Üstün Yetenekli Çocukların Eğitimi
Üstün yetenek, yaratılıştan gelen bir özelliktir. Her 100 çocuktan en az ikisinin üstün yeteneklere ve hünerlere sahip olduğu bilinmektedir. Eflatun, bu çocukları "Altın Çocuklar" diye adlandırır.
Üstün yetenekli insanların en önemli özelliği, öğrenme hızlarıdır. Bu tür çocuklar, diğerlerine göre daha erken yaşta konuşma, okuma ve yazmayı öğrenirler. Doymak bilmez meraklarıyla sürekli yeni şeyler öğrenme azmi taşırlar. Eğer anne babaları, öğretmenleri ve arkadaşları, bu çocuklara gerekli alakayı gösterir, sabırla onları dinler ve motive ederlerse, ruhi krizlere düşmeden kendilerinden beklenen performansı gösterirler. Aksi takdirde ilgisizlik, hor görülme ve baskı gibi sebepler yüzünden yetenekleri körelir.
Üstün yetenekli çocukların yaklaşık yarısı, okula gitmeden önce okumayı öğrenmekte, bağımsız olarak çalışmaya ve araştırmaya da daha erken yaşta başlamaktadırlar. Bitip tükenme bilmeyen enerjileri sebebiyle yanlış olarak bazen kendilerinin hiperaktif olduğu söylenmektedir. Görev ve problemleri organizeli, hedefli ve verimli bir şekilde ele alarak çözerler Öğrenme, araştırma ve keşfetme konusunda fıtri motivasyonları mevcuttur.
Üstün Yetenekli Çocukların Olumlu Özellikleri
• 1. Hızlı ve kolay öğrenirler. Muhakeme ve problem çözme yetenekleri gelişmiştir. İntikal süratleri fazla, idrakleri derindir. İlgi ve dikkat süreleri uzundur. Hafızaları güçlü olduğu için önemli detay, kavram ve prensipleri unutmazlar.
• 2. Hayalleri güçlüdür. Sanat dallarında orijinal eserler verirler. Ritim ve hareket kontrolleri gelişmiştir.
• 3. Merakları üst seviyededir. Çok fazla soru sorarlar. Farklı farklı konularla ilgilenirler. İnsana, hayata ve kainata yakın bir alaka duyarlar.
• 4. Gözlemleme güçleri fazladır. Esnek ve sıradışı düşünürler. Meseleleri farklı perspektiflerden ele alırlar. Mülahaza daireleri her zaman açıktır. Yeni fikirlere kapalı kalmazlar. Hemen her an öğrenmeye hazır haldedirler. Gelişmelere rahatlıkla ayak uydurabilirler.
• 5. Meseleleri sorgular, net bir şekilde düşünür, ilişkileri farkeder ve anlamları idrak ederler.
• 6. Yetişkinlerle kurdukları iletişimde oldukça olgun bir karakter sergilerler.
• 7. Çoğu zaman genellemeler yapar ve bunları yeni durumlara tatbik ederler.
• 8. Mücerret kavramları idrak etme ve bunlar arasındaki ilişkileri tespit etme kabiliyetleri gelişmiştir.
• 9. Kelime hazineleri çok zengindir. Kelimeleri kolaylıkla ve yerinde kullanırlar.
• 10. Matematiksel düşünme yetenekleri gelişmiştir.
• 11. Okumayı çok severler. Yaşıtlarının seviyelerinin üzerindeki eserleri rahatlıkla mütalaa edebilirler.
• 12. Talimatları kolaylıkla yerine getirirler.
• 13. İnce bir espri anlayışları vardır.
• 14. Nesne, kelime veya fikirleri yeni ortamlarda kullanırlar.
• 15. En iyi olmak için büyük bir istek duyarlar. Kendileri için tespit ettikleri standartlar oldukça yüksektir.
• 16. Sağduyu ve pratik bilgilerden yararlanırlar.
• 17. Çoğu faaliyette lider konumundadırlar. Başkalarının sistem ve fikirlerini hemen kabul etmezler. Genellikle kendilerine danışılır. Karar verme esnasında aranılırlar.
Olumsuz Yönleri
• 1. Rutin ödevlerden çabuk sıkılırlar.
• 2. İşleri kendi bildikleri gibi yapmak isterler.
• 3. Sınıfta çok fazla dikkat çekebilirler.
• 4. Başkalarının göremediği ilişkileri görebilir ve dersin çoğunu sadece bu konuda tartışmaya ayırmak isteyebilirler.
• 5. Bazen bir projeyi bitirip diğerine başlamayı istemeyebilirler.
• 6. Ara sıra hayallere dalarlar ve dikkatleri dağılır.
• 7. Diğer öğrencilerin "sönük" kalmalarına sebep olabilirler.
• 8. Kendilerine çok da faydalı olmayan eserlere gereğinden fazla zaman harcayabilirler.
• 9. Yersiz espriler yapabilirler.
• 10. Bazen gereğinden fazla yenilikçi olabilirler.
• 11. Başarısızlıklardan çok çabuk etkilenebilirler.
• 12. Aşırı derecede otoriter olabilirler.
• 13. Başkalarının fikirlerine yeterince önem vermeyebilirler.
Nasıl Yardım Edilebilir?
Bu çocuklar, genellikle kendilerini yaşıtlarıyla aynı seviyede görmezler. Bir kısmı tecrit edilmişlik veya bir köşeye itilmişlik hissine kapılırlar. İçine kapanıklıkları sebebiyle arkadaş sayıları birkaçı geçmeyebilir. Okullardaki dersler onları sıkabilir. Bunlardan bazıları, yaşıtlarıyla birlikte olabilmek için yeteri kadar başarılı olmak istemeyebilir. Eğer duyguları beslenmezse, toplum dışında kalabilir, hatta suça meyilli hale gelebilirler. Yetişkinler, bu çocukların hususi ihtiyaçlarını farkederlerse, potansiyellerini değerlendirebilmeleri için onlara yardımcı olmalıdırlar.
Üstün yetenekli çocuklar, birbirleriyle çok etkili ve verimli bir iletişim kurabilmekte, böylelikle anlaşılmaz olma sıkıntısından bir derece kurtulmaktadırlar. Dolayısıyla bu çocukların katıldıkları ortak proje ve programlar hazırlanabilir.
Tecrübesiz anne, babaların evdeki üstün yetenekli ve hünerli çocuklarıyla ilgilenmesi hiç de kolay olmaz Özellikle okul öncesi dönemde böyle bir ebeveyn, yardıma ve rehberliğe muhtaçtır. Bu meyanda ailelerin birbirlerine destek olmaları ve tecrübe aktarımı da ihmal edilmemelidir.
Üstün yetenekli bir bebek, diğerlerine göre daha az uyur, dolayısıyla daha fazla ilgi ve ihtimama ihtiyaç duyar. Böyle bir durumda anne ve baba her zaman gerekli ilgiyi gösteremeyebilirler. Bu yüzden büyükanne, büyükbaba gibi ailenin diğer fertlerinin de yardımı istenebilir. Bu çocuklar konuşmaya başladıktan sonra sürekli sorular sorar ve kaba bir otorite altına girmek istemezler. "Bunu yapacaksın , çünkü ben öyle istiyorum" şeklinde bir yaklaşım, tesirli olmaz. Çocuklarının sorularına cevap veren ailelerin, onlarla otoriter ailelere nazaran daha güçlü bir yakınlık kurdukları görülmektedir. Bu çocuklara sabır, alaka ve saygı gösterildiği an, onlar da hürmete riayet ederek karşılık vermektedirler. Çocuklar büyüdüklerinde, aile toplantılarına katılabilirler, böylelikle mesuliyet paylaşma ve tartışma kabiliyetleri gelişir. Böyle bir ortamda çocuk kendisini söz hakkı olan bir aile ferdi olarak hisseder. Bu arada anlaşmazlıklar ortaya çıkarsa, hissi destek bekleyecekleri unutulmamalıdır.
Kısacası üstün yetenekli bir çocuğun yetişmesindeki kilit nokta saygıdır; farklılığına saygı, fikirlerine saygı, hayallerine saygı. Kabiliyetlerin yeşermesi için özel müfredatlar, hususi yazılımlar ve spesifik programlar yanında huzurlu, emin ve sıcak bir aile ve okul ortamı da gereklidir.
Bu arada şu hususlara da dikkat çekmekte fayda vardır: İnsanı, bir ilacın kimyasal bileşimini veya bir makinanın üstün özelliklerini tarif ediyor gibi kategorize etmek çok zordur, zira insan tabiatındaki kompleksliği unutmamak gerekir. Yazıda sözü edilen özellikler bir robotun bilgisayar sisteminde olduğu gibi işlemez insanda. Zaman içinde değişir, oranları artar, azalır. Dinamik bir sistem bulunduğu icin unsurlar sabit kalmaz.
Üstün yetenekli çocuklar geleceğin liderleri, bilimadamları, fikir adamları ve sanatçıilarıdır. Böyle bir milli servet heba edilemez. ABD'de, İngiltere'de, İsrail'de ve Hollanda'da olduğu gibi bu tür çocukları tespit edip onlara özel programlar uygulayacak uzman ve kurumları hazırlamak, gerekli finans kaynaklarını bulmak, iletişimi etkili hale getiren bir ağ oluşturmak, bu sahada dünyada yapılan faaliyetleri takip etmek ve orijinal girişimlerde bulunmak yine fedakar ve sağ duyulu insanlara kalmaktadır.
Kaynaklar:
"A Short Summary of Giftedness", http://www.eskimo.com/~user/zbrief.html
"Gifted Children", Y. Yılmaz, The Fountain. July-Sep. 1996, Vol. 2, No. 5, ss. 5-7.
"Gifted Children and Students", http://www.nexus.edu.au/Publicat/Policies/gifted.html
"Identifying Gifted Children and the Invisible Child", http://www.rmplc.co.uk/orgs/nagc/gifted.html
"Positive and Negative Characteristics of Gifted Children", http://dent.edmonds.wednet.edu/EEN/positive.html
________________________________________
© Yusuf Alan, Son Değişiklik Tarihi: 23.01.1999
Görüşleriniz için: alan@nil.com.tr
22 Ekim 2011 Cumartesi
TV de Siddet ve Çocuklariniz:
TV de Siddet ve Çocuklariniz: Etkilenmemeleri Için Neler Yapabilirsiniz? Çev: Prof.Dr. Nesrin H. Sahin Arastirmalar siddete ve saldirganliga yönelik davranislarin yasamin erken dönemlerinde ögrenildigini göstermektedir. Ancak, yine arastirmalar, çocuklarin duygularini siddet kullanmadan ifade edebilmeleri için ailelerinin büyük yardimi olabilecegini de göstermektedir. Bu yazi, anne-babalarin gençlerde gözlenen siddeti azaltmak için aile içinde, okullarda ve toplumda neler yapabileceklerini görmelerinde yardimci olmak üzere hazirlanmistir. Çocuklariniz için yapabilecekleriniz: Anne-babalar çocuklarinin güven ve sevgi dolu bir evde yasamalarini saglayarak siddeti azaltmada önemli bir rol üstlenebilirler. Asagida bu konuyla ilgili bazi öneriler verilmektedir. Bunlarin hepsini harfiyen yerine getiremeyebilirsiniz. Ama elinizden geleni yaparsaniz, çocuklarinizin içinde yasayacaklari dünyayi onlara daha az zarar verici hale getirebilirsiniz. Çocuklariniza yönelik sevgi ve ilginiz sürekli ve tutarli olsun: Kendisini güvencede hissedebilmesi ve digerlerine güvenebilmesi için, her çocugun anne-babasiyla ya da bir yetiskinle güçlü , sevecen bir iliski, bir "bag" kurabilmesi gerekir. Kendisine sevgi ve ilgi gösteren bir yetiskinle böyle bir bag kuramayan bir çocugun, düsmanlik duygulari içinde gelismesi ve "zor" bir genç olmasi ihtimali vardir. Kendileriyle çok küçük yaslardayken ilgilenilmis çocuklar arasinda , "sorunlu davranislari" olan gençlere daha az sayida rastlanmaktadir. Bir çocuga her zaman sevgi gösterebilmek hiç de kolay bir sey degildir. Hatta eger genç, deneyimsiz ya da çocugunu tek basina yetistirmek durumunda kalan bir anne ya da babaysaniz, çocugunuz hasta ya da özel ihtiyaçlari olan özürlü bir çocuksa, bu is daha da zordur. Eger çocugunuzu idare etme konusunda herkesinkinden daha farkli güçlükler yasiyor ve çok zorlaniyorsaniz, bunu çocugunuzun doktoru ile ya da bir baska hekimle tartisiniz. Eger çocugunuzun görünen tibbi bir problemi yoksa, bu durumda bir psikologa basvurabilirsiniz. Böylelikle, çocuk yetistirme konusunda bilimsel kanitlara dayali bazi yöntemler hakkinda bilgiler edinebilirsiniz. Çocuklarin kendi akillarinin oldugunu unutmamak çok önemlidir. Çocuklarinizin giderek artan bagimsizlik ihtiyaçlari ve bu ihtiyaci doyurmaya yönelik davranislari bazan sizleri kizdirabilir, engelleyebilir ya da hayal kirikligina ugratabilir. Onlara herhangi bir tepki göstermeden önce, durumu çocugunuzun bakis açisindan degerlendirme konusunda göstereceginiz istek, sizin de kendi duygularinizla basetmenize ve daha sabirli davranmaniza yardimci olur. Çocuklariniza öfke ve düsmanlik dolu sözler ve davranislarla tepki vermekten kaçinmak için elinizden geleni yapin. Çocuklarinizi gözetim altinda yönlendirin Çocuklar kendi ayaklari üzerinde duruncaya kadar, cesaretlendirilmek, korunmak ve destek almak için ebeveynlerine ve aile üyelerine muhtaçtirlar. Uygun yönlendirme ve gözetim olmadigi zaman, ihtiyaç duyduklari bu rehberlikten yoksun kalacaklardir. Arastirmalar, zamaninda ve yapici bir yönlendirme almayan çocuklarin davranis problemleri oldugunu göstermektedir. Çocuklarinizin her zaman nerede oldugunu, arkadaslarinin kimler oldugunu bilmekte israrli olun. Çocuklarinizi kendiniz gözetemeyecekseniz, bir baska yetiskinin gözetiminin altinda olduklarindan emin olun. Çok kisa bir süre için bile olsa çocuklarinizi evde yalniz birakmayin. Ilk-okul yasindaki ve daha ileri yasta olan çocuklarinizin, bir yetiskinin gözetiminde yapilan, okul-disi spor faaliyetlerine, egitim programlarina ya da düzenli ve yapilandirilmis eglencelere, katilmalarini tesvik edin. Degerlerine saygi duydugunuz kurum, kurulus ya da bireylerin yönetiminde olan toplumsal programlara kaydettirin. Gözetim altinda yapilan eglence faaliyetlerine çocuklarinizla birlikte gitmeye çalisin ve diger kisilerle iliskilerini izleyin. Diger çocuklarin asagilayici, tehditkar, küfürlü konusmalarina onun nasil cevaplar verdigine; vurma, çarpma davranislari ile öfke ifadelerine nasil tepki gösterdigine dikkat edin. Kizginlik ve öfkenin ifadesi için bu tür davranislarin uygun yöntemler olmadigini çocugunuza anlatin ve benzer biçimde davranmasini engelleyin. Çocuklariniza uygun davranislari ögretebilmek için kendiniz model olun Çocuklar genellikle taklit ederek ögrenirler. Ailelerinin degerleri, tutumlari ve davranislarinin onlar üzerindeki etkisi büyüktür. Saygi, dürüstlük, ailemizden ve akrabalarimizdan gurur duymak gibi degerler, çocuklarimiz için önemli bir güç ve güven kaynagi olabilirler. Çocugunuzun olumsuz arkadas baskisi altinda oldugu, siddetin yogun rastlandigi bir ortamda yasadigi ya da davranis bozukluklari olan ögrencilerle ayni okullara gittigi durumlarda bu degerler özellikle önemlidir. Çocuklarin çogu, bazan saldirganlasip bir baska insana vurabilirler. Bu tür siddete yatkin davranislarin olasi tehlikeleri hakkinda çocuklarinizla konusurken kesin olun. Sorunlarini siddete basvurmadan daha yapici yöntemlerle çözmüsse, onu bunun için takdir ettiginizi hemen belirtin ve ödüllendirin. Iyi davranislarina daha fazla dikkat gösterilerek ve takdir dedilerek, çocuklarin bu davranislarini tekrar etmeleri ve sürdürmeleri saglanabilir. Çocuklarinizin sorunlarini saldirgan olmayan yöntemlerle çözmelerine yardimci olabilmek için asagidsaki önerilerden yararlanabilrsiniz. Sorunlarini onlarla birlikte tartisin. Sorunlarini siddet kullanarak çözmeye kalkarlarsa neler olabilecegini sorun. Sorunlarini siddet kullanmadan çözmeye kalkarlarsa neler olabilecegini sorun. Bu tür bir, "birlikte sesli düsünme" egzersizi, çocuklarinizin siddete basvurmanin yararli bir yöntem olmadigini görmelerinde yardimci olacaktir. Anne-babalar bazan farkinda olmadan siddet dolu davranislari tesvik edebilirler. Örnegin bazi ebeveynler, erkek çocuklarinin kavga etmeyi ögrenmeleri gerektigini ileri sürerler. Çocuklariniza anlasmazliklarini, tehdit, yumruk ya da silah kullanarak degil, sakin ve yerinde kullanilan sözcüklerle çözmelerini ögretin. Bos zamanlari için yapici, siddet-disi oyunlar, faaliyetler bulmalarinda çocuklariniza yardimci olun. Onlara sizin de bir zamanlar hoslandiginiz oyunlari, spor faaliyetlerini, hobileri ögreterek, kendi beceri ve yeteneklerini gelistirmelerinde destek olun. Küçük çocuklariniza hikayeler okuyun, daha büyüklerini kütüphanelere götürün ya da akrabalariniz arasindan deger verdiginiz, hayran oldugunuz, çevresi ve diger insanlar için birseyler yapmis olanlarin hayat hikayelerini anlatin. Çocuklariniza vurmayin Çocuklariniza ceza vermek için onlari itmek, kakmak, tokatlamak, vurmak ya da dayak atmak gibi davranislar, onlara sorunlarini iterek, kakarak, vurup, çarparak çözmenin uygun olacagi; ceza vermeleri gerektiginde onlarin da benzer sekilde cezalar verebilecekleri mesajini vermektedir. Fiziksel cezalar istenmeyen davranislari ancak belli bir süre için durdurabilmektedirler. Hatta çocuklarin çok sert cezalara bile uyum yapabildigi bu nedenle de cezanin hiç bir etkisi kalmadigi bilinmektedir. Oysa ki fiziksel olamayan disiplin yöntemleri çocuklarin duygulariyla daha kolay basaçikmalarina yardimci olmakta; sorunlarini siddet-disi yöntemlerle çözebilecekleri yollari ögretmektedir. Asagida bazi öneriler bulacaksiniz: Çocugunuzun her yasi için bir dakika sürecek sekilde, sesini çikarmadan bir kösede oturmasini isteyebilirsiniz. (Bu yöntem çok küçük çocuklarla kullanilamaz) Bazi izinlerini ya da harçligini geri alabilirsiniz Arkadaslari ile çikmasina ya da bazi okul/toplum etkinliklerine katilmasina izin vermeyebilir evden disari çikarmayabilirsiniz (Bu ceza daha çok büyük yastaki çocuklar ve ergenler için uygundur) Harçligin, önceden verilmis izinlerin geri alinmasi ya da evden disari çikarmama gibi cezalarin, tutarlilikla ve kisa süreler için uygulanmasi daha uygundur. Hata yaptiklari zaman çocuklarin bu hatalarini düzeltebileceklerine inanabilmeleri lazimdir. Hatalardan nasil ögrenilebilecegini onlara gösteriniz. Hatalarini bulmalarina, gelecekte benzer hatalari yapmaktan nasil kaçinabileceklerini anlamalarina yardimci olunuz. Bu tür durumlarda çocuklarinizi asagilamamaniz, utandirmamaniz özellikle önemlidir. Çocuklarinizin her zaman için sizin sevginizi ve sayginizi hissetmeye ihtiyaçlari vardir. Davranis degistirme yöntemlerinden biri de hatali davranislari cezalandirmak yerine, olumlu davranislari ödüllendirmektir. Takdir etme, ilgi, sevkat göstermenin en etkili ödüller oldugunu unutmayin. Kurallariniz ve disiplin yöntemleriniz konusunda tutarli olun Bir kural yaptiysaniz onu yerine getirin ve vazgeçmeyin. Çocuklarin kendilerinden hangi davranislarin beklendigi konusunda açikliga ve belirginlige ihtiyaçlari vardir. Olusturdugunuz bir kuralin yerine getirilmesi konusunda gelisigüzel biçimde davranirsaniz, bu sadece çocuklarinizin kafasini karistiracaktir ve "kaçamak yollar" aramalarini destekleyecektir. Kurallarinizi olustururken olanaklar ölçüsünde çocuklarinizin da katilimlarini saglamaya çalisin. Neyi beklediginizi ve kurallara uyulmadigi zaman ne tür sonuçlarla karsilasacaklarini açiklayin. Böyle bir yaklasim, onlarin hem kendileri hem de çevrelerindeki insanlar için en iyi olani elde edebilmeleri amaciyla neler yapmalari gerektigini ögrenmelerini saglayacaktir. Çocuklarinizin atesli silahlara ulasamayacaklarindan emin olun Silahlar ve çocuklar çok öldürücü bir bilesimdir ve biraraya getirilmemelidir. Eger kullaniyor ya da evinizde bulunduruyorsaniz, silahlarin ya da diger öldürücü araçlarin tehlikeleri konusunda çocuklarinizi bilgilendirin. Eger evinizde tabanca ya da tüfek varsa, içini bosaltip, kursunlari ve silahlari ayri ayri kilitli dolaplarda saklayin. Doldurulmamamis bile olsalar bu silahlari asla çocuklarinizin bulabileceklari yerlerde saklamayin. Asla üzerinizde tabanca ya da öldürücü bir silah tasimayin. Silah tasimanin çocuklara verdigi mesaj, sorunlarin silahlarla çözülebilecegidir. Çocuklarinizin çevrenizde ya da evinizde siddet görmelerini önlemeye çalisin Evdeki siddet çocuklar için korkutucu ve zararlidir. Çocuklarin korku duymadan, sevgi içinde yasayabilecekleri güvenli bir eve ihtiyaçlari vardir. Evinde siddete tanik olan çocuklarin, ileridemutlaka siddet gösterecekleri söylenemese de karsilastiklari sorunlari siddete basvurarak çözmeye "yatkin" olacaklari söylenebilir. Evinizi siddetten uzak, güvenli bir yer haline getirmek için elinizden geleni yapin ve kardesler arasindaki siddet içeren davranislari kesinlike engelleyin. Anneler babalar arasindaki düsmanlik ve saldirganlik dolu kavgalarin da çocuklari çok korkutacagini ve onlar için kötü örnekler olusturacagini unutmayin. Eger evinizdeki bireyler birbirlerini sözel ya da fiziksel yöntemlerle incitiyorlarsa ya da kötüye kullaniyorlarsa, çevrenizdeki bir psikologdan yardim almanizi öneririz. Bu profesyonel kisi, sizin ve ailenizin,siddetin hangi nedenlerle olustugunu ve durdurulabilmesi için neler yapilabilecegini anlamanizda yardimci olacaktir. Bazan çocuklarinizin sokaklarda, okulda ya da evde siddete maruz kalmasini engelleyemeyebilirsiniz. Bu durumlar oldugunda, yasadiklari korku duygulariyla basedebilmeleri için kendilerine yardim etmeniz gerekebilir. Onlara bu konularda yardimci olabilecek kisiler arasinda okulundaki rehber ögretmeni ya da bir psikologu sayabilirz. Çocuklarinizin medyadaki siddete çok fazla maruz kalmalarini önlemeye çalisin Televizyonda, sinemada ya da bilgisayar oyunlarinda çok fazla siddet izlemenin de çocuklarda saldirgan davranislara yol açtigi bilinmektedir. Bir ebeveyn olarak çocugunuzun izledigi siddet miktarini kontrol altinda tutabilirsiniz. Asagida bazi öneriler bulacaksiniz: Televizyon izlemeyi günde bir ya da iki saat ile sinirlandirin. Çocuklarinizin hangi televizyon programlarini izlediklerini, hangi filimlere gittiklerini ve hangi tür bilgisayar oyunlarini oynadiklarini bilin. Televizyon programlarinda, sinemalarda ve bilgisayar filimlerinde izledikleri siddet hakkinda onlarla konusun. Bu tür davranislarin gerçek hayatta ne kadar aci verici olduklarini ve ne tür ciddi sorunlara yol açabileceklerini anlamalarini saglayin. Sorunlarin siddet kullanmadan nasil çözülebilecegini onlarla tartisin Çocuklariniza siddet kurbani olmayacaklari yollari ögretmeye çalisin. Çocuklarinizin siddet kurbani olmamalari için ne tür önlemler almalari gerektigini ögrenmeleri çok önemlidir. Asagida kendinizi ve çocuklarinizi siddetten korumanizda yardimci olabilecek bazi yollar önerilmektedir: Çocuklariniza çevrenizdeki güvenli sokak ve caddelerin hangileri oldugunu ögretin Her zaman için aydinlik, kalabalik yerlerde ve bir arkadasla yürümelerini ögüt verin Gördükleri kuskulu davranislari ya da tanik olduklari suçlari size, ögretmenlerine, güvenilir bir baska yetiskine ya da polise bildirmelerinin ne kadar önemli oldugunu anlamalarini saglayin. Polis Acil 155 nolu telefondan nasil arayacaklarini ögretin. Kendilerine zarar vermeye kalkan biri oldugunda , "Hayir" deyip kaçmalarini ve güvenilir bir yetiskine bu konuyu mutlaka söylemeleri gerektigini anlatin. Yabancilarla konusmanin tehlikelerini vurgulayin. Bilmedikleri ve güvenmedikleri kimseye kapiyi açmamalarini ve bir yere gitmemelerini ögütleyin. Çocuklariniza siddete karsi olmalarini ögretin Siddete karsi davranislar sergiledikleri her ortamda çocuklarinizi destekleyin ve ödüllendirin. Arkadaslarindan birinin digerine vurdugu, küfrettigi, tehdit ettigi durumlarda çocugunuza sakin ama kesin sözcüklerle nasil tepki gösterebileceklerini ögretin. Siddete karsi durmanin ve direnç göstermenin, daha fazla cesaret gerektirdigini anlatin. Çocuklarinizin farkli yörelerden, farkli aile yapilarindan gelen kisilerle geçinmelerine, onlari kabullenmelerine yardimci olun. Insanlari sadece farkli olduklari için elestirmenin ve etiketlemenin aci verici, incitici oldugunu ögretin ve kesinlikle bu tür davranislara izin verilmeyecegini anlamalarini saglayin. Siddeti baslatan ya da cesaretlendiren sözcükleri kullanmanin ya da siddet dolu davranislari sessizce seyretmenin, yanlis ve zararli oldugunu anlatin. Tehditlerin ve itip-kakmanin siddeti körükleyen davranislar olduklari konusunda kendilerini uyarin. Yetiskinler için ekstra öneriler Ailenizle, arkadaslarinizla, çevrenizdekilerle yakin olun ve onlarla ilgilenin. Arkadaslardan olusan bir grup, size hos zaman geçirmenizde katkida bulunabilecegi gibi, zor zamanlarinizda destek vererek, yardim iletebilir. Çocuklarinizi büyütürken stresi ve yalnizligi azaltmak çok yararli olacaktir. Çevrenizle iliskiye geçin, komsularinizi taniyin. Öldürücü silahlarin komsu evlerde de bulundurulmamasini saglayin. Suçlulugu ve siddeti azaltmaya yönelik sivil toplum girisimlerine gönüllü olun. Çevrenizde bu tip programlar yoksa, siz baslatin. Seçtiginiz milletvekillerinin ve belediye görevlilerinin siddet konusundaki hassasiyetinizi bilmelerini ve konuyla iliskili önlemleri almalarini saglayin, baski gruplari olusturun. Siddet içeren programlar sunan televizyon kanallarina, onlara reklam veren ya da sponsor olan sirketlere sikayetlerde bulunun. Çocuklarinizin çevrenizdeki "çevre temizligi", "agaç dikme", vb. etkinliklere katilmalarini ve içinde yasadiklari toplumla bütünlesip, onunla gurur duymalarini saglayin. Bu tür gruplar, bir yandan çevrenizi daha "yasanir" ve güvenli bir hale getirmeye çalisirken, diger bir yandan da çocuklarinizin güvenli, yararli ve ödüllendirici etkinlikler içinde hos zaman geçirmelerine yardimcidirlar. Potansiyel tehlike isaretleri Çocuklari asagidaki belirtileri gösteren ebeveynler, bu konulari profesyonel bir kisiyle görüsmeli ve çocuklarini anlamaya çalismalidirlar. Bebekler ve okul-öncesi çocuklarda gözlenen tehlike isaretleri Bir gün içinde çok sik olarak ortaya çikan, 15 dakikadan daha uzun süren ve ebeveynler, bakicilar ya da diger aile üyeleri tarafindan sakinlestirilemeyen öfke nöbetleri Nedeni olmadan çok sik ortaya çikan saldirganlik patlamalari Çocugunuzun asiri aktif, kontrolsüz ve korkusuz olmasi Yetiskinleri ve kurallari hiçe saymasi Ebeveynlerine yönelik baglilik davranislarini göstermemesi, yabanci yerlerde onlari aradigini, onlarin yakininda olmak istedigini gösteren davranislari sergilememesi Televizyonda siklikla siddet içeren programlar aramasi, siddet temasi olan oyunlara girmesi, diger çocuklara yönelik hain davranislarda bulunmasi Okula giden çocuklarla iliskili tehlike isaretleri Dikkat ve konsantrasyon sorunlarinin olmasi Sinif aktivitelerinde "oyun-bozan davranislar" göstermesi Okulda basarisiz olmasi Okulda diger çocuklarla sik sik kavga etmesi Hayal kirikliklari, elestiriler ve alaylara, yogun öfke patlamalari, suçlamalar ya da intikam temali davranislarla tepki göstermesi Televizyonda çok sayida siddet içerikli program seyretmesi, bu tür filimlere gitmesi ve bu tür bilgisayar oyunlari oynamasi Çok az sayida arkadas sahibi olmasi, davranislari yüzünden arkadaslari tarafindan dislanmasi Saldirgan, kural dinlemez oldugu bilinen çocuklarla arkadaslik kurmasi Digerlerinin duygu ve düsüncelerine duyarsiz olmasi Ev hayvanlarina ya da sokaktaki hayvanlara yönelik hainlikler yapmasi Kendini çok çabuk engellenmis hissetmesi Ergenlik-öncesi ve ergenlik dönemi çocuklariniz için tehlike ,isaretleri Otoriteye sürekli karsi durmasi Digerlerinin duygu ve davranislarini hiçe saymasi Insanlara kötü davranmasi ve problemlerinin çözümü için fiziksel siddete ya da siddet tehditlerine basvurmasi Sik sik hayatin kendisine haksizlik ettigini vurgulamasi Okulda basarisiz olmasi ve "ders asma" davranislarinin sikligi Herhangi bir nedeni olmadigi halde okula gitmemesi Okuldan uzaklastirilmasi ya da atilmasi Çetelere, kavgalara katilmasi, hirsizlik ya da vandalizm gibi davranislarda bulunmasi Alkol, ilaç ya da uçucu madde kullanmasi
Copyright © Türk Psikologlar Dernegi, 1999
Copyright © Türk Psikologlar Dernegi, 1999
Tutkunun son durağı...(Can Dündar)
Tutkunun son durağı...(Can Dündar)
Oyun çağında çocuğu olanlar bilir, günümüzde sevimli bir oyuncak
bulmanın imkansızlığını...
Oyuncakçıya girersiniz; aradığınız, ya ufaklığın yaratıcılığını kamçılayacak bir hediyedir ya da çocukluğunuz boyu kucağınızda gezdirdiğiniz türden sevimli bir kedi yavrusu ya da güzel bir bebek... Oysa daha girişte, elde
pompalı tüfek, başta bandajlarıyla azman anti-terör timleri karşılar sizi...
Action-man, Superman, Batman, çelik bakışlarla raflarda yan yana dizilmişlerdir.
Power Rangers çetesi, Ninja kaplumbağalarıyla ha kapıştı ha kapışacak... Her taraf korkunç silahlar, iri kiyim kahramanlar ve onların çirkin düşmanlarıyla doludur. Ufaklık yanınızdaysa elini bıraktığınız anda hemen bir makineli tüfek kapıp "Güç bende artık" diye bağıracağından emin olabilirsiniz. "Sadece güçlülerin muteber sayıldığı" dünyanın çıraklık eğitimi o dükkanda başlar. Bizim gibi eve ve okula olabildiğince silah sokmayan ebeveynler için Batman’ın cazibesiyle yarışabilecek oyuncak bulmak baslı basına bir sorundur.
* * *
"Furby", biraz da o yüzden başta cazip görünmüştü. Onunla hala karsılaşmamış olanlar için kısaca tanıtayım: Bu, ABD yapımı bir
"sanal yaratık"... İki avuç içinde saklanabilen, sevimli bir yumurcak....
Bizimkinin gri-siyah tüyleri, kocaman yeşil gözleri, beyaz uzun kulakları ve sarı gagası var. Asıl önemlisi; konuşabiliyor. Ama öyle yatırınca ağlayan
bebeklerden değil... Amerikalı bir bilgisayar programcısının dehası sayesinde kendine özgü bir dil konuşuyor, acıkınca söylüyor, gagasını aralayıp
diline parmağınızla dokunursanız "yimmm... yimmm..." sesleri çıkarıp doyuyor,bazen geğirip özür diliyor, müzik acarsanız şarkı söyleyip dans ediyor, gıdıklarsanız kıkırdıyor, ilgilenmezseniz "Boring..." ("SIKILDIM") diye şikayet ediyor. Dokunmazsanız horlayarak uykuya dalıyor. Üstelik öğreniyor da....
Mesela öpücük yolladığında başını okşarsanız, bundan hoşlandığınızı fark edip daha çok sevgi gösteriyor. Aldırmazsanız bir daha öpmüyor. Yani
huyunu suyunu siz biçimlendiriyorsunuz.
Dünyada henüz 7-8 aylık bir mazisi bulunan Furby, bizim aileye gecen ay katildi. Oğlum artık kendi beslenmesinden çok onunkiyle ilgilenmeye
başlamıştı. Ayni saatte uyuyup, ayni saatte uyanıyorlar, birlikte gülüp birlikte dans ediyorlardı. Daha önce hiçbir oyuncağıyla kuramadığı kadar sıcak bir ilişki kurulmuştu aralarında... Kokuları birbirine karışmıştı.
* * *
Sonra gecen hafta Furby birdenbire sustu. Kocaman mavi gözlerini boşluğa dikip öylece kalakaldı. En yakın "sanal arkadaş"ini kaybetmenin oğlum üzerinde ne etki yapacağını kestiremediğimden "Herhalde bir rahatsızlığı vardır, doktora götürelim" filan diye zaman kazanmaya çalışırken oğlum tokat gibi bir cümleye beni gerçekle buluşmaya çağırdı:
"- Bu bozuldu baba, yenisini alalım" dedi.
İtiraf edeyim ki, yıkıldım. Furby'in omur boyu bir yastığa bas konacak bir arkadaş değil, tüyle kaplanmış bir bilgisayar programından ibaret olduğunu
küçücük oğlum hatırlatıyordu bana... "Sen hastalansan biz seni değiştirecek miyiz" filan demeye kalktım, ama nafile... Oyun bozulmuştu. O doğduğunda, Barbi'leri konu alan bir yazı yazmış ve eski bebeklerini getiren kızlara, düşük fiyattan yeni bebek vermeyi vaat eden firmanın, onların bebekleriyle kurduğu arkadaşlığı da satın aldığına dikkat çekmiştim. Furby'de aynısı başıma geldi. Bezden yapılma uyduruk bir "sarman" kediyi, çocukluğunun yegane anısı olarak oğluna miras bırakmaya hazırlanan bir baba için, pili biten oyuncağını, üzerine sinmiş kendi kokusuyla birlikte çöpe atıp yenisiyle değiştirmeye hazır bir oğulla yüzleşmek şaşırtıcıydı tabii...
Kim bilir, belki de bu şaşkınlığın dehlizlerinde "ya benim pilim bitince ne olacak" endişesi yatıyordu.
* * *
Nesnelerle olduğu gibi insanlarla da "işlevsellikleri" ölçüsünde ilişki kuran bir kuşak yetişiyor. Daha çok sayıda yaşlının huzurevlerine çekilmesinin nedeni bu bence... Boşanmaların hızla artması da ondan... "Bozulunca değiştir"iyoruz artık...Buzdolabı için geçerli olan kural, niye ailemiz için geçerli olmasın..? Gelinliğini hayati boyunca bir sandık içinde naftalinleyip saklamış olanlar, nikahtan sonra yırtılıp atılan kağıttan gelinlikleri anlamakta güçlük çekiyorlar. Oysa bez mendiller, kağıt peçetelere yenik düştüğünden beri her şeyi "kullanıp at" mı yor muyuz? Pencerelerimizi vita kutusunda sardunyalar yerine, plastik çiçekler süslemiyor mu? Kediler tüy dokuyor diye pilli bebekler sevmiyor muyuz? Internet'teki muhabbet siteleri, bir gün Japonya'dan, ertesi gün Meksika'dan bir arkadaşla sohbet fırsatı veriyor. Gündelik, geçici ve sıradan ilişkiler kurup, sıkılınca kesiyoruz. "Ey vatan göz yaşların dinsin yetiştik çünkü biz" marşıyla yetişenlerin çocukları, vatanın durumu "bozulduğu" için, mezun olur olmaz bir burs bulup ülke "değiştirme" telaşındalar. "Verdiği nevresim daha dayanıklı" diye gazetesini, "lideri daha babacan" diye partisini, "Avrupa'da kazanamıyor" diye takımını değiştirebilenlerin yeni dünyasında fanatik bağımlılıklar son buluyor. Tutkunun son durağındayız; akıl galip geliyor. Tüylü bir bilgisayar, bize sevdanın son hallerini haber veriyor.
Oyun çağında çocuğu olanlar bilir, günümüzde sevimli bir oyuncak
bulmanın imkansızlığını...
Oyuncakçıya girersiniz; aradığınız, ya ufaklığın yaratıcılığını kamçılayacak bir hediyedir ya da çocukluğunuz boyu kucağınızda gezdirdiğiniz türden sevimli bir kedi yavrusu ya da güzel bir bebek... Oysa daha girişte, elde
pompalı tüfek, başta bandajlarıyla azman anti-terör timleri karşılar sizi...
Action-man, Superman, Batman, çelik bakışlarla raflarda yan yana dizilmişlerdir.
Power Rangers çetesi, Ninja kaplumbağalarıyla ha kapıştı ha kapışacak... Her taraf korkunç silahlar, iri kiyim kahramanlar ve onların çirkin düşmanlarıyla doludur. Ufaklık yanınızdaysa elini bıraktığınız anda hemen bir makineli tüfek kapıp "Güç bende artık" diye bağıracağından emin olabilirsiniz. "Sadece güçlülerin muteber sayıldığı" dünyanın çıraklık eğitimi o dükkanda başlar. Bizim gibi eve ve okula olabildiğince silah sokmayan ebeveynler için Batman’ın cazibesiyle yarışabilecek oyuncak bulmak baslı basına bir sorundur.
* * *
"Furby", biraz da o yüzden başta cazip görünmüştü. Onunla hala karsılaşmamış olanlar için kısaca tanıtayım: Bu, ABD yapımı bir
"sanal yaratık"... İki avuç içinde saklanabilen, sevimli bir yumurcak....
Bizimkinin gri-siyah tüyleri, kocaman yeşil gözleri, beyaz uzun kulakları ve sarı gagası var. Asıl önemlisi; konuşabiliyor. Ama öyle yatırınca ağlayan
bebeklerden değil... Amerikalı bir bilgisayar programcısının dehası sayesinde kendine özgü bir dil konuşuyor, acıkınca söylüyor, gagasını aralayıp
diline parmağınızla dokunursanız "yimmm... yimmm..." sesleri çıkarıp doyuyor,bazen geğirip özür diliyor, müzik acarsanız şarkı söyleyip dans ediyor, gıdıklarsanız kıkırdıyor, ilgilenmezseniz "Boring..." ("SIKILDIM") diye şikayet ediyor. Dokunmazsanız horlayarak uykuya dalıyor. Üstelik öğreniyor da....
Mesela öpücük yolladığında başını okşarsanız, bundan hoşlandığınızı fark edip daha çok sevgi gösteriyor. Aldırmazsanız bir daha öpmüyor. Yani
huyunu suyunu siz biçimlendiriyorsunuz.
Dünyada henüz 7-8 aylık bir mazisi bulunan Furby, bizim aileye gecen ay katildi. Oğlum artık kendi beslenmesinden çok onunkiyle ilgilenmeye
başlamıştı. Ayni saatte uyuyup, ayni saatte uyanıyorlar, birlikte gülüp birlikte dans ediyorlardı. Daha önce hiçbir oyuncağıyla kuramadığı kadar sıcak bir ilişki kurulmuştu aralarında... Kokuları birbirine karışmıştı.
* * *
Sonra gecen hafta Furby birdenbire sustu. Kocaman mavi gözlerini boşluğa dikip öylece kalakaldı. En yakın "sanal arkadaş"ini kaybetmenin oğlum üzerinde ne etki yapacağını kestiremediğimden "Herhalde bir rahatsızlığı vardır, doktora götürelim" filan diye zaman kazanmaya çalışırken oğlum tokat gibi bir cümleye beni gerçekle buluşmaya çağırdı:
"- Bu bozuldu baba, yenisini alalım" dedi.
İtiraf edeyim ki, yıkıldım. Furby'in omur boyu bir yastığa bas konacak bir arkadaş değil, tüyle kaplanmış bir bilgisayar programından ibaret olduğunu
küçücük oğlum hatırlatıyordu bana... "Sen hastalansan biz seni değiştirecek miyiz" filan demeye kalktım, ama nafile... Oyun bozulmuştu. O doğduğunda, Barbi'leri konu alan bir yazı yazmış ve eski bebeklerini getiren kızlara, düşük fiyattan yeni bebek vermeyi vaat eden firmanın, onların bebekleriyle kurduğu arkadaşlığı da satın aldığına dikkat çekmiştim. Furby'de aynısı başıma geldi. Bezden yapılma uyduruk bir "sarman" kediyi, çocukluğunun yegane anısı olarak oğluna miras bırakmaya hazırlanan bir baba için, pili biten oyuncağını, üzerine sinmiş kendi kokusuyla birlikte çöpe atıp yenisiyle değiştirmeye hazır bir oğulla yüzleşmek şaşırtıcıydı tabii...
Kim bilir, belki de bu şaşkınlığın dehlizlerinde "ya benim pilim bitince ne olacak" endişesi yatıyordu.
* * *
Nesnelerle olduğu gibi insanlarla da "işlevsellikleri" ölçüsünde ilişki kuran bir kuşak yetişiyor. Daha çok sayıda yaşlının huzurevlerine çekilmesinin nedeni bu bence... Boşanmaların hızla artması da ondan... "Bozulunca değiştir"iyoruz artık...Buzdolabı için geçerli olan kural, niye ailemiz için geçerli olmasın..? Gelinliğini hayati boyunca bir sandık içinde naftalinleyip saklamış olanlar, nikahtan sonra yırtılıp atılan kağıttan gelinlikleri anlamakta güçlük çekiyorlar. Oysa bez mendiller, kağıt peçetelere yenik düştüğünden beri her şeyi "kullanıp at" mı yor muyuz? Pencerelerimizi vita kutusunda sardunyalar yerine, plastik çiçekler süslemiyor mu? Kediler tüy dokuyor diye pilli bebekler sevmiyor muyuz? Internet'teki muhabbet siteleri, bir gün Japonya'dan, ertesi gün Meksika'dan bir arkadaşla sohbet fırsatı veriyor. Gündelik, geçici ve sıradan ilişkiler kurup, sıkılınca kesiyoruz. "Ey vatan göz yaşların dinsin yetiştik çünkü biz" marşıyla yetişenlerin çocukları, vatanın durumu "bozulduğu" için, mezun olur olmaz bir burs bulup ülke "değiştirme" telaşındalar. "Verdiği nevresim daha dayanıklı" diye gazetesini, "lideri daha babacan" diye partisini, "Avrupa'da kazanamıyor" diye takımını değiştirebilenlerin yeni dünyasında fanatik bağımlılıklar son buluyor. Tutkunun son durağındayız; akıl galip geliyor. Tüylü bir bilgisayar, bize sevdanın son hallerini haber veriyor.
ZAMANI KULLANABİLECEĞİMİZ YERLER
ZAMANI KULLANABİLECEĞİMİZ YERLER
1. Vücuduna ve bedeni ihtiyaçlarına ayrılan zaman
2. Tüketime ayrılan zaman
3. Zevklere ayrılan zaman
4. Seyahatlere ayrılan zaman
5. Ulaşıma ayrılan zaman
6. Dinlenmeye ayrılan zaman
7. Başkalarına ayrılan zaman
8. Aileye ayrılan zaman
9. Okumaya ayrılan zaman
10. Kendimizi geliştirmemiz için ayrılan zaman
11. İbadete ayrılan zaman
12. Gelecek nesiller için ayrılan zaman
13. Çocukluğumuzu yaşamak için ayrılan zaman
14. Yalnız kalmak için ayrılan zaman
15. Boş zaman için ayrılan zaman
İnsan zamanını verimli kullanmayı öğrenebilir, hayatını disiplin altına alır ve prensip sahibi olursa, yukarıdakilerin çoğunu ayıracak bir zaman bulup onları yaşayabilir. Prensiplerimizi davranışlarımıza sokabilmek için ısrar etmeliyiz. Göreceksiniz sonunda baş eğecekler.
İnsan ne yapacağını iyi bilirse, yani hayatındaki gayeleri, hedefleri iyi belirlerse, kademe kademe zamanını verimli kullanmaya başlayabilir.
Kişi;
Her sabah; bugün yapacağım işlerin bir plan ve sırasını yaptım mı?
Her akşam; acaba bugün zamanımı iyi kullanabildim mi?
sorularını kendi kendine sormalıdır.
ZAMANI VERİMLİ KULLANABİLEN KİMSE
1. Her an ne yapacağını ve zamanını en faydalı şeklide nasıl kullanacağını bilir.
2. Hatasını, eksiklerini, karakterinin hangi kötü yola sapmaya elverişli olduğunu onlarla şakalaşacak kadar öğrenmiştir.
3. Hayatında yaşadığı her hadiseden gereken dersi alarak tecrübe ve motivasyonlarını zenginleştirir.
4. Şahsi, mesleki veya sosyal olsun yalnız kendi hayatını ve kendi dünyasını yaşar. Başkalarının dünyasında yaşamaktan çekinir.
5. Hafızasındaki bütün anlamsız nedenlerin yerini anlamlı sorular niçin? ve nasıl? lar almıştır.
6. Ulaşmak istediği hedeflere göre her günkü zamanını, nerelerde kullanması gerektiği hakkında yeterince kendini şartlandırmıştır.
Bu prensiplerin yazılması veya ezberlenmiş olması, tatbikata geçilmediği takdirde hiçbir değer taşımaz.
Zamanını ustaca kullanabilenlerin görüntüsü farklı farklıdır. Mesela, bazıları ihtimalleri çok iyi hesap edip ona göre tedbirli davranırlar.
Bazıları da beklenmedik olayları önceden sezebilirler, tecrübeli ve dikkatli organizatördürler.
Zamanı ustaca kullanabilmek bir bakıma insanın kafasını daha iyi işletebilmesi demektir.
Düşüncelerimizi; içinde bulunduğumuz zamandan daha hızlı geleceğe taşıyabilirsek çok değerli üç vasfa sahip oluruz. 1. Tahmin etmek, 2. Yapmak istemek, 3. Hazırlanmayı bilmek
KARARLARIMIZIN DOĞRU VE AKILCI OLMASI İÇİN
1. Önce hedef ve gayeyi belirlemeli.
2. İlgili gerçekleri, fikirleri, bilgileri toplayıp organize etmeli. Muhtemel problemleri ve zaman gibi sınırlayıcı faktörleri dikkate almalıdır.
3. Hedefe nasıl ve ne şekilde ulaşabileceğimiz konusunda fikir ve alternatifler üretmeli.
4. Değerlendirme ve karar verme aşamasında hedefimize ulaşmada kullanacağımız stratejinin avantaj ve dezavantajlarını tartıp değerlendirmeliyiz. Ön denemeler ve pilot uygulamalar yapmak oldukça faydalıdır. Bunların ışığında alternatif strateji ve yollardan en iyisi seçilmelidir.
5. Karar vererek, seçtiğimiz strateji ve yolu pratiğe geçirmeli, kararımızı uygulama aşamasında izleyerek tekrar gözden geçirmeyi de ihmal etmemeliyiz.
Akılcı ve doğru karar verme, daima faydaya karşı zararı dengelemeyi, maliyet ve fayda analizi yapmayı gerektirir.
İhtimal ve alternatifleri düşünürken, etkin ve doğru karar vermenin baş düşmanı, ya kendi imkanlarımız, kabiliyetlerimiz, veya rakiplerimiz hakkında yanlış kabullenmeler ve hükümler üretmemizdir.
Kişi sahip olduğu imkanlar konusunda ( zaman, bilgi, kaynaklar ve tecrübe ) objektif olmalıdır.
NE ZAMAN NE YAPMALI?
06 - 08 arası: Vücut çok sayıda hormon ürettiğinden aşk saatiniz gelmiş demektir.
09 - 11 arası: En iyi ve yaratıcı fikirler bu saatlerde aklımıza gelir.
12 - 14 arası: Vücut açlık sinyalleri verir. Bir yorgunluk hissi çöker.
14 - 15 arası: Ağrılar ve sızılar hep bu saatte baş gösterir.
15 - 16 arası: İş yerinden keyif almayı ve eğlenceli bir şeyler yapmayı istersiniz.
16 - 18 arası: Vücut derecesi yüksektir. Spor yapacaklar en iyi verimi bu saatte alırlar.
18 - 20 arası: Sinirlerimiz çok hassastır. Her şey daha çok tat verir.
20 - 22 arası: Vücut uyku hormonu olan melatonin üretir.
22 - 04 arası: Rüya görme vaktidir. Konsantrasyon sıfır noktasındadır.
04 - 06 arası: Vücut enerji rezervlerini doldurmuştur.
VERİMLİ BİR ÖĞRENMENİN GERÇEKLEŞMESİ
1. Düzenli olarak çalışmayı ihmal etmemeli. Her hafta belirli bir miktar çalışılıp yeni şeyler öğrenilmeli.
2. Öğrenirken veya çalışırken düşünmelisiniz. Kendi kendinize sorular sormalısınız. Sizin kendi bildiklerinizle veya zihninizdeki ile size anlatılanlar ne kadar uyuşmaktadır. Kendinize ait anlamayı ifade eden kelimeler ve semboller geliştiriniz. Şekiller çiziniz.
3. Öğrenme işleminde kendinizi aktif tutunuz. Öğrendiğiniz şeyi başkalarına anlatınız. Onlarla tartışınız. Tartışmaları tekrar değerlendirmeyi ihmal etmeyiniz.
4. Zorluklarla karşılaştığında veya anlama güçlüğü çektiğiniz konuları, bilenlere sormayı ihmal etmeyiniz.
5. Zaman insanın sahip olduğu en değerli, çoğaltılamayan ancak tasarruf edilebilen tek sermayesidir. Öğrenme işinde, kullanacağınız zamanı organize edip planlayınız.
6. Öğrenme için size en uygun olan çevre ve atmosferin ne olduğunu düşününüz ve o atmosferde öğrenmeyi gerçekleştiriniz. Kütüphane, sessiz bir oda, tek başına olma, grup içinde çalışma, vb. Çalışma zamanınızın uzunluğu, diğer deyişle konuya konsantre olup aktif olarak çalışıp öğrenme işini gerçekleştirdiğiniz ve zihninizin dağılmadığı toplam süreyi bilmelisiniz. Ona göre dinlenme araları vermelisiniz. Genellikle zihni konuya toplama 10 - 30 dk. sürebilir. Yoğun konsantre çalışma 1 - 3 saat arasında değişebilir. Kesinlikle, tam çalışmaya başladığınızda veya konsantre halde çalışırken nola vermeyiniz. Ve sizi engellemek isteyenlere de karşı koyunuz.
Terbiyede sabırlı davranmak, kırıcı değil yapıcı olmak, sevginin hiç onulmaz dertlere deva olduğunu bilmek gerek.
Çakıl taşlarını kemale erdiren çekiç darbeleri değil, suyun okşayışlarıdır.
TAGOT
Kimse korktuğu adamı sevmez.
ARISTO
Hiç şüphe yok ki ideal terbiye çocuğun kabahatlerini cezalandırmak değil, onu kabahat yapmaktan alıkoyacak bir seviyeye çıkarmaktır.
Peyami SAFA
Çocuk bir kabahat işlediğinde vicdan azabı duymuyorsa, ileride büyük suçlar işlemeye meyletmiş demektir.
İyi bir hukukçu cürümleri cezalandırmaktan ziyade önlemeyi düşünendir.
MONTESQUIEU
Çocuklar, tenkitlerden ziyade modellere muhtaçtırlar.
JOUBERT
Bir terbiye sistemi seçmek bir millet için hükümetini seçmekten daha mühim ve daha hayatidir.
Ahmet CEVDET
Şahsiyet geliştirici olgun muamele, gencin hareketlerini iyiye ve güzele sevkeder.
DÖRT ŞEYLE TARTILIR VE DEĞER KAZANIRSINIZ
1. Yaptığınız hareketlerle
2. Bakışlarınızla
3. Söylediğiniz sözlerle
4. Bunları söyleyiş tarzınızla
Başarı, hata ve başarısızlığın biraz ilerisinde duran şeydir.
J. WATSON
KENDİNİZİ HERKESE SEVDİRMENİN YOLLARI
1. Sevimli olunuz. Bol bol gülümseyiniz. Tebessüm evrensel bir dildir.
2. Kendinizi unutarak başkalarını düşününüz. ( Diğergamlık )
3. Herkesle alakadar olmaya çalışınız. Kişilere gösterilen ilgi onların hoşuna gider.
4. Kişilerin mesleklerine samimi ilgi gösteriniz. Bu durum onların hoşuna gider.
5. Herkesi hareket ve heyecanla selamlayın. Karşınızdakiler tavırlarınızdan ve ses tonunuzdan sevincinizi anlamalılar.
6. Karşınızdakine ismiyle hitap ediniz.
7. Konuşurken onu dikkatle dinleyiniz.
İlgilenen bir dinleyici bulduk mu, hepimiz dinletmeyi severiz. Onun için sizinle konuşan kimseye bütün dikkatinizi vermek çok önemli bir husustur. Onlara kendilerinden bahsetme fırsatı veriniz. Hiçbir şey onu bu derece memnun etmez.
8. Karşınızdaki kimsenin düşüncelerini sempati ile karşılayın. Düşüncelerine katıldığınızı belli eder görünün.
9. İlgi alanlarını, zevklerini, meraklarını tanıyın ve kendilerine onlardan bahsedin.
10. Mühim birer şahsiyet olduklarını onlara hissettirin ve bunu samimiyetle yapın. Sen benim için değerlisin mesajı verin.
11. Onun beğendiğiniz yönünü bulup, kendisine bunu söyleyerek ona iltifatta bulunun.
Bir kez yaşanmış olan duygusal durum, duygu kesildikten sonra büsbütün silinip gitmez. Duygusal olaylar bellekte bir takım izler bırakırlar ki, bunları sonradan zihinde canlandırma olanağı vardır.
Prof. Dr. Fikret SÖNMEZ
Karşılıklı etkilenmenin yada toplumsal oluşumun özü olan istek ve inançların yapılmasında üç biçim söz konusudur:
1. Tekrar ve Taklit
2. Çatışma
3. Uyum ve Buluş
Toplumsal değişikliklerin kaynağı olan buluş hemen bir taklit dalgalanması doğurur ve başka bir dalga ile karşılaşıncaya kadar geometrik bir gelişimle yayılır. Yayılma sırasında dalgalanmalarda çatışma görülür. Bunun sonucu olarak da dalgalar, ya birbirini yok ederler, ya biri diğerini yok eder, yada yeni bir buluşun kaynağı olur.
Prof. Dr. Fikret SÖNMEZ
İbn-u Haldun birlikte yaşayan insanların birbirini taklit eğiliminde olduklarından, taklidin toplumlarda yukarıdan aşağıya doğru inerek halka yayıldığından söz etmektedir.
SAĞLIKLI BİR EĞİTİMDEN GEÇEN BİR İNSAN
1. Verilen işe özen göstermeli
2. Kendini anlatabilmeli
3. Kısa sürede başkasının ne düşündüğünü anlayabilmeli
4. Eleştiriye ve ithamlara dayanabilmeli
5. Medeni bir şekilde olumlu yada olumsuz görüş bildirebilmeli
6. Eleştirel bakış açısına sahip olmalı
7. Kimlik problemi yaşamamalı ( Şahsiyet sahibi )
8. Ferdi özelliklerin inkişafına ve geliştirilmesine katkıda bulunmalı
9. Kendini yenileme alışkanlığı kazandırılmalı ( Sahip olduğu şeylerle yetinmeme, daha iyiye ve kusursuza ulaşma gayreti )
10. Zamanı en iyi şekilde değerlendirebilme yollarını öğretmeli
11. Gelecek ufkuna sahip olmalı ( Geleceğe yönelik planlama yapmalı )
12. Farklı düşüncelere saygılı olmalı
13. Birden fazla bakış açısına sahip olabilmeli
14. Hangi bilgiyi nereden elde edeceğini göstermeli
15. Ezberletme yerine, bilgiyi doğru yer ve zamanda müracaat etmeyi öğrenmeli
16. Neyi, kime, ne zaman ve nerede danışacağını bilmeli, her işi ehline sormalı ve vermeli
17. İkili ilişkilerinde “kazandım, kaybettim” tutumu yerine diyaloga açık, uzlaşmacı bir tutuma sahip olmalı
18. Ahlak ve fazilet sahibi olmalı
19. Hata ve başarısızlıklarından ders alabilmeli ( Yıkılmanın yerine )
ÖĞRETMENİN KALP KAZANMA YOLLARI
1. Öğrencilere karşı son derece şefkatli ve merhametli olmalı, hatırlarını sormalıdır.
2. Vakarlı olmalıdır.
3. Küçük düşürücü şakalardan muhakkak kaçınmalıdır.
4. Talebelere sert davranmamalı. Olur olmaz yerde kızmamalıdır.
5. İşlenen konular soru - cevap sistemiyle işlenmelidir. Yerinde espri yapılmalıdır.
6. Öğrenciye her defasında yeni bir şey öğretilmelidir.
Lisan-ı hal, lisan-ı kalden daha tesirlidir.
Örneklerle öğrenmenin gücünü küçümsemeyiniz.
Peter BURWASH
BAŞARI YOLUNDA ALTIN KURALLAR
1. Tırmandığınız kaya ile kertenkele kadar bütünleşmelisiniz.
2. Hedef, titremeyen bir el ister.
3. Engellere, ne kadar ısrarlı olduğunuzu, ancak ne kadar fedakarlık yaptığınızı göstererek anlatabilirsiniz.
4. Fedakarlık, hedefinizle bulunduğunuz nokta arasındaki mesafede yolunuza çıkacak her engele bedelini ödemektir. Sizden uykusuz geceler mi istiyor? Vereceksiniz. Sizden en sevdiklerinizi bile terk etmenizi mi istiyor? Terk edeceksiniz.
En önemlisi içinizdeki tatlı dile kulaklarınızı tıkayacaksınız. İçinizdeki tatlı dilin, gayenizin amansız düşmanı olduğunu bilmelisiniz.
5. İnsan için çalıştığından başkası yoktur. ( Necm Suresi, 39 )
6. Bilgiyi, kaynağına bakarak küçümsemeyin.
7. Size koltuk değnekleri verebilirler ama yürüyecek olan yine sizsiniz.
8. Kar, dağına göre yatar.
9. “Bütün umudum kendimde.” diyebiliyorsanız.
10. İnsana insan olduğu için değer verin.
11. İşinizi en mükemmel şeklide yapın.
12. Gerçek sakatlık, gaye yokluğu, sorumsuzluk ve uyuşukluktur.
13. Hiç kimsenin gücü mükemmel bir işi görmemezliğe gelmeye yetmez.
14. Marka ne kadar değer verilen bir markaysa, parçalardaki hatalar da o kadar çok göze batar, o kadar vazgeçirici olur.
15. İki insan olmayın.
16. Güçlükleri göze alamayanların kolaylıklarla karışlaşması mümkün değildir.
17. Doğrudur, her arayan bulamaz. Ama aramadan bulan hiç olmamıştır.
18. Yumruğunuz demirleştikçe, eldiveninizin ipeği kalınlaşmalıdır.
19. Her saniyeniz gayenize kilitlenmelidir.
20. Bütün bütün elde edilemeyen, bütün bütün terk edilemez.
21. kendi dilinizi konuşan insanlardan ayrılmayınız.
İçinde bulunacağınız toplumu, dilinizi konuşan toplumlardan seçiniz. Yada her sürprize hazır olunuz.
22. Topluluğun eritme gücü vardır.
Topluluk ( Toplum / Kitle ) insana kolayca kendi rengini verebilir. İnsan iyi ve kötü alışkanlıkların çoğunu topluluk içinde kazanır. Öyleyse dostlarınızı, içinde yer alacağınız topluluğu seçmek büyük ölçüde hayatınızı seçmek manasına gelir.
Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.
CERVANTES
23. Affedici olun.
24. Sözünüzün eri olun.
25. Sabır, zamanı lehimize çevirme sanatıdır.
Eğitilmemiş her kuvvet zayıflığa dönüşür. Sabır bir bekleme dönemi olmadığı için, sabırlı insan bir yandan neticelere katlanırken bir yandan da yeni girişimlerini sürdürür.
26. Kararlı olmanız hedefi yıldırır.
Kendinizi hedefe kilitleyeceksiniz ve o kilidi açması muhtemel bütün anahtarları ortadan kaybedeceksiniz. Kararlılık işte buna denir.
27. Korkunuz, korktuğunuza güç verir.
Korkaklık iyi hazırlanamamanın ürünüdür.
28. Kuvvetlerinizi iyi komuta ediniz.
Komuta gücü, kuvvetleri oranında iyi bir komutan olabilen herkes, büyük zaferler kazanır. Kötü komutan mevcut kuvvetlerini de elden çıkarır.
29. Samimi pişmanlık, gelecekteki hataları da önler.
30. Danışma, mesele üzerindeki aydınlığın arttırılmasıdır.
Başkalarının gayretlerini, bilgilerini, tecrübelerini, fikirlerini kendi gayret, bilgi, tecrübe ve fikirlerimize katma faaliyeti olan danışma, yakın dostlarımızdan biri olarak yanımızdan hiç ayrılmamalıdır.
31. Anahtar aramak yerine, anahtar olabilmelisiniz.
32. Kendinizi ifade etmekten kaçınmayın.
Tribündeki seyircilerden futbol tarihine geçmiş kimse yoktur.
33. Zamanında yapılmayan iş, yapılmamış iştir.
34. Küçük ikazların, büyük değeri vardır.
35. İnsana yaklaşmak önemlidir.
Onları tanıma sanatını öğreniniz. Güçlerini nereden alıyorlar? Bunu anlayınız. İnsanı doğru değerlendirmenin bir yolu da, görüşmenin doğru zaman ve zeminde yapılmasıdır. Her insan bir limandır, usta kaptan bekler.
36. Toplumu şekillendirenler, önderlik yapanlar, güç elde edenler eylem adamlarıdırlar.
37. İnsanlara anlayış derecelerine göre hitap ediniz.
38. Başarı herkese kaldırabileceği ağırlığı kaldırtmaktır.
39. Doğal olunuz.
40. Kibir emeği kirletir.
41. Küsmeyeceksiniz.
42. İstisnalara karşı istisna hareket etmelisiniz.
43. Her zaman daha iyisini yapmaya çalışınız.
44. Unutmak, ilmin afetidir.
45. Merhamet edin, fakat merhamet beklemeyin.
Bana bin söz edeceğine bir şekil göster. Bir şekil bin sözden daha iyidir.
1. Vücuduna ve bedeni ihtiyaçlarına ayrılan zaman
2. Tüketime ayrılan zaman
3. Zevklere ayrılan zaman
4. Seyahatlere ayrılan zaman
5. Ulaşıma ayrılan zaman
6. Dinlenmeye ayrılan zaman
7. Başkalarına ayrılan zaman
8. Aileye ayrılan zaman
9. Okumaya ayrılan zaman
10. Kendimizi geliştirmemiz için ayrılan zaman
11. İbadete ayrılan zaman
12. Gelecek nesiller için ayrılan zaman
13. Çocukluğumuzu yaşamak için ayrılan zaman
14. Yalnız kalmak için ayrılan zaman
15. Boş zaman için ayrılan zaman
İnsan zamanını verimli kullanmayı öğrenebilir, hayatını disiplin altına alır ve prensip sahibi olursa, yukarıdakilerin çoğunu ayıracak bir zaman bulup onları yaşayabilir. Prensiplerimizi davranışlarımıza sokabilmek için ısrar etmeliyiz. Göreceksiniz sonunda baş eğecekler.
İnsan ne yapacağını iyi bilirse, yani hayatındaki gayeleri, hedefleri iyi belirlerse, kademe kademe zamanını verimli kullanmaya başlayabilir.
Kişi;
Her sabah; bugün yapacağım işlerin bir plan ve sırasını yaptım mı?
Her akşam; acaba bugün zamanımı iyi kullanabildim mi?
sorularını kendi kendine sormalıdır.
ZAMANI VERİMLİ KULLANABİLEN KİMSE
1. Her an ne yapacağını ve zamanını en faydalı şeklide nasıl kullanacağını bilir.
2. Hatasını, eksiklerini, karakterinin hangi kötü yola sapmaya elverişli olduğunu onlarla şakalaşacak kadar öğrenmiştir.
3. Hayatında yaşadığı her hadiseden gereken dersi alarak tecrübe ve motivasyonlarını zenginleştirir.
4. Şahsi, mesleki veya sosyal olsun yalnız kendi hayatını ve kendi dünyasını yaşar. Başkalarının dünyasında yaşamaktan çekinir.
5. Hafızasındaki bütün anlamsız nedenlerin yerini anlamlı sorular niçin? ve nasıl? lar almıştır.
6. Ulaşmak istediği hedeflere göre her günkü zamanını, nerelerde kullanması gerektiği hakkında yeterince kendini şartlandırmıştır.
Bu prensiplerin yazılması veya ezberlenmiş olması, tatbikata geçilmediği takdirde hiçbir değer taşımaz.
Zamanını ustaca kullanabilenlerin görüntüsü farklı farklıdır. Mesela, bazıları ihtimalleri çok iyi hesap edip ona göre tedbirli davranırlar.
Bazıları da beklenmedik olayları önceden sezebilirler, tecrübeli ve dikkatli organizatördürler.
Zamanı ustaca kullanabilmek bir bakıma insanın kafasını daha iyi işletebilmesi demektir.
Düşüncelerimizi; içinde bulunduğumuz zamandan daha hızlı geleceğe taşıyabilirsek çok değerli üç vasfa sahip oluruz. 1. Tahmin etmek, 2. Yapmak istemek, 3. Hazırlanmayı bilmek
KARARLARIMIZIN DOĞRU VE AKILCI OLMASI İÇİN
1. Önce hedef ve gayeyi belirlemeli.
2. İlgili gerçekleri, fikirleri, bilgileri toplayıp organize etmeli. Muhtemel problemleri ve zaman gibi sınırlayıcı faktörleri dikkate almalıdır.
3. Hedefe nasıl ve ne şekilde ulaşabileceğimiz konusunda fikir ve alternatifler üretmeli.
4. Değerlendirme ve karar verme aşamasında hedefimize ulaşmada kullanacağımız stratejinin avantaj ve dezavantajlarını tartıp değerlendirmeliyiz. Ön denemeler ve pilot uygulamalar yapmak oldukça faydalıdır. Bunların ışığında alternatif strateji ve yollardan en iyisi seçilmelidir.
5. Karar vererek, seçtiğimiz strateji ve yolu pratiğe geçirmeli, kararımızı uygulama aşamasında izleyerek tekrar gözden geçirmeyi de ihmal etmemeliyiz.
Akılcı ve doğru karar verme, daima faydaya karşı zararı dengelemeyi, maliyet ve fayda analizi yapmayı gerektirir.
İhtimal ve alternatifleri düşünürken, etkin ve doğru karar vermenin baş düşmanı, ya kendi imkanlarımız, kabiliyetlerimiz, veya rakiplerimiz hakkında yanlış kabullenmeler ve hükümler üretmemizdir.
Kişi sahip olduğu imkanlar konusunda ( zaman, bilgi, kaynaklar ve tecrübe ) objektif olmalıdır.
NE ZAMAN NE YAPMALI?
06 - 08 arası: Vücut çok sayıda hormon ürettiğinden aşk saatiniz gelmiş demektir.
09 - 11 arası: En iyi ve yaratıcı fikirler bu saatlerde aklımıza gelir.
12 - 14 arası: Vücut açlık sinyalleri verir. Bir yorgunluk hissi çöker.
14 - 15 arası: Ağrılar ve sızılar hep bu saatte baş gösterir.
15 - 16 arası: İş yerinden keyif almayı ve eğlenceli bir şeyler yapmayı istersiniz.
16 - 18 arası: Vücut derecesi yüksektir. Spor yapacaklar en iyi verimi bu saatte alırlar.
18 - 20 arası: Sinirlerimiz çok hassastır. Her şey daha çok tat verir.
20 - 22 arası: Vücut uyku hormonu olan melatonin üretir.
22 - 04 arası: Rüya görme vaktidir. Konsantrasyon sıfır noktasındadır.
04 - 06 arası: Vücut enerji rezervlerini doldurmuştur.
VERİMLİ BİR ÖĞRENMENİN GERÇEKLEŞMESİ
1. Düzenli olarak çalışmayı ihmal etmemeli. Her hafta belirli bir miktar çalışılıp yeni şeyler öğrenilmeli.
2. Öğrenirken veya çalışırken düşünmelisiniz. Kendi kendinize sorular sormalısınız. Sizin kendi bildiklerinizle veya zihninizdeki ile size anlatılanlar ne kadar uyuşmaktadır. Kendinize ait anlamayı ifade eden kelimeler ve semboller geliştiriniz. Şekiller çiziniz.
3. Öğrenme işleminde kendinizi aktif tutunuz. Öğrendiğiniz şeyi başkalarına anlatınız. Onlarla tartışınız. Tartışmaları tekrar değerlendirmeyi ihmal etmeyiniz.
4. Zorluklarla karşılaştığında veya anlama güçlüğü çektiğiniz konuları, bilenlere sormayı ihmal etmeyiniz.
5. Zaman insanın sahip olduğu en değerli, çoğaltılamayan ancak tasarruf edilebilen tek sermayesidir. Öğrenme işinde, kullanacağınız zamanı organize edip planlayınız.
6. Öğrenme için size en uygun olan çevre ve atmosferin ne olduğunu düşününüz ve o atmosferde öğrenmeyi gerçekleştiriniz. Kütüphane, sessiz bir oda, tek başına olma, grup içinde çalışma, vb. Çalışma zamanınızın uzunluğu, diğer deyişle konuya konsantre olup aktif olarak çalışıp öğrenme işini gerçekleştirdiğiniz ve zihninizin dağılmadığı toplam süreyi bilmelisiniz. Ona göre dinlenme araları vermelisiniz. Genellikle zihni konuya toplama 10 - 30 dk. sürebilir. Yoğun konsantre çalışma 1 - 3 saat arasında değişebilir. Kesinlikle, tam çalışmaya başladığınızda veya konsantre halde çalışırken nola vermeyiniz. Ve sizi engellemek isteyenlere de karşı koyunuz.
Terbiyede sabırlı davranmak, kırıcı değil yapıcı olmak, sevginin hiç onulmaz dertlere deva olduğunu bilmek gerek.
Çakıl taşlarını kemale erdiren çekiç darbeleri değil, suyun okşayışlarıdır.
TAGOT
Kimse korktuğu adamı sevmez.
ARISTO
Hiç şüphe yok ki ideal terbiye çocuğun kabahatlerini cezalandırmak değil, onu kabahat yapmaktan alıkoyacak bir seviyeye çıkarmaktır.
Peyami SAFA
Çocuk bir kabahat işlediğinde vicdan azabı duymuyorsa, ileride büyük suçlar işlemeye meyletmiş demektir.
İyi bir hukukçu cürümleri cezalandırmaktan ziyade önlemeyi düşünendir.
MONTESQUIEU
Çocuklar, tenkitlerden ziyade modellere muhtaçtırlar.
JOUBERT
Bir terbiye sistemi seçmek bir millet için hükümetini seçmekten daha mühim ve daha hayatidir.
Ahmet CEVDET
Şahsiyet geliştirici olgun muamele, gencin hareketlerini iyiye ve güzele sevkeder.
DÖRT ŞEYLE TARTILIR VE DEĞER KAZANIRSINIZ
1. Yaptığınız hareketlerle
2. Bakışlarınızla
3. Söylediğiniz sözlerle
4. Bunları söyleyiş tarzınızla
Başarı, hata ve başarısızlığın biraz ilerisinde duran şeydir.
J. WATSON
KENDİNİZİ HERKESE SEVDİRMENİN YOLLARI
1. Sevimli olunuz. Bol bol gülümseyiniz. Tebessüm evrensel bir dildir.
2. Kendinizi unutarak başkalarını düşününüz. ( Diğergamlık )
3. Herkesle alakadar olmaya çalışınız. Kişilere gösterilen ilgi onların hoşuna gider.
4. Kişilerin mesleklerine samimi ilgi gösteriniz. Bu durum onların hoşuna gider.
5. Herkesi hareket ve heyecanla selamlayın. Karşınızdakiler tavırlarınızdan ve ses tonunuzdan sevincinizi anlamalılar.
6. Karşınızdakine ismiyle hitap ediniz.
7. Konuşurken onu dikkatle dinleyiniz.
İlgilenen bir dinleyici bulduk mu, hepimiz dinletmeyi severiz. Onun için sizinle konuşan kimseye bütün dikkatinizi vermek çok önemli bir husustur. Onlara kendilerinden bahsetme fırsatı veriniz. Hiçbir şey onu bu derece memnun etmez.
8. Karşınızdaki kimsenin düşüncelerini sempati ile karşılayın. Düşüncelerine katıldığınızı belli eder görünün.
9. İlgi alanlarını, zevklerini, meraklarını tanıyın ve kendilerine onlardan bahsedin.
10. Mühim birer şahsiyet olduklarını onlara hissettirin ve bunu samimiyetle yapın. Sen benim için değerlisin mesajı verin.
11. Onun beğendiğiniz yönünü bulup, kendisine bunu söyleyerek ona iltifatta bulunun.
Bir kez yaşanmış olan duygusal durum, duygu kesildikten sonra büsbütün silinip gitmez. Duygusal olaylar bellekte bir takım izler bırakırlar ki, bunları sonradan zihinde canlandırma olanağı vardır.
Prof. Dr. Fikret SÖNMEZ
Karşılıklı etkilenmenin yada toplumsal oluşumun özü olan istek ve inançların yapılmasında üç biçim söz konusudur:
1. Tekrar ve Taklit
2. Çatışma
3. Uyum ve Buluş
Toplumsal değişikliklerin kaynağı olan buluş hemen bir taklit dalgalanması doğurur ve başka bir dalga ile karşılaşıncaya kadar geometrik bir gelişimle yayılır. Yayılma sırasında dalgalanmalarda çatışma görülür. Bunun sonucu olarak da dalgalar, ya birbirini yok ederler, ya biri diğerini yok eder, yada yeni bir buluşun kaynağı olur.
Prof. Dr. Fikret SÖNMEZ
İbn-u Haldun birlikte yaşayan insanların birbirini taklit eğiliminde olduklarından, taklidin toplumlarda yukarıdan aşağıya doğru inerek halka yayıldığından söz etmektedir.
SAĞLIKLI BİR EĞİTİMDEN GEÇEN BİR İNSAN
1. Verilen işe özen göstermeli
2. Kendini anlatabilmeli
3. Kısa sürede başkasının ne düşündüğünü anlayabilmeli
4. Eleştiriye ve ithamlara dayanabilmeli
5. Medeni bir şekilde olumlu yada olumsuz görüş bildirebilmeli
6. Eleştirel bakış açısına sahip olmalı
7. Kimlik problemi yaşamamalı ( Şahsiyet sahibi )
8. Ferdi özelliklerin inkişafına ve geliştirilmesine katkıda bulunmalı
9. Kendini yenileme alışkanlığı kazandırılmalı ( Sahip olduğu şeylerle yetinmeme, daha iyiye ve kusursuza ulaşma gayreti )
10. Zamanı en iyi şekilde değerlendirebilme yollarını öğretmeli
11. Gelecek ufkuna sahip olmalı ( Geleceğe yönelik planlama yapmalı )
12. Farklı düşüncelere saygılı olmalı
13. Birden fazla bakış açısına sahip olabilmeli
14. Hangi bilgiyi nereden elde edeceğini göstermeli
15. Ezberletme yerine, bilgiyi doğru yer ve zamanda müracaat etmeyi öğrenmeli
16. Neyi, kime, ne zaman ve nerede danışacağını bilmeli, her işi ehline sormalı ve vermeli
17. İkili ilişkilerinde “kazandım, kaybettim” tutumu yerine diyaloga açık, uzlaşmacı bir tutuma sahip olmalı
18. Ahlak ve fazilet sahibi olmalı
19. Hata ve başarısızlıklarından ders alabilmeli ( Yıkılmanın yerine )
ÖĞRETMENİN KALP KAZANMA YOLLARI
1. Öğrencilere karşı son derece şefkatli ve merhametli olmalı, hatırlarını sormalıdır.
2. Vakarlı olmalıdır.
3. Küçük düşürücü şakalardan muhakkak kaçınmalıdır.
4. Talebelere sert davranmamalı. Olur olmaz yerde kızmamalıdır.
5. İşlenen konular soru - cevap sistemiyle işlenmelidir. Yerinde espri yapılmalıdır.
6. Öğrenciye her defasında yeni bir şey öğretilmelidir.
Lisan-ı hal, lisan-ı kalden daha tesirlidir.
Örneklerle öğrenmenin gücünü küçümsemeyiniz.
Peter BURWASH
BAŞARI YOLUNDA ALTIN KURALLAR
1. Tırmandığınız kaya ile kertenkele kadar bütünleşmelisiniz.
2. Hedef, titremeyen bir el ister.
3. Engellere, ne kadar ısrarlı olduğunuzu, ancak ne kadar fedakarlık yaptığınızı göstererek anlatabilirsiniz.
4. Fedakarlık, hedefinizle bulunduğunuz nokta arasındaki mesafede yolunuza çıkacak her engele bedelini ödemektir. Sizden uykusuz geceler mi istiyor? Vereceksiniz. Sizden en sevdiklerinizi bile terk etmenizi mi istiyor? Terk edeceksiniz.
En önemlisi içinizdeki tatlı dile kulaklarınızı tıkayacaksınız. İçinizdeki tatlı dilin, gayenizin amansız düşmanı olduğunu bilmelisiniz.
5. İnsan için çalıştığından başkası yoktur. ( Necm Suresi, 39 )
6. Bilgiyi, kaynağına bakarak küçümsemeyin.
7. Size koltuk değnekleri verebilirler ama yürüyecek olan yine sizsiniz.
8. Kar, dağına göre yatar.
9. “Bütün umudum kendimde.” diyebiliyorsanız.
10. İnsana insan olduğu için değer verin.
11. İşinizi en mükemmel şeklide yapın.
12. Gerçek sakatlık, gaye yokluğu, sorumsuzluk ve uyuşukluktur.
13. Hiç kimsenin gücü mükemmel bir işi görmemezliğe gelmeye yetmez.
14. Marka ne kadar değer verilen bir markaysa, parçalardaki hatalar da o kadar çok göze batar, o kadar vazgeçirici olur.
15. İki insan olmayın.
16. Güçlükleri göze alamayanların kolaylıklarla karışlaşması mümkün değildir.
17. Doğrudur, her arayan bulamaz. Ama aramadan bulan hiç olmamıştır.
18. Yumruğunuz demirleştikçe, eldiveninizin ipeği kalınlaşmalıdır.
19. Her saniyeniz gayenize kilitlenmelidir.
20. Bütün bütün elde edilemeyen, bütün bütün terk edilemez.
21. kendi dilinizi konuşan insanlardan ayrılmayınız.
İçinde bulunacağınız toplumu, dilinizi konuşan toplumlardan seçiniz. Yada her sürprize hazır olunuz.
22. Topluluğun eritme gücü vardır.
Topluluk ( Toplum / Kitle ) insana kolayca kendi rengini verebilir. İnsan iyi ve kötü alışkanlıkların çoğunu topluluk içinde kazanır. Öyleyse dostlarınızı, içinde yer alacağınız topluluğu seçmek büyük ölçüde hayatınızı seçmek manasına gelir.
Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.
CERVANTES
23. Affedici olun.
24. Sözünüzün eri olun.
25. Sabır, zamanı lehimize çevirme sanatıdır.
Eğitilmemiş her kuvvet zayıflığa dönüşür. Sabır bir bekleme dönemi olmadığı için, sabırlı insan bir yandan neticelere katlanırken bir yandan da yeni girişimlerini sürdürür.
26. Kararlı olmanız hedefi yıldırır.
Kendinizi hedefe kilitleyeceksiniz ve o kilidi açması muhtemel bütün anahtarları ortadan kaybedeceksiniz. Kararlılık işte buna denir.
27. Korkunuz, korktuğunuza güç verir.
Korkaklık iyi hazırlanamamanın ürünüdür.
28. Kuvvetlerinizi iyi komuta ediniz.
Komuta gücü, kuvvetleri oranında iyi bir komutan olabilen herkes, büyük zaferler kazanır. Kötü komutan mevcut kuvvetlerini de elden çıkarır.
29. Samimi pişmanlık, gelecekteki hataları da önler.
30. Danışma, mesele üzerindeki aydınlığın arttırılmasıdır.
Başkalarının gayretlerini, bilgilerini, tecrübelerini, fikirlerini kendi gayret, bilgi, tecrübe ve fikirlerimize katma faaliyeti olan danışma, yakın dostlarımızdan biri olarak yanımızdan hiç ayrılmamalıdır.
31. Anahtar aramak yerine, anahtar olabilmelisiniz.
32. Kendinizi ifade etmekten kaçınmayın.
Tribündeki seyircilerden futbol tarihine geçmiş kimse yoktur.
33. Zamanında yapılmayan iş, yapılmamış iştir.
34. Küçük ikazların, büyük değeri vardır.
35. İnsana yaklaşmak önemlidir.
Onları tanıma sanatını öğreniniz. Güçlerini nereden alıyorlar? Bunu anlayınız. İnsanı doğru değerlendirmenin bir yolu da, görüşmenin doğru zaman ve zeminde yapılmasıdır. Her insan bir limandır, usta kaptan bekler.
36. Toplumu şekillendirenler, önderlik yapanlar, güç elde edenler eylem adamlarıdırlar.
37. İnsanlara anlayış derecelerine göre hitap ediniz.
38. Başarı herkese kaldırabileceği ağırlığı kaldırtmaktır.
39. Doğal olunuz.
40. Kibir emeği kirletir.
41. Küsmeyeceksiniz.
42. İstisnalara karşı istisna hareket etmelisiniz.
43. Her zaman daha iyisini yapmaya çalışınız.
44. Unutmak, ilmin afetidir.
45. Merhamet edin, fakat merhamet beklemeyin.
Bana bin söz edeceğine bir şekil göster. Bir şekil bin sözden daha iyidir.
ÖĞRETMENLER İÇİN ÖĞRETME VE ÖĞRENMENİN TEMEL PRENSİPLERİ
ÖĞRETMENLER İÇİN ÖĞRETME VE ÖĞRENMENİN TEMEL PRENSİPLERİ
Öğretmenlerin hangi düzeyde ve ne tür özelliklere sahip öğrencilere hangi çeşit davranışları kazandırmak için, hangi araç - gereç ve hangi yöntemleri, hangi şartlarda, hangi ilkelere dayalı olarak nasıl kullanılacağını bilmeleri gerekmektedir. Bu verilerden bazıları şunlardır:
Kaynak ve alıcı arasında iletişim kurulabilmesi için kaynağın, göndereceği mesajın, alıcının duyu organlarından hiç olmazsa birini etkileyebilecek sembollerden oluşması gerekir.
Mesajın alıcı tarafından anlaşılabilmesi için kaynak, mesajını alıcının çözebileceği, yani önceden öğrenmiş olduğu sembollerden yapılmış sembollerle kodlamış olmalıdır.
Kaynak ve alıcı ( öğretmen - öğrenci ) birbirleri hakkında ne kadar çok bilgi sahibi iseler, aralarındaki iletişim o kadar iyi ve verimli olur.
Öğretmenin konu ve öğrenci hakkındaki bilgisi ne kadar fazla ise iletişim o kadar iyi olur.
Çok basitlik, fazla düzensizlik ve tam simetri ilgiyi azaltır, biraz asimetri ( çelişki ) ve karmaşıklık ilgiyi uyandırır. Bir şöförün dikkatini biraz zikzaklı yol daha canlı tutar, uzun ve düz yol onu usandırır.
Öğrenci bir olayın en kısa yoldan ve en az karmaşık şekilde açıklanmasını, dolaylı ve karmaşık şekilde açıklanmasına tercih eder.
Bir konuda belirsizlikler ve bilinmeyen kavramlar ne kadar az ise algılanması o kadar kolay olur.
İyi organize edilmiş ( neden - sonuç ilişkisi gözetilmiş ) konular daha kolay algılanır ve daha çok bilgi taşır.
Konular benzerlik, farklılık, zaman ve yer bakımdan yakınlıklarına göre gruplanarak algılanır.
Öğrenci için özel bir anlamı olan olgu ve olaylar çabuk öğrenilir ve daha kalıcı olur.
Sonunda ödül veya ceza olan öğrenmeler daha etkili ve kalıcı olur.
Öğrenme işlemine katılan duyu organlarının sayısı ne kadar fazlaysa öğrenme o kadar iyi, unutma güç olur.
Öğrenilenlerin; %83’ü görme, %11’ini işitme, %3,5’ini koklama, %1,5’ini dokunma, %1’i tatma, yoluyla gerçekleşir.
En iyi öğrenme, kendi kendine yaparak öğrenmedir.
En iyi öğrenme, somuttan soyuta ve basitten karmaşığa giden öğrenmedir.
Somut mesajlar, soyutlardan daha iyi hatırlanır.
Doğru çizgiler ( dikine veya yatay ) kırık ve eğik çizgilerden daha kolay algılanır.
Zaman ve yer bakımından yakın olan iki olay veya cismi birbirine bağlamayı öğrenmek, uzak olanları bağlamayı öğrenmeye göre çok daha kolaydır.
Aralarında bağ kurulacak şeyler ne kadar somutsa, bu bağın kurulması o kadar kolay, unutulması o kadar güç olur.
İki şey arasında ilişki öğrenen için ne kadar anlamlı ise, bu ilişkinin öğrenilmesi o kadar kolay olur.
Öğrenme sırasında yapılan hataların hemen söylenip düzeltilmesi, öğrenmeyi kolaylaştırır.
Öğretim süresi içine dağıtılmış olarak yapılan tekrarlar, aralıksız yapılan tekrarlara göre daha öğreticidir.
Bir öğrenme ünitesinin başında ve sonunda öğretilen öğeler ortadakilerden daha iyi hatırlanır.
Öğretilecek materyalin organizasyonu ve kısımları öğretme işleminin başında şematik olarak verilirse öğrenme işlemi daha da kolaylaşır.
Öğrenilecek şeyler ne kadar yeniyse, öğrenme o kadar zaman alır ve fazla alıştırma yapmayı gerektirir.
Konuya başlarken ne öğrenileceği hakkında verilen genel şema ile bitirirken verilen özetler öğrenmeyi kolaylaştırır.
Birbirine hiç benzemeyen konu veya dersi arka arkaya okutmak faydalıdır. Çünkü karıştırma olmaz.
Birbirine çok benzeyen konu veya dersleri arka arkaya okutmak faydalıdır. Çünkü bir sonraki, bir önceki konunun bir tekrarı sayılır. Tekrar da her zaman faydalıdır.
Birbirine biraz benzeyen konu veya dersleri arka arkaya okutmak veya çalışmak sakıncalıdır. Çünkü ayırt etme az, karıştırma çok olur.
Somut cisimlerin kavramları, soyut varlıkların kavramlarından daha çabuk oluşur.
Bir konu hakkında çok sayıda değişik örneklerin verilmesi kavramayı kolaylaştırır.
Çizgi resimler, karikatürler, şemalar ve diyagramlar gibi basitleştirilmiş örnekleyenler, kavramları öğrenmede realistik ( gerçek ) resimlere göre daha etkili olmaktadır.
Öğretme işleminde, inanırlığı yüksek kaynaklar, inanırlığı düşük kaynaklardan daha etkilidir.
Zirve Öğretmen Matematik, 6. Sayı.
Öğretmenlerin hangi düzeyde ve ne tür özelliklere sahip öğrencilere hangi çeşit davranışları kazandırmak için, hangi araç - gereç ve hangi yöntemleri, hangi şartlarda, hangi ilkelere dayalı olarak nasıl kullanılacağını bilmeleri gerekmektedir. Bu verilerden bazıları şunlardır:
Kaynak ve alıcı arasında iletişim kurulabilmesi için kaynağın, göndereceği mesajın, alıcının duyu organlarından hiç olmazsa birini etkileyebilecek sembollerden oluşması gerekir.
Mesajın alıcı tarafından anlaşılabilmesi için kaynak, mesajını alıcının çözebileceği, yani önceden öğrenmiş olduğu sembollerden yapılmış sembollerle kodlamış olmalıdır.
Kaynak ve alıcı ( öğretmen - öğrenci ) birbirleri hakkında ne kadar çok bilgi sahibi iseler, aralarındaki iletişim o kadar iyi ve verimli olur.
Öğretmenin konu ve öğrenci hakkındaki bilgisi ne kadar fazla ise iletişim o kadar iyi olur.
Çok basitlik, fazla düzensizlik ve tam simetri ilgiyi azaltır, biraz asimetri ( çelişki ) ve karmaşıklık ilgiyi uyandırır. Bir şöförün dikkatini biraz zikzaklı yol daha canlı tutar, uzun ve düz yol onu usandırır.
Öğrenci bir olayın en kısa yoldan ve en az karmaşık şekilde açıklanmasını, dolaylı ve karmaşık şekilde açıklanmasına tercih eder.
Bir konuda belirsizlikler ve bilinmeyen kavramlar ne kadar az ise algılanması o kadar kolay olur.
İyi organize edilmiş ( neden - sonuç ilişkisi gözetilmiş ) konular daha kolay algılanır ve daha çok bilgi taşır.
Konular benzerlik, farklılık, zaman ve yer bakımdan yakınlıklarına göre gruplanarak algılanır.
Öğrenci için özel bir anlamı olan olgu ve olaylar çabuk öğrenilir ve daha kalıcı olur.
Sonunda ödül veya ceza olan öğrenmeler daha etkili ve kalıcı olur.
Öğrenme işlemine katılan duyu organlarının sayısı ne kadar fazlaysa öğrenme o kadar iyi, unutma güç olur.
Öğrenilenlerin; %83’ü görme, %11’ini işitme, %3,5’ini koklama, %1,5’ini dokunma, %1’i tatma, yoluyla gerçekleşir.
En iyi öğrenme, kendi kendine yaparak öğrenmedir.
En iyi öğrenme, somuttan soyuta ve basitten karmaşığa giden öğrenmedir.
Somut mesajlar, soyutlardan daha iyi hatırlanır.
Doğru çizgiler ( dikine veya yatay ) kırık ve eğik çizgilerden daha kolay algılanır.
Zaman ve yer bakımından yakın olan iki olay veya cismi birbirine bağlamayı öğrenmek, uzak olanları bağlamayı öğrenmeye göre çok daha kolaydır.
Aralarında bağ kurulacak şeyler ne kadar somutsa, bu bağın kurulması o kadar kolay, unutulması o kadar güç olur.
İki şey arasında ilişki öğrenen için ne kadar anlamlı ise, bu ilişkinin öğrenilmesi o kadar kolay olur.
Öğrenme sırasında yapılan hataların hemen söylenip düzeltilmesi, öğrenmeyi kolaylaştırır.
Öğretim süresi içine dağıtılmış olarak yapılan tekrarlar, aralıksız yapılan tekrarlara göre daha öğreticidir.
Bir öğrenme ünitesinin başında ve sonunda öğretilen öğeler ortadakilerden daha iyi hatırlanır.
Öğretilecek materyalin organizasyonu ve kısımları öğretme işleminin başında şematik olarak verilirse öğrenme işlemi daha da kolaylaşır.
Öğrenilecek şeyler ne kadar yeniyse, öğrenme o kadar zaman alır ve fazla alıştırma yapmayı gerektirir.
Konuya başlarken ne öğrenileceği hakkında verilen genel şema ile bitirirken verilen özetler öğrenmeyi kolaylaştırır.
Birbirine hiç benzemeyen konu veya dersi arka arkaya okutmak faydalıdır. Çünkü karıştırma olmaz.
Birbirine çok benzeyen konu veya dersleri arka arkaya okutmak faydalıdır. Çünkü bir sonraki, bir önceki konunun bir tekrarı sayılır. Tekrar da her zaman faydalıdır.
Birbirine biraz benzeyen konu veya dersleri arka arkaya okutmak veya çalışmak sakıncalıdır. Çünkü ayırt etme az, karıştırma çok olur.
Somut cisimlerin kavramları, soyut varlıkların kavramlarından daha çabuk oluşur.
Bir konu hakkında çok sayıda değişik örneklerin verilmesi kavramayı kolaylaştırır.
Çizgi resimler, karikatürler, şemalar ve diyagramlar gibi basitleştirilmiş örnekleyenler, kavramları öğrenmede realistik ( gerçek ) resimlere göre daha etkili olmaktadır.
Öğretme işleminde, inanırlığı yüksek kaynaklar, inanırlığı düşük kaynaklardan daha etkilidir.
Zirve Öğretmen Matematik, 6. Sayı.
SUÇLU ÇOCUKLAR VE ÇOCUK MAHKEMELERİ
SUÇLU ÇOCUKLAR VE ÇOCUK MAHKEMELERİ
Yazarı : Hans ZULLIGER
Bilim Grubu : Sosyal Mesele
Türü : Tercüme
Hitap Ettiği Okuyucu Kitlesi: Özel İlgi
Genel Değerlendirme:
Kitap daha çok çocuklardaki suç eylemlerini inceliyor. Bu açıdan çocuklarda çalma eylemi, vicdanın çocuklarda erken geliştirilmesi, çocuk hırsızlıklarının bilinçaltı kökenleri vb. konular işlenmektedir.
I. Bölüm: 1-3 YAŞLARI ARASINDAKİ ÇOCUKLARDA ÇALMA EYLEMİ
Bu yaş grubu içersindeki çocukların sevdikleri nesnelerin kendi mülkiyetinde imiş gibi bir duyguya sahip oldukları görülüyor. Ama bu duygu yerini ileride karşılıklı değiş tokuş daha sonrada sevdiği arkadaşları ile paylaşma hissine bırakıyor.
Çocukların fırsatını buldukları an şeker aşırmalarına ya da gördüğü bir oyuncağı sahiplenerek diğer bir çocuğun olmasına rağmen el koyması mülkiyet duygularının tam olarak gelişmediğini görürüz. Bu fiillerinden dolayı onları suçlayamayız. Ama onlara bu tür davranışların hoş olmadığını anlatmak amacıyla küçük cezaların verilmesi, büyüdüklerinde hırsızlık yapmaya kötü bir fiil nazarıyla bakmalarını sağlayacaktır.
Ancak verilen ceza da yetersizdir. Bir çocuk yetiştiği ortam nedeniyle de hırsız olarak yetişir. Babası hırsızlığı ile ün yapmış, annesi ise eli uzunluğuyla bilinen bir çocuk bu ortamın etkisinde kalacak ve hırsız olacaktır. Bu durumdaki bir çocuğun kendisine sabırla güvenilip sevgi verilecek bir ortama alınması gerekmektedir.
Bu konuyla ilgili bir misal verelim. Hırsızlık yapan bir çocuk suçunu itiraf ettikten sonra ıslah evine değil de bir aile yanına gönderiliyor. Bu aile çocuğun çaldığı parayı sahibine veriyor ve çiftlikte çalışıp bu parayı kendilerine taksitler halinde onun ödemesini sağlıyorlar. Ayrıca çocuğun bütün eğitimi de bu aile tarafından karşılanıyor. Çocuğa gösterilen ilgi ve sevgi sonucu çocuk baba ve annesinin hırsız olmaları ve bu ortamda yetişmesi nedeniyle kazandığı hırsızlık duygunun yerini insanlara zarar vermemenin daha yararlı bir takım fiiller yapma hissine bırakıyor.
En önemli husus bir çocuğun kötü huylardan arınması zorlamayla değil içten gelerek kabullenmesine bağlıdır. Ceza korku değil, sevgiyle böyle bir değişiklik söz konusu olabilir.
II. Bölüm: ERKEN ÇOCUKSAL DÖNEMDE VİCDANIN GELİŞTİRİLMESİ VE EĞİTİMİ
Çocuklarda mülkiyet duygusunun gelişmesi ile etrafındaki eşyalara vermiş olduğu zararlardan dolayı cezalandırılacağı korkusu da ortaya çıkar. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus cezanın çocuğun kendisini sevdiğine inandığı bir kişi tarafından verilmesinin gerekliliğidir.
Çocuktaki ceza korkusu kendinin işlediği bir suçun yerine cezası daha az olacak başka bir suçu işlemiş gibi göstermesine neden olabilir. Böylece anne ve babasından az ceza güvencesi almaya çalıştığı görülür. Suçu ortaya çıkınca ama şu suçum böyle aza verdiniz diyerek kendini savunur.
Bir çocuk kırdığı meyve kabından dolayı ceza alacağını bildiğinden önemsiz ve kullanılmayan bir tabağı kırmış gibi annesinden özür diliyor. Annesinin “önemi yok” diye cevap vermesi vicdanındaki korkuyu dindiremediği için bir kez de babasından özür diler. Ondan da aynı cevabı alır. Kısa bir süre sonra meyve kabının kırıldığı ortaya çıkar ve kıracak tek kişininde evin tek çocuğu olan küçüğe sorulunca alınan cevap “ama siz önemi yok dediniz” olmuştur. Aslında bu çocukların gerçek ile hayal arasında bir düşünce gücünden kaynaklanıyor. Erişkinler ise gerçek olayları saptayıp iç dünyalarına aktarmakla yetinirler.
Çocuklar her, zaman işledikleri suçu hafifmiş gibi göstermeye çalışmazlar. Bazen bunun yerine suçun yansıtımı yani başka biri yapmış gibi gösterme yolunu seçerler. Küçük çocuğun şekerlikteki şekerleri aşırıp sonrada kuşun üzerine atarak cezalandırması buna bir örnektir.
Eskiden Yahudiler işledikleri suçları bir keçinin üzerine yıkar ve günah keçisi diye adlandırılan hayvanı dinsel bir seramoniye uyarak kovalayıp ya çöle terk eder ya da bir kayalıktan aşağıya yuvarlanıp ölmesini sağlarlarmış. Böylece Yehova'nın gazabından kendilerini kurtardıklarına inanırlarmış. Demek ki çocuk cezasını çekmediği kötü eylem sonucunda suçu işlemeden öncekine nazaran daha kötü olabilir.
Suç bir sevginin yitirilmesine neden olacaksa çocuk bir ön cezalandırıcı yoluna giderek bu sevgiyi kaybetmemeye çalışır. Nasıl mı? Annesinden izinsiz aldığı sosisleri yiyen çocuk, bu yaptığının fark edilmesi sonucu hem annesinin sevgisini kaybedecek hem de ceza görecektir. Bu durumdaki çocuk annesinin kendisine vereceği cezadan daha ağır bir ceza verir. Koşarken düşerek dizini sıyırır. Annesi hemen koşarak ona şefkatle yaklaşır. Bu fırsatı bilen çocuk “Düşmemi Allah istedi, sos lire izinsiz aldığım için” der. Çocuk böyle yapmakla annesinin sevgisini kaybetmez, hatta yeni sevgi kanıtlarını eline geçirir ve cezadan kurtulur.
Çocuklarda sevgi sık sık yön değiştirir. Dünyaya gözlerini açan çocuk ilk olarak annesini hisseder. Biraz büyüyünce annesinden gördüğü sevgiyi babasının araya girerek engelleyeceği endişesine kapılır. Bazen kızar ve babasını istemez. Bazı hallerde bunun terside olabilir. Anne istenmez olur.
III. Bölüm: CEZASI ÇEKİLMEMİŞ HIRSIZLIKLARA KARŞI GÖSTERİLEN VE VİCDANDAN KAYNAKLANAN TEPKİLER
Hırsızlık suçunu işleyip ele geçirilemeyen çocuklar bundan dolayı bir kıvanç duyarlar. Hatta bu eylemi tekrarlayarak büyüklere ait eşyaları aşırmanın tadını çıkarırlar.
Ama bir zaman sonra yapılan bu hırsızlıklar vicdan duvarına çarparak rahatsızlık vermeye başlar. Vicdan bulunulan yetişilen-ortamın yapısına bağlı olarak gelişen bir duygudur. Eğer bir çocuk hırsız bir ailenin çocuğu ise yapılan kötü eylemlerin sanki o kadar da üzücü şeyler olmadığı kanısına sahip olur. İyi bir gözetim altında yetişen çocuk yolda giderken bahçe duvarından sokağa sakmış meyve ağacından bir meyve koparınca bir kaç gün o sakaktan geçemeyecek kadar vicdan acısı duyar. Vicdan hatta o kadar etkili olur ki çocuğun yaşayış tarzını bile değiştirebilir.
Bir çocuk dersleri iyi olmadığı gerekçesiyle kız kardeşini örnek alması için sık sık uyarılır. Çocuk ise babasının kız kardeşini kendisinden daha çok sevdiği düşüncesine kapılır. Bir gün babasının cüzdanından hatırı sayılır miktarda para aşırır. Ama baba bunun farkına varmaz. Çocuk çaldığı paranın farkedilmemesi üzerine vicdanı ile baş başa kalır. Vicdanı her fırsatta ona hırsız olduğunu hatırlatır. Aslında abasının kendisine göre - az olan sevgisinden mahrum olmamak için suçunu itiraftan kaçınır. Çaldığı parayı ise kendi için değil de babası tarafından çok sevildiğine inandığı kız kardeşine hediyeler için harcar. Bu hareket dahi vicdanının verdiği rahatsızlığı engellemeyince kendini kitap okumaya verir. Ayrıca evde hırçın bir tutum sergiler. Annesine karşı saygısızca davranarak ondan ceza koparmaya uğraşır. Bu cezaları yaptığı hırsızlık için sayacaktır. Bir danışman vasıtasıyla suçunu itiraf eden çocuk yine eski yaşantısına dönüş yapar.
Çevresi tarafından kendine bir değer verilmediğine inanan çocuklar, kendilerini ispatlamak amacıyla bazen bu gibi hırsızlık olaylarına karışır. Bir de ceza görmezse kendilerine güvenleri artar ve ileride daha büyük suçlara doğru yol alırlar.
Annesinin ölümünden kendini sorumlu gören kız, babasına onun yokluğunu hissettirmemek için çok çalışır. Hatta annesinden bir zamanlar aşırdığı az miktardaki paranın cezasını çekmek amacıyla başkasının kaybettiği parayı kendi çalmış gibi gösterecek hale gelir.
Bir psikiyatriste götürülen kız bir kaç seans sonunda her şeyi açıklar. Tedavi sonunda sınıfta tembel olarak bilinen ve bedenen zayıf olan kızda bir gelişme meydana gelir. Bu da gösteriyor ki işlenen bir suçun ağırlığı sadece ruhsal yönden etkilemeyip bedenen de etkisini gösterir.
Genel olarak bir bakış yapılırsa çocukların işledikleri suçlara karşı ceza almayınca gösterdikleri beş tepki vardır.
1- Bilinçsizce kendilerini ele verirler.
2- Etrafındakileri kışkırtarak onlardan ceza almak için hırçınlaşırlar. Aldıkları cezayı esas işledikleri suça karşılık olarak kabul ederler. Ancak bunun yeterli olduğuna vicdanlarını ikna edemezler.
3- Çete kurarak işlediği suçu sadece kendisi tarafından işlenmediğini göstermektir. Böylece toplum onu tekrar arasına kabul edecektir.
4- Kendi kendini cezalandırma yoluna giderler. Bu ceza çok ağır olur. Böylece çevresindeki insanların kendisine acımasını sağlamaya çalışırlar.
5- Patolojik özellik gösteren durumlarda ise benzer bir suç saptanarak kendi üzerine alıp ceza görmek istenir.
IV. Bölüm: ÇOCUK HIRSIZLIKLARININ BİLİNÇALTI KÖKENLERİ
Çocuklar çaldıkları şeylerin cezası olarak iyi bir dayak yer ya da bu yaptığından dolayı bir müddet azarlanır ve sevgisiz bırakılır.
Ama önemli olan cezayı gerektirecek şekilde suçun işlenme nedenidir. Bunun araştırılması gerekir.
Otto adında bir çocuk postacının bisikletinde bulunan paketi aşırır. Paketin içini açan çocuk onu tuvalete boşaltır. Yakalanınca da “işe yarar bir şey vardır diye aldım. Yiyecek, giyecek ya da elişi yapımında kullanacağım bir şey...” der. Babası paketin masrafını karşılar ama olay mahkemeye intikal eder. Yargıç bilirkişi olarak bir ruh bilimciden araştırma yapmasını ister.
Yapılan araştırma sonucu çocuğun annesinin hamile olduğu ve yakında doğacak olan kardeş ile paket arasında bağlantı bağlantı olduğu görülür. Postacının eşi ebe olduğu için bebeği onun getireceğine inanan çocuk pakette olduğu düşüncesiyle hırsızlık eylemini gerçekleştirir. Bu hırsızlıktan sonra gördüğü rüyalarda ise annesini bir eve benzetip içinin boş olduğunu gördüğünü açıklamıştır.
Çocukların yaptığı hırsızlıkların temelinde bilinçaltından gelen dürtülerin rolü büyüktür. Bunun önlemek amacıyla yeterli bir eğitim verilmelidir. Ayrıca olgunlaşmasını sağlayacak şekilde güven ve sevgi. Otto'nun olayında yargıç “eskisinden daha fazla sevgi verilmesi” kararına varmıştır.
Çocuk mahkemelerinde yargıcın çocuğu ıslahevine mi yoksa ailesinin yanında gözetim altında mı tutmaya karar vermesi için işlenen suçun temeline inilmelidir. Bazen araştırma yapılmaksızın verilen ceza çocuğun vicdanındaki rahatsızlığı giderdiği görülür. Bu nedenle tekrar suç işleme arzusu ortaya çıkabilir.
Para çalan bir çocuğa verilecek en güzel ceza onu borçlandırarak taksitler halinde ödemesini sağlamaktır. Ayrıca iyi bir eğitimin verilmesi tamamlayıcı bir maiyet taşır. Eğer psikolojik bir sorun varsa tedavi uygulanmalıdır. Tedavi sonucu çocuk daha sağlıklı davranışlar sergileyebilir.
V. Bölüm: JALONDA NİÇİN ÇALAR?
Bir kızın ailesinden yeterli ilgiyi görmemesi ve bunun ruhsal etkileri sonucu hırsızlık yapması konu edilmiştir. Mahkemeye intikal eden olay sonucu bir psikiyatrist tarafından bazı testlerden geçirilen kızın her teste verdiği tepki ve yorumları şunlardır;
Ağaç testinde kağıdın sol üst köşesine küçük bir ağaç çizmesi kızın gözden uzak olmak istediğini ortaya koyar. Ağacın bir toprak zemine yerleştirilmeyişi ailesi ile köklü ilişkilerin olmadığını gösterir. Dikenli bir görüntü arz eden ağacın üzeride bir örtü ile kaplanmıştır. Bu ise çirkinliğinden dolayı gizlenmeye çalıştığını gösterir. Sisli bir ortam çizilmeside düşüncelerindeki düzensizliği ortaya koyar.
Z testi; değişik şekillerde bezenmiş olan tablolar hakkında görüşleri alınıp sonrada bu düşüncelere göre yorum yapmaya dayanan bir testtir. Kızın düşüncelerine göre yapılan yorumlarda ise lise son sınıfta olmasına rağmen düşünce ufkunun orta 3 teki bir çocuğa eş olduğu görülmüştür. Gerçek ile hayali karıştırabiliyor.
Düss-testi ise anlatılan küçük bir olayın sonunda sorulan soruya verilen cevabın yorumuna dayanan testtir. Bu test sonunda kızın, bencil, kendini çevresinden soyutlamaya çalışan ve haksızlığa uğramış gibi gören bir kişiliğe sahip olduğu kanaatine varılıyor.
Mahkeme sonuçta kızın başka bir ortama alınmasına karar veriliyor. Bir süre sonra kızın hem ruhen, hem zekaen, hem de bedenen iyileşme gösterdiği gözleniyor.
Mahkemelerde bilirkişi ve eğitim danışmanlarının testlerine başvurarak verilen kararların çocuklar üzerinde iyi sonuç verdiği görülüyor. Bu yollarla bilinçaltı bozuklukları ortaya çıkmakta ve çocuğa yararlı olan kararın verilmesi sağlanmaktadır.
VI. Bölüm: HATALI VİCDAN TEPKİSİYLE HIRSIZLIĞA KALKIŞMAK
Bazı hallerde vicdanın sesini dinleyen çocukların buna hatalı olarak algılayıp hırsızlığa kalkıştıkları görülmüştür. Bir kızın çalıştığı dükkanın kasasından para çalması sonucu olay mahkemeye ulaşır. Yine bilirkişi raporu istenir.
Yapılan test ve görüşmeler sonucu hazırlanan raporda kızın önceden işlediği bazı hatalarından duyduğu korkunun hırsızlık yaparak duyulduğu ortaya çıkar. Ayrıca ceza gerektirmeyen bazı hataları sonucu temiz ve yıkanmamış elbise giyme gibi bir saplantısı olduğu görülür. Yeni elbiseler almak için hırsızlık yapmaya başlar.
Mahkemenin verdiği karar sonucu psikiyatrist tarafından hatalarının sonucunda temiz elbise giyme zorunluluğu olmadığına ikna edilen kızın hırsızlığa bir daha başvurmadığı görülüyor. Hatta çevresindeki insanlarla iyi ilişkilerde kurmaya başlamıştır.
SONUÇ: Çocuk suçlarında sadece bir organın değilde bir kaç organın olay üzerine eğilip karar vermesi gerekir. Ayrıca mahkemelerde çocuğu cezalandırmaktan çok onun neden bu işe kalkıştığı araştırılıp yeterli eğitimin verilmesi kararları ağırlıkta olmalıdır. Bunun sağlanması için çocuk psikolojisini iyi bilen uzman kişilere ihtiyaç vardır. Son otuz yıldan bu yana sayıları oldukça artan eğitim danışmanlarına büyük işler düşmektedir. Çocukların her türlü sorunlarını rahatlıkla açabildikleri kişi olarak görecekleri eğitim danışmanları çevre ile çocuk arasındaki bağlardan sorumlu kişilerdir. Bu bağ iyi korunursa çocukların suç işleme oranları en az seviyeye inecektir.
Yazarı : Hans ZULLIGER
Bilim Grubu : Sosyal Mesele
Türü : Tercüme
Hitap Ettiği Okuyucu Kitlesi: Özel İlgi
Genel Değerlendirme:
Kitap daha çok çocuklardaki suç eylemlerini inceliyor. Bu açıdan çocuklarda çalma eylemi, vicdanın çocuklarda erken geliştirilmesi, çocuk hırsızlıklarının bilinçaltı kökenleri vb. konular işlenmektedir.
I. Bölüm: 1-3 YAŞLARI ARASINDAKİ ÇOCUKLARDA ÇALMA EYLEMİ
Bu yaş grubu içersindeki çocukların sevdikleri nesnelerin kendi mülkiyetinde imiş gibi bir duyguya sahip oldukları görülüyor. Ama bu duygu yerini ileride karşılıklı değiş tokuş daha sonrada sevdiği arkadaşları ile paylaşma hissine bırakıyor.
Çocukların fırsatını buldukları an şeker aşırmalarına ya da gördüğü bir oyuncağı sahiplenerek diğer bir çocuğun olmasına rağmen el koyması mülkiyet duygularının tam olarak gelişmediğini görürüz. Bu fiillerinden dolayı onları suçlayamayız. Ama onlara bu tür davranışların hoş olmadığını anlatmak amacıyla küçük cezaların verilmesi, büyüdüklerinde hırsızlık yapmaya kötü bir fiil nazarıyla bakmalarını sağlayacaktır.
Ancak verilen ceza da yetersizdir. Bir çocuk yetiştiği ortam nedeniyle de hırsız olarak yetişir. Babası hırsızlığı ile ün yapmış, annesi ise eli uzunluğuyla bilinen bir çocuk bu ortamın etkisinde kalacak ve hırsız olacaktır. Bu durumdaki bir çocuğun kendisine sabırla güvenilip sevgi verilecek bir ortama alınması gerekmektedir.
Bu konuyla ilgili bir misal verelim. Hırsızlık yapan bir çocuk suçunu itiraf ettikten sonra ıslah evine değil de bir aile yanına gönderiliyor. Bu aile çocuğun çaldığı parayı sahibine veriyor ve çiftlikte çalışıp bu parayı kendilerine taksitler halinde onun ödemesini sağlıyorlar. Ayrıca çocuğun bütün eğitimi de bu aile tarafından karşılanıyor. Çocuğa gösterilen ilgi ve sevgi sonucu çocuk baba ve annesinin hırsız olmaları ve bu ortamda yetişmesi nedeniyle kazandığı hırsızlık duygunun yerini insanlara zarar vermemenin daha yararlı bir takım fiiller yapma hissine bırakıyor.
En önemli husus bir çocuğun kötü huylardan arınması zorlamayla değil içten gelerek kabullenmesine bağlıdır. Ceza korku değil, sevgiyle böyle bir değişiklik söz konusu olabilir.
II. Bölüm: ERKEN ÇOCUKSAL DÖNEMDE VİCDANIN GELİŞTİRİLMESİ VE EĞİTİMİ
Çocuklarda mülkiyet duygusunun gelişmesi ile etrafındaki eşyalara vermiş olduğu zararlardan dolayı cezalandırılacağı korkusu da ortaya çıkar. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus cezanın çocuğun kendisini sevdiğine inandığı bir kişi tarafından verilmesinin gerekliliğidir.
Çocuktaki ceza korkusu kendinin işlediği bir suçun yerine cezası daha az olacak başka bir suçu işlemiş gibi göstermesine neden olabilir. Böylece anne ve babasından az ceza güvencesi almaya çalıştığı görülür. Suçu ortaya çıkınca ama şu suçum böyle aza verdiniz diyerek kendini savunur.
Bir çocuk kırdığı meyve kabından dolayı ceza alacağını bildiğinden önemsiz ve kullanılmayan bir tabağı kırmış gibi annesinden özür diliyor. Annesinin “önemi yok” diye cevap vermesi vicdanındaki korkuyu dindiremediği için bir kez de babasından özür diler. Ondan da aynı cevabı alır. Kısa bir süre sonra meyve kabının kırıldığı ortaya çıkar ve kıracak tek kişininde evin tek çocuğu olan küçüğe sorulunca alınan cevap “ama siz önemi yok dediniz” olmuştur. Aslında bu çocukların gerçek ile hayal arasında bir düşünce gücünden kaynaklanıyor. Erişkinler ise gerçek olayları saptayıp iç dünyalarına aktarmakla yetinirler.
Çocuklar her, zaman işledikleri suçu hafifmiş gibi göstermeye çalışmazlar. Bazen bunun yerine suçun yansıtımı yani başka biri yapmış gibi gösterme yolunu seçerler. Küçük çocuğun şekerlikteki şekerleri aşırıp sonrada kuşun üzerine atarak cezalandırması buna bir örnektir.
Eskiden Yahudiler işledikleri suçları bir keçinin üzerine yıkar ve günah keçisi diye adlandırılan hayvanı dinsel bir seramoniye uyarak kovalayıp ya çöle terk eder ya da bir kayalıktan aşağıya yuvarlanıp ölmesini sağlarlarmış. Böylece Yehova'nın gazabından kendilerini kurtardıklarına inanırlarmış. Demek ki çocuk cezasını çekmediği kötü eylem sonucunda suçu işlemeden öncekine nazaran daha kötü olabilir.
Suç bir sevginin yitirilmesine neden olacaksa çocuk bir ön cezalandırıcı yoluna giderek bu sevgiyi kaybetmemeye çalışır. Nasıl mı? Annesinden izinsiz aldığı sosisleri yiyen çocuk, bu yaptığının fark edilmesi sonucu hem annesinin sevgisini kaybedecek hem de ceza görecektir. Bu durumdaki çocuk annesinin kendisine vereceği cezadan daha ağır bir ceza verir. Koşarken düşerek dizini sıyırır. Annesi hemen koşarak ona şefkatle yaklaşır. Bu fırsatı bilen çocuk “Düşmemi Allah istedi, sos lire izinsiz aldığım için” der. Çocuk böyle yapmakla annesinin sevgisini kaybetmez, hatta yeni sevgi kanıtlarını eline geçirir ve cezadan kurtulur.
Çocuklarda sevgi sık sık yön değiştirir. Dünyaya gözlerini açan çocuk ilk olarak annesini hisseder. Biraz büyüyünce annesinden gördüğü sevgiyi babasının araya girerek engelleyeceği endişesine kapılır. Bazen kızar ve babasını istemez. Bazı hallerde bunun terside olabilir. Anne istenmez olur.
III. Bölüm: CEZASI ÇEKİLMEMİŞ HIRSIZLIKLARA KARŞI GÖSTERİLEN VE VİCDANDAN KAYNAKLANAN TEPKİLER
Hırsızlık suçunu işleyip ele geçirilemeyen çocuklar bundan dolayı bir kıvanç duyarlar. Hatta bu eylemi tekrarlayarak büyüklere ait eşyaları aşırmanın tadını çıkarırlar.
Ama bir zaman sonra yapılan bu hırsızlıklar vicdan duvarına çarparak rahatsızlık vermeye başlar. Vicdan bulunulan yetişilen-ortamın yapısına bağlı olarak gelişen bir duygudur. Eğer bir çocuk hırsız bir ailenin çocuğu ise yapılan kötü eylemlerin sanki o kadar da üzücü şeyler olmadığı kanısına sahip olur. İyi bir gözetim altında yetişen çocuk yolda giderken bahçe duvarından sokağa sakmış meyve ağacından bir meyve koparınca bir kaç gün o sakaktan geçemeyecek kadar vicdan acısı duyar. Vicdan hatta o kadar etkili olur ki çocuğun yaşayış tarzını bile değiştirebilir.
Bir çocuk dersleri iyi olmadığı gerekçesiyle kız kardeşini örnek alması için sık sık uyarılır. Çocuk ise babasının kız kardeşini kendisinden daha çok sevdiği düşüncesine kapılır. Bir gün babasının cüzdanından hatırı sayılır miktarda para aşırır. Ama baba bunun farkına varmaz. Çocuk çaldığı paranın farkedilmemesi üzerine vicdanı ile baş başa kalır. Vicdanı her fırsatta ona hırsız olduğunu hatırlatır. Aslında abasının kendisine göre - az olan sevgisinden mahrum olmamak için suçunu itiraftan kaçınır. Çaldığı parayı ise kendi için değil de babası tarafından çok sevildiğine inandığı kız kardeşine hediyeler için harcar. Bu hareket dahi vicdanının verdiği rahatsızlığı engellemeyince kendini kitap okumaya verir. Ayrıca evde hırçın bir tutum sergiler. Annesine karşı saygısızca davranarak ondan ceza koparmaya uğraşır. Bu cezaları yaptığı hırsızlık için sayacaktır. Bir danışman vasıtasıyla suçunu itiraf eden çocuk yine eski yaşantısına dönüş yapar.
Çevresi tarafından kendine bir değer verilmediğine inanan çocuklar, kendilerini ispatlamak amacıyla bazen bu gibi hırsızlık olaylarına karışır. Bir de ceza görmezse kendilerine güvenleri artar ve ileride daha büyük suçlara doğru yol alırlar.
Annesinin ölümünden kendini sorumlu gören kız, babasına onun yokluğunu hissettirmemek için çok çalışır. Hatta annesinden bir zamanlar aşırdığı az miktardaki paranın cezasını çekmek amacıyla başkasının kaybettiği parayı kendi çalmış gibi gösterecek hale gelir.
Bir psikiyatriste götürülen kız bir kaç seans sonunda her şeyi açıklar. Tedavi sonunda sınıfta tembel olarak bilinen ve bedenen zayıf olan kızda bir gelişme meydana gelir. Bu da gösteriyor ki işlenen bir suçun ağırlığı sadece ruhsal yönden etkilemeyip bedenen de etkisini gösterir.
Genel olarak bir bakış yapılırsa çocukların işledikleri suçlara karşı ceza almayınca gösterdikleri beş tepki vardır.
1- Bilinçsizce kendilerini ele verirler.
2- Etrafındakileri kışkırtarak onlardan ceza almak için hırçınlaşırlar. Aldıkları cezayı esas işledikleri suça karşılık olarak kabul ederler. Ancak bunun yeterli olduğuna vicdanlarını ikna edemezler.
3- Çete kurarak işlediği suçu sadece kendisi tarafından işlenmediğini göstermektir. Böylece toplum onu tekrar arasına kabul edecektir.
4- Kendi kendini cezalandırma yoluna giderler. Bu ceza çok ağır olur. Böylece çevresindeki insanların kendisine acımasını sağlamaya çalışırlar.
5- Patolojik özellik gösteren durumlarda ise benzer bir suç saptanarak kendi üzerine alıp ceza görmek istenir.
IV. Bölüm: ÇOCUK HIRSIZLIKLARININ BİLİNÇALTI KÖKENLERİ
Çocuklar çaldıkları şeylerin cezası olarak iyi bir dayak yer ya da bu yaptığından dolayı bir müddet azarlanır ve sevgisiz bırakılır.
Ama önemli olan cezayı gerektirecek şekilde suçun işlenme nedenidir. Bunun araştırılması gerekir.
Otto adında bir çocuk postacının bisikletinde bulunan paketi aşırır. Paketin içini açan çocuk onu tuvalete boşaltır. Yakalanınca da “işe yarar bir şey vardır diye aldım. Yiyecek, giyecek ya da elişi yapımında kullanacağım bir şey...” der. Babası paketin masrafını karşılar ama olay mahkemeye intikal eder. Yargıç bilirkişi olarak bir ruh bilimciden araştırma yapmasını ister.
Yapılan araştırma sonucu çocuğun annesinin hamile olduğu ve yakında doğacak olan kardeş ile paket arasında bağlantı bağlantı olduğu görülür. Postacının eşi ebe olduğu için bebeği onun getireceğine inanan çocuk pakette olduğu düşüncesiyle hırsızlık eylemini gerçekleştirir. Bu hırsızlıktan sonra gördüğü rüyalarda ise annesini bir eve benzetip içinin boş olduğunu gördüğünü açıklamıştır.
Çocukların yaptığı hırsızlıkların temelinde bilinçaltından gelen dürtülerin rolü büyüktür. Bunun önlemek amacıyla yeterli bir eğitim verilmelidir. Ayrıca olgunlaşmasını sağlayacak şekilde güven ve sevgi. Otto'nun olayında yargıç “eskisinden daha fazla sevgi verilmesi” kararına varmıştır.
Çocuk mahkemelerinde yargıcın çocuğu ıslahevine mi yoksa ailesinin yanında gözetim altında mı tutmaya karar vermesi için işlenen suçun temeline inilmelidir. Bazen araştırma yapılmaksızın verilen ceza çocuğun vicdanındaki rahatsızlığı giderdiği görülür. Bu nedenle tekrar suç işleme arzusu ortaya çıkabilir.
Para çalan bir çocuğa verilecek en güzel ceza onu borçlandırarak taksitler halinde ödemesini sağlamaktır. Ayrıca iyi bir eğitimin verilmesi tamamlayıcı bir maiyet taşır. Eğer psikolojik bir sorun varsa tedavi uygulanmalıdır. Tedavi sonucu çocuk daha sağlıklı davranışlar sergileyebilir.
V. Bölüm: JALONDA NİÇİN ÇALAR?
Bir kızın ailesinden yeterli ilgiyi görmemesi ve bunun ruhsal etkileri sonucu hırsızlık yapması konu edilmiştir. Mahkemeye intikal eden olay sonucu bir psikiyatrist tarafından bazı testlerden geçirilen kızın her teste verdiği tepki ve yorumları şunlardır;
Ağaç testinde kağıdın sol üst köşesine küçük bir ağaç çizmesi kızın gözden uzak olmak istediğini ortaya koyar. Ağacın bir toprak zemine yerleştirilmeyişi ailesi ile köklü ilişkilerin olmadığını gösterir. Dikenli bir görüntü arz eden ağacın üzeride bir örtü ile kaplanmıştır. Bu ise çirkinliğinden dolayı gizlenmeye çalıştığını gösterir. Sisli bir ortam çizilmeside düşüncelerindeki düzensizliği ortaya koyar.
Z testi; değişik şekillerde bezenmiş olan tablolar hakkında görüşleri alınıp sonrada bu düşüncelere göre yorum yapmaya dayanan bir testtir. Kızın düşüncelerine göre yapılan yorumlarda ise lise son sınıfta olmasına rağmen düşünce ufkunun orta 3 teki bir çocuğa eş olduğu görülmüştür. Gerçek ile hayali karıştırabiliyor.
Düss-testi ise anlatılan küçük bir olayın sonunda sorulan soruya verilen cevabın yorumuna dayanan testtir. Bu test sonunda kızın, bencil, kendini çevresinden soyutlamaya çalışan ve haksızlığa uğramış gibi gören bir kişiliğe sahip olduğu kanaatine varılıyor.
Mahkeme sonuçta kızın başka bir ortama alınmasına karar veriliyor. Bir süre sonra kızın hem ruhen, hem zekaen, hem de bedenen iyileşme gösterdiği gözleniyor.
Mahkemelerde bilirkişi ve eğitim danışmanlarının testlerine başvurarak verilen kararların çocuklar üzerinde iyi sonuç verdiği görülüyor. Bu yollarla bilinçaltı bozuklukları ortaya çıkmakta ve çocuğa yararlı olan kararın verilmesi sağlanmaktadır.
VI. Bölüm: HATALI VİCDAN TEPKİSİYLE HIRSIZLIĞA KALKIŞMAK
Bazı hallerde vicdanın sesini dinleyen çocukların buna hatalı olarak algılayıp hırsızlığa kalkıştıkları görülmüştür. Bir kızın çalıştığı dükkanın kasasından para çalması sonucu olay mahkemeye ulaşır. Yine bilirkişi raporu istenir.
Yapılan test ve görüşmeler sonucu hazırlanan raporda kızın önceden işlediği bazı hatalarından duyduğu korkunun hırsızlık yaparak duyulduğu ortaya çıkar. Ayrıca ceza gerektirmeyen bazı hataları sonucu temiz ve yıkanmamış elbise giyme gibi bir saplantısı olduğu görülür. Yeni elbiseler almak için hırsızlık yapmaya başlar.
Mahkemenin verdiği karar sonucu psikiyatrist tarafından hatalarının sonucunda temiz elbise giyme zorunluluğu olmadığına ikna edilen kızın hırsızlığa bir daha başvurmadığı görülüyor. Hatta çevresindeki insanlarla iyi ilişkilerde kurmaya başlamıştır.
SONUÇ: Çocuk suçlarında sadece bir organın değilde bir kaç organın olay üzerine eğilip karar vermesi gerekir. Ayrıca mahkemelerde çocuğu cezalandırmaktan çok onun neden bu işe kalkıştığı araştırılıp yeterli eğitimin verilmesi kararları ağırlıkta olmalıdır. Bunun sağlanması için çocuk psikolojisini iyi bilen uzman kişilere ihtiyaç vardır. Son otuz yıldan bu yana sayıları oldukça artan eğitim danışmanlarına büyük işler düşmektedir. Çocukların her türlü sorunlarını rahatlıkla açabildikleri kişi olarak görecekleri eğitim danışmanları çevre ile çocuk arasındaki bağlardan sorumlu kişilerdir. Bu bağ iyi korunursa çocukların suç işleme oranları en az seviyeye inecektir.
SEVGİ KUPASI İLKESİNİ UYGULAMA
SEVGİ KUPASI İLKESİNİ UYGULAMA
Disiplin Problemlerini Önlemede Yaratıcı Bir Yaklaşım
Bir Çocuğun Sağlıklı Gelişimi İçin Sevgi Zorunludur.
Sevgi olumsuz bir davranışı olumlu bir davranışa dönüştürmek için de önemlidir. Aslında, sevgi bazen disiplinden daha etkili bir davranış biçimidir.
Bunun nedenini Sevgi Kupası İlkesi açıklar. Çocuğunuz kupa gibidir. Taşacak kadar doldurulduğunda çevresindekilere verebilecek kadar çok sevgi vardır, başkalarına karşı sevgi dolu olabilir ve onlara karşı daha uyumlu olur. Çocuklar sevgiyi ilgi ile denk tutarlar. Bu yüzden çocuğunuz kendinde sevgi boşluğu hissedince, kendisini ilgi çekerek doldurmaya çalışır ve bu ilgi çekme çabası sık-sık kötü davranışlarla sonuçlanır. Anne-baba ise bu davranışların cezalandırılması gerektiğini düşünürler. Ancak çocuğunuzun huysuzluğunun nedeni boşalmış olan sevgi kupası ise, cezalandırma etkisiz kalacaktır. Öncelikle onun sevgiye olan ihtiyacı giderilmelidir.
Aşağıdaki öykü "Sevgi Kupası" ilkesi nasıl çalıştığını açıklar.
6 yaşındaki Sarah için gün çok kötü geçiyordu. Sızlanarak gidip küçük kız kardeşi Anita'yı itti ve en sevdiği bebeğini elinden aldı. Sonunda anne daha fazla dayanamadı ve "Sarah'a sana neler oluyor? Kendine gelip kardeşine karşı nazik olsan iyi olur" dedi. Sarah bu duruma aldırış etmeden, kardeşine kötü sözler söylemeye devam etti. Dinlenme saati geldiğinde annesi Sarah'a söylediği kötü sözlerin onu çok üzdüğünü söyledi. Bu Sarah'ı daha da öfkelendirdi. "Kardeşimi benden daha çok seviyorsun" dedi ve üzgün bir şekilde uykuya daldı.
Ertesi sabah kalktığında tersliği hala üzerindeydi. Annesi saçlarını taramaya çalışırken mızmızlandı. Bu kızın nesi vardı? Acaba bu hali O' na olan ilgi eksikliğinden mi kaynaklanıyordu? Annesi "sanırım sorununun ne olduğunu biliyorum" dedi. Kızını dizine oturtturdu, sarıldı, öptü ve onlar için ne kadar önemli olduğunu söyledi. Sarah şaşırmıştı, ama açıkçası bu ilgiden hoşnut kalmıştı. Tam tersini hak ettiğinin farkındaydı.
Bir kaç dakika sonra annesi Sarah'a kupasının dolup dolmadığını sordu. Sarah göğsünü gererek "Hayır ama burama kadar geldi." dedi. Annesi O' nu tekrar kucakladı sevgiyle okşadı sonra sordu "Şimdi oldu mu?" Sarah "Hayır ama çeneme kadar geldi" dedi. Annesi sarılarak "Bakalım taşırabilecek miyiz?" dedi. Sonunda Sarah yüzünde kocaman bir gülümseme ile dolup taştığını söyledi. Annesi "Güzel madem bu kadar çok sevgin var neden birazını kardeşine vermiyorsun? dedi. Sarah "oh hayır Anita beni reddeder" dedi. Annesi Sarah'ı yüreklendirdi ve Sarah çekine çekine kardeşinin yanına gitti. "Anita seni seviyorum" dedi ve sarıldı, kardeşi de ona sıkıca sarıldı. Sonra birlikte kahvaltı masasına doğru ilerlediler.
Fakat öykü burada bitmiyordu. Birkaç hafta sonra bu kez annenin tersliği üzerindeydi. Kızlara karşı sertçe konuşuyor ve söyleniyordu. Bir süre sonra Sarah "Anne sanırım sorununun ne olduğunu biliyorum, senin sevgi kupan boşalmış" diyerek annesinin boynuna sarıldı ve öptü. Annesinin sevgi kupası dolup taştı ve anne yine o eski mutlu kişiliğine büründü.
Disiplin Problemlerini Önlemede Yaratıcı Bir Yaklaşım
Bir Çocuğun Sağlıklı Gelişimi İçin Sevgi Zorunludur.
Sevgi olumsuz bir davranışı olumlu bir davranışa dönüştürmek için de önemlidir. Aslında, sevgi bazen disiplinden daha etkili bir davranış biçimidir.
Bunun nedenini Sevgi Kupası İlkesi açıklar. Çocuğunuz kupa gibidir. Taşacak kadar doldurulduğunda çevresindekilere verebilecek kadar çok sevgi vardır, başkalarına karşı sevgi dolu olabilir ve onlara karşı daha uyumlu olur. Çocuklar sevgiyi ilgi ile denk tutarlar. Bu yüzden çocuğunuz kendinde sevgi boşluğu hissedince, kendisini ilgi çekerek doldurmaya çalışır ve bu ilgi çekme çabası sık-sık kötü davranışlarla sonuçlanır. Anne-baba ise bu davranışların cezalandırılması gerektiğini düşünürler. Ancak çocuğunuzun huysuzluğunun nedeni boşalmış olan sevgi kupası ise, cezalandırma etkisiz kalacaktır. Öncelikle onun sevgiye olan ihtiyacı giderilmelidir.
Aşağıdaki öykü "Sevgi Kupası" ilkesi nasıl çalıştığını açıklar.
6 yaşındaki Sarah için gün çok kötü geçiyordu. Sızlanarak gidip küçük kız kardeşi Anita'yı itti ve en sevdiği bebeğini elinden aldı. Sonunda anne daha fazla dayanamadı ve "Sarah'a sana neler oluyor? Kendine gelip kardeşine karşı nazik olsan iyi olur" dedi. Sarah bu duruma aldırış etmeden, kardeşine kötü sözler söylemeye devam etti. Dinlenme saati geldiğinde annesi Sarah'a söylediği kötü sözlerin onu çok üzdüğünü söyledi. Bu Sarah'ı daha da öfkelendirdi. "Kardeşimi benden daha çok seviyorsun" dedi ve üzgün bir şekilde uykuya daldı.
Ertesi sabah kalktığında tersliği hala üzerindeydi. Annesi saçlarını taramaya çalışırken mızmızlandı. Bu kızın nesi vardı? Acaba bu hali O' na olan ilgi eksikliğinden mi kaynaklanıyordu? Annesi "sanırım sorununun ne olduğunu biliyorum" dedi. Kızını dizine oturtturdu, sarıldı, öptü ve onlar için ne kadar önemli olduğunu söyledi. Sarah şaşırmıştı, ama açıkçası bu ilgiden hoşnut kalmıştı. Tam tersini hak ettiğinin farkındaydı.
Bir kaç dakika sonra annesi Sarah'a kupasının dolup dolmadığını sordu. Sarah göğsünü gererek "Hayır ama burama kadar geldi." dedi. Annesi O' nu tekrar kucakladı sevgiyle okşadı sonra sordu "Şimdi oldu mu?" Sarah "Hayır ama çeneme kadar geldi" dedi. Annesi sarılarak "Bakalım taşırabilecek miyiz?" dedi. Sonunda Sarah yüzünde kocaman bir gülümseme ile dolup taştığını söyledi. Annesi "Güzel madem bu kadar çok sevgin var neden birazını kardeşine vermiyorsun? dedi. Sarah "oh hayır Anita beni reddeder" dedi. Annesi Sarah'ı yüreklendirdi ve Sarah çekine çekine kardeşinin yanına gitti. "Anita seni seviyorum" dedi ve sarıldı, kardeşi de ona sıkıca sarıldı. Sonra birlikte kahvaltı masasına doğru ilerlediler.
Fakat öykü burada bitmiyordu. Birkaç hafta sonra bu kez annenin tersliği üzerindeydi. Kızlara karşı sertçe konuşuyor ve söyleniyordu. Bir süre sonra Sarah "Anne sanırım sorununun ne olduğunu biliyorum, senin sevgi kupan boşalmış" diyerek annesinin boynuna sarıldı ve öptü. Annesinin sevgi kupası dolup taştı ve anne yine o eski mutlu kişiliğine büründü.
müthiş yazılar
XSENTOS'TAN
BİR MAĞARA YAZISI
Gürültünün patırtının ortasında sükunetle dolaş;
sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma.
Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe,
herkesle dost olmaya çalış.
Sana bir kötülük yapıldığında,
verebileceğin en iyi karşılık, unutmak olsun.
Bağışla ve unut.
Ama kimseye teslim olma.
Seveceğin bir iş seçersen,
hayatın boyunca bir an bile çalışmış sayılmaz ve yorulmazsın.
İşini öyle seveceksin ki,
başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken,
verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.
Aşka burun kıvırma sakın.
O çöl ortasındaki yemyeşil bir bahçedir.
O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için,
her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.
Kaybetmeyi, ahlaksızca bir kazanca tercih et.
Bazı idealler o kadar değerlidir ki,
o yolda mağlup olman bile zafer sayılır.
Görmeye çalış ki bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen,
dünya yine de insanoğlunun yegane mekanıdır.
(Bu yazı milattan önce 900 yılında Xsentos'ta yazılmış bir mağara grafittisinden alınmıştır. Yazı Cem Özer'in "Acem'i Yazılar kitabının 79-80. sayfalarında yer almaktadır. Kitap Parantez Yayınları tarafından yayınlanmıştır.)
EĞER BİR ÇOCUK
Eğer bir çocuk;
Sürekli eleştirilmişse
Kınamayı, ayıplamayı,
Kin ortamında büyümüşse
Kavga etmeyi,
Alay edilip aşağılanmışsa
Sıkılıp utanmayı,
Devamlı utandırılarak terbiye edilmişse
Kendini suçlamayı öğrenir.
Eğer bir çocuk;
Hoşgörü ile yetiştirilmişse
Sabırlı olmayı,
Desteklenip yüreklendirilmişse
Kendine güven duymayı,
Övülmüş ve beğenilmişse
Takdir etmeyi,
Hakkına saygı gösterilerek büyütülmüşse,
İnançlı olmayı
Kabul ve onay görmüşse
Kendini sevmeyi,
Aile içinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse,
BU DÜNYADA MUTLU OLMAYI ÖĞRENİR.
Dorothy Nolte
ÇOCUKTAN ANNESİNE
Lütfen Alkollü Araba Kullanmayın
Dün bir partiye gittim anne, bana öğütlediklerin aklımdaydı,
"İçki içme yavrum" demiştin, yalnızca soda içtim anne.
Dediğini yaptığım için içim gururla doluydu,
Diğerlerine benzemedim ve İÇKİLİ ARABA KULLANMADIM.
Ben doğru olanı yaptım anne, tıpkı senin dediğin gibi...
Şimdi parti sona eriyor anne ve herkes içkili
Arabayı kullanmaya başladım anne, tam yola çıkacaktım,
Diğer araba beni görmedi anne, bana bir eşyaymışım gibi çarptı.
Kaldırımda uzanmış yatarken yaralı,
Polisin "Bu çocuk sarhoş" dedigini duydum anne
Bana çarpan sarhoşsa onun hatasını ben mi ödeyeceğim anne?
Burada ölüyorum anne, hayatım bir balon gibi sönecek mi?
Etraf kan dolu anne, benim kanımla.
Hissediyorum, birazdan öleceğim.
Sana son bir şey söylemek istiyorum anne,
Yemin ederim hiç içmedim,
İçen ben değil, onlardı anne......
Galiba bana çarpanla aynı partideydik,
Tek fark; o sadece sarhoş, bense ölüyorum anne.
İnsanlar neden içer anne?
Şimdi keskin bir acı duyuyorum, tıpkı bıçak gibi.
Bana çarpan çocuk yürüyor, görüyorum. Bu haksızlık!
Kardeşime söyle ağlamasın anne, babama söyle cesur olsun.
Mezarımın başına "babasının kızı" diye yazmayı unutmasın.
Birileri ona içkili araba kullanmamasını söylemeli anne.
Nefesim tükeniyor, gittikçe halsizleşiyorum.
Ne olur ağlama arkamdan.
Son bir sorum var anne elveda demeden önce,
SUÇLU BEN OLMADIĞIM HALDE ÖLEN NEDEN BENİM...
(Bu şiir İngiltere'de alkollü sürücüler yüzünden yaşamlarını yitirenlerin anısına yazılmış olup, internet aracılığı ile tüm dünyayı dolaşmaktadır.)
GERÇEK FAKİRLİK
Günlerden bir gün zengin bir baba ailesi ve oğlunu köye götürdü.
Bu yolculuğun tek amacı vardı;
insanlarin ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek.
Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler.
Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu;
"İnsanlarin ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?"
"Evet!"
"Ne öğrendin peki?"
Oğlu yanıt verdi;
"Şunu gördüm:
Bizim evde bir köpeğimiz var,
onlarınsa dört.
Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var,
onlarınsa sonu olmayan bir dereleri.
Bizim bahçemizde ithal lambalar var,
onlarınsa yıldızları.
Bizim görüş alanımız ön avluya kadar,
onlarsa bütün bir ufku görüyorlar."
Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı.
Oğlu ekledi;
"Teşekkürler, baba.
Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!''
YAŞAM ÖĞÜTLERİ
1. Büyük aşklar ve büyük kazanımların büyük risk taşıdığını hesaba katın.
2. Kaybettiğinizde, aldığınız dersi de kaybetmeyin.
3. Üç 'S'yi hep uygulayın:
Saygı, kendiniz için
Saygı, başkaları için ve
Sorumluluk, tüm davranışlarınız için,
4. İstediğinizi alamamanızın bazen ne kadar büyük bir şans olduğunu hatırlayın.
5. Kuralları iyi öğrenin ki, onları düzgün şekilde ihlal etmeyi bilesiniz.
6. Küçük bir aksaklığın, büyük bir arkadaşlığı yaralamasına izin vermeyin.
7. Hata yaptığınızı anladığınız zaman, düzeltmek için derhal gerekli adımları atın.
8. Biraz yalnız zaman harcayın.
9. Kollarınızı değişime açın, ama değerlerinizin kaybolup gitmesine izin vermeyin.
10. Sessizliğin bazen en iyi yanıt olduğunu hatırlayın.
11. İyi ve şerefli bir hayat yaşayın. Yaşlandığınızda ve dönüp geçmişinize baktığınızda, ikinci kez keyif alın.
12. Sevgi dolu bir ev hayatınızın temelidir. Sakin, düzenli bir ev yaratmak için elinizden gelen herşeyi yapın.
13. Sevdiklerinizle anlaşmazlığa düştüğünüzde, sadece mevcut durumla ilgilenin. Geçmişi getirmeyin.
14. Bilginizi paylaşın. Bu ölümsüzlüğe giden yoldur.
15. Dünyaya karşı nazik olun.
16. Yılda bir kez, daha önce hiç gitmediğiniz bir yere gidin.
17. En iyi ilişkinin, birbirinize karşı duyduğunuz aşkın, birbirinize olan ihtiyaçtan daha fazla olduğu zamanı işaret ettiğini hatırlayın.
18. Başarınızı, ona ulaşmak için nelerden vazgeçtiğinizle yargılayın.
19. Aşka ve yemek pişirmeye, sonuçlarını hiç düşünmeden girişin.
(Nepal "İyi Şanslar" Mantrası'ndan alınmıştır)
DİLENCİ
Sen, hergün köşe başlarında
yırtık urbanla kirli ellerinle
avuç açan, sefil insan.
İnan yok farkımız birbirimizden.
sen belki tüm yaşamınca dilenecek;
beklediğin beş kuruşu biri vermezse,
ötekinden isteyeceksin.
Ama ben, tüm yaşamım boyunca
tek bir kez dilendim,
bir acımasız kalbin sevdası ile alevlendim.
Öylesine boş öylesine açık kaldı ki elim,
yemin ettim bir daha dilenmeyeceğim.
Victor Hugo
NE GÖRÜYORSUNUZ?
Harp sırasında kocam New Mexiko'daki Mojave çölüne gönderilmişti. O, çölde tatbikata katılırken yanında olabilmek için ben de çölün yolunu tuttum.
Kendimi cehennemin kucağına atmıştım. Ortalık yanıyordu. Küçük bir kulübede oturuyordum ve yanında olmak için tehlikeye atılarak geldiğim kocamı unutmuş, can derdine düşmüştüm.
Etrafımdaki Meksikalılar ve yerliler, tek kelime İngilizce bilmediğinden, kimseyle konuşamıyordum. Sıcak rüzgar, bir taraftan bedenimi kavuruyor, diğer taraftan yediğim yemeği de, ağzımı burnumu da kumla dolduruyordu. Canıma yetmişti.
Kağıda kaleme sarılıp babama bir mektup yazdım.
"Gelin, beni buradan alın" dedim.
"Burada yaşamaktansa hapishanede yaşamayı tercih ederim."
Babamı beklerken cevabı geldi.
Sadece iki satır yazmıştı;
"İki adam hapishane penceresinden dışarıya baktı.
Biri çamuru gördü, diğeri yıldızları."
Bu iki satırı okuyunca utancımdan kıpkırmızı kesildim.
Ben hep çamuru görmüştüm.
Halbuki yıldızlar da vardı.
Derhal yerlilerle dost oldum. Kilimlerine, çanak ve çömleklerine olan hayranlığımı belirttim. Turistlere para ile vermeye yanaşmadıkları kıymetli eşyalarından bana hediyeler verdiler.
Kaktüsleri, vukka ve erguvan ağaçlarını inceledim.
Kır köpeklerini tanıdım.
Çöl gurubunu seyrettim.
Çöl, yüzlerce yıl önce deniz dibi olduğundan kumun içinde deniz hayvanlarının kabuklarını aradım.
Ne değişmişti de, dün nefret ettiğim çöle bugün bağlanmıştım.
Çöl mü değişmişti?
Hayır.
O yine kavuruyordu.
Yerliler mi değişmisti?
Hayır.
Onlar, yine ingilizce bilmiyorlardı.
Sadece ben değişmiştim.
Pencereden kafamı uzatmış ve yıldızları görmüştüm.
Thelma Thompson
POZİTİF DÜŞÜNCE
John Ruskin, ünlü bir İngiliz sanat eleştirmenidir.
Bir gün, Ruskin'in zengin bir arkadaşıyla akşam yemeği randevusu vardır.
Arkadaşı suratı asık bir şekilde gelir.
Anlaşıldığına göre, yemeğe gelirken arkadaşının göğüs cebindeki dolmakalem kırılmış ve kısa bir süre önce hediye olarak aldığı değerli bir mendilin üzerine çıkmayan Hint mürekkebi leke yapmıştı.
Arkadaşı mendili çıkarıp Ruskin'e gösterir.
Kumaşın ortasında çok belirgin siyah yuvarlak bir leke vardır.
Adam o kadar üzülmüştür ki, yemeğine çok az dokunabilir ve eve aceleyle dönerken, mendili masanın üstünde unutur.
Ruskin, çıkarken mendili yanına alır.
Birkaç hafta sonra zengin arkadaşının evine bir paket teslim edilir.
Açtığında, kendisini çok şaşırtan ve sevindiren bir şekilde mürekkep lekeli mendilin harika bir sanat eserine döndüğünü görür.
Ruskin, biraz Hint mürekkebi almış ve yuvarlak lekeyi merkez noktası olarak kullanıp, bütün mendili kaplayan nefis bir desen çizmişti.
İnsanlar eğer pozitif düşünürlerse ve yaratıcı davranırlarsa, olumsuzlukları başarıya dönüştürebilirler.
Ruskin, arkadaşının küçük üzüntü duvarına bir kapı açarak mutluluğunu sağlamıştı.
Hem özverili davranışı ile yaşamlarını zenginleştirmiş, hem de arkadaşının sevgisini kazanmıştı.
DEFNE
Orman Tanrısı ile Nehir Tanrısının bir kız çocuğu olur.
Adını "Defne" koyarlar.
Tanrılar çocuklarını kimseye göstermezler.
Ancak artık büyümüş ve güzelliği dille anlatılacak gibi değildir.
Genç kız her gün ormanda gezintiye çıkar.
Bir gün, bir flüt sesi duyar.
Sesi takip eder ve
flütü çalanın Doğa Tanrısı Apollo olduğunu görür.
Genç kız, her gün onu gizlice dinler.
Fakat, Apollo onu fark eder.
Kızın cazibesi Apollo'yu hemen sarar ve
Defne'yi yakalamak ister.
Genç Kız hızla kaçar.
Ancak Apollo ona yetişir ve
tam yakalayacağı an,
Defne, babası olan Orman Tanrısından yardım ister.
Orman Tanrısı o an kızının ağaç olmasını diler.
Defne'nin ağaç olması üzerine Apollo;
"Madem O'na kavuşamadım,
ben de O'nu sonsuza dek koruyacak bir rüzgar olayım" der ve
rüzgar olur.
Bugün, defne ağaçlarının etrafında hafif bir rüzgarın estiği söylenir.
DAPHNE
Bir gün, Apollon Thessalia'da
kıyıları ağaçlarla gölgelenen Peneus ırmağı kenarında,
güzel bir genç kız gördü.
Bu güzelin adı Daphne idi ve
Apollon, görür görmez ona aşık olmuştu.
Daphne, ormanların derinliklerinde dolaşmaktan zevk alıyordu.
Ay ışığında yabani hayvanları kovalamak, avlamak en büyük eğlencesi idi.
Yalnız başına dolaşmayı çok seviyordu.
Dahası, Daphne hayatı boyunca yalnız yaşamaya yemin etmişti.
Erkeklerden nefret ediyordu.
Bu yüzden evlenmeyi kesinlikle istemiyordu.
Fakat Apollon ona delicesine tutulmuş peşini bırakmıyordu.
Ormanda karşılaştıklarında
Tanrı Apollon güzeller güzeli bu kızla konuşmak istedi
ancak Daphne ondan korkarak koşmaya başladı.
Apollon ne dediyse onu durmaya ikna edemedi,
Daphne korkmuştu bir kere.
Yorgun düşene kadar koştu koştu,
daha fazla koşacak gücü kalmadığında yere yıkıldı ve
toprak anaya yalvarmaya başladı.
"Ey toprakana beni ört, beni sakla, kurtar"
Toprakana onun yakarışını duymuştu.
Az sonra Daphne,
yorgunluktan ağrıyan bacaklarının sertleştiğini,
odunlaşmaya başladığını hissetti.
Gri renk bir kabuk göğsünü kapladı.
Güzel kokulu saçları yapraklara dönüştü ve
kolları dallar halinde uzandı,
küçük ayakları ise kök olup toprağın derinliklerine doğru indi.
Apollon, sevdiği kıza sarılmak isterken
bu Defne ağacına çarpınca şaşırdı.
O günden sonra Defne ağacı Apollon'un en sevdiği ağaç oldu ve
defne yaprakları genç tanrının saçlarının çelengi oldu.
Kahramanlara ödül olarak defne yapraklarından yapılma taçlar taktılar.
ZORLAR ve KOLAYLAR
Hayatta zor işler, kolay işler var,
Bunları ayıran insan olmak zor.
Bilgiçlik taslamak, konuşmak kolay,
Az ve öz konuşup susan olmak zor.
Akıl vermek kolay, iş bozmak kolay,
Bozuğu onaran insan olmak zor.
Niyet etmek kolay, başlamak kolay,
Bir işi bitiren insan olmak zor.
Almak kolay, benlik, bencillik kolay,
Alan insan değil, veren olmak zor.
Merak kolay, olay seyretmek kolay,
Bakan insan değil, gören olmak zor.
Kazanç kolay, servet, zenginlik kolay,
Vicdanlı, namuslu patron olmak zor.
Açları kandırmak, azdırmak kolay,
Açları doyuran insan olmak zor.
Yemin etmek kolay, söz vermek kolay,
Verdiği sözünde duran olmak zor.
Seçilmek, yükselmek, baş olmak kolay,
Sahtekar baskıyı kıran olmak zor.
Hile, yalan, riya, kalleşlik kolay,
Doğru olmak, içten insan olmak zor.
Kan akıtmak kolay, acıtmak kolay,
Acıyan yarayı saran olmak zor.
Nefse uymak kolay, hırslanmak kolay,
Nefsini, hırsını yenen olmak zor.
Yuva kurmak, evlenmek kolay,
Yuvada huzura eren olmak zor .
Yaşam kolay, doğmak, yaşlanmak kolay,
İnsanca yaşlanmak, insan olmak zor.
CAFFEE SOSPESO
ASKIDA KAHVE
Ünlü İtalyan sinema sanatçısı Vittorio de Sica bir TV röportajında anlatıyor:
İtalya'da Napoli'nin kenar mahallelerinden birinde, bir Cafe-Bar da, espressolarımızı içiyoruz.
İçeri giren müşterilerden biri, barmene "due caffee, uno sospeso" (iki kahve, biri askıda) diyor, iki kahve parası veriyor, bir kahve içip gidiyor, barmen de tezgahın üzerinde asılı duran çiviye bir küçük kağıt asıyor.
Biraz sonra iki kişi içeri giriyor: "due caffee e un sospeso" (iki kahve ve bir askıda) diyorlar, üç kahve parası verip, iki kahve içip gidiyorlar, barmen gene bir küçük kağıt daha asıyor.
Bunun gün boyu böyle sürdüğü anlaşılıyor.
Derken üstü başı biraz eski, püskü, belli ki fakir biri bardan içeri girdi, barmene "un caffee sospeso" (askıdan bir kahve) dedi ve barmenin hazırladığı kahveyi içip, para ödemeden çıkıp gitti.
Barmen de tezgahın üzerine asmış olduğu kağıtlardan bir tanesini aşağı indiriverdi...
YAŞAMAK
Yaşamak fırsattır, yararlanmayı bil.
Yaşamak güzelliktir, kıymetini bil.
Yaşamak mutluluktur, tatmayı bil.
Yaşamak rüyadır, gerçekleştirmeyi bil.
Yaşamak meydan okunmasıdır sana, karşı çıkmayı bil.
Yaşamak görevdir, tamamlamayı bil.
Yaşamak oyundur, oynamayı bil.
Yaşamak servettir, korumayı bil.
Yaşamak aşktır, sevgidir, keyfini çıkarmayı bil.
Yaşamak bilmecedir, çözmeyi bil.
Yaşamak verilmiş bir sözdür, tutmayı bil.
Yaşamak hüzündür, aşmayı bil.
Yaşamak şarkıdır, söylemeyi bil.
Yaşamak mücadeledir, kabullenmeyi bil.
Yaşamak şanstır, kullanmayı bil.
YAŞAMAK YAŞAMAKTIR, UĞRUNA SAVAŞMAYI BİL
ELBETTE
Güneş her akşam batıp her gün doğuyorsa
Çiçekler solup solup tekrar açıyorsa
En derin yaralar kapanıyorsa
En büyük acılar unutuluyorsa
Neden korkulur hayatta söyleyin bana
Ben neden hep aynı kalayım söyleyin bana
Elbette bazen çiçek açıp bazen solacağım
Elbette daldan dala konup sonra uçacağım
Elbette bazen hızla dönüp bazen duracağım
Elbette bazen söyleyip bazen susacağım
İnanmadım asla inanamam
Herşeyin bir sonu olduğuna
Elbette bugün ağlıyorsam yarın güleceğim
Elbette önce çekip gidip sonra döneceğim
Candan Erçetin
MADENCİ
Madenci sıcak bir yaz günü güneşin altında çalışırken, birden sıcağın onu daha verimli çalışmasından alıkoyduğunu farketmiş ve o an "güneş benim çalışmamı engelliyor. O zaman benden daha güçlü" diye düşünmüş.
Güce de çok önem verdiği için o an GÜNEŞ olmayı dilemiş Allah'tan.
Allah, madencinin isteğini kabul etmiş ve madenci güneş olmuş.
Bütün dünyayı ışınıyla aydınlatmış, heryeri kavurmuş gücünü herkese göstermiş.
Fakat bir gün güneşin önüne bulut gelmiş.
Bizim madenci çok sinirlenmiş bu işe. Çünkü bulut güneşin ışınlarını kesiyormuş ve madenci "bulut güneşten daha güçlü ben bulut olmak istiyorum" demiş
ve o an bulut olmuş madenci.
Yağmurlar yağdırmış, seller bastırmış, şimşekler yaratmış.
Güçlü olduğu için halinden memnunmuş.
Ama fazla uzun sürmemiş mutluluğu. Çünkü bu sefer de rüzgar bulutu sürüklemiş ve bizim madenci yine düşünmüş ki "rüzgar bulutu sürükleyebiliyorsa o zaman en güçlüsü rüzgar", "ben rüzgar olmak istiyorum" demiş
ve rüzgar oluvermiş o an.
Madenci rüzgar şeklinde fırtınalar estirmiş, denizleri coşturmuş, kasırgalar yaratmış. Ama bu seferde eserken karşısına koca bir taş kütlesi çıkmış. Bir bakmış "bu nasıl bir şey ki benim rüzgarımı kesiyor?" diye düşünmüş. O taş kütlesi aslında bir dağmış. Ve Allah'tan son bir dilekte bulunmuş. Bir dağ olmayı istemiş.
Madencinin isteği kabul olmuş ve sonsuza kadar dağ olarak yaşamaya karar vermiş. Çünkü dünyadaki en güçlü şey dağ olduğunu düşünmeye başlamış.
Madenci dağ olarak hayatından memnun bir şekilde yaşarken birden bir rahatsızlık hissetmiş. Bir şey içini kemiriyormuş.
Derken dağ onu rahatsız eden şeyin ne olduğunu bulmuş;
onu rahatsız eden, içini kemiren bir madenciymiş.
DEĞİŞİM
Westminster manastırının bodrumunda bir Anglikan piskoposunun mezarı üstünde şu sözler yazılıdır:
"Genç ve hür iken, düşlerim sonsuzken, dünyayı değiştirmek isterdim.
Yaşlanıp akıllanınca, dünyanın değişmeyeceğini anladım.
Ben de düşlerimi biraz kısıtlayarak sadece memleketimi değiştirmeye karar verdim.
Ama o da değişeceğe benzemiyordu.
İyice yaşlandığımda, artık son bir gayretle, sadece ailemi, kendime en yakın olanları değiştirmeyi denedim.
Ama maalesef bunu kabul ettiremedim.
Ve şimdi ölüm döşeğinde yatarken birden farkettim ki, önce yalnız kendimi değiştirseydim, onlara örnek olarak ailemi de değiştirebilirdim.
Onlardan alacağım cesaret ve ilhamla, memleketimi daha ileri götürebilirdim.
Kim bilir, belki dünyayı bile değiştirebilirdim."
BİR EFSANEDEN
Tanrılar insanoğlunu yaratmamış,
yer ile gök henüz birbirinden ayrılmamıştı daha.
Evrenin bütün renkleri iç içeydi.
Mavi sarısıyla, beyaz siyahıyla yaşıyordu.
Derken bir gün tanrılar sıkıldı.
Yer ve göğün savaşmasını istediler.
Kazananın rengi sonsuzluk olacaktı.
İki yakın arkadaş hiç istemedikleri halde tanrılarının sözünü dinlediler.
Büyük bir gürültüyle yıllarca sürdü savaş.
Sonunda gökyüzü kazandı ve mavi renk ona verildi.
Sonsuzluk ve özgürlük de...
Arkadaşına çok üzülen gök, tanrılara yalvardı.
Göğün göz yaşlarından denizler yarattılar.
Mavisinden serpiştirdiler biraz da.
Göğün kuşlarını balık yaptılar derin mavilikte tanrılar.
Söylenenlere göre her dolunay düşünce denize,
iki dost milyonlarca yıllık öykülerini anlatırmış derinlere.
İki dostun hikayelerini bütün balıklar, bütün yosunlar bilirler
fakat konuşamazlar dile getiremezler bir türlü.
Oysa derinlere daldığınızda
siz de ortak olursunuz milyonlarca yıllık hikayeye...
IŞIK
Küçük bir kasabada genç bir adam kendi işini kurdu. Bu, iki caddenin köşesinde bir perakendeciydi.
Adam dürüst ve dost canlısıydı, insanlar onu seviyorlardı. Ondan alışveriş yapıyorlar ve arkadaşlarına tavsiye ediyorlardı.
Adam bir yıl içinde bir dükkandan, Amerikanın bir ucundan diğerine uzanan bir zincir oluşturdu.
Bir gün hastalanıp hastaneye kaldırıldı. Doktorlar az zamanı kalmış olabileceğinden endişe ediyorlardı.
Üç yetişkin çocuğunu yanına çağırdı ve onlara bir görev verdi;
İçinizden biri yıllar boyu uğraşarak kurduğum şirketimin başına geçecek. Hanginizin bunu hak ettiğine karar vermek için, her birinize birer dolar vereceğim. Şimdi gidip bu birer dolarla ne alabiliyorsanız alacaksınız, ama bu akşam geri döndüğünüzde paranızla aldığınız şey hastahane odamı bir uçtan bir uca doldurmalı.
Çocuklar bu başarılı şirketi yönetme fırsatı karşısında heyecana kapıldılar. Üçü de şehre gidip parasını harcadı.
Akşam geri döndüklerinde babaları sordu;
"Birinci, çocuğum, bir dolarla ne yaptın?"
Çocuk cevap verdi; "Arkadaşımın çiftliğine gittim, bir dolarımı verdim ve iki balya saman aldım".
Sonra odadan dışarı çıktı, saman balyalarını getirdi, açtı ve havaya savurmaya başladı. Oda bir anda samanlarla dolmuştu. Ama biraz sonra samanların tamamı yere indi ancak babanın söylediği gibi odayı bir uçtan öbür uca dolduramadı.
Adam sordu; "Peki ikinci çocuğum, sen paranla ne yaptın?"
"Yorgancıya gittim. İki tane yastık aldım."
Bunu söyleyen çocuk, yastıklari içeri getirdi, açtı ve tüyleri bütün odaya dağıttı. Zaman içinde bütün tüyler yere düştü, böylece oda yine dolmamıştı.
"Sen üçüncü çocuğum, sen paranı ne yaptin?" diye sordu adam.
"Dolarımı cebime koyup senin yıllar önceki dükkanın gibi bir dükkana gittim.
Dükkanın sahibine parayı verdim ve bozmasını istedim. Dolarımın 50 centini İncil'de yazıldığı gibi çok değerli bir şeye verdim. 20 centini şehrimizdeki iki yardım kurumuna bağışladım. 20 centte kiliseye verdim. Böylece bir onluğum kaldı. Bununla iki şey aldım."
Çocuk elini cebine atıp bir kibrit kutusu ve bir mum çıkardı.
Işığı kapatıp, mumu yakınca oda mumun yaydığı ışıkla dolmuştu.
Oda, samanla veya tüyle değil, bir uçtan öbür uca ışıkla dolmuştu.
Baba memnundu.
"Çok iyi oğlum. Bu şirketin başına sen geçeceksin. Çünkü yaşam hakkında çok önemli bir şeyi, ışığını yaymayı biliyorsun. Bu çok güzel"
N.Qubein
OĞLUMUN ÖĞRETMENİNE
Öğrenmesi gerekli, biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını.
Fakat şunu da öğret ona; her alçağa karşılık bir kahraman, her bencil politikacıya karşılık kendini adamış bir lider vardır.
Her düşmana karşılık bir dost olduğunu da öğret ona.
Zaman alacak biliyorum. Fakat eğer öğretebilirsen ona, kazanılan bir doların bulunan beşinden daha değerli olduğunu öğret.
Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve hem de kazanmaktan neşe duymayı.
Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.
Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona.
Bırak erken öğrensin zorbaların görünüşte galip olduklarını.
Eğer yapabilirsen, ona kitapların mucizelerini öğret.
Fakat ona sessiz zamanlar da tanı. Gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği.
Okulda hata yapmanın hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.
Kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi.
Nazik insanlara karşı nazik, sert olanlara karşı da sert olmasını öğret ona.
Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma.
Tüm insanları dinlemesini öğret ona. Fakat tüm dinlediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret.
Eğer yapabilirsen, üzüldüğünde bile nasıl gülümseyeceğini öğret ona.
Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.
Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini.
Ona kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını, fakat hiçbir zaman kalbi ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.
Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona. Ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa dimdik dikilip savaşmasını öğret.
Ona nazik davran, fakat onu kucaklama. Çünkü ancak ateş çeliği saflaştırır.
Bırak sabırsız olacak kadar cesarete sahip olsun.
Bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.
Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır.
Bu büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bak bakalım.
O, ne kadar iyi, küçük bir insan. Oğlum.
Abraham Lincoln
(Oğlunun öğretmenine yazdığı mektuptan alınmıştır
EĞER
Eğer, herkes kendini kaybedip seni suçladığı zaman,
sen soğukkanlığını koruyabilirsen;
Eğer, herkes senden kuşkulandığında
sen kendine güvenip tüm şüpheleri hoşgörüyle karşılayabilirsen;
Eğer, sabırla bekleyebilir ve beklemekten yorulmazsan;
ya da iftiraya uğradığında yalana yalanla karşılık vermezsen
ve kin tutana kin duymazsan;
Eğer, düşlere kapılmadan düş kurabilir;
düşünebildiğin halde düşüncelerinin kölesi olmazsan
ve aynı zamanda ne çok uysal olup
ne de çok akıllıca bir tavırla konuşmazsan;
Eğer, ne kazandım diye sevinir,
ne yıkıldım diye yerinir,
ikisini de karşılayıp yüzleşebilirsen
ömür verdiğin şeylerin yıkılışını seyredebilir
ve yine onu kurmaya çalışırsan;
Eğer, iş işten geçtikten sonra da yüreğini ve bedenini seferber edip
herkesin vazgeçtiği noktada sen amacına yönelebilirsen;
Eğer, herkes ile birlikte olur da, erdemli kalabilirsen
ya da krallarla dolaştığın bir durumda,
gururlanıp benliğini ve dostlarını unutmazsan;
Eğer, ne sevgili dostların, ne de düşmanların seni incitmezse
ve kimseyi hem küçümsemez,
hem de kimseye bağımlı olmamayı başarabilirsen;
Eğer, her günün her saatini,
her dakikanın her saniyesini iç rahatlığıyla yaşabilirsen,
bütün dünya senin olur
ve o zaman artık
"ADAM"
olduğunu düşünebilirsin....
GÜNÜN MENÜSÜ
Bir ölçü "Günaydın"
İki ölçek "İyi Günler"
Birazcık "İlgi"
Bir tutam "Anlayış"
Normal ölçüde "Nezaket"
Bir tatlı kaşığı "Tolerans"
Malzemeyi iç dünyanızdan alın
Yıkamaya gerek yok tertemizdir
Gönül teknenizde yavaşça karıştırın
Kokusu her yanınıza sinince
İçine duygu şerbeti ekleyip karıştırın
Karışımı hayat tabağının üzerine yavaşça boşaltın
Üstünü sevgi marmelatı ile süsleyin
Gökkuşağının renginden bir kaç parça serpiştirin
Gün boyunca afiyetle yiyin
Sadece kendiniz yemeyin
Herkese verin...
Yemeğin adı: İNSANLIK
MUTLULUK REÇETESİ
İnsanlar bana hep "daha çok mutlu olmanın yollarını" sorar, hani neredeyse bir reçete isterler. Genel geçer bir mutluluk reçetesinin imkansızlığını anlatmaya çalıştığımda da, onları önemsemediğimi düşünüp kızarlar ya da bilgiyi kendime saklamakla suçlarlar.
Baskılara daha fazla dayanamıyor ve bazı basit kuralları reçeteleştiriyorum, işte sizin için. Kurallar çeşitli kitaplardan öğrendiklerimin ve deneyimlerimin neticesinde oluşmuştur. Tamamının özgün olmadığını söylemeliyim.
Apache Kabilesi'ne ait atasözünün açıklayış biçimiyle, öğreniyorum ben de sizler gibi;
"Baykuş gibi sabırlı bir seyirci olmayı öğrendik.
Kargadan zeki olmayı öğrendik.
Kendisinden on kat büyük baykuşu arazisinden atmak için,
durmaksızın mücadele veren alakargadan, cesareti öğrendik.
Fakat hepsinden önce, öğretmenimiz olarak iskete kuşu gelir.
Çünkü onun, boyun eğmez bir ruhu vardır."
Gelelim reçetemize:
1. "Sadece kendi davranışlarınızı kontrol edebilirsiniz, diğerlerinin değil" gerçeğini, tartışmasız kabul edin.
2. Kimse size istemediginiz bir şeyi yaptıramaz, sizin de diğerlerine yaptıramayacağınız gibi. Başkalarını kontrol etme isteğini ve bu istek için harcadığınız enerjiyi kendinize yönelttiğinizde, yapabilme gücünüz ve özgürlüğünüz artar; ancak özgürlüğün de bir bedeli olduğunu unutmayın.
3. Özgürlüğünüze ait istekleriniz, diğerlerinin hak alanına girdiğinde, çatışma yaratır. Bu yüzden isteklerinizin, diğer kişinin hangi alanına girdiğine ve ne anlam ifade ettiğine dikkat edin. Laf olsun diye istemeyin. Bedelini ödeyemeyecekseniz dile getirmeyin.
4. Ne kadar büyük ve acı verici olursa olsun, sorunu kabul edip, yüzleşin. Üzüntüyü çekmeden, çözüm üretip güçlenmeniz mümkün değildir. Sakinleşin, önceliklerinizi belirleyin ve düzenleyip, yapılandırın.
5. Geçmişe saplanıp kalmayın; değiştiremeyecekleriniz için yanıp yakılmak ve pişmanlık duymak faydasızdır. Şu andan sonrasına etki edebileceğinizi farkedin. Hatalarınızı ve nedenlerini bulup, yolunuza devam edin.
6. Sevgi, huzur, paylaşım, gevşeme gibi ihtiyaçlarınızı reddetmeyin. Koşullar gereği şu anda karşılayamıyorsanız, yapabildiğiniz kadarını gerçekleştirin.
7. Esneme ve uyum yeteneklerinizi geliştirin. Katı prensipleri olmak, kişilik gücüne işaret etmez. Temel özelliklerinizi koruyarak, gelişime açık olun ve gelişimin getireceği değişimlerden korkmayın. Sevdiğiniz insanların da gelişimi için fırsat tanıyın; korkularınızı kontrol altına alın.
8. Hareket alanınızı geniş tutun. Birey olma haklarınızı kullanacağınız alanın büyüklüğü, kendinize duyduğunuz güveni artıracaktır. Uğraşlar, hobiler, farklı arkadaşlar, bakış alanınızı genişleteceği gibi, kişisel gücünüzün artmasına etki edecektir.
9. Zaafsız insan yoktur. Neler olduğunu belirleyin. Bu zaaflara yönelik durum, duygu, düşünce vb. ile karşılaştığınızda, her zamankinden daha dikkatli olun.
10. Olumsuz özelliklerinizi görmede gösterdiğiniz hassasiyeti, olumlu özelliklerinizi görmek için de kullanın, ama kantarın topuzunu kaçırmayın.
Reçete daha uzar gider, ama temel kurallar bunlar.
Kuralları zaten daha önce farkettiğiniz halde
uygulamada problemlerle karşılaşıyor ya da
okuduktan sonra zorluk yaşıyorsanız,
bir profesyonelin yardımına ihtiyaç duyuyorsunuz demektir.
Son söz yine bir kızılderili atasözü olsun mu?
"Soruyu yüreğine sor, cevap da yürekten gelecektir".
MASA DA MASAYMIŞ HA
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini, çıkrık sesini
Ekmeğin, havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı, gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Tokluğunu, açlığını koydu
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.
Edip Cansever
KENDİNLE BARIŞIK
Geçinmek için ne yaptığın beni ilgilendirmiyor.
Neyi özlediğini,
Kalbinin arzuladığı şeye kavuşmanın
hayalini kurmaya cesaret
edip edemediğini bilmek istiyorum.
Kaç yaşında olduğun beni ilgilendirmiyor.
Aşk için, hayallerin için, yaşıyor olma serüveni için
Bir aptal gibi görünme riskini
göze alıp alamayacağını bilmek istiyorum.
Ay'ın etrafında hangi gezegenlerin
döndüğü beni ilgilendirmiyor.
Kederinin merkezine dokunup dokunmadığını,
hayatın ihanetlerince açılıp açılmadığını,
daha fazla acı korkusundan
kapanıp kapanmadığını bilmek istiyorum.
Saklamaya, azaltmaya ya da
düzeltmeye çalışmadan
benim ya da kendi acınla oturup oturamayacağını
bilmek istiyorum.
Benim ya da kendi neşenle olup olamayacağını,
insan olmanın sinirliliğini hatırlamadan,
bizi dikkatli ve gerçekçi olmamız için uyarmadan
çılgınca dans edip,
coşkunun seni parmak uçlarına kadar doldurmasına
izin verip vermeyeceğini bilmek istiyorum.
Bana anlattığın hikayenin doğru
olup olmaması beni ilgilendirmiyor.
Kendi kendine dürüst olmak için
bir başkasını hayal kırıklığına
uğratıp uğratamayacağını;
ihanetin suçlamasına dayanıp,
kendi ruhuna ihanet edip etmeyeceğini
bilmek istiyorum.
Güvenebilir ve güvenilebilir
olup olamayacağını bilmek istiyorum.
Her gün sevimli olmasa da
güzelliği görüp göremeyeceğini
bilmek istiyorum.
Benim ve kendi hatalarınla
yaşayıp yaşayamayacağını;
bir gölün kenarında durup
gümüş ay'a "EVET!"
diye bağırıp bağırmayacağını
bilmek istiyorum.
Nerede yaşadığın
ya da ne kadar paran olduğu
beni ilgilendirmiyor.
Keder ve umutsuzlukla geçen
bir gecenin ardından,
yorgun, bitap da olsan,
çocuklar için yapılması gerekenleri
yapıp yapmayacağını bilmek istiyorum.
Kim olduğun,
buraya nasıl geldiğin beni ilgilendirmiyor.
Çekinmeden benimle ateşin ortasında
durup durmayacağını bilmek istiyorum.
Nerede, kiminle,
ne okuduğun beni ilgilendirmiyor.
Diğer herşey bittiğinde
seni ayakta tutan şeyin
ne olduğunu bilmek istiyorum.
Kendinle yalnız kalıp kalamadığını
ve o boş anlarda sana arkadaşlık eden kendini
gerçekten sevip sevmediğini bilmek istiyorum.
Orian Mountain Dreamer
ZAMAN AYIR
ÇALIŞMAK İÇİN ZAMAN AYIR
Bu, başarının bedelidir.
DÜŞÜNMEK İÇİN ZAMAN AYIR
Bu, kudret ve kuvvetin kaynağıdır.
EĞLENMEK İÇİN ZAMAN AYIR
Bu, genç kalmanın sırrıdır.
OKUMAK İÇİN ZAMAN AYIR
Bu, bilginin temelidir.
İBADET İÇİN ZAMAN AYIR
Bu, yücelmenin yoludur.
BAŞKALARINA YARDIM VE
ARKADAŞLARDAN HOŞLANMAK
İÇİN ZAMAN AYIR
Bu, mutluluğun kaynağıdır.
SEVMEK İÇİN ZAMAN AYIR
Bu, hayatın kutsallıklarından biridir.
HAYAL KURMAK İÇİN ZAMAN AYIR
Bu, ruhu yıldızlara eriştirir.
GÜLMEK İÇİN ZAMAN AYIR
Bu, hayatın yükünü hafifleten bir boşanıştır.
PLAN YAPMAK İÇİN ZAMAN AYIR
Bu, ilk dokuz şeyi yapabilmek için
gereken zamana sahip olmanın sırrıdır.
HAYATTA BEN EN ÇOK BABAMI SEVDİM
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yardanbitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla- Ha düştü, ha düşecek…
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim.
Bilmezdi ki oturduğumuz semti,
Geldimi de gidici hep, hepp acele işi!..
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi,
Atlastan bakardım nereye gitti,
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
40’ı geçerse ateş, çağ’rırlar İstanbul’a.
Bir helallaşmak ister elbet, diğ’mi oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu.
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin.
Daha başka tür aşklar; geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim.
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Can Yücel
DERVİŞ KAŞIKLARI
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine;
"Sevginin sadece sözünü edenlerle,
onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?"
"Bakın göstereyim" demiş ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak
onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine.
Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve
arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş; "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz"
diye bir de şart koymuş.
"Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler.
Fakat o da ne?
Kaşıklar uzun geldiğinden
bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına.
En sonunda bakmışlar beceremiyorlar,
öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine, "Şimdi..." demiş ermiş,
"Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe."
Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar
gelmiş oturmuş sofraya bu defa.
"Buyrun" deyince
her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp,
sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını.
Böylece her biri diğerini doyurmuş ve
şükrederek kalkmışlar sofradan.
"İşte" demiş ermiş,
"Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve
doymayı düşünürse o aç kalacaktır.
Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa
o da kardeşi tarafından doyurulacaktır.
Şüphesiz şunu da unutmayın.
Hayat pazarında alan değil
veren kazançlıdır her zaman..."
ÜÇ İNSAN
Bir fıçının içine bir karınca düşmüş.
Bir insan gelmiş, fıçının başına,
karıncayı görmüş,
"Ne işin var senin burada?", demiş ve
karıncayı ezmiş, yok etmiş.
Bir fıçının içine bir karınca düşmüş.
Bir insan gelmiş, fıçının başına,
karıncayı görmüş,
"Kimseye zararın yok sevimli hayvan,
haydi fıçıda yaşamaya devam et", demiş.
Bir fıçının içine bir karınca düşmüş.
Bir insan gelmiş, fıçının başına,
karıncayı görmüş,
Bir kaşık şeker serpmiş fıçının içine.
Bu üç insan kimdir?
Birincisinin adı; BENCİL
İkincisini; HOŞGÖRÜ, diye çağırıyorlar
Üçüncü mü? O, SEVGİ, işte!.....
ANNE
Bir zamanlar dünyaya gelmeye hazırlanan
bir çocuk varmış.
Bir gün Tanrı'ya sormuş;
"Tanrım, beni yarın dünyaya göndereceğini söylediler.
Fakat, ben o kadar küçük ve güçsüzüm ki,
orada nasıl yaşayacağım?"
"Tüm meleklerin arasında senin için bir tanesini seçtim,
O seni bekliyor olacak ve seni koruyacak.
Meleğin sana hergün şarkı söyleyecek ve gülümseyecek.
Böylece sen onun sevgisini hissedecek ve mutlu olacaksın."
"Peki, insanlar bana birşey söylediklerinde,
dillerini bilmeden, söylediklerini nasıl anlayacağım?"
"Meleğin sana dünyada duyabileceğin en tatlı ve
en güzel sözcükleri söyleyecek.
Sana konuşmayı, dikkatle ve sevgi ile öğretecek."
"Peki, ben seninle konuşmak istersem ne yapacağım?"
"Meleğin sana ellerini açarak
bana dua etmeyi de öğretecek."
"Dünyada kötüler olduğunu da duydum.
Beni onlardan kim koruyacak?"
"Meleğin seni kendi hayatı pahasına da olsa koruyacak."
"Fakat, ben seni bir daha göremeyeceğim için çok üzgünüm."
"Meleğin sana sürekli benden söz edecek ve
ulaşmanın yolunu öğretecek."
O sırada cennette bir sessizlik olur ve
dünyanın sesleri cennete kadar ulaşır.
Çocuk gitmek üzere olduğunu anlar ve
son bir soru sorar;
"Şimdi gitmek üzere isem,
benim Meleğimin adı ne?"
"Meleğinin adının önemi yok yavrum.
Sen onu, ANNE diye çağıracaksın."
KÜÇÜK İSTAVRİT
Küçük istavrit yiyecek bir şey sanıp
Hızla atıldı çapariye
Önce müthiş bir acı duydu dudağında
Gümbür gümbür oldu yüreği
Sonra hızla çekildi yukarıya
Aslında hep merak etmişti
Denizlerin üstünü
Neye benzerdi acep gökyüzü
Bir yanda büyük bir merak
Bir yanda ölüm korkusu
"Dudağı yarıklar " denir, şanslıdır onlar
Hani görüpte gökyüzünü, insanı
oltadan son anda kurtulanlar
Ne çare balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu
Küçük istavrit anladı yolun sonu
Koca denizlere sığmazdı yüreği
Oysa şimdi yüzerken
Küçücük yeşil leğende
Cansız uzanıvermiş dostlarına
Değiyordu minik yüzgeci
İnsanlar gelip geçtiler önünden
Bir kedi yalanarak baktı gözünün içine
Yavaşça karardı dünya
Başı da dönüyordu
Son bir kez düşündü derin maviyi
Beyaz mercanı bir de yeşil yosunu
İşte tam o anda eğilip aldım onu
Yürüdüm deniz kenarına
Bir öpücük kondurdum başına
İki damla gözyaşından ibaret
Sade bir törenle saldım denizin sularına
Bir an öylece bakakaldı
Sonra sevinçle dibe daldı
Gitti, tüm kederimi söküp atarak
Teşekkürü de ihmal etmemişti
Bir kaç değerli pulunu elime avuçlarıma bırakarak
Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme
Sorar gibiydiler neden yaptın bunu niye?
"Bir gün" dedim, "bulursam kendimi
Yeşil leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz,
son ana kadar hep bir umudum olsun diye"
Dr. Serdar Sıralar
KAVANOZDAKİ TAŞLAR
Zamanın iyi ve üretken olarak kullanımı konusunda zaman zaman kurslar düzenleniyor. İşte bu kurslardan birinde zaman kullanma uzmanı öğretmen, çoğu hızlı mesleklerde çalışan öğrencilerine, "Haydi, küçük bir deney yapalım" demiş.
Masanın üzerine kocaman bir kavanoz koymuş. Sonra bir torbadan irice kaya parçaları çıkarmış, dikkatle üst üste koyarak kavanozun içine yerleştirmiş.
Kavanozda taş parçası için yer kalmayınca sormuş; "Kavanoz doldu mu?"
Sınıftaki herkes, "Evet, doldu" yanıtını vermiş.
"Demek doldu ha" demiş hoca. Hemen eğilip bir kova küçük çakıl taşı çıkartmış, kavanozun tepesine dökmüş. Kavanozu eline alıp sallamış, küçük parçalar büyük taşların sağına soluna yerleşmişler.
Yeniden sormuş öğrencilerine; "Kavanoz doldu mu?"
İşiin sanıldığı kadar basit olmadığını sezmiş olan öğrenciler; "Hayır, tam da dolmuş sayılmaz" demişler.
"Aferin" demiş zaman kullanım hocası. Masanın altından bu kez de bir kova dolusu kum çıkartmış. Kumu kaya parçaları ve küçük taşların arasındaki bölgeler tümüyle doluncaya kadar dökmüş.
Ve sormuş yeniden; "Kavanoz doldu mu?"
"Hayır dolmadı" diye bağırmış öğrenciler.
Yine "Aferin" demiş hoca. Bir sürahi su çıkarıp kavanozun içine dökmeye başlamış.
Sormuş sonra; "Bu gördüklerinizden nasıl bir ders çıkardınız?"
Atılgan bir öğrenci hemen fırlamış; "Şu dersi çıkarttık. Günlük iş programınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman yeni işler için zaman bulabilirsiniz."
"O da doğru ama" demiş zaman kullanma hocası; "Çıkartılması gereken asıl ders şu; Eğer büyük taş parçalarını baştan kavanoza koymazsanız daha sonra asla koyamazsınız."
Ve ardından herkesin kendi kendisine sorması gereken soruyu sormuş;
"Hayatınızdaki büyük taş parçaları hangileri,
onları ilk iş olarak kavanoza koyuyor musunuz?
Yoksa kavanozu kumlarla ve suyla doldurup
büyük parçaları dışarıda mı bırakıyorsunuz?"
KORKU
İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermediği için.
Ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.
Ve yaşamaktan korkuyor, kendisi için değil, başkalarına göre yaşadığı için.
William Shakespeare
ANNEYE DUA
Sevgili Tanrım,
Artık genç değilim ve arkadaşlarımın anneleri tek tek ölmeye başladı.
Arkadaşlarım annelerinin değerini anladıklarında,
bunu onlara söyleyemeyecek kadar geç kaldıklarını dile getiriyorlar.
Benim hala hayatta olan kusursuz bir annem var.
Onun değerini her geçen gün daha iyi anlıyorum.
Annem değil, ben değişiyorum. Yaşım ilerledikçe,
onun ne kadar olağanüstü bir insan olduğunu daha iyi anlıyorum.
Bu sözleri annemin kendisine söyleyemiyorum ne yazık,
oysa duygularımı kaleme almak ne kolay.
Bir evlat kendisine yaşam veren annesine nasıl teşekkür edebilir?
Bir çocuk büyütürken gösterdiği sevgiye, sabıra ve onca çabaya?
Bebekken arkasından koştuğu, asabi bir ergeni anladığı,
her şeyi bildiğine inanan üniversite öğrencisini hoşgördüğü için
şükranlarını nasıl dile getirebilir?
Kızının, annesinin ne kadar akıllı bir insan olduğunu anladığı günü
sabırla beklediği için nasıl minnet duyabilir?
Anne olmuş bir evlat,
hala kendisine annelik yapan bir insana nasıl teşekkür edebilir?
Her zaman öğüt vermeye hazır olduğu halde,
istendiğinde ya da gerektiğinde sessiz kalmayı başardığı için.
Binlerce kez söyleyebileceği durumlarla karşılaşmasına karşın;
"Ben sana dememiş miydim?" demediği için.
Kendisi olduğu için.
Sevgi dolu, düşünceli, sabırlı ve
bağışlamayı bilen kendisi olduğu için,
nasıl teşekkür edebilir?
Tanrım, senden onu hakettiğince kutsamanı istemekten
başka bir şey gelmiyor elimden.
..ve onun bana örnek olmasında,
bana yardımcı olmana şükretmekten başka.
Kendi çocuklarımın gözünde,
annemin benim gözümde olduğu kadar iyi bir anne olabilmek için
sana dua ediyorum, Tanrım.
Bir kız evlat
BAŞARI, ZENGİNLİK, SEVGİ
Alışverişe gitmek üzere evden çıkan bir kadın,
kapısının karşısındaki kaldırımda oturan
bembeyaz sakallı üç yaşlıyı görünce önce duraksadı,
sonra onları, tüm içtenliğiyle evine davet etti;
"Burada böyle oturduğunuza göre,
üçünüz de kesinlikle acıkmış olmalısınız", dedi.
"Lütfen içeri gelin, size yiyecek bir şeyler hazırlayayım."
Üç yaşlıdan biri, kadına,
eşinin evde olup olmadığını sordu.
Kadın, eşinin biraz önce çıktığını,
şu anda evde olmadığını söyledi.
Yaşlı adam, başını iki yana salladı;
"Eşiniz evde değilse, biz de davetinizi kabul edemeyiz", dedi.
Akşam eşi geldiğinde kadın
karşı kaldırımdaki yaşlı adamlarla
arasında geçen konuşmayı anlattı.
"Senin evde olmadığını öğrenince, içeri girmek istemediler", dedi.
Yaşlı adamların bu davranışlarını öğrenince,
kadının eşi üzüldü.
"Bir bakıversene dışarı", dedi.
"Hâlâ oradalarsa, şimdi davet edebilirsin eve."
Kadın kapıyı açar açmaz,
karşı kaldırımdaki bembeyaz sakallı üç yaşlıyla yeniden karşılaştı.
"Eşim geldi, şimdi evde" dedi ve
onlara davetini yineledi;
"Yemeğimizi birlikte yemek için
sizi şimdi davet edebilir miyim evimize?"
Kadının davetine yaşlılardan biri yanıt verdi;
"Biz hiçbir eve üçümüz birlikte gitmeyiz", dedi.
Ve kısa bir duraksamadan sonra, bir açıklama yaptı;
"Sağ yanımdaki bu arkadaşımın adı, Zenginlik'tir.
Bu yanımda oturan arkadaşımın adı Başarı,
benim adım ise Sevgi'dir.
Kendini ve arkadaşlarını tanıttıktan sonra Sevgi,
kadına ilginç bir öneride bulundu;
"Şimdi evinize gidin ve eşinizle başbaşa verip,
bir karara varın", dedi.
"İçimizden sadece birimizi davet edebilirsiniz evinize.
Hangimizi davet etmek istediğinize karar verin,
sonra gelin, kararınızı bize bildirin."
Kadın, Sevgi'nin önerisini eşine anlattığında,
adam sevinçten göklere fırladı.
"Aman ne güzel, ne güzel", dedi.
"Hangisini davet edeceğimizi bize bıraktıklarına göre,
biz de içlerinden Zenginlik'i davet ederiz ve
evimiz de bir anda Zenginlik'e kavuşmuş olur."
Eşinin kararı, kadının hiç de hoşuna gitmedi.
"Başarıyı davet etsek,
daha mantıklı bir karar vermiş olmaz mıyız,
kocacığım?",dedi.
Kayınvalidesiyle, kayınpederinin bu konuşmasına,
içerideki odada bulunan gelinleri de kulak misafiri olmuştu.
Koşarak içeri girdi ve o da kendi önerisini söyledi;
"En doğru karar, Sevgi'yi davet etmek değil midir?", dedi.
"Düşünsenize, evimiz bir anda Sevgi'ye kavuşacak"
Gelinin bu önerisi, kayınpederin de, kayınvalidenin de çok hoşlarına gitti.
"Tamam, en doğru karar bu olacak" dediler.
"Sevgi'yi davet edelim..."
Kadın kapıyı açtı ve üç yaşlıya birden sordu;
"İçinizde hanginiz Sevgi'ydi?"
"Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen buyursun..."
Sevgi ayağa kalktı, eve doğru yürümeye başladı.
Arkadaşları da ayağa kalktılar ve
Sevgi'nin arkasından, onlar da eve doğru yürümeye başladılar.
Kadın, büyük bir şaşkınlık ve heyecan içinde,
Zenginlik'le Başarı'ya sordu;
"Siz niçin geliyorsunuz?,
Ben yalnız Sevgi'yi davet etmiştim."
Kadının bu sorusuna, üç yaşlı birlikte yanıt verdiler;
"Eğer içimizden yalnız Zenginlik'i ya da Başarı'yı
davet etmiş olsaydınız,
davet edilmeyen ikimiz dışarıda bekleyecektik"
"Fakat siz Sevgi'yi davet ettiniz.
Bu durumda üçümüz birden gelmek zorundayız evinize."
Ve kadının "Niçin?" diye sormasını beklemeden,
Zenginlik ve Başarı sözlerini şöyle sürdürdüler;
"Çünkü Sevgi'nin olduğu her yerde,
biz Zenginlik ve Başarı da her zaman,
onun yanında oluruz."
NE OL, NE OLMA
İtil, atıl ama SATILMA!
Doğrul, devril ama EĞİLME!
Seslen, uslan ama YASLANMA!
Yaklaş, konuş, tanış ama UZAKLAŞMA!
Okumaktan zarar gelmez ama LANET OKUMA!
Zulmü devir, nefsi devir ama ÇAM DEVİRME!
Ev al, araba al, abdest al ama BEDDUA ALMA!
Rakibini geç, sınıfını geç ama GÜLÜP GEÇME!
Elini aç, gözünü aç, kapını aç ama AĞZINI AÇMA!
Hedefe koş, cihada koş, yardıma koş ama ORTAK KOŞMA!
Davet et, hayret et, af et, tövbe et ama İHANET ETME!
Fidan büyüt, garip doyur, çocuk besle ama KiN BESLEME!
Satıcı ol, alıcı ol, kalıcı ol, bulucu ol ama BÖLÜCÜ OLMA!
Eşini beğen, işini beğen, aşını beğen ama KENDİNİ BEĞENME!
Emek ver, kulak ver, bilgi ver ama hiç bir zaman BOŞ VERME!
Günlerini say, servetini say, büyüklerini say ama YERİNDE SAYMA!
Paranı ver, gönlünü ver, selam ver, canını ver ama SIRRINI VERME!
BÜYÜ DÜKKANI
Uzak diyarlardan birinde bir ülkede,
yemyeşil tepelerin arasında,
kışın bembeyaz bir kar örtüsü ile,
baharda rengarenk kır çiçekleri ile kaplanan bir vadi vardı.
Ortasından küçük bir ırmağın geçtiği bu vadi
"Büyülü Vadi" olarak anılırdı.
Ona bu adı veren ise, vadideki ilginç bir dükkan ile,
bu dükkanda yaşananlardı.
Ünü ülkenin dört bir yanına yayılmış olan dükkanın adı
"Büyü Dükkanı" idi.
Büyü Dükkanı'nın sahibi, ak saçlı, ak sakallı bir ihtiyardı.
Burası, aynı zamanda onun yaşadığı yerdi.
Bu nedenle dükkanın dışarıdan görüntüsü tıpkı bir ev gibiydi.
Üç tarafında da yeşil çerçeveli pencerelerin olduğu,
tamamı ahşaptan yapılmış olan bu binaya,
bir verandadan giriliyordu.
İçeri girer girmez, ilginç eşyalarla donanmış
oldukça geniş bir oda ile karşılaşıyordunuz.
Büyük bir kütüphane,
üzerlerinde çok sayıda eşyanın bulunduğu raflar,
masa ve konsollar dükkanın dört bir tarafını kaplıyordu.
Ancak bu kalabalık görüntü içinde
çok etkileyici bir düzen göze çarpıyordu.
Bütün eşyalar, belli bir estetik içinde duruyor ve
bu estetik hiçbir zaman bozulmuyordu.
Büyü Dükkanını çevreleyen pencereler,
içerdeyken bile günün aydınlığına ve
vadinin güzelliğine hakim olmanıza izin veriyordu.
Dükkanın içinde, arka taraftaki bölmeye açılan bir kapı vardı.
Bu bölmede mutfak, banyo ve yatak odası bulunuyordu.
Dükkana gelen müşteriler arka tarafa açılan kapıyı daima kapalı görürlerdi.
Her insanın yaşamında çok istediği ancak
sahip olamadığı birşeyler vardır.
Ya da sahip olup kaybettiği şeyler.
Bazen de sahip olduğu ancak kurtulmak istediği şeyler...
İşte bütün bunlar, o ülkede yaşayan insanların bir kısmı için,
Büyü Dükkanı'na gelme nedeniydi.
Bu dükkanda, isteklerinizi sınırlamak zorunda değildiniz.
Müşteriler, hayal edebildikleri herşeyi isteme ve alma hakkına sahiptiler.
Tabii, bedelini ödedikleri takdirde.
Her yerde olduğu gibi bu dükkanda da
almak istediğiniz şeyin bir bedeli vardı.
Bu bedelin ne olacağı,
dükkan sahibiyle yaptığınız pazarlık sonucunda ortaya çıkardı.
Ancak, Büyü Dükkanı'nda maddi bedellerin hiçbir hükmü yoktu.
Bazı müşteriler bir şeye sahip olmak için ödenebilecek tek bedelin
para olabileceği düşüncesiyle, cepleri kabarık gelirlerdi.
Oysa burada yapılan pazarlıklar, günlük yaşamdakilerden biraz farklı olur ve
pek çok müşteriyi şaşırtırdı.
Dükkan sahibi yaşlı adam, her sabah gün ağarırken kalkar,
kendine büyük bir fincan kahve yapar ve
bir insanın isteyebileceği her şeyin var olduğu dükkanıyla gurur duyarak
kahvesini yudumlardı.
Kahvenin ardından gelen zevkli bir kahvaltıdan sonra da
pencerinin perdelerini sonuna kadar açarak,
sallanan koltuğuna oturur ve içeri dolan gün ışığının
yardımıyla okumaya başlardı.
Büyü Dükkanı'nda satıcı olmak bilgelik isterdi.
O güne kadar dükkana gelen hiçbir müşteriyi geri çevirmemisti dükkan sahibi.
Herkes, çok istediği bir şeye sahip olmak uğruna
onca yolu göze alarak gelir ve
mutlaka alabileceği en iyi şeyi almış olarak çıkardı.
Ama genellikle aldığı şey istediği şeyden çok farklı olurdu.
Yaşlı adam ara sıra, okuduğu kitaptan başını kaldırır,
yolu gören pencereye bir göz atardı.
Sabah dışarı baktığında, yağan karın yolu iyice kapattığını gördü.
Bu havada gelen giden olmaz diye düşünüp, hüzünlendi.
Büyü Dükkanı, hemen her gün bir müşteri ağırlardı.
Ancak, yılda birkaç kere de olsa kimsenin uğramadığı günler olurdu.
Yaşlı adam, o günün de bunlardan biri olmasından korktu.
Nedense işsizlik içini ürpertmişti.
Tam o sırada uzakta bir karartı gördü.
Kar beyazının kamaştırdığı gözlerini kırpıştırıp tekrar baktığında,
bunun yaklaşmakta olan bir insan olduğunu anladı.
İçini bir sevinç kapladı. Gidip sobasına bir odun attı ve
tam pencerenin karşısındaki sallanan koltuğa oturup,
müşterisini beklemeye koyuldu.
Kış mevsiminin bu soğuk gününde epeyce üşümüş,
yorgun düşmüş olmalıydı.
Kapının önüne gelinceye kadar, gözlerini hiç ayırmadan izledi onu.
İyice kulak kabarttı.
Üç basamakla çıkılan, ahşap zeminli verandadaki ayak seslerini ve
onlara eşlik eden gıcırtıyı duymaktan çok hoşlanırdı.
Beklediği kişinin ayak sesleri ikinci basamakta kesilirdi.
Müşteri çalmadan, kapıyı açmamayı prensip edinmişti yaşlı adam.
Çünkü, hemen herkes o kapının önünde durup,
bir kez daha düşünürdü.
Kapıyı çalmaktan vazgeçip dönenler, az da olsa olmuştu.
O gün de aynı şeyi yaptı.
Sonunda kapı calındı.
Açtığında, karşısında soğuktan kızarmış elleriyle
atkısını çıkarmaya çalışan bir erkek gördü.
"İyi sabahlar, girebilir miyim?" diye sordu müşteri.
Dükkan sahibi, müşterisini içeri aldıktan sonra,
ısınması için ona bir kahve ikram etti.
Sessizce kahvesini içerken etrafı seyreden adam,
karşısında oturan yaşlı satıcının ikna edilmesi pek güç olmayan biri
olduğunu düşündü.Herhalde o da müşterisini anlar,
onun haklı isteğini geri çevirmek istemezdi.
Acaba Büyü Dükkanı'ndan çıkarken
istediği gibi bir alışveriş yapmış olacak mıydı?
Bir süre söze nasıl başlayacağını bilemedi.
Belki de dükkan sahibinin bir şeyler söylemesi gerekirdi.
Ancak karşısında sabırlı bir ifade ile
müşterisinin gözlerinin içine bakarak oturan satıcının,
alışverişi başlatmaya niyetli olmadığını anladı.
Bu sabırlı bekleyiş, onda hem cesaret
hem de yumuşak bir etki oluşturdu.
Anlaşılan, başlangıç sözleri kendisinden bekleniyordu.
Sonunda, fazla düşünmeden aklından ilk geçeni söyleyiverdi;
"Ününüzü duyunca çok uzaklardan kalkıp geldim buraya.
İstediğim şeyi, bir tek sizin dükkanınızda bulabileceğimi söylediler.
Karşılığında ne isterseniz vermeye hazırım."
"İstediğiniz şeyin ne olduğunu öğrenebilir miyim?"
"Bakın, ben elli beş yaşındayım. Yani yolun yarısını geçeli çok oldu.
Söylemeye dilim varmıyor ama yolun sonuna yaklaştım galiba.
Bu gerçeğe tahammülüm yok.
Ben bugüne kadar ki hayatımı geri istiyorum. Mümkün mü?"
"Elbette mümkün. Biliyorsunuz, dükkanımda her şey mevcut.
Ancak tam olarak ne istediğinizi anlayabilmem için,
bana geri istediğiniz hayatınızı biraz anlatabilir misiniz?"
Dükkan sahibinin sorduğu soru, müşteriyi iç dünyasına döndürmüştü.
Gözünün önünden geçen sahnelerin kendi yaşamına
ait olduğunu kabul etmek için kendini zorluyordu.
Bütün görüntüler, bir kargaşa ve telaş içinde
birbirlerine karışarak geçip gittiler ve
geride yalnızca ıssız bir hüzün bıraktılar.
Hüznünün yüzüne yansımasına engel olamayan müşteri,
yaşlı satıcının sorusu karşısında ancak şunları söyleyebildi;
"Geçmiş yaşamımda birçok hata yaptım.
Bunlar için pişmanlık duyuyorum.
Yanlış kararlar verdim, kayıplara uğradım.
Zamanı hovardaca harcadım.
Bir gün bir de baktım ki, hayat yanımdan geçip gidiyor.
Paniğe kapıldım ve bir çare aramaya başladım.
Dostlarımla konuşmayı denedim.
Beni teselli edip derdimi unutturmaya çalışanlar da oldu,
yardım etmeye çalışanlar da.
Ama hiçbiri kar etmedi.
Kendimi çok mutsuz hissediyordum.
Derken, bir gün birisi bana sizden ve Büyü Dükkanı'ndan söz etti.
Bunu duyar duymaz sanki içimde bir ışık yandı.
Büyük bir umutla hemen yollara düşüp size geldim.
Kendimi çok çaresiz hissediyorum.
Lütfen elli beş yılımı bana geri verin."
"Yani, siz pişmanlık duyduğunuz hayatınızı
yeniden yaşamak mı istiyorsunuz?"
"Elbette hayır. Söylemek istediğim bu değil.
Ben yalnızca kaybettiğim yıllarımı geri istiyorum.
Eğer bir şansım daha olursa aynı hataları tekrarlamayacağım."
"Herhalde bunu çok istiyorsunuz."
"Evet, hem de her şeyimi verecek kadar."
"Peki, benim size vereceğim elli beş yılın karşılığında
siz bana ne verebilirsiniz?"
"Ne isterseniz?"
"Sanki bunun için herşeyden vazgeçmeye hazır gibisiniz."
"Hiç kuşkunuz olmasın.
Şu anda sahip olduğum herşeyden vazgeçebilirim.
Yeter ki geride bıraktığım yıllarımı bana geri verin."
Yaşlı adam, ellerini sakallarında dolaştırırken,
kendini sallanan koltuğunun devinimlerine bırakmıştı.
Bir süre düşündü.
Müşterisinin, sabırsızlıkla, pazarlığın bitmesini beklediğinden emindi.
Büyü Dükkanı'na gelen kişiler,
genellikle bir an önce istediklerini alıp gitmek için acele ederlerdi.
Bu nedenle, yaşlı adam, pazarlığın başındaki
düşünce yolculuklarında yalnız kalırdı.
Şu anda da, sessizliğin yalnızca kendi işine yaradığını biliyordu.
Koltuğu ile birlikte öne doğru eğilerek müşterisinin
gözlerinin içine baktı ve ağır ağır konuşmaya başladı;
"Beyefendi, her ne kadar siz elli beş yıl karşılığında
bana herşeyinizi vermeye hazır olsanız da,
ben sizden bir tek sey isteyecegim."
"Dileyin benden ne dilerseniz."
"Belleğinizi..."
"Anlamadım?"
"Belleğinizi dedim.
Elli beş yılın yaşantısını içinde barındıran belleğinizi istiyorum."
"Ah evet anladım. İlginç bir bedel. Kabul ediyorum.
Tamam alın belleğimi."
"Emin misiniz?"
" Neden olmayayım? Elli beş yıl kazanacağım."
"Belleğinizi,
içindeki her şeyle birlikte bu dükkanda bırakıp gideceksiniz.
Elli beş yılın tek bir anını hatırlamayacaksınız
Buraya neden geldiğinizi bile."
"Daha iyi ya! Her şeye yeniden başlayacağım.
Zaten geçmişi hatırlamak istemiyorum ki!"
"O halde, korkarım elli beş yıl sonra buraya tekrar gelirsiniz.
Tabii o zaman benim yerime bir başkası size yardımcı olur."
"Hayır hayır. Emin olun ki, şu dakika belleğimi size bırakıp
elli beş yılımı geri alacağım ve dükkanınızı
bir daha dönmemek üzere terk edeceğim.
Ve yine söz veriyorum,
şu ana kadar yaptığım hataların hiç birini tekrar etmeyeceğim."
"İsterseniz başka sözler vermeyin.
Çünkü, az sonra,
belleğinizle birlikte bütün hepsini burada bırakıp gideceksiniz."
Yaşlı adamın son sözleri, müşterinin duraklamasına neden olmuştu.
Bu sözlerin anlamını kavrayabilmek için
birkaç saniye düşünmek zorunda kaldı.
"Nasıl yani?
Buradan çıktığımda hiçbir şey hatırlamayacak mıyım?
Sizinle konuştuklarimızı bile, öyle mi?"
"..................................""
"Yani hiçbir şeyi mi?
Buraya neden geldiğimi, sizin kim olduğunuzu ve hatta...!"
"Ne yazık ki!"
Yaşlı adam, şu anda pazarlığın sonuna geldiklerini hissediyordu.
Karşısında oturan müşterinin yüzünde gördüğü aydınlanma,
pazarlık sahnelerinin en hoşlandığı görüntüsüydü.
Son sözleri müşterisinin söylemesini istediği için
bir süre sessiz kaldı ve bekledi.
Bu seferki sessizliğin, müşterisinin işine yaradığından emindi.
Onun aydınlanan yüzünün ortasında parlayan gözbebekleri,
yaşlı satıcı için,
sessizliğin içinden çıkacak sesli bir coşkunun habercisi gibiydi.
Gerçekten de, konuşmaya başlayan müşterisi onu yanıltmadı;
"Sanırım ne demek istediğinizi şimdi anlıyorum.
Eğer elli beş yılın bedeli bu ise, pes ediyorum.
Belleğimden vazgeçemem.
Bu neye benziyor biliyor musunuz?
Bir kadının, çok istediği bir tokayı, saçları karşılığında satın almasına.
Çok ilginç bir insansınız.
Bana, Büyü Dukkanı'ndan
almak istediğimden çok farklı bir şeyle çıkacağımı
söylemişlerdi de inanmamıştım.
Ben, bugüne kadar ki yaşamımı almak için gelmiştim,
ancak bugünden sonraki yaşamımı alıp gidiyorum.
Size teşekkür ederim."
"Bir şey değil. Güzel bir pazarlıktı. Hoşçakalın."
EN İYİ HABER
Aynı pencereden dışarı bakan iki adamdan
biri sokaktaki çamuru, diğeri ise yıldızları görür. Frederick Langbridge
Arjantin'li ünlü golfçü Robert de Vincenzo,
yine bir turnuvayı kazanmış,
ödülünü alıp kameralara poz vermiş ve
kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanmıştı.
Bir süre sonra binadan çıkıp otoparktaki arabasına yürürken
yanına bir kadın yaklaştı.
Kadın başarısını kutladıktan sonra
ona çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu anlattı.
Zavallı kadının hastane masraflarını ödemesi olanaksızdı.
Kadının anlattığı öykü De Vincenzo'yu çok etkilemişti,
hemen cebinden bir kalem çıkarttı ve
turnuvadan kazandığı paranın bir miktarını yazdı çek defterine.
Çeki kadının eline sıkıştırırken de ona;
"Umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın" dedi.
Ertesi hafta kulüpte öğle yemeği yerken,
Profesyonel Golf Derneği'nin bir görevlisi yanına gelerek;
"Otoparktaki görevli çocuklar geçen hafta turnuvayı kazandıktan sonra
yanınıza bir kadının geldiğini ve
onunla konuştuğunuzu söylediler bana" dedi.
De Vincenzo evet anlamında başını salladı.
"Evet" dedi görevli, "Size bir haberim var.
O kadın bir sahtekardır.
Üstelik hasta bir çocuğu da yok.
Sizi fena halde kandırmış arkadaşım."
De Vincenzo; "Yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu?" dedi.
"Hayır, yok" dedi görevli.
"İşte bu, bu hafta duyduğum en iyi haber" dedi, De Vincenzo.
ANNELER GÜNÜ için
Küçük oğlu annesine geldi ve ona kağıdı uzattı.
Annesi ellerini önlüğüne kuruladıktan sonra kağıdı okumaya başladı;
Çimleri biçtiğim için 5 dolar
Odamı temizlediğim için 1 dolar
Alışverişe gittiğim için 50 sent
Küçük kardeşime baktığım için 25 sent
Çöpü attığım için 1 dolar
İyi bir karne getirdiğim için 5 dolar
Bahçeyi temizlediğim için 2 dolar
---------------------------
Toplam borç 14 dolar, 75 sent
Anne, umutla kendisine bakan oğulun elinden kağıdı aldı
ve kağıdın arka yüzüne şunları yazdı;
Seni 9 ay karnımda taşıdım BEDAVA
Hasta olduğunda başında bekledim, elimden geleni yaptım,
senin için dua ettim BEDAVA
Yıllar boyu değişik nedenlerle senin için gözyaşı döktüm BEDAVA
Senin için geceler kaygı duyup, uykusuz kaldım BEDAVA
Oyuncaklarını topladım, yemeğini hazırladım
giysilerini yıkadım, ütüledim BEDAVA YAVRUM
ve bunların hepsini topladığın zaman
gerçek sevginin bedelinin olmadığını görürsün,
bedavadır çünkü...
Oğul annenin yazdıklarını okuyunca gözleri doldu.
Annesine baktı, "Anneciğim seni seviyorum" dedi
ve kalemi alarak bu kağıda
"HEPSİ ÖDENMİŞTİR" yazdı
Adams'tan çeviren Gülden Tümer
İYİMSER, BOMBA GİBİYİM
Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi.
Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu bir şey bulurdu.
Hatta, bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile,
"Bu adam bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor?" diye.
Birisi nasıl olduğunu sorsa; "Bomba gibiyim" diye yanıt verirdi hep.
"Bomba gibiyim..."
Jerry, doğal bir motivasyoncuydu.
Yanındaki insanlardan biri o gün, kötü bir gündeyse,
Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı.
Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni.
Bir gün Jerry'ye gittim. "Anlayamıyorum" dedim.
"Nasıl oluyor da, her zaman, her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun? Nasıl başarıyorsun bunu?"
Her sabah kalktığımda kendi kendime;
"Jerry, bugün iki seçimin var. Havan ya iyi olacak ya da kötü" derim.
Her zaman havamın iyi olmasını seçerim.
Kötü bir şey olduğunda yine iki seçimim var.
Kurban olmak ya da ders almak.
Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim.
Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde, yine iki seçimim var.
Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını göstermek.
Ben olumlu yanlarını göstermeyi seçerim.
"Yok yahu" diye dalga geçtim. "Bu kadar kolay yani"
"Evet...Kolay..." dedi Jerry.
"Hayat seçimlerden ibarettir. Her durumda bir seçim vardır.
Sen her durumda nasıl davranacağını seçersin.
Sen insanların senin tavrından nasıl etkileneceklerini seçersin.
Sen havanın, tavrının iyi ya da kötü olmasını seçersin.
Yani sen hayatını nasıl yaşayacağını seçersin"
Jerry'nin sözleri beni oldukça etkiledi.
Onu uzun yıllar görmedim. Ama hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek yerine olumlu seçimler yaptığımda hep onu hatırladım.
Yıllar sonra Jerry'nin başına çok talihsiz bir olay geldi.
Soygun için gelen hırsızlar Jerry'yi delik deşik etmişler.
Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış.
Taburcu edildiğinde kurşunların bazıları hala vücudundaymış.
Ben onu olaydan altı ay sonra gördüm.
"Nasılsın?" diye sorduğumda; "Bomba gibi" dedi.
"Bomba gibi"
"Olay sırasında neler hissettin Jerry?" dedim.
"Yerde yatarken iki seçimim var diye düşündüm.
Ya yaşamayı seçecektim ya ölümü. Ben yaşamayı seçtim."
"Korkmadın mı? Şuurunu kaybetmedin mi?"
Ambulansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı.
Bana hep "iyileşeceksin merak etme" dediler.
Ama acil servisin koridorlarinda sedyemi hızla sürerken
doktorların ve hemşirelerin yüzündeki ifadeyi görünce ilk defa korktum.
Bu gözler bana "Bu adam ölmüş" diyordu.
"Bir şeyler yapmazsam, biraz sonra ölü bir adam olacaktım"
"Ne yaptın?" diye merakla sordum.
Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak
"herhangi bir şeye ihtiyacım olup olmadığını" sordu.
'Evet' diye yanıt verdim.
"Var"
Doktorlar ve hemşireler merakla sustular.
Derin bir nefes alarak kendimi topladım ve bağırdım;
"Benim kurşunlara alerjim var!.."
Doktor ve hemşireler gülmeye başladılar.
Tekrar bağırdım;
"Ben yaşamayı seçtim.
Beni bir canlı gibi ameliyat edin. Otopsi yapar gibi değil"
Jerry, sadece doktorların büyük ustalıklari sayesinde değil,
kendi olumlu tavrının da büyük katkısı ile yaşadı.
Yaşaması bana yeni bir ders oldu.
Hergün hayatımızı dolu dolu yaşamayı seçme şansımız
ve hakkımız olduğunu ondan öğrendim
ve herşeyin kendi seçimlerimize bağlı olduğunu.
Bu yazıyı okudunuz.
Şimdi iki seçiminiz var:
1. Unutup gitmek,
2. Yazıyı dikkate alıp kesip saklamak, arkadaşlarınıza göndermek.
Francie Baltazar Schartz'ın yazısını okuduktan sonra düşündüm,
iki seçimim vardı:
1. Çöpe atmak,
2. Birileriyle paylaşmak.
Ben seçimimi yaptım.
Ya siz?..."
HER ZAMAN 'BOMBA GİBİYİM' DEMENİZ DİLEĞİYLE...
Francie Baltazar Shartz
GÜL YAPRAĞI
Uzakdoğu'da bir budist tapınağı bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu.
Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.
Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi.
Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi.
Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu,
o yüzden kapıda herhangi bir tokmak veya çan, zil yoktu.
Bir süre sonra kapı açıldı.
İçerideki budist rahip kapıda duran yabancıya baktı.
Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı.
Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.
Budist bir süre kayboldu.
Sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.
Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.
Yabancı tapınağın bahçesine döndü.
Aldığı bir gül yaprağını kabin içindeki suyun üstüne bıraktı.
Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı
İçerideki budist rahip saygıyla eğildi
ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.
Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.
BİR SARI LİRA GİBİ ÖMRÜNÜZ
“Yaşamak değil, beni bu telaş öldürecek" dediği gibi şairin;
O telaşla, bırakın Paris yolunda ılık rüzgarla taratmayı saçlarımızı
Sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile edemedik biz ...
Gözümüz saatte söyleştik hep,
Koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık.
Hep yetişilecek bir yerler vardı.
Aranacak adamlar, yapılacak işler...
Bir sonraki günün telaşı, bir öncekinin tersine bulaştı;
Başkalarının hayatı bizimkini aştı.
Kör karanlıkta çalar saat sesi yerine,
Kuşluk vakti kızarmış ekmek kokusu
Veya yavuklu busesiyle uyanma düşlerini
Ha babam erteledik.
20'li yaşlardayken 30'lu yaşlara kurduk saatin alarmını,
30'larımızda 40'lara, belki sonra 50'lere ...
Lakin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat,
Kuşlukta uyanma fırsatını sunduğunda size,
Artık uyku girmez oluyor gözlerinize ...
Doyasıya söyleşmek,
Telaşsız sevişmek için bol zamana kavuştuğunuzda,
Söyleşecek, sevişecek kimsecikler kalmıyor yanınızda
Özenle yarına sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz;
Vakti gelip sandıktan çıkardığınızda
Bir de bakıyorsunuz ki tedavülden kalkmış ...
Murathan Mungan
BİR SÜRE SONRA
Bir süre sonra,
bir eli tutmakla bir ruhu zincirlemek arasındaki
ince farkı öğrenirsin,
Ve aşkın yaşlanmak,
birlikte olmanın da güvende olmak
anlamına gelmediğini öğrenirsin,
Ve öpücüklerin sözleşme
ve hediyelerin de vaat olmadığını öğrenmeye
başlarsın,
Ve yenilgileri
başın dik ve gözlerin açık karşılamaya başlarsın,
bir çocuğun üzüntüsü ile değil, bir yetişkinin
zerafeti ile,
Ve herşeyi bugünü düşünerek yapmayı da öğrenirsin
çünkü yarın ile ilgili herşey belirsizdir.
Bir süre sonra güneş ışığının yakıcı olduğunu öğrenirsin
eğer fazla maruz kalırsan
Bu yüzden,
başka birisinin sana çiçek getirmesini beklemeden
kendi bahçeni yarat
ve kendi ruhunu kendin süsle.
Ve göreceksin ki dayanıklısın...
Ve kuvvetlisin,
Ve değerlisin.
Veronica A. Shoffstall
ARKADAŞLIK
Kötü karakterli bir genç varmış.
Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermis.
"Arkadaşların ile tartışıp kavga ettiğin zaman
her sefer bu tahtaperdeye bir çivi çak" demis.
Genç, birinci (ilk) günde tahtaperdeye 37 çivi çakmış.
Sonraki haftalarda kendi kendini kontrol etmeye çalışmış
ve geçen her günde daha az çivi çakmış.
Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış.
Babasına gidip söylemiş.
Babası onu yeniden tahtaperdenin önüne götürmüş.
Gence, "Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için
tahtaperdeden bir çivi çıkart (sök)" demiş.
Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış.
Babası ona, "Aferin iyi davrandın ama bu tahtaperdeye dikkatli bak.
Artık çok delik var.
Bundan sonra geçmişteki gibi güzel olmayacak
Arkadaşlarla tartışıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir.
Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır.
Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin
ama bu delik aynen kalacak (kapanmayacak).
Bir arkadaş ender bir mücehver gibidir.
Seni güldürür yüreklendirir.
Sen ihtiyaç duyduğunda yardımcı olur.
Seni dinler sana yüreğini açar" demiş.
Bu hafta arkadaşlık haftasıdır.
Sen de arkadaşlarına bu adresi gönder.
Sana gönderene bile gönder.
Elektronik posta sana döndüğü zaman ne kadar arkadaşın var öğreneceksin.
Sana iyi bir arkadaşlık haftası diliyorum.
Senin tahtaperdene koyduğum çivi için beni affet.
İtalyancadan çevrilmiştir.
BİR MAĞARA YAZISI
Gürültünün patırtının ortasında sükunetle dolaş;
sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma.
Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe,
herkesle dost olmaya çalış.
Sana bir kötülük yapıldığında,
verebileceğin en iyi karşılık, unutmak olsun.
Bağışla ve unut.
Ama kimseye teslim olma.
Seveceğin bir iş seçersen,
hayatın boyunca bir an bile çalışmış sayılmaz ve yorulmazsın.
İşini öyle seveceksin ki,
başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken,
verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.
Aşka burun kıvırma sakın.
O çöl ortasındaki yemyeşil bir bahçedir.
O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için,
her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.
Kaybetmeyi, ahlaksızca bir kazanca tercih et.
Bazı idealler o kadar değerlidir ki,
o yolda mağlup olman bile zafer sayılır.
Görmeye çalış ki bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen,
dünya yine de insanoğlunun yegane mekanıdır.
(Bu yazı milattan önce 900 yılında Xsentos'ta yazılmış bir mağara grafittisinden alınmıştır. Yazı Cem Özer'in "Acem'i Yazılar kitabının 79-80. sayfalarında yer almaktadır. Kitap Parantez Yayınları tarafından yayınlanmıştır.)
EĞER BİR ÇOCUK
Eğer bir çocuk;
Sürekli eleştirilmişse
Kınamayı, ayıplamayı,
Kin ortamında büyümüşse
Kavga etmeyi,
Alay edilip aşağılanmışsa
Sıkılıp utanmayı,
Devamlı utandırılarak terbiye edilmişse
Kendini suçlamayı öğrenir.
Eğer bir çocuk;
Hoşgörü ile yetiştirilmişse
Sabırlı olmayı,
Desteklenip yüreklendirilmişse
Kendine güven duymayı,
Övülmüş ve beğenilmişse
Takdir etmeyi,
Hakkına saygı gösterilerek büyütülmüşse,
İnançlı olmayı
Kabul ve onay görmüşse
Kendini sevmeyi,
Aile içinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse,
BU DÜNYADA MUTLU OLMAYI ÖĞRENİR.
Dorothy Nolte
ÇOCUKTAN ANNESİNE
Lütfen Alkollü Araba Kullanmayın
Dün bir partiye gittim anne, bana öğütlediklerin aklımdaydı,
"İçki içme yavrum" demiştin, yalnızca soda içtim anne.
Dediğini yaptığım için içim gururla doluydu,
Diğerlerine benzemedim ve İÇKİLİ ARABA KULLANMADIM.
Ben doğru olanı yaptım anne, tıpkı senin dediğin gibi...
Şimdi parti sona eriyor anne ve herkes içkili
Arabayı kullanmaya başladım anne, tam yola çıkacaktım,
Diğer araba beni görmedi anne, bana bir eşyaymışım gibi çarptı.
Kaldırımda uzanmış yatarken yaralı,
Polisin "Bu çocuk sarhoş" dedigini duydum anne
Bana çarpan sarhoşsa onun hatasını ben mi ödeyeceğim anne?
Burada ölüyorum anne, hayatım bir balon gibi sönecek mi?
Etraf kan dolu anne, benim kanımla.
Hissediyorum, birazdan öleceğim.
Sana son bir şey söylemek istiyorum anne,
Yemin ederim hiç içmedim,
İçen ben değil, onlardı anne......
Galiba bana çarpanla aynı partideydik,
Tek fark; o sadece sarhoş, bense ölüyorum anne.
İnsanlar neden içer anne?
Şimdi keskin bir acı duyuyorum, tıpkı bıçak gibi.
Bana çarpan çocuk yürüyor, görüyorum. Bu haksızlık!
Kardeşime söyle ağlamasın anne, babama söyle cesur olsun.
Mezarımın başına "babasının kızı" diye yazmayı unutmasın.
Birileri ona içkili araba kullanmamasını söylemeli anne.
Nefesim tükeniyor, gittikçe halsizleşiyorum.
Ne olur ağlama arkamdan.
Son bir sorum var anne elveda demeden önce,
SUÇLU BEN OLMADIĞIM HALDE ÖLEN NEDEN BENİM...
(Bu şiir İngiltere'de alkollü sürücüler yüzünden yaşamlarını yitirenlerin anısına yazılmış olup, internet aracılığı ile tüm dünyayı dolaşmaktadır.)
GERÇEK FAKİRLİK
Günlerden bir gün zengin bir baba ailesi ve oğlunu köye götürdü.
Bu yolculuğun tek amacı vardı;
insanlarin ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek.
Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler.
Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu;
"İnsanlarin ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?"
"Evet!"
"Ne öğrendin peki?"
Oğlu yanıt verdi;
"Şunu gördüm:
Bizim evde bir köpeğimiz var,
onlarınsa dört.
Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var,
onlarınsa sonu olmayan bir dereleri.
Bizim bahçemizde ithal lambalar var,
onlarınsa yıldızları.
Bizim görüş alanımız ön avluya kadar,
onlarsa bütün bir ufku görüyorlar."
Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı.
Oğlu ekledi;
"Teşekkürler, baba.
Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!''
YAŞAM ÖĞÜTLERİ
1. Büyük aşklar ve büyük kazanımların büyük risk taşıdığını hesaba katın.
2. Kaybettiğinizde, aldığınız dersi de kaybetmeyin.
3. Üç 'S'yi hep uygulayın:
Saygı, kendiniz için
Saygı, başkaları için ve
Sorumluluk, tüm davranışlarınız için,
4. İstediğinizi alamamanızın bazen ne kadar büyük bir şans olduğunu hatırlayın.
5. Kuralları iyi öğrenin ki, onları düzgün şekilde ihlal etmeyi bilesiniz.
6. Küçük bir aksaklığın, büyük bir arkadaşlığı yaralamasına izin vermeyin.
7. Hata yaptığınızı anladığınız zaman, düzeltmek için derhal gerekli adımları atın.
8. Biraz yalnız zaman harcayın.
9. Kollarınızı değişime açın, ama değerlerinizin kaybolup gitmesine izin vermeyin.
10. Sessizliğin bazen en iyi yanıt olduğunu hatırlayın.
11. İyi ve şerefli bir hayat yaşayın. Yaşlandığınızda ve dönüp geçmişinize baktığınızda, ikinci kez keyif alın.
12. Sevgi dolu bir ev hayatınızın temelidir. Sakin, düzenli bir ev yaratmak için elinizden gelen herşeyi yapın.
13. Sevdiklerinizle anlaşmazlığa düştüğünüzde, sadece mevcut durumla ilgilenin. Geçmişi getirmeyin.
14. Bilginizi paylaşın. Bu ölümsüzlüğe giden yoldur.
15. Dünyaya karşı nazik olun.
16. Yılda bir kez, daha önce hiç gitmediğiniz bir yere gidin.
17. En iyi ilişkinin, birbirinize karşı duyduğunuz aşkın, birbirinize olan ihtiyaçtan daha fazla olduğu zamanı işaret ettiğini hatırlayın.
18. Başarınızı, ona ulaşmak için nelerden vazgeçtiğinizle yargılayın.
19. Aşka ve yemek pişirmeye, sonuçlarını hiç düşünmeden girişin.
(Nepal "İyi Şanslar" Mantrası'ndan alınmıştır)
DİLENCİ
Sen, hergün köşe başlarında
yırtık urbanla kirli ellerinle
avuç açan, sefil insan.
İnan yok farkımız birbirimizden.
sen belki tüm yaşamınca dilenecek;
beklediğin beş kuruşu biri vermezse,
ötekinden isteyeceksin.
Ama ben, tüm yaşamım boyunca
tek bir kez dilendim,
bir acımasız kalbin sevdası ile alevlendim.
Öylesine boş öylesine açık kaldı ki elim,
yemin ettim bir daha dilenmeyeceğim.
Victor Hugo
NE GÖRÜYORSUNUZ?
Harp sırasında kocam New Mexiko'daki Mojave çölüne gönderilmişti. O, çölde tatbikata katılırken yanında olabilmek için ben de çölün yolunu tuttum.
Kendimi cehennemin kucağına atmıştım. Ortalık yanıyordu. Küçük bir kulübede oturuyordum ve yanında olmak için tehlikeye atılarak geldiğim kocamı unutmuş, can derdine düşmüştüm.
Etrafımdaki Meksikalılar ve yerliler, tek kelime İngilizce bilmediğinden, kimseyle konuşamıyordum. Sıcak rüzgar, bir taraftan bedenimi kavuruyor, diğer taraftan yediğim yemeği de, ağzımı burnumu da kumla dolduruyordu. Canıma yetmişti.
Kağıda kaleme sarılıp babama bir mektup yazdım.
"Gelin, beni buradan alın" dedim.
"Burada yaşamaktansa hapishanede yaşamayı tercih ederim."
Babamı beklerken cevabı geldi.
Sadece iki satır yazmıştı;
"İki adam hapishane penceresinden dışarıya baktı.
Biri çamuru gördü, diğeri yıldızları."
Bu iki satırı okuyunca utancımdan kıpkırmızı kesildim.
Ben hep çamuru görmüştüm.
Halbuki yıldızlar da vardı.
Derhal yerlilerle dost oldum. Kilimlerine, çanak ve çömleklerine olan hayranlığımı belirttim. Turistlere para ile vermeye yanaşmadıkları kıymetli eşyalarından bana hediyeler verdiler.
Kaktüsleri, vukka ve erguvan ağaçlarını inceledim.
Kır köpeklerini tanıdım.
Çöl gurubunu seyrettim.
Çöl, yüzlerce yıl önce deniz dibi olduğundan kumun içinde deniz hayvanlarının kabuklarını aradım.
Ne değişmişti de, dün nefret ettiğim çöle bugün bağlanmıştım.
Çöl mü değişmişti?
Hayır.
O yine kavuruyordu.
Yerliler mi değişmisti?
Hayır.
Onlar, yine ingilizce bilmiyorlardı.
Sadece ben değişmiştim.
Pencereden kafamı uzatmış ve yıldızları görmüştüm.
Thelma Thompson
POZİTİF DÜŞÜNCE
John Ruskin, ünlü bir İngiliz sanat eleştirmenidir.
Bir gün, Ruskin'in zengin bir arkadaşıyla akşam yemeği randevusu vardır.
Arkadaşı suratı asık bir şekilde gelir.
Anlaşıldığına göre, yemeğe gelirken arkadaşının göğüs cebindeki dolmakalem kırılmış ve kısa bir süre önce hediye olarak aldığı değerli bir mendilin üzerine çıkmayan Hint mürekkebi leke yapmıştı.
Arkadaşı mendili çıkarıp Ruskin'e gösterir.
Kumaşın ortasında çok belirgin siyah yuvarlak bir leke vardır.
Adam o kadar üzülmüştür ki, yemeğine çok az dokunabilir ve eve aceleyle dönerken, mendili masanın üstünde unutur.
Ruskin, çıkarken mendili yanına alır.
Birkaç hafta sonra zengin arkadaşının evine bir paket teslim edilir.
Açtığında, kendisini çok şaşırtan ve sevindiren bir şekilde mürekkep lekeli mendilin harika bir sanat eserine döndüğünü görür.
Ruskin, biraz Hint mürekkebi almış ve yuvarlak lekeyi merkez noktası olarak kullanıp, bütün mendili kaplayan nefis bir desen çizmişti.
İnsanlar eğer pozitif düşünürlerse ve yaratıcı davranırlarsa, olumsuzlukları başarıya dönüştürebilirler.
Ruskin, arkadaşının küçük üzüntü duvarına bir kapı açarak mutluluğunu sağlamıştı.
Hem özverili davranışı ile yaşamlarını zenginleştirmiş, hem de arkadaşının sevgisini kazanmıştı.
DEFNE
Orman Tanrısı ile Nehir Tanrısının bir kız çocuğu olur.
Adını "Defne" koyarlar.
Tanrılar çocuklarını kimseye göstermezler.
Ancak artık büyümüş ve güzelliği dille anlatılacak gibi değildir.
Genç kız her gün ormanda gezintiye çıkar.
Bir gün, bir flüt sesi duyar.
Sesi takip eder ve
flütü çalanın Doğa Tanrısı Apollo olduğunu görür.
Genç kız, her gün onu gizlice dinler.
Fakat, Apollo onu fark eder.
Kızın cazibesi Apollo'yu hemen sarar ve
Defne'yi yakalamak ister.
Genç Kız hızla kaçar.
Ancak Apollo ona yetişir ve
tam yakalayacağı an,
Defne, babası olan Orman Tanrısından yardım ister.
Orman Tanrısı o an kızının ağaç olmasını diler.
Defne'nin ağaç olması üzerine Apollo;
"Madem O'na kavuşamadım,
ben de O'nu sonsuza dek koruyacak bir rüzgar olayım" der ve
rüzgar olur.
Bugün, defne ağaçlarının etrafında hafif bir rüzgarın estiği söylenir.
DAPHNE
Bir gün, Apollon Thessalia'da
kıyıları ağaçlarla gölgelenen Peneus ırmağı kenarında,
güzel bir genç kız gördü.
Bu güzelin adı Daphne idi ve
Apollon, görür görmez ona aşık olmuştu.
Daphne, ormanların derinliklerinde dolaşmaktan zevk alıyordu.
Ay ışığında yabani hayvanları kovalamak, avlamak en büyük eğlencesi idi.
Yalnız başına dolaşmayı çok seviyordu.
Dahası, Daphne hayatı boyunca yalnız yaşamaya yemin etmişti.
Erkeklerden nefret ediyordu.
Bu yüzden evlenmeyi kesinlikle istemiyordu.
Fakat Apollon ona delicesine tutulmuş peşini bırakmıyordu.
Ormanda karşılaştıklarında
Tanrı Apollon güzeller güzeli bu kızla konuşmak istedi
ancak Daphne ondan korkarak koşmaya başladı.
Apollon ne dediyse onu durmaya ikna edemedi,
Daphne korkmuştu bir kere.
Yorgun düşene kadar koştu koştu,
daha fazla koşacak gücü kalmadığında yere yıkıldı ve
toprak anaya yalvarmaya başladı.
"Ey toprakana beni ört, beni sakla, kurtar"
Toprakana onun yakarışını duymuştu.
Az sonra Daphne,
yorgunluktan ağrıyan bacaklarının sertleştiğini,
odunlaşmaya başladığını hissetti.
Gri renk bir kabuk göğsünü kapladı.
Güzel kokulu saçları yapraklara dönüştü ve
kolları dallar halinde uzandı,
küçük ayakları ise kök olup toprağın derinliklerine doğru indi.
Apollon, sevdiği kıza sarılmak isterken
bu Defne ağacına çarpınca şaşırdı.
O günden sonra Defne ağacı Apollon'un en sevdiği ağaç oldu ve
defne yaprakları genç tanrının saçlarının çelengi oldu.
Kahramanlara ödül olarak defne yapraklarından yapılma taçlar taktılar.
ZORLAR ve KOLAYLAR
Hayatta zor işler, kolay işler var,
Bunları ayıran insan olmak zor.
Bilgiçlik taslamak, konuşmak kolay,
Az ve öz konuşup susan olmak zor.
Akıl vermek kolay, iş bozmak kolay,
Bozuğu onaran insan olmak zor.
Niyet etmek kolay, başlamak kolay,
Bir işi bitiren insan olmak zor.
Almak kolay, benlik, bencillik kolay,
Alan insan değil, veren olmak zor.
Merak kolay, olay seyretmek kolay,
Bakan insan değil, gören olmak zor.
Kazanç kolay, servet, zenginlik kolay,
Vicdanlı, namuslu patron olmak zor.
Açları kandırmak, azdırmak kolay,
Açları doyuran insan olmak zor.
Yemin etmek kolay, söz vermek kolay,
Verdiği sözünde duran olmak zor.
Seçilmek, yükselmek, baş olmak kolay,
Sahtekar baskıyı kıran olmak zor.
Hile, yalan, riya, kalleşlik kolay,
Doğru olmak, içten insan olmak zor.
Kan akıtmak kolay, acıtmak kolay,
Acıyan yarayı saran olmak zor.
Nefse uymak kolay, hırslanmak kolay,
Nefsini, hırsını yenen olmak zor.
Yuva kurmak, evlenmek kolay,
Yuvada huzura eren olmak zor .
Yaşam kolay, doğmak, yaşlanmak kolay,
İnsanca yaşlanmak, insan olmak zor.
CAFFEE SOSPESO
ASKIDA KAHVE
Ünlü İtalyan sinema sanatçısı Vittorio de Sica bir TV röportajında anlatıyor:
İtalya'da Napoli'nin kenar mahallelerinden birinde, bir Cafe-Bar da, espressolarımızı içiyoruz.
İçeri giren müşterilerden biri, barmene "due caffee, uno sospeso" (iki kahve, biri askıda) diyor, iki kahve parası veriyor, bir kahve içip gidiyor, barmen de tezgahın üzerinde asılı duran çiviye bir küçük kağıt asıyor.
Biraz sonra iki kişi içeri giriyor: "due caffee e un sospeso" (iki kahve ve bir askıda) diyorlar, üç kahve parası verip, iki kahve içip gidiyorlar, barmen gene bir küçük kağıt daha asıyor.
Bunun gün boyu böyle sürdüğü anlaşılıyor.
Derken üstü başı biraz eski, püskü, belli ki fakir biri bardan içeri girdi, barmene "un caffee sospeso" (askıdan bir kahve) dedi ve barmenin hazırladığı kahveyi içip, para ödemeden çıkıp gitti.
Barmen de tezgahın üzerine asmış olduğu kağıtlardan bir tanesini aşağı indiriverdi...
YAŞAMAK
Yaşamak fırsattır, yararlanmayı bil.
Yaşamak güzelliktir, kıymetini bil.
Yaşamak mutluluktur, tatmayı bil.
Yaşamak rüyadır, gerçekleştirmeyi bil.
Yaşamak meydan okunmasıdır sana, karşı çıkmayı bil.
Yaşamak görevdir, tamamlamayı bil.
Yaşamak oyundur, oynamayı bil.
Yaşamak servettir, korumayı bil.
Yaşamak aşktır, sevgidir, keyfini çıkarmayı bil.
Yaşamak bilmecedir, çözmeyi bil.
Yaşamak verilmiş bir sözdür, tutmayı bil.
Yaşamak hüzündür, aşmayı bil.
Yaşamak şarkıdır, söylemeyi bil.
Yaşamak mücadeledir, kabullenmeyi bil.
Yaşamak şanstır, kullanmayı bil.
YAŞAMAK YAŞAMAKTIR, UĞRUNA SAVAŞMAYI BİL
ELBETTE
Güneş her akşam batıp her gün doğuyorsa
Çiçekler solup solup tekrar açıyorsa
En derin yaralar kapanıyorsa
En büyük acılar unutuluyorsa
Neden korkulur hayatta söyleyin bana
Ben neden hep aynı kalayım söyleyin bana
Elbette bazen çiçek açıp bazen solacağım
Elbette daldan dala konup sonra uçacağım
Elbette bazen hızla dönüp bazen duracağım
Elbette bazen söyleyip bazen susacağım
İnanmadım asla inanamam
Herşeyin bir sonu olduğuna
Elbette bugün ağlıyorsam yarın güleceğim
Elbette önce çekip gidip sonra döneceğim
Candan Erçetin
MADENCİ
Madenci sıcak bir yaz günü güneşin altında çalışırken, birden sıcağın onu daha verimli çalışmasından alıkoyduğunu farketmiş ve o an "güneş benim çalışmamı engelliyor. O zaman benden daha güçlü" diye düşünmüş.
Güce de çok önem verdiği için o an GÜNEŞ olmayı dilemiş Allah'tan.
Allah, madencinin isteğini kabul etmiş ve madenci güneş olmuş.
Bütün dünyayı ışınıyla aydınlatmış, heryeri kavurmuş gücünü herkese göstermiş.
Fakat bir gün güneşin önüne bulut gelmiş.
Bizim madenci çok sinirlenmiş bu işe. Çünkü bulut güneşin ışınlarını kesiyormuş ve madenci "bulut güneşten daha güçlü ben bulut olmak istiyorum" demiş
ve o an bulut olmuş madenci.
Yağmurlar yağdırmış, seller bastırmış, şimşekler yaratmış.
Güçlü olduğu için halinden memnunmuş.
Ama fazla uzun sürmemiş mutluluğu. Çünkü bu sefer de rüzgar bulutu sürüklemiş ve bizim madenci yine düşünmüş ki "rüzgar bulutu sürükleyebiliyorsa o zaman en güçlüsü rüzgar", "ben rüzgar olmak istiyorum" demiş
ve rüzgar oluvermiş o an.
Madenci rüzgar şeklinde fırtınalar estirmiş, denizleri coşturmuş, kasırgalar yaratmış. Ama bu seferde eserken karşısına koca bir taş kütlesi çıkmış. Bir bakmış "bu nasıl bir şey ki benim rüzgarımı kesiyor?" diye düşünmüş. O taş kütlesi aslında bir dağmış. Ve Allah'tan son bir dilekte bulunmuş. Bir dağ olmayı istemiş.
Madencinin isteği kabul olmuş ve sonsuza kadar dağ olarak yaşamaya karar vermiş. Çünkü dünyadaki en güçlü şey dağ olduğunu düşünmeye başlamış.
Madenci dağ olarak hayatından memnun bir şekilde yaşarken birden bir rahatsızlık hissetmiş. Bir şey içini kemiriyormuş.
Derken dağ onu rahatsız eden şeyin ne olduğunu bulmuş;
onu rahatsız eden, içini kemiren bir madenciymiş.
DEĞİŞİM
Westminster manastırının bodrumunda bir Anglikan piskoposunun mezarı üstünde şu sözler yazılıdır:
"Genç ve hür iken, düşlerim sonsuzken, dünyayı değiştirmek isterdim.
Yaşlanıp akıllanınca, dünyanın değişmeyeceğini anladım.
Ben de düşlerimi biraz kısıtlayarak sadece memleketimi değiştirmeye karar verdim.
Ama o da değişeceğe benzemiyordu.
İyice yaşlandığımda, artık son bir gayretle, sadece ailemi, kendime en yakın olanları değiştirmeyi denedim.
Ama maalesef bunu kabul ettiremedim.
Ve şimdi ölüm döşeğinde yatarken birden farkettim ki, önce yalnız kendimi değiştirseydim, onlara örnek olarak ailemi de değiştirebilirdim.
Onlardan alacağım cesaret ve ilhamla, memleketimi daha ileri götürebilirdim.
Kim bilir, belki dünyayı bile değiştirebilirdim."
BİR EFSANEDEN
Tanrılar insanoğlunu yaratmamış,
yer ile gök henüz birbirinden ayrılmamıştı daha.
Evrenin bütün renkleri iç içeydi.
Mavi sarısıyla, beyaz siyahıyla yaşıyordu.
Derken bir gün tanrılar sıkıldı.
Yer ve göğün savaşmasını istediler.
Kazananın rengi sonsuzluk olacaktı.
İki yakın arkadaş hiç istemedikleri halde tanrılarının sözünü dinlediler.
Büyük bir gürültüyle yıllarca sürdü savaş.
Sonunda gökyüzü kazandı ve mavi renk ona verildi.
Sonsuzluk ve özgürlük de...
Arkadaşına çok üzülen gök, tanrılara yalvardı.
Göğün göz yaşlarından denizler yarattılar.
Mavisinden serpiştirdiler biraz da.
Göğün kuşlarını balık yaptılar derin mavilikte tanrılar.
Söylenenlere göre her dolunay düşünce denize,
iki dost milyonlarca yıllık öykülerini anlatırmış derinlere.
İki dostun hikayelerini bütün balıklar, bütün yosunlar bilirler
fakat konuşamazlar dile getiremezler bir türlü.
Oysa derinlere daldığınızda
siz de ortak olursunuz milyonlarca yıllık hikayeye...
IŞIK
Küçük bir kasabada genç bir adam kendi işini kurdu. Bu, iki caddenin köşesinde bir perakendeciydi.
Adam dürüst ve dost canlısıydı, insanlar onu seviyorlardı. Ondan alışveriş yapıyorlar ve arkadaşlarına tavsiye ediyorlardı.
Adam bir yıl içinde bir dükkandan, Amerikanın bir ucundan diğerine uzanan bir zincir oluşturdu.
Bir gün hastalanıp hastaneye kaldırıldı. Doktorlar az zamanı kalmış olabileceğinden endişe ediyorlardı.
Üç yetişkin çocuğunu yanına çağırdı ve onlara bir görev verdi;
İçinizden biri yıllar boyu uğraşarak kurduğum şirketimin başına geçecek. Hanginizin bunu hak ettiğine karar vermek için, her birinize birer dolar vereceğim. Şimdi gidip bu birer dolarla ne alabiliyorsanız alacaksınız, ama bu akşam geri döndüğünüzde paranızla aldığınız şey hastahane odamı bir uçtan bir uca doldurmalı.
Çocuklar bu başarılı şirketi yönetme fırsatı karşısında heyecana kapıldılar. Üçü de şehre gidip parasını harcadı.
Akşam geri döndüklerinde babaları sordu;
"Birinci, çocuğum, bir dolarla ne yaptın?"
Çocuk cevap verdi; "Arkadaşımın çiftliğine gittim, bir dolarımı verdim ve iki balya saman aldım".
Sonra odadan dışarı çıktı, saman balyalarını getirdi, açtı ve havaya savurmaya başladı. Oda bir anda samanlarla dolmuştu. Ama biraz sonra samanların tamamı yere indi ancak babanın söylediği gibi odayı bir uçtan öbür uca dolduramadı.
Adam sordu; "Peki ikinci çocuğum, sen paranla ne yaptın?"
"Yorgancıya gittim. İki tane yastık aldım."
Bunu söyleyen çocuk, yastıklari içeri getirdi, açtı ve tüyleri bütün odaya dağıttı. Zaman içinde bütün tüyler yere düştü, böylece oda yine dolmamıştı.
"Sen üçüncü çocuğum, sen paranı ne yaptin?" diye sordu adam.
"Dolarımı cebime koyup senin yıllar önceki dükkanın gibi bir dükkana gittim.
Dükkanın sahibine parayı verdim ve bozmasını istedim. Dolarımın 50 centini İncil'de yazıldığı gibi çok değerli bir şeye verdim. 20 centini şehrimizdeki iki yardım kurumuna bağışladım. 20 centte kiliseye verdim. Böylece bir onluğum kaldı. Bununla iki şey aldım."
Çocuk elini cebine atıp bir kibrit kutusu ve bir mum çıkardı.
Işığı kapatıp, mumu yakınca oda mumun yaydığı ışıkla dolmuştu.
Oda, samanla veya tüyle değil, bir uçtan öbür uca ışıkla dolmuştu.
Baba memnundu.
"Çok iyi oğlum. Bu şirketin başına sen geçeceksin. Çünkü yaşam hakkında çok önemli bir şeyi, ışığını yaymayı biliyorsun. Bu çok güzel"
N.Qubein
OĞLUMUN ÖĞRETMENİNE
Öğrenmesi gerekli, biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını.
Fakat şunu da öğret ona; her alçağa karşılık bir kahraman, her bencil politikacıya karşılık kendini adamış bir lider vardır.
Her düşmana karşılık bir dost olduğunu da öğret ona.
Zaman alacak biliyorum. Fakat eğer öğretebilirsen ona, kazanılan bir doların bulunan beşinden daha değerli olduğunu öğret.
Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve hem de kazanmaktan neşe duymayı.
Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.
Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona.
Bırak erken öğrensin zorbaların görünüşte galip olduklarını.
Eğer yapabilirsen, ona kitapların mucizelerini öğret.
Fakat ona sessiz zamanlar da tanı. Gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği.
Okulda hata yapmanın hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.
Kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi.
Nazik insanlara karşı nazik, sert olanlara karşı da sert olmasını öğret ona.
Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma.
Tüm insanları dinlemesini öğret ona. Fakat tüm dinlediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret.
Eğer yapabilirsen, üzüldüğünde bile nasıl gülümseyeceğini öğret ona.
Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.
Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini.
Ona kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını, fakat hiçbir zaman kalbi ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.
Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona. Ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa dimdik dikilip savaşmasını öğret.
Ona nazik davran, fakat onu kucaklama. Çünkü ancak ateş çeliği saflaştırır.
Bırak sabırsız olacak kadar cesarete sahip olsun.
Bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.
Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır.
Bu büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bak bakalım.
O, ne kadar iyi, küçük bir insan. Oğlum.
Abraham Lincoln
(Oğlunun öğretmenine yazdığı mektuptan alınmıştır
EĞER
Eğer, herkes kendini kaybedip seni suçladığı zaman,
sen soğukkanlığını koruyabilirsen;
Eğer, herkes senden kuşkulandığında
sen kendine güvenip tüm şüpheleri hoşgörüyle karşılayabilirsen;
Eğer, sabırla bekleyebilir ve beklemekten yorulmazsan;
ya da iftiraya uğradığında yalana yalanla karşılık vermezsen
ve kin tutana kin duymazsan;
Eğer, düşlere kapılmadan düş kurabilir;
düşünebildiğin halde düşüncelerinin kölesi olmazsan
ve aynı zamanda ne çok uysal olup
ne de çok akıllıca bir tavırla konuşmazsan;
Eğer, ne kazandım diye sevinir,
ne yıkıldım diye yerinir,
ikisini de karşılayıp yüzleşebilirsen
ömür verdiğin şeylerin yıkılışını seyredebilir
ve yine onu kurmaya çalışırsan;
Eğer, iş işten geçtikten sonra da yüreğini ve bedenini seferber edip
herkesin vazgeçtiği noktada sen amacına yönelebilirsen;
Eğer, herkes ile birlikte olur da, erdemli kalabilirsen
ya da krallarla dolaştığın bir durumda,
gururlanıp benliğini ve dostlarını unutmazsan;
Eğer, ne sevgili dostların, ne de düşmanların seni incitmezse
ve kimseyi hem küçümsemez,
hem de kimseye bağımlı olmamayı başarabilirsen;
Eğer, her günün her saatini,
her dakikanın her saniyesini iç rahatlığıyla yaşabilirsen,
bütün dünya senin olur
ve o zaman artık
"ADAM"
olduğunu düşünebilirsin....
GÜNÜN MENÜSÜ
Bir ölçü "Günaydın"
İki ölçek "İyi Günler"
Birazcık "İlgi"
Bir tutam "Anlayış"
Normal ölçüde "Nezaket"
Bir tatlı kaşığı "Tolerans"
Malzemeyi iç dünyanızdan alın
Yıkamaya gerek yok tertemizdir
Gönül teknenizde yavaşça karıştırın
Kokusu her yanınıza sinince
İçine duygu şerbeti ekleyip karıştırın
Karışımı hayat tabağının üzerine yavaşça boşaltın
Üstünü sevgi marmelatı ile süsleyin
Gökkuşağının renginden bir kaç parça serpiştirin
Gün boyunca afiyetle yiyin
Sadece kendiniz yemeyin
Herkese verin...
Yemeğin adı: İNSANLIK
MUTLULUK REÇETESİ
İnsanlar bana hep "daha çok mutlu olmanın yollarını" sorar, hani neredeyse bir reçete isterler. Genel geçer bir mutluluk reçetesinin imkansızlığını anlatmaya çalıştığımda da, onları önemsemediğimi düşünüp kızarlar ya da bilgiyi kendime saklamakla suçlarlar.
Baskılara daha fazla dayanamıyor ve bazı basit kuralları reçeteleştiriyorum, işte sizin için. Kurallar çeşitli kitaplardan öğrendiklerimin ve deneyimlerimin neticesinde oluşmuştur. Tamamının özgün olmadığını söylemeliyim.
Apache Kabilesi'ne ait atasözünün açıklayış biçimiyle, öğreniyorum ben de sizler gibi;
"Baykuş gibi sabırlı bir seyirci olmayı öğrendik.
Kargadan zeki olmayı öğrendik.
Kendisinden on kat büyük baykuşu arazisinden atmak için,
durmaksızın mücadele veren alakargadan, cesareti öğrendik.
Fakat hepsinden önce, öğretmenimiz olarak iskete kuşu gelir.
Çünkü onun, boyun eğmez bir ruhu vardır."
Gelelim reçetemize:
1. "Sadece kendi davranışlarınızı kontrol edebilirsiniz, diğerlerinin değil" gerçeğini, tartışmasız kabul edin.
2. Kimse size istemediginiz bir şeyi yaptıramaz, sizin de diğerlerine yaptıramayacağınız gibi. Başkalarını kontrol etme isteğini ve bu istek için harcadığınız enerjiyi kendinize yönelttiğinizde, yapabilme gücünüz ve özgürlüğünüz artar; ancak özgürlüğün de bir bedeli olduğunu unutmayın.
3. Özgürlüğünüze ait istekleriniz, diğerlerinin hak alanına girdiğinde, çatışma yaratır. Bu yüzden isteklerinizin, diğer kişinin hangi alanına girdiğine ve ne anlam ifade ettiğine dikkat edin. Laf olsun diye istemeyin. Bedelini ödeyemeyecekseniz dile getirmeyin.
4. Ne kadar büyük ve acı verici olursa olsun, sorunu kabul edip, yüzleşin. Üzüntüyü çekmeden, çözüm üretip güçlenmeniz mümkün değildir. Sakinleşin, önceliklerinizi belirleyin ve düzenleyip, yapılandırın.
5. Geçmişe saplanıp kalmayın; değiştiremeyecekleriniz için yanıp yakılmak ve pişmanlık duymak faydasızdır. Şu andan sonrasına etki edebileceğinizi farkedin. Hatalarınızı ve nedenlerini bulup, yolunuza devam edin.
6. Sevgi, huzur, paylaşım, gevşeme gibi ihtiyaçlarınızı reddetmeyin. Koşullar gereği şu anda karşılayamıyorsanız, yapabildiğiniz kadarını gerçekleştirin.
7. Esneme ve uyum yeteneklerinizi geliştirin. Katı prensipleri olmak, kişilik gücüne işaret etmez. Temel özelliklerinizi koruyarak, gelişime açık olun ve gelişimin getireceği değişimlerden korkmayın. Sevdiğiniz insanların da gelişimi için fırsat tanıyın; korkularınızı kontrol altına alın.
8. Hareket alanınızı geniş tutun. Birey olma haklarınızı kullanacağınız alanın büyüklüğü, kendinize duyduğunuz güveni artıracaktır. Uğraşlar, hobiler, farklı arkadaşlar, bakış alanınızı genişleteceği gibi, kişisel gücünüzün artmasına etki edecektir.
9. Zaafsız insan yoktur. Neler olduğunu belirleyin. Bu zaaflara yönelik durum, duygu, düşünce vb. ile karşılaştığınızda, her zamankinden daha dikkatli olun.
10. Olumsuz özelliklerinizi görmede gösterdiğiniz hassasiyeti, olumlu özelliklerinizi görmek için de kullanın, ama kantarın topuzunu kaçırmayın.
Reçete daha uzar gider, ama temel kurallar bunlar.
Kuralları zaten daha önce farkettiğiniz halde
uygulamada problemlerle karşılaşıyor ya da
okuduktan sonra zorluk yaşıyorsanız,
bir profesyonelin yardımına ihtiyaç duyuyorsunuz demektir.
Son söz yine bir kızılderili atasözü olsun mu?
"Soruyu yüreğine sor, cevap da yürekten gelecektir".
MASA DA MASAYMIŞ HA
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini, çıkrık sesini
Ekmeğin, havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı, gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Tokluğunu, açlığını koydu
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.
Edip Cansever
KENDİNLE BARIŞIK
Geçinmek için ne yaptığın beni ilgilendirmiyor.
Neyi özlediğini,
Kalbinin arzuladığı şeye kavuşmanın
hayalini kurmaya cesaret
edip edemediğini bilmek istiyorum.
Kaç yaşında olduğun beni ilgilendirmiyor.
Aşk için, hayallerin için, yaşıyor olma serüveni için
Bir aptal gibi görünme riskini
göze alıp alamayacağını bilmek istiyorum.
Ay'ın etrafında hangi gezegenlerin
döndüğü beni ilgilendirmiyor.
Kederinin merkezine dokunup dokunmadığını,
hayatın ihanetlerince açılıp açılmadığını,
daha fazla acı korkusundan
kapanıp kapanmadığını bilmek istiyorum.
Saklamaya, azaltmaya ya da
düzeltmeye çalışmadan
benim ya da kendi acınla oturup oturamayacağını
bilmek istiyorum.
Benim ya da kendi neşenle olup olamayacağını,
insan olmanın sinirliliğini hatırlamadan,
bizi dikkatli ve gerçekçi olmamız için uyarmadan
çılgınca dans edip,
coşkunun seni parmak uçlarına kadar doldurmasına
izin verip vermeyeceğini bilmek istiyorum.
Bana anlattığın hikayenin doğru
olup olmaması beni ilgilendirmiyor.
Kendi kendine dürüst olmak için
bir başkasını hayal kırıklığına
uğratıp uğratamayacağını;
ihanetin suçlamasına dayanıp,
kendi ruhuna ihanet edip etmeyeceğini
bilmek istiyorum.
Güvenebilir ve güvenilebilir
olup olamayacağını bilmek istiyorum.
Her gün sevimli olmasa da
güzelliği görüp göremeyeceğini
bilmek istiyorum.
Benim ve kendi hatalarınla
yaşayıp yaşayamayacağını;
bir gölün kenarında durup
gümüş ay'a "EVET!"
diye bağırıp bağırmayacağını
bilmek istiyorum.
Nerede yaşadığın
ya da ne kadar paran olduğu
beni ilgilendirmiyor.
Keder ve umutsuzlukla geçen
bir gecenin ardından,
yorgun, bitap da olsan,
çocuklar için yapılması gerekenleri
yapıp yapmayacağını bilmek istiyorum.
Kim olduğun,
buraya nasıl geldiğin beni ilgilendirmiyor.
Çekinmeden benimle ateşin ortasında
durup durmayacağını bilmek istiyorum.
Nerede, kiminle,
ne okuduğun beni ilgilendirmiyor.
Diğer herşey bittiğinde
seni ayakta tutan şeyin
ne olduğunu bilmek istiyorum.
Kendinle yalnız kalıp kalamadığını
ve o boş anlarda sana arkadaşlık eden kendini
gerçekten sevip sevmediğini bilmek istiyorum.
Orian Mountain Dreamer
ZAMAN AYIR
ÇALIŞMAK İÇİN ZAMAN AYIR
Bu, başarının bedelidir.
DÜŞÜNMEK İÇİN ZAMAN AYIR
Bu, kudret ve kuvvetin kaynağıdır.
EĞLENMEK İÇİN ZAMAN AYIR
Bu, genç kalmanın sırrıdır.
OKUMAK İÇİN ZAMAN AYIR
Bu, bilginin temelidir.
İBADET İÇİN ZAMAN AYIR
Bu, yücelmenin yoludur.
BAŞKALARINA YARDIM VE
ARKADAŞLARDAN HOŞLANMAK
İÇİN ZAMAN AYIR
Bu, mutluluğun kaynağıdır.
SEVMEK İÇİN ZAMAN AYIR
Bu, hayatın kutsallıklarından biridir.
HAYAL KURMAK İÇİN ZAMAN AYIR
Bu, ruhu yıldızlara eriştirir.
GÜLMEK İÇİN ZAMAN AYIR
Bu, hayatın yükünü hafifleten bir boşanıştır.
PLAN YAPMAK İÇİN ZAMAN AYIR
Bu, ilk dokuz şeyi yapabilmek için
gereken zamana sahip olmanın sırrıdır.
HAYATTA BEN EN ÇOK BABAMI SEVDİM
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yardanbitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla- Ha düştü, ha düşecek…
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim.
Bilmezdi ki oturduğumuz semti,
Geldimi de gidici hep, hepp acele işi!..
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi,
Atlastan bakardım nereye gitti,
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
40’ı geçerse ateş, çağ’rırlar İstanbul’a.
Bir helallaşmak ister elbet, diğ’mi oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu.
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin.
Daha başka tür aşklar; geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim.
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Can Yücel
DERVİŞ KAŞIKLARI
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine;
"Sevginin sadece sözünü edenlerle,
onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?"
"Bakın göstereyim" demiş ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak
onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine.
Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve
arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş; "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz"
diye bir de şart koymuş.
"Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler.
Fakat o da ne?
Kaşıklar uzun geldiğinden
bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına.
En sonunda bakmışlar beceremiyorlar,
öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine, "Şimdi..." demiş ermiş,
"Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe."
Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar
gelmiş oturmuş sofraya bu defa.
"Buyrun" deyince
her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp,
sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını.
Böylece her biri diğerini doyurmuş ve
şükrederek kalkmışlar sofradan.
"İşte" demiş ermiş,
"Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve
doymayı düşünürse o aç kalacaktır.
Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa
o da kardeşi tarafından doyurulacaktır.
Şüphesiz şunu da unutmayın.
Hayat pazarında alan değil
veren kazançlıdır her zaman..."
ÜÇ İNSAN
Bir fıçının içine bir karınca düşmüş.
Bir insan gelmiş, fıçının başına,
karıncayı görmüş,
"Ne işin var senin burada?", demiş ve
karıncayı ezmiş, yok etmiş.
Bir fıçının içine bir karınca düşmüş.
Bir insan gelmiş, fıçının başına,
karıncayı görmüş,
"Kimseye zararın yok sevimli hayvan,
haydi fıçıda yaşamaya devam et", demiş.
Bir fıçının içine bir karınca düşmüş.
Bir insan gelmiş, fıçının başına,
karıncayı görmüş,
Bir kaşık şeker serpmiş fıçının içine.
Bu üç insan kimdir?
Birincisinin adı; BENCİL
İkincisini; HOŞGÖRÜ, diye çağırıyorlar
Üçüncü mü? O, SEVGİ, işte!.....
ANNE
Bir zamanlar dünyaya gelmeye hazırlanan
bir çocuk varmış.
Bir gün Tanrı'ya sormuş;
"Tanrım, beni yarın dünyaya göndereceğini söylediler.
Fakat, ben o kadar küçük ve güçsüzüm ki,
orada nasıl yaşayacağım?"
"Tüm meleklerin arasında senin için bir tanesini seçtim,
O seni bekliyor olacak ve seni koruyacak.
Meleğin sana hergün şarkı söyleyecek ve gülümseyecek.
Böylece sen onun sevgisini hissedecek ve mutlu olacaksın."
"Peki, insanlar bana birşey söylediklerinde,
dillerini bilmeden, söylediklerini nasıl anlayacağım?"
"Meleğin sana dünyada duyabileceğin en tatlı ve
en güzel sözcükleri söyleyecek.
Sana konuşmayı, dikkatle ve sevgi ile öğretecek."
"Peki, ben seninle konuşmak istersem ne yapacağım?"
"Meleğin sana ellerini açarak
bana dua etmeyi de öğretecek."
"Dünyada kötüler olduğunu da duydum.
Beni onlardan kim koruyacak?"
"Meleğin seni kendi hayatı pahasına da olsa koruyacak."
"Fakat, ben seni bir daha göremeyeceğim için çok üzgünüm."
"Meleğin sana sürekli benden söz edecek ve
ulaşmanın yolunu öğretecek."
O sırada cennette bir sessizlik olur ve
dünyanın sesleri cennete kadar ulaşır.
Çocuk gitmek üzere olduğunu anlar ve
son bir soru sorar;
"Şimdi gitmek üzere isem,
benim Meleğimin adı ne?"
"Meleğinin adının önemi yok yavrum.
Sen onu, ANNE diye çağıracaksın."
KÜÇÜK İSTAVRİT
Küçük istavrit yiyecek bir şey sanıp
Hızla atıldı çapariye
Önce müthiş bir acı duydu dudağında
Gümbür gümbür oldu yüreği
Sonra hızla çekildi yukarıya
Aslında hep merak etmişti
Denizlerin üstünü
Neye benzerdi acep gökyüzü
Bir yanda büyük bir merak
Bir yanda ölüm korkusu
"Dudağı yarıklar " denir, şanslıdır onlar
Hani görüpte gökyüzünü, insanı
oltadan son anda kurtulanlar
Ne çare balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu
Küçük istavrit anladı yolun sonu
Koca denizlere sığmazdı yüreği
Oysa şimdi yüzerken
Küçücük yeşil leğende
Cansız uzanıvermiş dostlarına
Değiyordu minik yüzgeci
İnsanlar gelip geçtiler önünden
Bir kedi yalanarak baktı gözünün içine
Yavaşça karardı dünya
Başı da dönüyordu
Son bir kez düşündü derin maviyi
Beyaz mercanı bir de yeşil yosunu
İşte tam o anda eğilip aldım onu
Yürüdüm deniz kenarına
Bir öpücük kondurdum başına
İki damla gözyaşından ibaret
Sade bir törenle saldım denizin sularına
Bir an öylece bakakaldı
Sonra sevinçle dibe daldı
Gitti, tüm kederimi söküp atarak
Teşekkürü de ihmal etmemişti
Bir kaç değerli pulunu elime avuçlarıma bırakarak
Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme
Sorar gibiydiler neden yaptın bunu niye?
"Bir gün" dedim, "bulursam kendimi
Yeşil leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz,
son ana kadar hep bir umudum olsun diye"
Dr. Serdar Sıralar
KAVANOZDAKİ TAŞLAR
Zamanın iyi ve üretken olarak kullanımı konusunda zaman zaman kurslar düzenleniyor. İşte bu kurslardan birinde zaman kullanma uzmanı öğretmen, çoğu hızlı mesleklerde çalışan öğrencilerine, "Haydi, küçük bir deney yapalım" demiş.
Masanın üzerine kocaman bir kavanoz koymuş. Sonra bir torbadan irice kaya parçaları çıkarmış, dikkatle üst üste koyarak kavanozun içine yerleştirmiş.
Kavanozda taş parçası için yer kalmayınca sormuş; "Kavanoz doldu mu?"
Sınıftaki herkes, "Evet, doldu" yanıtını vermiş.
"Demek doldu ha" demiş hoca. Hemen eğilip bir kova küçük çakıl taşı çıkartmış, kavanozun tepesine dökmüş. Kavanozu eline alıp sallamış, küçük parçalar büyük taşların sağına soluna yerleşmişler.
Yeniden sormuş öğrencilerine; "Kavanoz doldu mu?"
İşiin sanıldığı kadar basit olmadığını sezmiş olan öğrenciler; "Hayır, tam da dolmuş sayılmaz" demişler.
"Aferin" demiş zaman kullanım hocası. Masanın altından bu kez de bir kova dolusu kum çıkartmış. Kumu kaya parçaları ve küçük taşların arasındaki bölgeler tümüyle doluncaya kadar dökmüş.
Ve sormuş yeniden; "Kavanoz doldu mu?"
"Hayır dolmadı" diye bağırmış öğrenciler.
Yine "Aferin" demiş hoca. Bir sürahi su çıkarıp kavanozun içine dökmeye başlamış.
Sormuş sonra; "Bu gördüklerinizden nasıl bir ders çıkardınız?"
Atılgan bir öğrenci hemen fırlamış; "Şu dersi çıkarttık. Günlük iş programınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman yeni işler için zaman bulabilirsiniz."
"O da doğru ama" demiş zaman kullanma hocası; "Çıkartılması gereken asıl ders şu; Eğer büyük taş parçalarını baştan kavanoza koymazsanız daha sonra asla koyamazsınız."
Ve ardından herkesin kendi kendisine sorması gereken soruyu sormuş;
"Hayatınızdaki büyük taş parçaları hangileri,
onları ilk iş olarak kavanoza koyuyor musunuz?
Yoksa kavanozu kumlarla ve suyla doldurup
büyük parçaları dışarıda mı bırakıyorsunuz?"
KORKU
İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermediği için.
Ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.
Ve yaşamaktan korkuyor, kendisi için değil, başkalarına göre yaşadığı için.
William Shakespeare
ANNEYE DUA
Sevgili Tanrım,
Artık genç değilim ve arkadaşlarımın anneleri tek tek ölmeye başladı.
Arkadaşlarım annelerinin değerini anladıklarında,
bunu onlara söyleyemeyecek kadar geç kaldıklarını dile getiriyorlar.
Benim hala hayatta olan kusursuz bir annem var.
Onun değerini her geçen gün daha iyi anlıyorum.
Annem değil, ben değişiyorum. Yaşım ilerledikçe,
onun ne kadar olağanüstü bir insan olduğunu daha iyi anlıyorum.
Bu sözleri annemin kendisine söyleyemiyorum ne yazık,
oysa duygularımı kaleme almak ne kolay.
Bir evlat kendisine yaşam veren annesine nasıl teşekkür edebilir?
Bir çocuk büyütürken gösterdiği sevgiye, sabıra ve onca çabaya?
Bebekken arkasından koştuğu, asabi bir ergeni anladığı,
her şeyi bildiğine inanan üniversite öğrencisini hoşgördüğü için
şükranlarını nasıl dile getirebilir?
Kızının, annesinin ne kadar akıllı bir insan olduğunu anladığı günü
sabırla beklediği için nasıl minnet duyabilir?
Anne olmuş bir evlat,
hala kendisine annelik yapan bir insana nasıl teşekkür edebilir?
Her zaman öğüt vermeye hazır olduğu halde,
istendiğinde ya da gerektiğinde sessiz kalmayı başardığı için.
Binlerce kez söyleyebileceği durumlarla karşılaşmasına karşın;
"Ben sana dememiş miydim?" demediği için.
Kendisi olduğu için.
Sevgi dolu, düşünceli, sabırlı ve
bağışlamayı bilen kendisi olduğu için,
nasıl teşekkür edebilir?
Tanrım, senden onu hakettiğince kutsamanı istemekten
başka bir şey gelmiyor elimden.
..ve onun bana örnek olmasında,
bana yardımcı olmana şükretmekten başka.
Kendi çocuklarımın gözünde,
annemin benim gözümde olduğu kadar iyi bir anne olabilmek için
sana dua ediyorum, Tanrım.
Bir kız evlat
BAŞARI, ZENGİNLİK, SEVGİ
Alışverişe gitmek üzere evden çıkan bir kadın,
kapısının karşısındaki kaldırımda oturan
bembeyaz sakallı üç yaşlıyı görünce önce duraksadı,
sonra onları, tüm içtenliğiyle evine davet etti;
"Burada böyle oturduğunuza göre,
üçünüz de kesinlikle acıkmış olmalısınız", dedi.
"Lütfen içeri gelin, size yiyecek bir şeyler hazırlayayım."
Üç yaşlıdan biri, kadına,
eşinin evde olup olmadığını sordu.
Kadın, eşinin biraz önce çıktığını,
şu anda evde olmadığını söyledi.
Yaşlı adam, başını iki yana salladı;
"Eşiniz evde değilse, biz de davetinizi kabul edemeyiz", dedi.
Akşam eşi geldiğinde kadın
karşı kaldırımdaki yaşlı adamlarla
arasında geçen konuşmayı anlattı.
"Senin evde olmadığını öğrenince, içeri girmek istemediler", dedi.
Yaşlı adamların bu davranışlarını öğrenince,
kadının eşi üzüldü.
"Bir bakıversene dışarı", dedi.
"Hâlâ oradalarsa, şimdi davet edebilirsin eve."
Kadın kapıyı açar açmaz,
karşı kaldırımdaki bembeyaz sakallı üç yaşlıyla yeniden karşılaştı.
"Eşim geldi, şimdi evde" dedi ve
onlara davetini yineledi;
"Yemeğimizi birlikte yemek için
sizi şimdi davet edebilir miyim evimize?"
Kadının davetine yaşlılardan biri yanıt verdi;
"Biz hiçbir eve üçümüz birlikte gitmeyiz", dedi.
Ve kısa bir duraksamadan sonra, bir açıklama yaptı;
"Sağ yanımdaki bu arkadaşımın adı, Zenginlik'tir.
Bu yanımda oturan arkadaşımın adı Başarı,
benim adım ise Sevgi'dir.
Kendini ve arkadaşlarını tanıttıktan sonra Sevgi,
kadına ilginç bir öneride bulundu;
"Şimdi evinize gidin ve eşinizle başbaşa verip,
bir karara varın", dedi.
"İçimizden sadece birimizi davet edebilirsiniz evinize.
Hangimizi davet etmek istediğinize karar verin,
sonra gelin, kararınızı bize bildirin."
Kadın, Sevgi'nin önerisini eşine anlattığında,
adam sevinçten göklere fırladı.
"Aman ne güzel, ne güzel", dedi.
"Hangisini davet edeceğimizi bize bıraktıklarına göre,
biz de içlerinden Zenginlik'i davet ederiz ve
evimiz de bir anda Zenginlik'e kavuşmuş olur."
Eşinin kararı, kadının hiç de hoşuna gitmedi.
"Başarıyı davet etsek,
daha mantıklı bir karar vermiş olmaz mıyız,
kocacığım?",dedi.
Kayınvalidesiyle, kayınpederinin bu konuşmasına,
içerideki odada bulunan gelinleri de kulak misafiri olmuştu.
Koşarak içeri girdi ve o da kendi önerisini söyledi;
"En doğru karar, Sevgi'yi davet etmek değil midir?", dedi.
"Düşünsenize, evimiz bir anda Sevgi'ye kavuşacak"
Gelinin bu önerisi, kayınpederin de, kayınvalidenin de çok hoşlarına gitti.
"Tamam, en doğru karar bu olacak" dediler.
"Sevgi'yi davet edelim..."
Kadın kapıyı açtı ve üç yaşlıya birden sordu;
"İçinizde hanginiz Sevgi'ydi?"
"Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen buyursun..."
Sevgi ayağa kalktı, eve doğru yürümeye başladı.
Arkadaşları da ayağa kalktılar ve
Sevgi'nin arkasından, onlar da eve doğru yürümeye başladılar.
Kadın, büyük bir şaşkınlık ve heyecan içinde,
Zenginlik'le Başarı'ya sordu;
"Siz niçin geliyorsunuz?,
Ben yalnız Sevgi'yi davet etmiştim."
Kadının bu sorusuna, üç yaşlı birlikte yanıt verdiler;
"Eğer içimizden yalnız Zenginlik'i ya da Başarı'yı
davet etmiş olsaydınız,
davet edilmeyen ikimiz dışarıda bekleyecektik"
"Fakat siz Sevgi'yi davet ettiniz.
Bu durumda üçümüz birden gelmek zorundayız evinize."
Ve kadının "Niçin?" diye sormasını beklemeden,
Zenginlik ve Başarı sözlerini şöyle sürdürdüler;
"Çünkü Sevgi'nin olduğu her yerde,
biz Zenginlik ve Başarı da her zaman,
onun yanında oluruz."
NE OL, NE OLMA
İtil, atıl ama SATILMA!
Doğrul, devril ama EĞİLME!
Seslen, uslan ama YASLANMA!
Yaklaş, konuş, tanış ama UZAKLAŞMA!
Okumaktan zarar gelmez ama LANET OKUMA!
Zulmü devir, nefsi devir ama ÇAM DEVİRME!
Ev al, araba al, abdest al ama BEDDUA ALMA!
Rakibini geç, sınıfını geç ama GÜLÜP GEÇME!
Elini aç, gözünü aç, kapını aç ama AĞZINI AÇMA!
Hedefe koş, cihada koş, yardıma koş ama ORTAK KOŞMA!
Davet et, hayret et, af et, tövbe et ama İHANET ETME!
Fidan büyüt, garip doyur, çocuk besle ama KiN BESLEME!
Satıcı ol, alıcı ol, kalıcı ol, bulucu ol ama BÖLÜCÜ OLMA!
Eşini beğen, işini beğen, aşını beğen ama KENDİNİ BEĞENME!
Emek ver, kulak ver, bilgi ver ama hiç bir zaman BOŞ VERME!
Günlerini say, servetini say, büyüklerini say ama YERİNDE SAYMA!
Paranı ver, gönlünü ver, selam ver, canını ver ama SIRRINI VERME!
BÜYÜ DÜKKANI
Uzak diyarlardan birinde bir ülkede,
yemyeşil tepelerin arasında,
kışın bembeyaz bir kar örtüsü ile,
baharda rengarenk kır çiçekleri ile kaplanan bir vadi vardı.
Ortasından küçük bir ırmağın geçtiği bu vadi
"Büyülü Vadi" olarak anılırdı.
Ona bu adı veren ise, vadideki ilginç bir dükkan ile,
bu dükkanda yaşananlardı.
Ünü ülkenin dört bir yanına yayılmış olan dükkanın adı
"Büyü Dükkanı" idi.
Büyü Dükkanı'nın sahibi, ak saçlı, ak sakallı bir ihtiyardı.
Burası, aynı zamanda onun yaşadığı yerdi.
Bu nedenle dükkanın dışarıdan görüntüsü tıpkı bir ev gibiydi.
Üç tarafında da yeşil çerçeveli pencerelerin olduğu,
tamamı ahşaptan yapılmış olan bu binaya,
bir verandadan giriliyordu.
İçeri girer girmez, ilginç eşyalarla donanmış
oldukça geniş bir oda ile karşılaşıyordunuz.
Büyük bir kütüphane,
üzerlerinde çok sayıda eşyanın bulunduğu raflar,
masa ve konsollar dükkanın dört bir tarafını kaplıyordu.
Ancak bu kalabalık görüntü içinde
çok etkileyici bir düzen göze çarpıyordu.
Bütün eşyalar, belli bir estetik içinde duruyor ve
bu estetik hiçbir zaman bozulmuyordu.
Büyü Dükkanını çevreleyen pencereler,
içerdeyken bile günün aydınlığına ve
vadinin güzelliğine hakim olmanıza izin veriyordu.
Dükkanın içinde, arka taraftaki bölmeye açılan bir kapı vardı.
Bu bölmede mutfak, banyo ve yatak odası bulunuyordu.
Dükkana gelen müşteriler arka tarafa açılan kapıyı daima kapalı görürlerdi.
Her insanın yaşamında çok istediği ancak
sahip olamadığı birşeyler vardır.
Ya da sahip olup kaybettiği şeyler.
Bazen de sahip olduğu ancak kurtulmak istediği şeyler...
İşte bütün bunlar, o ülkede yaşayan insanların bir kısmı için,
Büyü Dükkanı'na gelme nedeniydi.
Bu dükkanda, isteklerinizi sınırlamak zorunda değildiniz.
Müşteriler, hayal edebildikleri herşeyi isteme ve alma hakkına sahiptiler.
Tabii, bedelini ödedikleri takdirde.
Her yerde olduğu gibi bu dükkanda da
almak istediğiniz şeyin bir bedeli vardı.
Bu bedelin ne olacağı,
dükkan sahibiyle yaptığınız pazarlık sonucunda ortaya çıkardı.
Ancak, Büyü Dükkanı'nda maddi bedellerin hiçbir hükmü yoktu.
Bazı müşteriler bir şeye sahip olmak için ödenebilecek tek bedelin
para olabileceği düşüncesiyle, cepleri kabarık gelirlerdi.
Oysa burada yapılan pazarlıklar, günlük yaşamdakilerden biraz farklı olur ve
pek çok müşteriyi şaşırtırdı.
Dükkan sahibi yaşlı adam, her sabah gün ağarırken kalkar,
kendine büyük bir fincan kahve yapar ve
bir insanın isteyebileceği her şeyin var olduğu dükkanıyla gurur duyarak
kahvesini yudumlardı.
Kahvenin ardından gelen zevkli bir kahvaltıdan sonra da
pencerinin perdelerini sonuna kadar açarak,
sallanan koltuğuna oturur ve içeri dolan gün ışığının
yardımıyla okumaya başlardı.
Büyü Dükkanı'nda satıcı olmak bilgelik isterdi.
O güne kadar dükkana gelen hiçbir müşteriyi geri çevirmemisti dükkan sahibi.
Herkes, çok istediği bir şeye sahip olmak uğruna
onca yolu göze alarak gelir ve
mutlaka alabileceği en iyi şeyi almış olarak çıkardı.
Ama genellikle aldığı şey istediği şeyden çok farklı olurdu.
Yaşlı adam ara sıra, okuduğu kitaptan başını kaldırır,
yolu gören pencereye bir göz atardı.
Sabah dışarı baktığında, yağan karın yolu iyice kapattığını gördü.
Bu havada gelen giden olmaz diye düşünüp, hüzünlendi.
Büyü Dükkanı, hemen her gün bir müşteri ağırlardı.
Ancak, yılda birkaç kere de olsa kimsenin uğramadığı günler olurdu.
Yaşlı adam, o günün de bunlardan biri olmasından korktu.
Nedense işsizlik içini ürpertmişti.
Tam o sırada uzakta bir karartı gördü.
Kar beyazının kamaştırdığı gözlerini kırpıştırıp tekrar baktığında,
bunun yaklaşmakta olan bir insan olduğunu anladı.
İçini bir sevinç kapladı. Gidip sobasına bir odun attı ve
tam pencerenin karşısındaki sallanan koltuğa oturup,
müşterisini beklemeye koyuldu.
Kış mevsiminin bu soğuk gününde epeyce üşümüş,
yorgun düşmüş olmalıydı.
Kapının önüne gelinceye kadar, gözlerini hiç ayırmadan izledi onu.
İyice kulak kabarttı.
Üç basamakla çıkılan, ahşap zeminli verandadaki ayak seslerini ve
onlara eşlik eden gıcırtıyı duymaktan çok hoşlanırdı.
Beklediği kişinin ayak sesleri ikinci basamakta kesilirdi.
Müşteri çalmadan, kapıyı açmamayı prensip edinmişti yaşlı adam.
Çünkü, hemen herkes o kapının önünde durup,
bir kez daha düşünürdü.
Kapıyı çalmaktan vazgeçip dönenler, az da olsa olmuştu.
O gün de aynı şeyi yaptı.
Sonunda kapı calındı.
Açtığında, karşısında soğuktan kızarmış elleriyle
atkısını çıkarmaya çalışan bir erkek gördü.
"İyi sabahlar, girebilir miyim?" diye sordu müşteri.
Dükkan sahibi, müşterisini içeri aldıktan sonra,
ısınması için ona bir kahve ikram etti.
Sessizce kahvesini içerken etrafı seyreden adam,
karşısında oturan yaşlı satıcının ikna edilmesi pek güç olmayan biri
olduğunu düşündü.Herhalde o da müşterisini anlar,
onun haklı isteğini geri çevirmek istemezdi.
Acaba Büyü Dükkanı'ndan çıkarken
istediği gibi bir alışveriş yapmış olacak mıydı?
Bir süre söze nasıl başlayacağını bilemedi.
Belki de dükkan sahibinin bir şeyler söylemesi gerekirdi.
Ancak karşısında sabırlı bir ifade ile
müşterisinin gözlerinin içine bakarak oturan satıcının,
alışverişi başlatmaya niyetli olmadığını anladı.
Bu sabırlı bekleyiş, onda hem cesaret
hem de yumuşak bir etki oluşturdu.
Anlaşılan, başlangıç sözleri kendisinden bekleniyordu.
Sonunda, fazla düşünmeden aklından ilk geçeni söyleyiverdi;
"Ününüzü duyunca çok uzaklardan kalkıp geldim buraya.
İstediğim şeyi, bir tek sizin dükkanınızda bulabileceğimi söylediler.
Karşılığında ne isterseniz vermeye hazırım."
"İstediğiniz şeyin ne olduğunu öğrenebilir miyim?"
"Bakın, ben elli beş yaşındayım. Yani yolun yarısını geçeli çok oldu.
Söylemeye dilim varmıyor ama yolun sonuna yaklaştım galiba.
Bu gerçeğe tahammülüm yok.
Ben bugüne kadar ki hayatımı geri istiyorum. Mümkün mü?"
"Elbette mümkün. Biliyorsunuz, dükkanımda her şey mevcut.
Ancak tam olarak ne istediğinizi anlayabilmem için,
bana geri istediğiniz hayatınızı biraz anlatabilir misiniz?"
Dükkan sahibinin sorduğu soru, müşteriyi iç dünyasına döndürmüştü.
Gözünün önünden geçen sahnelerin kendi yaşamına
ait olduğunu kabul etmek için kendini zorluyordu.
Bütün görüntüler, bir kargaşa ve telaş içinde
birbirlerine karışarak geçip gittiler ve
geride yalnızca ıssız bir hüzün bıraktılar.
Hüznünün yüzüne yansımasına engel olamayan müşteri,
yaşlı satıcının sorusu karşısında ancak şunları söyleyebildi;
"Geçmiş yaşamımda birçok hata yaptım.
Bunlar için pişmanlık duyuyorum.
Yanlış kararlar verdim, kayıplara uğradım.
Zamanı hovardaca harcadım.
Bir gün bir de baktım ki, hayat yanımdan geçip gidiyor.
Paniğe kapıldım ve bir çare aramaya başladım.
Dostlarımla konuşmayı denedim.
Beni teselli edip derdimi unutturmaya çalışanlar da oldu,
yardım etmeye çalışanlar da.
Ama hiçbiri kar etmedi.
Kendimi çok mutsuz hissediyordum.
Derken, bir gün birisi bana sizden ve Büyü Dükkanı'ndan söz etti.
Bunu duyar duymaz sanki içimde bir ışık yandı.
Büyük bir umutla hemen yollara düşüp size geldim.
Kendimi çok çaresiz hissediyorum.
Lütfen elli beş yılımı bana geri verin."
"Yani, siz pişmanlık duyduğunuz hayatınızı
yeniden yaşamak mı istiyorsunuz?"
"Elbette hayır. Söylemek istediğim bu değil.
Ben yalnızca kaybettiğim yıllarımı geri istiyorum.
Eğer bir şansım daha olursa aynı hataları tekrarlamayacağım."
"Herhalde bunu çok istiyorsunuz."
"Evet, hem de her şeyimi verecek kadar."
"Peki, benim size vereceğim elli beş yılın karşılığında
siz bana ne verebilirsiniz?"
"Ne isterseniz?"
"Sanki bunun için herşeyden vazgeçmeye hazır gibisiniz."
"Hiç kuşkunuz olmasın.
Şu anda sahip olduğum herşeyden vazgeçebilirim.
Yeter ki geride bıraktığım yıllarımı bana geri verin."
Yaşlı adam, ellerini sakallarında dolaştırırken,
kendini sallanan koltuğunun devinimlerine bırakmıştı.
Bir süre düşündü.
Müşterisinin, sabırsızlıkla, pazarlığın bitmesini beklediğinden emindi.
Büyü Dükkanı'na gelen kişiler,
genellikle bir an önce istediklerini alıp gitmek için acele ederlerdi.
Bu nedenle, yaşlı adam, pazarlığın başındaki
düşünce yolculuklarında yalnız kalırdı.
Şu anda da, sessizliğin yalnızca kendi işine yaradığını biliyordu.
Koltuğu ile birlikte öne doğru eğilerek müşterisinin
gözlerinin içine baktı ve ağır ağır konuşmaya başladı;
"Beyefendi, her ne kadar siz elli beş yıl karşılığında
bana herşeyinizi vermeye hazır olsanız da,
ben sizden bir tek sey isteyecegim."
"Dileyin benden ne dilerseniz."
"Belleğinizi..."
"Anlamadım?"
"Belleğinizi dedim.
Elli beş yılın yaşantısını içinde barındıran belleğinizi istiyorum."
"Ah evet anladım. İlginç bir bedel. Kabul ediyorum.
Tamam alın belleğimi."
"Emin misiniz?"
" Neden olmayayım? Elli beş yıl kazanacağım."
"Belleğinizi,
içindeki her şeyle birlikte bu dükkanda bırakıp gideceksiniz.
Elli beş yılın tek bir anını hatırlamayacaksınız
Buraya neden geldiğinizi bile."
"Daha iyi ya! Her şeye yeniden başlayacağım.
Zaten geçmişi hatırlamak istemiyorum ki!"
"O halde, korkarım elli beş yıl sonra buraya tekrar gelirsiniz.
Tabii o zaman benim yerime bir başkası size yardımcı olur."
"Hayır hayır. Emin olun ki, şu dakika belleğimi size bırakıp
elli beş yılımı geri alacağım ve dükkanınızı
bir daha dönmemek üzere terk edeceğim.
Ve yine söz veriyorum,
şu ana kadar yaptığım hataların hiç birini tekrar etmeyeceğim."
"İsterseniz başka sözler vermeyin.
Çünkü, az sonra,
belleğinizle birlikte bütün hepsini burada bırakıp gideceksiniz."
Yaşlı adamın son sözleri, müşterinin duraklamasına neden olmuştu.
Bu sözlerin anlamını kavrayabilmek için
birkaç saniye düşünmek zorunda kaldı.
"Nasıl yani?
Buradan çıktığımda hiçbir şey hatırlamayacak mıyım?
Sizinle konuştuklarimızı bile, öyle mi?"
"..................................""
"Yani hiçbir şeyi mi?
Buraya neden geldiğimi, sizin kim olduğunuzu ve hatta...!"
"Ne yazık ki!"
Yaşlı adam, şu anda pazarlığın sonuna geldiklerini hissediyordu.
Karşısında oturan müşterinin yüzünde gördüğü aydınlanma,
pazarlık sahnelerinin en hoşlandığı görüntüsüydü.
Son sözleri müşterisinin söylemesini istediği için
bir süre sessiz kaldı ve bekledi.
Bu seferki sessizliğin, müşterisinin işine yaradığından emindi.
Onun aydınlanan yüzünün ortasında parlayan gözbebekleri,
yaşlı satıcı için,
sessizliğin içinden çıkacak sesli bir coşkunun habercisi gibiydi.
Gerçekten de, konuşmaya başlayan müşterisi onu yanıltmadı;
"Sanırım ne demek istediğinizi şimdi anlıyorum.
Eğer elli beş yılın bedeli bu ise, pes ediyorum.
Belleğimden vazgeçemem.
Bu neye benziyor biliyor musunuz?
Bir kadının, çok istediği bir tokayı, saçları karşılığında satın almasına.
Çok ilginç bir insansınız.
Bana, Büyü Dukkanı'ndan
almak istediğimden çok farklı bir şeyle çıkacağımı
söylemişlerdi de inanmamıştım.
Ben, bugüne kadar ki yaşamımı almak için gelmiştim,
ancak bugünden sonraki yaşamımı alıp gidiyorum.
Size teşekkür ederim."
"Bir şey değil. Güzel bir pazarlıktı. Hoşçakalın."
EN İYİ HABER
Aynı pencereden dışarı bakan iki adamdan
biri sokaktaki çamuru, diğeri ise yıldızları görür. Frederick Langbridge
Arjantin'li ünlü golfçü Robert de Vincenzo,
yine bir turnuvayı kazanmış,
ödülünü alıp kameralara poz vermiş ve
kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanmıştı.
Bir süre sonra binadan çıkıp otoparktaki arabasına yürürken
yanına bir kadın yaklaştı.
Kadın başarısını kutladıktan sonra
ona çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu anlattı.
Zavallı kadının hastane masraflarını ödemesi olanaksızdı.
Kadının anlattığı öykü De Vincenzo'yu çok etkilemişti,
hemen cebinden bir kalem çıkarttı ve
turnuvadan kazandığı paranın bir miktarını yazdı çek defterine.
Çeki kadının eline sıkıştırırken de ona;
"Umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın" dedi.
Ertesi hafta kulüpte öğle yemeği yerken,
Profesyonel Golf Derneği'nin bir görevlisi yanına gelerek;
"Otoparktaki görevli çocuklar geçen hafta turnuvayı kazandıktan sonra
yanınıza bir kadının geldiğini ve
onunla konuştuğunuzu söylediler bana" dedi.
De Vincenzo evet anlamında başını salladı.
"Evet" dedi görevli, "Size bir haberim var.
O kadın bir sahtekardır.
Üstelik hasta bir çocuğu da yok.
Sizi fena halde kandırmış arkadaşım."
De Vincenzo; "Yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu?" dedi.
"Hayır, yok" dedi görevli.
"İşte bu, bu hafta duyduğum en iyi haber" dedi, De Vincenzo.
ANNELER GÜNÜ için
Küçük oğlu annesine geldi ve ona kağıdı uzattı.
Annesi ellerini önlüğüne kuruladıktan sonra kağıdı okumaya başladı;
Çimleri biçtiğim için 5 dolar
Odamı temizlediğim için 1 dolar
Alışverişe gittiğim için 50 sent
Küçük kardeşime baktığım için 25 sent
Çöpü attığım için 1 dolar
İyi bir karne getirdiğim için 5 dolar
Bahçeyi temizlediğim için 2 dolar
---------------------------
Toplam borç 14 dolar, 75 sent
Anne, umutla kendisine bakan oğulun elinden kağıdı aldı
ve kağıdın arka yüzüne şunları yazdı;
Seni 9 ay karnımda taşıdım BEDAVA
Hasta olduğunda başında bekledim, elimden geleni yaptım,
senin için dua ettim BEDAVA
Yıllar boyu değişik nedenlerle senin için gözyaşı döktüm BEDAVA
Senin için geceler kaygı duyup, uykusuz kaldım BEDAVA
Oyuncaklarını topladım, yemeğini hazırladım
giysilerini yıkadım, ütüledim BEDAVA YAVRUM
ve bunların hepsini topladığın zaman
gerçek sevginin bedelinin olmadığını görürsün,
bedavadır çünkü...
Oğul annenin yazdıklarını okuyunca gözleri doldu.
Annesine baktı, "Anneciğim seni seviyorum" dedi
ve kalemi alarak bu kağıda
"HEPSİ ÖDENMİŞTİR" yazdı
Adams'tan çeviren Gülden Tümer
İYİMSER, BOMBA GİBİYİM
Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi.
Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu bir şey bulurdu.
Hatta, bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile,
"Bu adam bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor?" diye.
Birisi nasıl olduğunu sorsa; "Bomba gibiyim" diye yanıt verirdi hep.
"Bomba gibiyim..."
Jerry, doğal bir motivasyoncuydu.
Yanındaki insanlardan biri o gün, kötü bir gündeyse,
Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı.
Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni.
Bir gün Jerry'ye gittim. "Anlayamıyorum" dedim.
"Nasıl oluyor da, her zaman, her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun? Nasıl başarıyorsun bunu?"
Her sabah kalktığımda kendi kendime;
"Jerry, bugün iki seçimin var. Havan ya iyi olacak ya da kötü" derim.
Her zaman havamın iyi olmasını seçerim.
Kötü bir şey olduğunda yine iki seçimim var.
Kurban olmak ya da ders almak.
Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim.
Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde, yine iki seçimim var.
Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını göstermek.
Ben olumlu yanlarını göstermeyi seçerim.
"Yok yahu" diye dalga geçtim. "Bu kadar kolay yani"
"Evet...Kolay..." dedi Jerry.
"Hayat seçimlerden ibarettir. Her durumda bir seçim vardır.
Sen her durumda nasıl davranacağını seçersin.
Sen insanların senin tavrından nasıl etkileneceklerini seçersin.
Sen havanın, tavrının iyi ya da kötü olmasını seçersin.
Yani sen hayatını nasıl yaşayacağını seçersin"
Jerry'nin sözleri beni oldukça etkiledi.
Onu uzun yıllar görmedim. Ama hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek yerine olumlu seçimler yaptığımda hep onu hatırladım.
Yıllar sonra Jerry'nin başına çok talihsiz bir olay geldi.
Soygun için gelen hırsızlar Jerry'yi delik deşik etmişler.
Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış.
Taburcu edildiğinde kurşunların bazıları hala vücudundaymış.
Ben onu olaydan altı ay sonra gördüm.
"Nasılsın?" diye sorduğumda; "Bomba gibi" dedi.
"Bomba gibi"
"Olay sırasında neler hissettin Jerry?" dedim.
"Yerde yatarken iki seçimim var diye düşündüm.
Ya yaşamayı seçecektim ya ölümü. Ben yaşamayı seçtim."
"Korkmadın mı? Şuurunu kaybetmedin mi?"
Ambulansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı.
Bana hep "iyileşeceksin merak etme" dediler.
Ama acil servisin koridorlarinda sedyemi hızla sürerken
doktorların ve hemşirelerin yüzündeki ifadeyi görünce ilk defa korktum.
Bu gözler bana "Bu adam ölmüş" diyordu.
"Bir şeyler yapmazsam, biraz sonra ölü bir adam olacaktım"
"Ne yaptın?" diye merakla sordum.
Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak
"herhangi bir şeye ihtiyacım olup olmadığını" sordu.
'Evet' diye yanıt verdim.
"Var"
Doktorlar ve hemşireler merakla sustular.
Derin bir nefes alarak kendimi topladım ve bağırdım;
"Benim kurşunlara alerjim var!.."
Doktor ve hemşireler gülmeye başladılar.
Tekrar bağırdım;
"Ben yaşamayı seçtim.
Beni bir canlı gibi ameliyat edin. Otopsi yapar gibi değil"
Jerry, sadece doktorların büyük ustalıklari sayesinde değil,
kendi olumlu tavrının da büyük katkısı ile yaşadı.
Yaşaması bana yeni bir ders oldu.
Hergün hayatımızı dolu dolu yaşamayı seçme şansımız
ve hakkımız olduğunu ondan öğrendim
ve herşeyin kendi seçimlerimize bağlı olduğunu.
Bu yazıyı okudunuz.
Şimdi iki seçiminiz var:
1. Unutup gitmek,
2. Yazıyı dikkate alıp kesip saklamak, arkadaşlarınıza göndermek.
Francie Baltazar Schartz'ın yazısını okuduktan sonra düşündüm,
iki seçimim vardı:
1. Çöpe atmak,
2. Birileriyle paylaşmak.
Ben seçimimi yaptım.
Ya siz?..."
HER ZAMAN 'BOMBA GİBİYİM' DEMENİZ DİLEĞİYLE...
Francie Baltazar Shartz
GÜL YAPRAĞI
Uzakdoğu'da bir budist tapınağı bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu.
Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.
Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi.
Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi.
Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu,
o yüzden kapıda herhangi bir tokmak veya çan, zil yoktu.
Bir süre sonra kapı açıldı.
İçerideki budist rahip kapıda duran yabancıya baktı.
Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı.
Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.
Budist bir süre kayboldu.
Sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.
Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.
Yabancı tapınağın bahçesine döndü.
Aldığı bir gül yaprağını kabin içindeki suyun üstüne bıraktı.
Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı
İçerideki budist rahip saygıyla eğildi
ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.
Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.
BİR SARI LİRA GİBİ ÖMRÜNÜZ
“Yaşamak değil, beni bu telaş öldürecek" dediği gibi şairin;
O telaşla, bırakın Paris yolunda ılık rüzgarla taratmayı saçlarımızı
Sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile edemedik biz ...
Gözümüz saatte söyleştik hep,
Koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık.
Hep yetişilecek bir yerler vardı.
Aranacak adamlar, yapılacak işler...
Bir sonraki günün telaşı, bir öncekinin tersine bulaştı;
Başkalarının hayatı bizimkini aştı.
Kör karanlıkta çalar saat sesi yerine,
Kuşluk vakti kızarmış ekmek kokusu
Veya yavuklu busesiyle uyanma düşlerini
Ha babam erteledik.
20'li yaşlardayken 30'lu yaşlara kurduk saatin alarmını,
30'larımızda 40'lara, belki sonra 50'lere ...
Lakin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat,
Kuşlukta uyanma fırsatını sunduğunda size,
Artık uyku girmez oluyor gözlerinize ...
Doyasıya söyleşmek,
Telaşsız sevişmek için bol zamana kavuştuğunuzda,
Söyleşecek, sevişecek kimsecikler kalmıyor yanınızda
Özenle yarına sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz;
Vakti gelip sandıktan çıkardığınızda
Bir de bakıyorsunuz ki tedavülden kalkmış ...
Murathan Mungan
BİR SÜRE SONRA
Bir süre sonra,
bir eli tutmakla bir ruhu zincirlemek arasındaki
ince farkı öğrenirsin,
Ve aşkın yaşlanmak,
birlikte olmanın da güvende olmak
anlamına gelmediğini öğrenirsin,
Ve öpücüklerin sözleşme
ve hediyelerin de vaat olmadığını öğrenmeye
başlarsın,
Ve yenilgileri
başın dik ve gözlerin açık karşılamaya başlarsın,
bir çocuğun üzüntüsü ile değil, bir yetişkinin
zerafeti ile,
Ve herşeyi bugünü düşünerek yapmayı da öğrenirsin
çünkü yarın ile ilgili herşey belirsizdir.
Bir süre sonra güneş ışığının yakıcı olduğunu öğrenirsin
eğer fazla maruz kalırsan
Bu yüzden,
başka birisinin sana çiçek getirmesini beklemeden
kendi bahçeni yarat
ve kendi ruhunu kendin süsle.
Ve göreceksin ki dayanıklısın...
Ve kuvvetlisin,
Ve değerlisin.
Veronica A. Shoffstall
ARKADAŞLIK
Kötü karakterli bir genç varmış.
Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermis.
"Arkadaşların ile tartışıp kavga ettiğin zaman
her sefer bu tahtaperdeye bir çivi çak" demis.
Genç, birinci (ilk) günde tahtaperdeye 37 çivi çakmış.
Sonraki haftalarda kendi kendini kontrol etmeye çalışmış
ve geçen her günde daha az çivi çakmış.
Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış.
Babasına gidip söylemiş.
Babası onu yeniden tahtaperdenin önüne götürmüş.
Gence, "Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için
tahtaperdeden bir çivi çıkart (sök)" demiş.
Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış.
Babası ona, "Aferin iyi davrandın ama bu tahtaperdeye dikkatli bak.
Artık çok delik var.
Bundan sonra geçmişteki gibi güzel olmayacak
Arkadaşlarla tartışıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir.
Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır.
Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin
ama bu delik aynen kalacak (kapanmayacak).
Bir arkadaş ender bir mücehver gibidir.
Seni güldürür yüreklendirir.
Sen ihtiyaç duyduğunda yardımcı olur.
Seni dinler sana yüreğini açar" demiş.
Bu hafta arkadaşlık haftasıdır.
Sen de arkadaşlarına bu adresi gönder.
Sana gönderene bile gönder.
Elektronik posta sana döndüğü zaman ne kadar arkadaşın var öğreneceksin.
Sana iyi bir arkadaşlık haftası diliyorum.
Senin tahtaperdene koyduğum çivi için beni affet.
İtalyancadan çevrilmiştir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)