi nedeniyle protesto edildiğine ilişkin gerçek dışı bir yayın sonucu bankalar tarafından kredisinin kesilmesi, bu nedenle başka firmaların siparişlerini iptal etmeleri, ona mal teslim etmemeleri nedeniyle satışlarının durması, bir doktorun cinsel bir hastalığı bulunduğuna ilişkin gerçek dışı bir açıklama sonucu müşterilerini kaybetmesi nedeniyle uğranılan kar kaybı gibi.[6]

Bu örneklerdeki zarar fatura, bilanço, yazılı sözleşme gibi belgelerle veya şahit beyanlarıyla ispatlanabiliyorsa dava yolu ile karşı taraftan para alınır. Tüm maddi tazminat davalarında zararı ve miktarını ispat davacıya düşer. Ancak, “yoksun kalınan kar” şeklindeki zararlarda, zarar miktarını kesin ispat çoğu zaman zordur. Bu nedenle, Borçlar Kanunu’nun 42. maddesine göre, zararın gerçek miktarını belirlemek mümkün değilse, hakim olayların olağan akışını ve zarara uğrayan tarafın aldığı tedbirleri dikkate alarak, adalete uygun tazminat miktarını kararlaştırır.

Yok, zarar gerçek değil ya da deliller zayıfsa, o zaman aşağıdaki mahkeme kararında olduğu gibi tazminat isteği reddedilir.

Davacı manevi tazminattan ayrı olarak , davalıya ait gazetede yapılan yayın nedeniyle üçüncü kişiyle yaptığı iş sözleşmesinin bozulduğunu ileri sürerek, 30.000.000 lira maddi tazminat istemiştir.

Davacı , ..yayından bir gün önce İsviçre’de bulunan bir türk firmasıyla, yabancı kaynaklardan 3.750.000 İsviçre Frangı kredi temin etmek üzere bir sözleşme yapmıştır. Bu yayından hemen sonra, sözleşmenin tarafı olan kuruluş (..davacının yayınla ortaya çıkan kişiliğini değerlendirerek ) tek taraflı olarak sözleşmeyi bozmuştur. Bu sözleşmeye göre davacı, adı geçen kuruluşa, milletlerarası iş yapan kuruluşlardan kredi temin ettiği takdirde şirketin kurucu hisselerinden % 7.5 ‘unu bedelsiz olarak alacağı gibi, ayda huzur hakkı olarak 5.000 İsviçre Frangına da hak kazanacaktır.

Görülüyor ki, davacının talep ettiği maddi tazminat, kar yoksunluğu zararından kaynaklanmaktadır. Bu tür zararlarda, mal varlığında zarar verici eylemden önceki durumla sonraki durum arasında bir değişiklik yoktur; fakat zarar verici olay gerçekleşmeseydi, mal varlığında bir çoğalma meydana geleceği ileri sürülür. Bu nedenle kar yoksunluğu, genellikle varsayımlardan kaynaklanan bir hesaba dayanır. Burada, kişinin mal varlığında gelecekteki çoğalma ihtimali gözönünde bulundurulmak suretiyle bir sonuca varılır.

Hakim kazanç yoksunluğunu değerlendirirken kanaat bahşeden olgulara dayanmak zorundadır. Böyle güçlü kanıt ve olgular bulunmadan iki kişi arasında yapılan bir sözleşmeye dayanılarak kazanç yoksunluğunun gerçekleştiğinin kabulü olanağı düşünülmemelidir. Davacının İsviçre’deki bir Türk firmasıyla sözleşme yaptığı (kredi temin edilmesi yolunda ) tartışmasızdır. Ne ver ki, bu sözleşmenin gereği olarak ve davacının katkısıyla kredinin temin edilebileceği yolunda kanaat bahşeden kanıtlar ve olgular gösterilmemiştir. Davacının, bazı firmalara daha önce kredi temin etmiş olması, yeterli delil olarak kabul edilemez. Kaldı ki kredi temin sözleşmesi olaydan bir gün önce imzalanmış ve yayından çok kısa bir süre sonra bozulmuştur. Ortada ne krediyi verecek kuruluş mevcuttur ve ne de bu yolda böyle kuruluşlarla sonucu büyük ihtimalle olumlu ciddi bitecek görüşmeler mevcuttur; bu yolda inandırıcı kanıtlar gösterilmemiştir.(Yar.4.H.D. 8.5.1986 E.2008/K.3998)

Bu tür davalarda, tazminata karar verilmesi için, hakim, yukarıda belirttiğimiz koşulların olayda bulunup bulunmadığını araştırır. Koşullar varsa, maddi tazminat ödenmesine karar verir. Hakim maddi tazminat tutarının ne kadar olacağını da gereğinde uzman bilirkişilerden faydalanarak belirler.

Maddi tazminat olarak fiili zarar ve kar kaybının yanında, yayıncılardan istenecek başka zarar ve tazminat türleri de var. Bunların ilki, Medeni Kanun’un 24. maddesine göre, vekaletsiz iş görme hükümleri uyarınca “tecavüzden elde edilen kazanç”ın istenmesidir. Eğer, zarara uğrayanın elde edebileceği bir kazancı yalan, yanlış veya abartılmış yayın sayesinde yayıncı elde etmişse, onun mahrum kaldığı bu kazanç, maddi zarar kapsamına girer. Sorumluluk şartları varsa bu dava ile istenir. Tersinden kulağımızı gösterirsek; hakkında yayın yapılan kişinin elde edemeyeceği bir kazancı, yayıncı tecavüz sayesinde elde etmiş ise, mesela hiti ve reytingi fırlamışsa, ortada ispatlanabilir bir zarar olmadığından maddi tazminat davası açılamayacağı söylenebilir. Fakat bana göre, Borçlar Kanunu’nun 414. maddesi uyarınca; yayına konu olan, sanki bir iş yapılmış gibi saldırgan yayından elde edilen paraları ister.

Hazır konu açılmışken içine dalalım. Bir başka maddi tazminat, vekaletsiz iş sözleşmesine çok benzeyen “sebepsiz zenginleşme”ye dayanan tazminattır. Bu tazminat türü, Medeni Kanun’un 24 ve 24/a maddesinde yoktur. Burada, yayınla saldırma sonucu, zarar verenin malvarlığında, zarar görenin aleyhine bir çoğalma olmuşsa, (bu yüzden oluşan zenginleşme haklı bir nedene dayanmadığından) iadesi istenmektedir. Bu davanın açılabilmesi için yayın yoluyla açıklamada bulunan veya bu yayına sebep olan kişilerin haksız olarak zenginleşmesi gerekir. Ancak, karşı şart da vardır. Yani aynı yayınla saldırıya uğrayan kişi ise fakirleşmelidir. Bir tarafın zenginleşmesi ile diğer kişinin fakirleşmesi arasındaki oran bu tazminatın miktarını belirler. Ve yayın ile bunlar arasında bir sebep sonuç ilişkisi bulunmalıdır. Bu davanın yasal dayanağı Borçlar Kanunu’nun 61. maddesidir. Ancak bu para uğranılan zararın karşılığı olduğundan Kanun’un 63. maddesindeki sınırlama, yani borçlunun elinde ne geriye kalmışsa onun iadesi kuralı burada uygulanmaz. [7]



5.Manevi Tazminat Davası

İşte manevi hakları; internet yayınları yoluyla saldırıya ve zarara uğrayan kişi, uğradığı manevi zararı azaltmak için Medeni Kanun’un 24/a ve Borçlar Kanunu’nun 49. maddelerindeki manevi tazminat davasını açabilir. Manevi zarar daha çok kişinin manevi acılar duyma, ağır bir ruhsal sarsıntı geçirme, yaşama sevincini yitirme, toplum içine çıkamayacak derecede utanç duyma gibi farklı şekillerde karşımıza çıkar.

Manevi tazminatın amacı, yayın yoluyla saldırıdan doğan manevi zararın giderilmesi ve kişiye kendisini iyi hissettirmektir.

Manevi tazminat olarak ödenecek paranın tutarını, takdir yetkisine dayanarak yargıç belirler. Yargıç miktardan önce, gerçekten bir manevi zarar doğup doğmadığını, ikinci olarak da bu manevi zararın, manevi giderim ödemeyi gerektirip gerektirmediği belirler. Yargıç manevi giderim ödenmesi gerektiğine karar verdikten sonra, ödenecek para tutarlarını belirliyor. Bu işi yaparken de, olaydaki tüm etkenleri göz önünde tutmalı. Yukarıdaki ölçülerin yanında, saldırıya uğrayan kişisel değerin önemini ve çeşidini, saldırının ağırlık derecesini, sürekliliğini ve çevreye yayılma olasılığını, saldırıya uğrayan kişinin toplumdaki yerini ve önemini, yaşını, cinsiyetini, parasal durumunu, kendisinin de saldırıya yol açıp açmadığını, karşılıklı kusurun bulunup bulunmadığını, ayrıca saldırganın da toplum içindeki yerini, parasal ve kişisel durumunu göz önünde bulundurmalıdır. [8]

Bu söylenenler Kanun’da, "hakim; manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır" şekliyle genel olarak düzenlenmiştir. Bu etkenleri göz önünde tutarak olayın özelliğine göre, yargıç giderim tutarını düşük ya da yüksek belirleyebilir.

Yeni bir ölçü olarak, Medeni Kanun’un 24/a maddesindeki maddi tazminatlar için yukarıda genişçe açıkladığımız, “vekaletsiz iş görme uyarınca saldırıdan elde edilen kazancın devri” kuralını kullanmak mümkün. Özellikle hakimlerin dikkatini çekiyorum. Medeni Kanun’daki, “kazancın devri” kuralı sadece maddi tazminat için değil, aynı zamanda manevi tazminat için getirilmiştir.

Giderim tutarı her olayda ayrı ayrı belirlenecektir.

Açılan bu davada mahkeme kararının yayını da istenebilir. Mahkeme kararı ilanının hangi kitle iletişim aracında yapılacağı yolunda ise, Borçlar Kanunu’nda bir açıklık yoktur. Bir internet sitesinde yer alan ve manevi zarara yol açan yayının cezalandırılmasına dair kararın, başka bir kitle iletişim aracında yayınlanmasına da karar verilebilir.



6.Kınama ve Kararın Yayını Davası

Kınama ve tespit davasının dayanağı, Borçlar Kanunun 49. maddesindeki “hakim, bu (manevi) tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edilebileceği gibi, tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedilir” düzenlemesidir.

Burada mahkeme iki yoldan birini seçebilir. Ya maddi ve manevi tazminat artı diğer bir tazmin şekli kararı verir. Ya da maddi ve manevi tazminat vermeyip, kınama artı kararın basın yolu ile ilanına karar verir.



E.CEZA DAVALARI AÇMA
Geldik adrenalinin yükseldiği davalara. İnternette sıkça rastlanan kişilere veya şirketlere ve onların ürünlerine hakaret ve sövme suçlarıdır. Ancak bunlardan önce yayıncılık bölümünde sıraladığımız Kanunlardaki yayın yasaklarına uymama sonucu işlenen ağır suçlara bakalım.

Bunlar; Türk bayrağına, Devletin diğer sembollerine, ulusal renkleri taşıyan şeylere hakaret, Cumhurbaşkanına hakaret ve sövme, Türklüğe, Cumhuriyete, Büyük Millet Meclisine, hükümetin manevi varlığına, bakanlıklara, Devletin askeri ya da emniyet veya koruma kuvvetleri yahut Adliye’nin manevi varlığına hakaret, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına veya Büyük Millet Meclisi kararlarına sövme; yabancı devlet başkanına, dost devlet sancak veya armasına, elçilere hakaret, dini ve ruhanilere hakaret, ölü, cenaze ve kemiklerine hakaret, memura karşı ve yerine getirdiği görev dolayısıyla veya sırasında hareket ve sövme, adli, idari, siyasi ve askeri bir heyete hakaret ve sövme şeklinde sıralanabilir.

Devleti, diğer devletleri ve çalışan memurları hedef alan bu suçlar, ilgili cumhuriyet savcıları tarafından kendiliğinden takip ediliyor. Verilecek cezaları da ilgili bölümde saymıştım. Bu sebeple, bu konular yerine, sıkça karşılaşılan hakaret ve sövmeye ağırlık vereceğiz.

Hakaret ve sövmenin yanı sıra gözetleme, konut dokunulmazlığı, haberleşme ve özel yaşamın gizliliğine saldırı, bilgisayar programları ile fikir, sanat ve edebiyat eserlerine tecavüz ve haksız rekabet gibi suçları da çalışmasının içinde inceleyeceğiz.

Burada ceza davaları açısından ilginç olan nokta, yayıncıların hapis veya para ile cezalandırılmasının yanında, ayrı dava açmadan, bu davanın içinde onlardan manevi tazminat da istenebilmesi.

Türk Ceza Kanunu’nun 38. maddesine göre, “bir kişinin veya bir ailenin onur ve saygınlığına saldıran her tür suç ve kabahatlerde hiç bir maddi zarar oluşmasa bile mahkeme, mağdurun isteği ile manevi zarar karşılığı olarak belirli tazminat ödenmesine de karar verebilir”. Yukarıda belirttiğimiz tazminat davalarını açmayıp, doğrudan savcılığa saldırganın hapisle cezalandırılması için başvurmuşsanız, bu dava ile birlikte 38. maddeye göre manevi tazminat da isteyebiliriz. Yargıtaya göre, ceza davasını zamanaşımı ve diğer sebeplerden ötürü açamamışsanız bile bu tazminatı ayrı dava ile isteyebiliriz. Mesela, genel affa uğramış bir suç nedeniyle ayrıca manevi tazminat istenebilir. Fakat ceza davası beraatle sonuçlanmış veya daha önce takipsizlik kararı verilmişse, manevi tazminat davası açılamaz. Bu durumda dönersiniz asliye hukuk mahkemelerindeki tazminat taleplerine. [9]



1.Hakaret

Türk Ceza Kanunu'nun 480. maddesine göre; “her kim, toplu veya dağınık ikiden fazla kimse ile birlikte, diğer bir kişi hakkında belirli bir konu belirlenmesi ve yönlendirilmesi yoluyla halkın hakaret ve düşmanlığına maruz kılacak yahut namus ve haysiyetine dokunacak bir davranış yöneltirse, üç aydan üç seneye kadar hapis ve yüzbin liradan bir milyon liraya kadar ağır para cezasına mahkum olur.

... Bu suç, kamuya yayınlanmış ve açıklanmış yazı veya resim veya diğer yayın araçları ile yapılmış ise, failin göreceği ceza altı aydan üç seneye kadar hapis ve üçmilyon liradan

Ceza Kanunu’nun 484. maddesine göre; saldırılanın, kim olduğu içerikden anlaşılamıyorsa ve belirli bir kimse değilse, o zaman zarar gören belirsiz olduğundan ceza alınmaz.

Bir tüzel kişiye, mesela bir dernek veya şirkete hakaret edilmesi de olasıdır. Bu kişiler suçtan zarar gören kişi olarak şikayetçi olabilirler ve açılacak ceza davasına katılabilirler. Yüksek Mahkeme uygulaması da bu görüşü benimsemektedir. Mesela, bir diş macununun çok kötü koktuğunu, bir silah satıcısı şirketin ilişkilerinden kötü kokular geldiğini veya Eski Muharip ve Gaziler Derneğinde fuhuş yapıldığını söylerseniz; bu tüzel kişilerin yetkilileri sizi hapislerde süründürür. Tabi, haber daha evvel söylediğimiz hukuka aykırılık şartlarını taşıyorsa.

Bu arada sabıka durumu, sosyal seviyesi veya mesleği itibariyle kamuoyunca "suçlu" sayılan kişilerin bile, korunmaya layık bir şerefi var. Cezaevlerinde yapılan araştırmalar, adam öldürenlerin, hırsızları genellikle hor gördüklerini bize öğretiyor. Böyle bir suçluya "hırsız" veya "gaspçı" demek, her halde ondaki onur duygusunu yaralar. Şerefsiz denilen kimselerin dahi korunmaya layık bir onuru var ve bu alana yönelen saldırının cezalandırılması gerekli. Ancak, hırsıza hırsız, katile katil, genelev kadınına fahişe diyen kimse de cezalandırılamaz.[10]

Hakarete uğrayanın "küçük" veya "akıl hastası" olması şikayetçi olunmasına engel olmaz. Ayrıca, ölü bile, hakaretin muhatabı olabilir. Gerçekte ölüye hakaret, ölülere saygı duygusuna saldırı olup, Ceza Kanunu’nun 428. maddesi gereğince suçtur. Ayrıca, ölünün cesedine veya kemiklerine hakarette aynı Kanun’un 178. maddesine göre suç.

Hakaret suçunun unsurlarından biri, yayın ile hakaret edilirken, yayına konu kişi hakkında, özel ve belli bir olayın sebep olarak gösterilmesidir. Belirli bir olayın ileri sürülmesi veya sebebin açıklanması çok daha ağır sonuçlar doğurur. Çünkü, yayına konu olan kişi hakkında örnek verilerek, bir olayda ahlak veya hukuk kurallarına aykırı davrandığı söylenmektedir. Böyle gerekçeli yayına halk daha kolay inanır. Bu durumda aksini ispatlamak için daha çok çaba gösterilmesi gereklidir.

Ayrıca bir mesleği yapanlara başka bir meslek yakıştırmak, mesela bir operatöre kasap, bir avukata nalbant, yamrı yumru bir dolmuş kahyasına artist demek de onların mesleki onuruna hakarettir.

Hakaret suçunun manevi unsuru, kasıttır. Kasıt, yayıncının hakaret olacağını düşündüğü bir söz ya da görüntüyü bile bile yayınlamasıdır. Hakaret kasdının bulunup bulunmadığını hakim, hakaret oluşturan yayının özelliğine, işlendiği yere, zamanına ve şartlarına göre takdir eder. Bu nedenle eleştiri, bilgi verme, kınama, savunma, anlatma, şaka ve karşılık verme amacı ile yapılan yayın hakaret oluşturmaz.

Politik eleştiri, özellikle seçimler sırasında ve adayların kişilikleri hakkında kendisini gösterir. Demokratik bir rejimde yasama veya yürütme organlarına seçilecek kişilerin yeterli ve yetenekli olması gerekir. Böyle bir ortamda, hakaret amacı olmaksızın, adayların kişilikleri üzerinde tartışmaların yapılması, herkesin aday hakkındaki düşüncesini serbestçe açıklaması, bu rejimin temel gereklerinden olduğu gibi, düşünceyi açıklama özgürlüğü de böyle bir tartışmayı gerekli kılar. Yine ölçülü, gerçek, güncel ve kamuya yararlı olması şartıyla.

Ceza Kanunu, “ sair neşir vasıtaları” ile işlenen hakaret ve sövmenin cezasını, sokakta iki kişinin birbirine hakaret etmesine göre arttırmaktadır.

Gerek hakaret ve gerek sövme suçlarında hapis cezasının yanı sıra suç konusu eşyanın ortadan kaldırılmasına da karar verilmektedir. Her iki suç için ortak olan bu ek cezanın Kanunu’muzun 487. maddesindeki düzenlemesi şöyledir. “..Mahkeme suçun gerçekleşmesine araç olan yazı ve resim ve diğer şeylerin müsaderesini ve ortadan kaldırılmasını emreder.” Bu hüküm zoralım prensiplerine dayanır ve insan onurunu devamlı surette lekeleyebilecek olan eşyanın, ortadan kaldırılması maksadını güder. Bu kural internetteki serverlarda bulunan bilgilerin silinmesi şeklinde uygulanabilir.

Ceza Kanunu’muzun 487. maddesinin ikinci fıkrasına göre; “masrafı mahkum tarafından ödenmek üzere, şikayetçinin talebiyle karar özeti mahkeme tarafından belirlenecek en fazla üç gazetede bir veya iki defa yayınlanır”.

Aynen hukuk davalarında olduğu gibi, onur aleyhinde işlenen suçlarda, bu müeyyide önemlidir. Zira kamuoyu önünde onur ve saygınlığa sürülmek istenmiş olan lekenin mahkeme kararıyla temizlendiği, yine kamuoyuna duyurulmaktadır. Ancak bu sonucun tamamen gerçekleşebilmesi için, sadece yayıcının mahkum olduğunu ilan etmek ve buna ait hüküm özetini yayınlamak yeterli olamaz; ayrıca yayının doğru olmadığını da gerekçeli olarak kamuoyunu duyurmak gerekir.[11]



2.Sövme

İnternette en çok rastlanan saldırı yolu sövmeye geldik. Ceza Kanunu’nun 482. maddesine göre; "her kim, toplu veya dağınık ikiden fazla kimse ile birlikte her ne yolla olursa olsun bir kimsenin namus veya şöhret veya vakar ve haysiyetine saldırırsa üç aya kadar hapis ve ellibin liradan beşyüzbin liraya kadar ağır para cezasıyla” mahkum olur.

Suç, yayın yoluyla işlenirse, failin göreceği ceza üç aydan bir seneye kadar hapis ve ikimilyon liradan onbeşmilyon liraya kadar ağır para cezasına çıkar.

Sövme suçu, belli ve özel bir davranış ileri sürülmeksizin, bir kimsenin namus, şöhret veya vakar ve haysiyetine saldırıdır. Hakarette, suçlanan kişi için, “sen şunu yaptığın için böylesin” denirken; sövmede bir olayı sebep göstermeksizin “sen böylesin” denerek, onur ve saygınlığa saldırı söz konusudur.

Bu kısa açıklama ve örneklerden sonra, sövme ile ilgili maddenin içindeki kelime ve kavramları açıklayalım.

Bu suçun oluşması için ilk şart, yayın sonucu onur ve saygınlığına saldırılan kişinin açıkça belli olmasıdır. Ancak, yazı, resim ve görüntülerden saldırılanın kim olduğu anlaşılmakta ise, mağdur belli sayılır.

Yayıncı, bir “özellik”ten söz etse, mesela, “işkenceci”, “korkak”, “alçak”, “serseri”, “homoseksüel”, “esrarkeş”, “fahişe”, “ayı” dese, bunlar birer kötü huy veya özelliği belirtmeleri sebebiyle, sövme suçunu oluştururlar. Ayrıca, söylenen söz ilgilinin bedeni bir arızasına da ilişkin olabilir. Bir kimse hakkında "şaşı", "topal", "kambur", "sarsak", "kel" demek veya ruhi ve bedeni bir hastalık yüklemek yahut gerçek dışı olarak belirli bir din veya ırkın üyesi olarak açıklamak da sövmedir. Bunun gibi, saldırıya uğrayan kişiye bir olay yöneltilmekle beraber, bunu açıklayacak tamamlayıcı unsurlar belirtilmemişse, yine sövme söz konusu olur. Mesela bir kimse hakkında "katil", "hırsız", "dolandırıcı" gibi sözlerin söylenmesi halinde, her ne kadar ortada yasadışı bir davranışla suçlamak varsa da, bu davranış, “şunu öldürdün, şurada, şunun parasını çaldın” gibi belirli ve özel olmadığı için sövmedir.

Hakaret hakkında yaptığımız açıklamalar, sövme konusunda da geçerli olacağından, sövmenin de açık yahut üstü kapalı yapılabileceğini belirtmemiz gerekir. Örneğin, bir kimseye bir parça ot göstererek “ye” demek, bir profesöre “uçmuş” olduğunu söylemek, bir futbolcuya “top” göstererek “sen böylesin” demek gizlice sövme teşkil eder. Bunun gibi, “dolandırıcı mı, sapık mı, rüşvet kokusu mu alıyorum” şeklinde soru sormak, şüphe yöneltmek, olumsuz sözler söylemek, adamı gülünç duruma sokacak şekilde kendisiyle alay etmek, kişinin ismini bir maymun veya köpeğe takmak ve tüm bunları yayınlamak sövmedir.

Son olarak, resim veya karikatürler vasıtasıyla da sövme suçunun işlenebileceğini belirtelim. Ancak, karikatürlerin, yayının esas gayelerinden biri olan eleştiri çerçevesi içinde mi kaldığını, yoksa bunu aşacak bir nitelikte mi veya şaka mı olduğunu tespit etmek öncelikle gerekir. Şaka ya da eleştiri sınırı aşıldığı takdirde bunu üretenleri ve yayıncıları cezalandırmak gerekir. Burada bir başka önemli konu; topluma mal olmuş, politikacı, sanatçı, artist ve diğer ünlü kişilerin haklarındaki, haber değeri olmayan konularda ve özel hayatlarına ilişkin açıklamalarda bulunulması ve bu yolla kendilerine hakaret edilmesi ve sövülmesidir. Yargıtay, bu tür yayınları değerlendirirken, “haberin içeriği karşısında, okurların gereksiz merak duygularını doyurmak yerine, bu haberin halk tarafından bilinmesinde kamu yararı bulunup bulunmadığının araştırılması” gereğini vurgulamaktadır. ( Cevat Özel, a.g.e., s.510-511’den naklen, Yar. 4. C.D. 13.3.1991 1991/1005 E. 1991/1660 K. ve 25.11.1992 1992/6879 E. 1992/ 7326 K.)

Bu suçtan dolayı hapis cezasının yanında, T.C.K. 487. madde gereğince, son mahkumiyet kararı ile birlikte, suçun işlenmesinde kullanılan yazı, resim ve diğer araçlara el koyularak, ortadan kaldırılmasına karar verilir. Yargı makamı, müsadere ve ortadan kaldırmaya kendiliğinden resen karar verir.

Aynı maddeye göre, mahkeme, şikayetçinin isteği üzerine hüküm özetinin yayınlanmasına karar verir. Mahkeme, istek halinde yayım kararı vermeye mecburdur. Mahkemenin takdirine bağlı olan konu ise, gazetelerde veya diğer yayın araçlarında bir veya iki defa yayınlanmasıdır.



Hakaret ve Sövme Suçlarında Ortak Teknik Konular

Türk Ceza Kanunu’nun 488. maddesi ve Ceza Mahkemeleri Usulü Kanunu’nun 344. maddesine göre; neşir veya radyo televizyo ve benzeri kitle haberleşme araçları ( internette bu tanıma girmektedir) yoluyla işlenen hakaret ve sövme suçlarının cezalandırılması için şahsi dava açılamaz. Yani doğrudan bir dilekçe yazıp ilgili mahkemeye “davacıyım, hakim bey” diye dava açılmaz. Sadece savcılıklara dilekçe ile müracaat edilerek, kamu davası açılması istenebilir. Yine bir dilekçe yazacaksınız, ama savcılığa vereceksiniz. Savcı yayın ile suç işlendiği kanaatinde ise davayı açar, aksi halde takipsizlik kararı ile başvuruyu reddeder.

Takipsizlik kararının tebliği veya öğrenilmesi üzerine, bu kararı hukuka aykırı bulan ve suçtan zarar gören kişi, onbeş gün içinde bu kararı veren savcılığa en yakın ağır ceza mahkemesine itiraz eder. Bu itiraz dilekçesi, mahkemeye gönderilmek üzere aynı savcılığa verilebilir. Ağır Ceza Mahkemesi, dilekçeyi sanığa bildirerek cevabını alır. Gerek görürse soruşturmayı genişleterek ek araştırma yapar. İtirazı haklı bulursa kamu davasının açılmasına karar vererek gereği için dosyayı savcılığa gönderir. Savcı bir iddianame yazarak, davayı mahkemede açar.

Bu aşamadan sonra, saldırıya uğrayan kişi, müdahale isteyerek, sanığın cezalandırılması için davaya da katılabilir.

Suçtan zarar görenin bir topluluk olması ihtimali vardır. Şayet bu topluluk tüzel kişiliği haiz değilse, topluluğa dahil olan herkes, tek başına dava açabilir. Buna karşılık sözü geçen topluluğun tüzel kişiliği varsa, fail aleyhine tüzel kişilik adına yetkili organ dava açar.

Tüzel kişiliği haiz olan bu topluluk, Ceza Kanunu'nun 383. maddesinin ikinci fıkrasında özel olarak belirtilen kurullardan biri ise, dava hakkı kurul başkanları veya parti ya da dernek temsilcileri tarafından kullanılır. Yargıtayın içtihadına göre bir partinin ilçe başkanının partiyi temsile ve adına dava açmağa yetkisi yoktur. [12]



3.Mesleki Sırrı Açıklama

Bazen internet ile; bir şirketin yıllarca saklayıp, ekonomik gelir elde ettiği mesleki bilgiler bir anda herkese açıklanır. Cep telefonlarının para ödenmeden kullanılması olayında olduğu gibi bir sırrı herkesin öğrenmesi sağlanır.

Ceza Kanunu’muzun 198. maddesi bu suçu düzenlemiştir. Buna göre; bir kimse, resmi konumu veya meslek gereği olarak bir sır öğrenip, bu sırrı açıklarsa üç aya kadar hapisle cezalandırılır. Sırrın açıklanmasından bir zarar ortaya çıkarsa ilgiliye elli liradan başlayarak para cezası verilir. Bu suça karışan tüm içerik sağlayıcılar ve bildiği halde önlemeyen servis sağlayıcılar cezalandırılır.

Ancak bu suç da ön ödeme ve şikayete tabi kılınmıştır. Yani bu suçun işlendiğini söyleyip, sanıkları savcılığa sikayet ediyorsunuz. Savcılık olayı inceleyip, ilgiliye ön ödeme ihbarı yolluyor. Gazeteci arkadaşım ve diğer suçlular gelip bu küçük miktar parayı ödeyip gidiyorlar.



4. Fikir ve Sanat Eserlerine ve Bunlarla İlgili Haklara Saldırılar

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunundaki eser sahipliği ile ilgili haklara karşı hareket eden kişiler de üç aydan başlayıp bir yıl ve üç yıla değişen hapis ve üçyüz milyondan altıyüz milyon liraya kadar para cezasına çarptırılırlar.

Bu Kanun’a göre suç sayılan davranışları şöyle sıralayabiliriz.

-Kasten, eser sahibinin izni olmadan eseri kamuya sunma ve yayınlama, kopyalara adını koyma, gerçeğe aykırı olarak kendi adını koyma, kopya ve işleme olduğunu sahibinin adını belirtmeme,

-Kasten, başkasının eserini kullanırken sahibini belirtmeme, kaynak göstermemek, yanlış, eksik ve aldatıcı kaynak gösterme.

-Hak sahibinin yazılı izni olmadan kasten bir eseri işleme, çoğaltma, çoğaltılmış kopyaları satma veya satışa sunma, ithal etme, kiralama ve bunları oynama, kamuya gösterme, radyo, televizyon ve bilgisayarlarla yayınlama.

-Kasten yani bile bile bu Kanuna aykırı hareket etme amacı güderek; hukuka aykırı çoğaltılmış kopyaları satışa çıkarma, bunlardan kar elde etmek için oyun oynama, radyo ile yayma.

-Kasten, hukuka aykırı satışa çıkan kopyaları başkalarına satma, oyun oynama ve radyo ile yayma.

-Kasten, hak sahibi olmadığı halde bu eserlerin mali hakkını ve iznini devretme, rehin etme veya başka yollarla tasarruf etme.

-Kasten, sözleşme ile izin verilenden fazla miktarda çoğaltma.

-Kasten, haksız çoğaltılanları ticari amaçla elinde tutma.

-Kasten, bilgisayar program şifrelerini kırmaya yarayan teknik araçları ticari amaçla elinde tutma veya dağıtma.

-Müzik, sahne ve tiyatro eserlerini, radyo ve televizyon programlarını yapımcı, icracı yorumcu gibi, komşu hak sahiplerinin izni olmadan kaydetme,çoğaltma, kiralama, yayınlama, yeniden yayınlama,sahneleme.

-Hak ve komşu sahiplerinden gerekli izinleri almadan, bandrol almadan işaret, resim ve ses tekrarına yarayan alet ve yöntemlerle eserleri çoğaltma ve yayma.

Fikir ve sanat eserleri sahiplerinin ve hak sahiplerinin mali veya komşu haklarının hak sahibi dışındaki kişiler tarafından izinsiz olarak kullanılması halinde ne yapılacağını özetleyelim. Bu durumda eser ya da hakları devralan mali hak sahipleri ya da yetkili meslek birliği tecavüzün gerçekleştiği veya sonuçlarının meydana geldiği yerin savcılığına başvurur. Savcılık, yetkili hakimden usulsüz çoğaltılmış veya gösterime sunulmuş kopyaların toplatılmasını veya kullanılan aletlerin mühürlenmesini isteyebilir.

Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde savcı, üç gün içinde yetkili hakimin onayına sunmak üzere toplama ve mühürleme kararını verebilir.

Bu başvuru, tecavüz ya da failin kimliğini öğrendikten itibaren altı ay içinde yapılmalıdır. Saldırı fiilinden itibaren bir yılda savcılığa başvurulmamışsa ceza davası zamanaşımına uğrar.

Bu suçtan ceza görmesi gerekenler ise şunlardır. Bu suçla ilgili olarak içerik sağlayanlar ve durumu bilmesine rağmen önlemeyen servis sağlayıcılar sorumlu olurlar. Suçu işleyen çalışanların işletme sahibi yani şirketin sahibi, yöneticisi, temsilcisi, idarecisi ve müdürü suçun işlenmesine mani olmak yönünde çalışmamışsa yine sorumludur. Sorumluluk para cezaları için müteselsildir.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ahmet Kılıçoğlu, Şeref Haysiyet ve Özel Yaşama Basın Yolu ile Saldırılardan Hukuki Sorumluluk, Ankara, 1993, s.120

[2] Zait İmre, Şahsiyet Hakkının Korunmasına İlişkin Genel Esaslar, Recai Seçkin’e Armağan, Ankara, 1974, s.809

[3]Aydın Zevkliler, a.g.e., s.455

[4] Kemal Oğuzman, a.g.m., s.25-26

[5] Kemal Oğuzman, a.g.m., s.25-26

[6] Ahmet Kılıçoğlu, a.g.e., s.225-226

[7] Bilal Kartal, a.g.m., s.128

[8] Aydın Zevkliler, a.g.e., s.466

[9] Kayıhan İçel, Kitle Haberleşme Hukuku, İstanbul, 1990, s.281-282 ve A.P.Gözübüyük, Türk Ceza Kanunu Şerhi, İstanbul, Cilt: 4, s.386

[10] Sahir Erman, Çetin Özek, Açıklamalı Basın Kanunu ve İlgili Mevzuat, İstanbul, 1991, s.256

[11] Sahir Erman, a.g.e., s.280

[12] Sahir Erman, a.g.e., s.291

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder