19 Ekim 2016 Çarşamba

müthiş yazılar

XSENTOS'TAN


BİR MAĞARA YAZISI



Gürültünün patırtının ortasında sükunetle dolaş;

sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma.

Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe,

herkesle dost olmaya çalış.

Sana bir kötülük yapıldığında,

verebileceğin en iyi karşılık, unutmak olsun.

Bağışla ve unut.

Ama kimseye teslim olma.

Seveceğin bir iş seçersen,

hayatın boyunca bir an bile çalışmış sayılmaz ve yorulmazsın.

İşini öyle seveceksin ki,

başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken,

verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.

Aşka burun kıvırma sakın.

O çöl ortasındaki yemyeşil bir bahçedir.

O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için,

her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.

Kaybetmeyi, ahlaksızca bir kazanca tercih et.

Bazı idealler o kadar değerlidir ki,

o yolda mağlup olman bile zafer sayılır.

Görmeye çalış ki bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen,

dünya yine de insanoğlunun yegane mekanıdır.

(Bu yazı milattan önce 900 yılında Xsentos'ta yazılmış bir mağara grafittisinden alınmıştır. Yazı Cem Özer'in "Acem'i Yazılar kitabının 79-80. sayfalarında yer almaktadır. Kitap Parantez Yayınları tarafından yayınlanmıştır.)

EĞER BİR ÇOCUK



Eğer bir çocuk;

Sürekli eleştirilmişse

Kınamayı, ayıplamayı,

Kin ortamında büyümüşse

Kavga etmeyi,

Alay edilip aşağılanmışsa

Sıkılıp utanmayı,

Devamlı utandırılarak terbiye edilmişse

Kendini suçlamayı öğrenir.

Eğer bir çocuk;

Hoşgörü ile yetiştirilmişse

Sabırlı olmayı,

Desteklenip yüreklendirilmişse

Kendine güven duymayı,

Övülmüş ve beğenilmişse

Takdir etmeyi,

Hakkına saygı gösterilerek büyütülmüşse,

İnançlı olmayı

Kabul ve onay görmüşse

Kendini sevmeyi,

Aile içinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse,

BU DÜNYADA MUTLU OLMAYI ÖĞRENİR.

Dorothy Nolte

ÇOCUKTAN ANNESİNE

Lütfen Alkollü Araba Kullanmayın



Dün bir partiye gittim anne, bana öğütlediklerin aklımdaydı,

"İçki içme yavrum" demiştin, yalnızca soda içtim anne.

Dediğini yaptığım için içim gururla doluydu,

Diğerlerine benzemedim ve İÇKİLİ ARABA KULLANMADIM.

Ben doğru olanı yaptım anne, tıpkı senin dediğin gibi...

Şimdi parti sona eriyor anne ve herkes içkili

Arabayı kullanmaya başladım anne, tam yola çıkacaktım,

Diğer araba beni görmedi anne, bana bir eşyaymışım gibi çarptı.

Kaldırımda uzanmış yatarken yaralı,

Polisin "Bu çocuk sarhoş" dedigini duydum anne

Bana çarpan sarhoşsa onun hatasını ben mi ödeyeceğim anne?

Burada ölüyorum anne, hayatım bir balon gibi sönecek mi?

Etraf kan dolu anne, benim kanımla.

Hissediyorum, birazdan öleceğim.

Sana son bir şey söylemek istiyorum anne,

Yemin ederim hiç içmedim,

İçen ben değil, onlardı anne......

Galiba bana çarpanla aynı partideydik,

Tek fark; o sadece sarhoş, bense ölüyorum anne.

İnsanlar neden içer anne?

Şimdi keskin bir acı duyuyorum, tıpkı bıçak gibi.

Bana çarpan çocuk yürüyor, görüyorum. Bu haksızlık!

Kardeşime söyle ağlamasın anne, babama söyle cesur olsun.

Mezarımın başına "babasının kızı" diye yazmayı unutmasın.

Birileri ona içkili araba kullanmamasını söylemeli anne.

Nefesim tükeniyor, gittikçe halsizleşiyorum.

Ne olur ağlama arkamdan.

Son bir sorum var anne elveda demeden önce,

SUÇLU BEN OLMADIĞIM HALDE ÖLEN NEDEN BENİM...

(Bu şiir İngiltere'de alkollü sürücüler yüzünden yaşamlarını yitirenlerin anısına yazılmış olup, internet aracılığı ile tüm dünyayı dolaşmaktadır.)

GERÇEK FAKİRLİK



Günlerden bir gün zengin bir baba ailesi ve oğlunu köye götürdü.

Bu yolculuğun tek amacı vardı;

insanlarin ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek.

Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler.

Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu;

"İnsanlarin ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?"

"Evet!"

"Ne öğrendin peki?"

Oğlu yanıt verdi;

"Şunu gördüm:

Bizim evde bir köpeğimiz var,

onlarınsa dört.

Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var,

onlarınsa sonu olmayan bir dereleri.

Bizim bahçemizde ithal lambalar var,

onlarınsa yıldızları.

Bizim görüş alanımız ön avluya kadar,

onlarsa bütün bir ufku görüyorlar."

Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı.

Oğlu ekledi;

"Teşekkürler, baba.

Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!''

YAŞAM ÖĞÜTLERİ



1. Büyük aşklar ve büyük kazanımların büyük risk taşıdığını hesaba katın.

2. Kaybettiğinizde, aldığınız dersi de kaybetmeyin.

3. Üç 'S'yi hep uygulayın:

Saygı, kendiniz için

Saygı, başkaları için ve

Sorumluluk, tüm davranışlarınız için,

4. İstediğinizi alamamanızın bazen ne kadar büyük bir şans olduğunu hatırlayın.

5. Kuralları iyi öğrenin ki, onları düzgün şekilde ihlal etmeyi bilesiniz.

6. Küçük bir aksaklığın, büyük bir arkadaşlığı yaralamasına izin vermeyin.

7. Hata yaptığınızı anladığınız zaman, düzeltmek için derhal gerekli adımları atın.

8. Biraz yalnız zaman harcayın.

9. Kollarınızı değişime açın, ama değerlerinizin kaybolup gitmesine izin vermeyin.

10. Sessizliğin bazen en iyi yanıt olduğunu hatırlayın.

11. İyi ve şerefli bir hayat yaşayın. Yaşlandığınızda ve dönüp geçmişinize baktığınızda, ikinci kez keyif alın.

12. Sevgi dolu bir ev hayatınızın temelidir. Sakin, düzenli bir ev yaratmak için elinizden gelen herşeyi yapın.

13. Sevdiklerinizle anlaşmazlığa düştüğünüzde, sadece mevcut durumla ilgilenin. Geçmişi getirmeyin.

14. Bilginizi paylaşın. Bu ölümsüzlüğe giden yoldur.

15. Dünyaya karşı nazik olun.

16. Yılda bir kez, daha önce hiç gitmediğiniz bir yere gidin.

17. En iyi ilişkinin, birbirinize karşı duyduğunuz aşkın, birbirinize olan ihtiyaçtan daha fazla olduğu zamanı işaret ettiğini hatırlayın.

18. Başarınızı, ona ulaşmak için nelerden vazgeçtiğinizle yargılayın.

19. Aşka ve yemek pişirmeye, sonuçlarını hiç düşünmeden girişin.

(Nepal "İyi Şanslar" Mantrası'ndan alınmıştır)

DİLENCİ



Sen, hergün köşe başlarında

yırtık urbanla kirli ellerinle

avuç açan, sefil insan.

İnan yok farkımız birbirimizden.

sen belki tüm yaşamınca dilenecek;

beklediğin beş kuruşu biri vermezse,

ötekinden isteyeceksin.

Ama ben, tüm yaşamım boyunca

tek bir kez dilendim,

bir acımasız kalbin sevdası ile alevlendim.

Öylesine boş öylesine açık kaldı ki elim,

yemin ettim bir daha dilenmeyeceğim.

Victor Hugo

NE GÖRÜYORSUNUZ?



Harp sırasında kocam New Mexiko'daki Mojave çölüne gönderilmişti. O, çölde tatbikata katılırken yanında olabilmek için ben de çölün yolunu tuttum.

Kendimi cehennemin kucağına atmıştım. Ortalık yanıyordu. Küçük bir kulübede oturuyordum ve yanında olmak için tehlikeye atılarak geldiğim kocamı unutmuş, can derdine düşmüştüm.

Etrafımdaki Meksikalılar ve yerliler, tek kelime İngilizce bilmediğinden, kimseyle konuşamıyordum. Sıcak rüzgar, bir taraftan bedenimi kavuruyor, diğer taraftan yediğim yemeği de, ağzımı burnumu da kumla dolduruyordu. Canıma yetmişti.

Kağıda kaleme sarılıp babama bir mektup yazdım.

"Gelin, beni buradan alın" dedim.

"Burada yaşamaktansa hapishanede yaşamayı tercih ederim."

Babamı beklerken cevabı geldi.

Sadece iki satır yazmıştı;

"İki adam hapishane penceresinden dışarıya baktı.

Biri çamuru gördü, diğeri yıldızları."

Bu iki satırı okuyunca utancımdan kıpkırmızı kesildim.

Ben hep çamuru görmüştüm.

Halbuki yıldızlar da vardı.

Derhal yerlilerle dost oldum. Kilimlerine, çanak ve çömleklerine olan hayranlığımı belirttim. Turistlere para ile vermeye yanaşmadıkları kıymetli eşyalarından bana hediyeler verdiler.

Kaktüsleri, vukka ve erguvan ağaçlarını inceledim.

Kır köpeklerini tanıdım.

Çöl gurubunu seyrettim.

Çöl, yüzlerce yıl önce deniz dibi olduğundan kumun içinde deniz hayvanlarının kabuklarını aradım.

Ne değişmişti de, dün nefret ettiğim çöle bugün bağlanmıştım.

Çöl mü değişmişti?

Hayır.

O yine kavuruyordu.

Yerliler mi değişmisti?

Hayır.

Onlar, yine ingilizce bilmiyorlardı.

Sadece ben değişmiştim.

Pencereden kafamı uzatmış ve yıldızları görmüştüm.

Thelma Thompson

POZİTİF DÜŞÜNCE



John Ruskin, ünlü bir İngiliz sanat eleştirmenidir.

Bir gün, Ruskin'in zengin bir arkadaşıyla akşam yemeği randevusu vardır.

Arkadaşı suratı asık bir şekilde gelir.

Anlaşıldığına göre, yemeğe gelirken arkadaşının göğüs cebindeki dolmakalem kırılmış ve kısa bir süre önce hediye olarak aldığı değerli bir mendilin üzerine çıkmayan Hint mürekkebi leke yapmıştı.

Arkadaşı mendili çıkarıp Ruskin'e gösterir.

Kumaşın ortasında çok belirgin siyah yuvarlak bir leke vardır.

Adam o kadar üzülmüştür ki, yemeğine çok az dokunabilir ve eve aceleyle dönerken, mendili masanın üstünde unutur.

Ruskin, çıkarken mendili yanına alır.

Birkaç hafta sonra zengin arkadaşının evine bir paket teslim edilir.

Açtığında, kendisini çok şaşırtan ve sevindiren bir şekilde mürekkep lekeli mendilin harika bir sanat eserine döndüğünü görür.

Ruskin, biraz Hint mürekkebi almış ve yuvarlak lekeyi merkez noktası olarak kullanıp, bütün mendili kaplayan nefis bir desen çizmişti.

İnsanlar eğer pozitif düşünürlerse ve yaratıcı davranırlarsa, olumsuzlukları başarıya dönüştürebilirler.

Ruskin, arkadaşının küçük üzüntü duvarına bir kapı açarak mutluluğunu sağlamıştı.

Hem özverili davranışı ile yaşamlarını zenginleştirmiş, hem de arkadaşının sevgisini kazanmıştı.

DEFNE



Orman Tanrısı ile Nehir Tanrısının bir kız çocuğu olur.

Adını "Defne" koyarlar.

Tanrılar çocuklarını kimseye göstermezler.

Ancak artık büyümüş ve güzelliği dille anlatılacak gibi değildir.

Genç kız her gün ormanda gezintiye çıkar.

Bir gün, bir flüt sesi duyar.

Sesi takip eder ve

flütü çalanın Doğa Tanrısı Apollo olduğunu görür.

Genç kız, her gün onu gizlice dinler.

Fakat, Apollo onu fark eder.

Kızın cazibesi Apollo'yu hemen sarar ve

Defne'yi yakalamak ister.

Genç Kız hızla kaçar.

Ancak Apollo ona yetişir ve

tam yakalayacağı an,

Defne, babası olan Orman Tanrısından yardım ister.

Orman Tanrısı o an kızının ağaç olmasını diler.

Defne'nin ağaç olması üzerine Apollo;

"Madem O'na kavuşamadım,

ben de O'nu sonsuza dek koruyacak bir rüzgar olayım" der ve

rüzgar olur.

Bugün, defne ağaçlarının etrafında hafif bir rüzgarın estiği söylenir.

DAPHNE



Bir gün, Apollon Thessalia'da

kıyıları ağaçlarla gölgelenen Peneus ırmağı kenarında,

güzel bir genç kız gördü.

Bu güzelin adı Daphne idi ve

Apollon, görür görmez ona aşık olmuştu.

Daphne, ormanların derinliklerinde dolaşmaktan zevk alıyordu.

Ay ışığında yabani hayvanları kovalamak, avlamak en büyük eğlencesi idi.

Yalnız başına dolaşmayı çok seviyordu.

Dahası, Daphne hayatı boyunca yalnız yaşamaya yemin etmişti.

Erkeklerden nefret ediyordu.

Bu yüzden evlenmeyi kesinlikle istemiyordu.

Fakat Apollon ona delicesine tutulmuş peşini bırakmıyordu.

Ormanda karşılaştıklarında

Tanrı Apollon güzeller güzeli bu kızla konuşmak istedi

ancak Daphne ondan korkarak koşmaya başladı.

Apollon ne dediyse onu durmaya ikna edemedi,

Daphne korkmuştu bir kere.

Yorgun düşene kadar koştu koştu,

daha fazla koşacak gücü kalmadığında yere yıkıldı ve

toprak anaya yalvarmaya başladı.

"Ey toprakana beni ört, beni sakla, kurtar"

Toprakana onun yakarışını duymuştu.

Az sonra Daphne,

yorgunluktan ağrıyan bacaklarının sertleştiğini,

odunlaşmaya başladığını hissetti.

Gri renk bir kabuk göğsünü kapladı.

Güzel kokulu saçları yapraklara dönüştü ve

kolları dallar halinde uzandı,

küçük ayakları ise kök olup toprağın derinliklerine doğru indi.

Apollon, sevdiği kıza sarılmak isterken

bu Defne ağacına çarpınca şaşırdı.

O günden sonra Defne ağacı Apollon'un en sevdiği ağaç oldu ve

defne yaprakları genç tanrının saçlarının çelengi oldu.

Kahramanlara ödül olarak defne yapraklarından yapılma taçlar taktılar.

ZORLAR ve KOLAYLAR



Hayatta zor işler, kolay işler var,

Bunları ayıran insan olmak zor.

Bilgiçlik taslamak, konuşmak kolay,

Az ve öz konuşup susan olmak zor.

Akıl vermek kolay, iş bozmak kolay,

Bozuğu onaran insan olmak zor.

Niyet etmek kolay, başlamak kolay,

Bir işi bitiren insan olmak zor.

Almak kolay, benlik, bencillik kolay,

Alan insan değil, veren olmak zor.

Merak kolay, olay seyretmek kolay,

Bakan insan değil, gören olmak zor.

Kazanç kolay, servet, zenginlik kolay,

Vicdanlı, namuslu patron olmak zor.

Açları kandırmak, azdırmak kolay,

Açları doyuran insan olmak zor.

Yemin etmek kolay, söz vermek kolay,

Verdiği sözünde duran olmak zor.

Seçilmek, yükselmek, baş olmak kolay,

Sahtekar baskıyı kıran olmak zor.

Hile, yalan, riya, kalleşlik kolay,

Doğru olmak, içten insan olmak zor.

Kan akıtmak kolay, acıtmak kolay,

Acıyan yarayı saran olmak zor.

Nefse uymak kolay, hırslanmak kolay,

Nefsini, hırsını yenen olmak zor.

Yuva kurmak, evlenmek kolay,

Yuvada huzura eren olmak zor .

Yaşam kolay, doğmak, yaşlanmak kolay,

İnsanca yaşlanmak, insan olmak zor.

CAFFEE SOSPESO

ASKIDA KAHVE



Ünlü İtalyan sinema sanatçısı Vittorio de Sica bir TV röportajında anlatıyor:

İtalya'da Napoli'nin kenar mahallelerinden birinde, bir Cafe-Bar da, espressolarımızı içiyoruz.

İçeri giren müşterilerden biri, barmene "due caffee, uno sospeso" (iki kahve, biri askıda) diyor, iki kahve parası veriyor, bir kahve içip gidiyor, barmen de tezgahın üzerinde asılı duran çiviye bir küçük kağıt asıyor.

Biraz sonra iki kişi içeri giriyor: "due caffee e un sospeso" (iki kahve ve bir askıda) diyorlar, üç kahve parası verip, iki kahve içip gidiyorlar, barmen gene bir küçük kağıt daha asıyor.

Bunun gün boyu böyle sürdüğü anlaşılıyor.

Derken üstü başı biraz eski, püskü, belli ki fakir biri bardan içeri girdi, barmene "un caffee sospeso" (askıdan bir kahve) dedi ve barmenin hazırladığı kahveyi içip, para ödemeden çıkıp gitti.

Barmen de tezgahın üzerine asmış olduğu kağıtlardan bir tanesini aşağı indiriverdi...

YAŞAMAK



Yaşamak fırsattır, yararlanmayı bil.

Yaşamak güzelliktir, kıymetini bil.

Yaşamak mutluluktur, tatmayı bil.

Yaşamak rüyadır, gerçekleştirmeyi bil.

Yaşamak meydan okunmasıdır sana, karşı çıkmayı bil.

Yaşamak görevdir, tamamlamayı bil.

Yaşamak oyundur, oynamayı bil.

Yaşamak servettir, korumayı bil.

Yaşamak aşktır, sevgidir, keyfini çıkarmayı bil.

Yaşamak bilmecedir, çözmeyi bil.

Yaşamak verilmiş bir sözdür, tutmayı bil.

Yaşamak hüzündür, aşmayı bil.

Yaşamak şarkıdır, söylemeyi bil.

Yaşamak mücadeledir, kabullenmeyi bil.

Yaşamak şanstır, kullanmayı bil.

YAŞAMAK YAŞAMAKTIR, UĞRUNA SAVAŞMAYI BİL

ELBETTE



Güneş her akşam batıp her gün doğuyorsa

Çiçekler solup solup tekrar açıyorsa

En derin yaralar kapanıyorsa

En büyük acılar unutuluyorsa

Neden korkulur hayatta söyleyin bana

Ben neden hep aynı kalayım söyleyin bana

Elbette bazen çiçek açıp bazen solacağım

Elbette daldan dala konup sonra uçacağım

Elbette bazen hızla dönüp bazen duracağım

Elbette bazen söyleyip bazen susacağım

İnanmadım asla inanamam

Herşeyin bir sonu olduğuna

Elbette bugün ağlıyorsam yarın güleceğim

Elbette önce çekip gidip sonra döneceğim

Candan Erçetin

MADENCİ



Madenci sıcak bir yaz günü güneşin altında çalışırken, birden sıcağın onu daha verimli çalışmasından alıkoyduğunu farketmiş ve o an "güneş benim çalışmamı engelliyor. O zaman benden daha güçlü" diye düşünmüş.

Güce de çok önem verdiği için o an GÜNEŞ olmayı dilemiş Allah'tan.

Allah, madencinin isteğini kabul etmiş ve madenci güneş olmuş.

Bütün dünyayı ışınıyla aydınlatmış, heryeri kavurmuş gücünü herkese göstermiş.

Fakat bir gün güneşin önüne bulut gelmiş.

Bizim madenci çok sinirlenmiş bu işe. Çünkü bulut güneşin ışınlarını kesiyormuş ve madenci "bulut güneşten daha güçlü ben bulut olmak istiyorum" demiş

ve o an bulut olmuş madenci.

Yağmurlar yağdırmış, seller bastırmış, şimşekler yaratmış.

Güçlü olduğu için halinden memnunmuş.

Ama fazla uzun sürmemiş mutluluğu. Çünkü bu sefer de rüzgar bulutu sürüklemiş ve bizim madenci yine düşünmüş ki "rüzgar bulutu sürükleyebiliyorsa o zaman en güçlüsü rüzgar", "ben rüzgar olmak istiyorum" demiş

ve rüzgar oluvermiş o an.

Madenci rüzgar şeklinde fırtınalar estirmiş, denizleri coşturmuş, kasırgalar yaratmış. Ama bu seferde eserken karşısına koca bir taş kütlesi çıkmış. Bir bakmış "bu nasıl bir şey ki benim rüzgarımı kesiyor?" diye düşünmüş. O taş kütlesi aslında bir dağmış. Ve Allah'tan son bir dilekte bulunmuş. Bir dağ olmayı istemiş.

Madencinin isteği kabul olmuş ve sonsuza kadar dağ olarak yaşamaya karar vermiş. Çünkü dünyadaki en güçlü şey dağ olduğunu düşünmeye başlamış.

Madenci dağ olarak hayatından memnun bir şekilde yaşarken birden bir rahatsızlık hissetmiş. Bir şey içini kemiriyormuş.

Derken dağ onu rahatsız eden şeyin ne olduğunu bulmuş;

onu rahatsız eden, içini kemiren bir madenciymiş.



DEĞİŞİM



Westminster manastırının bodrumunda bir Anglikan piskoposunun mezarı üstünde şu sözler yazılıdır:

"Genç ve hür iken, düşlerim sonsuzken, dünyayı değiştirmek isterdim.

Yaşlanıp akıllanınca, dünyanın değişmeyeceğini anladım.

Ben de düşlerimi biraz kısıtlayarak sadece memleketimi değiştirmeye karar verdim.

Ama o da değişeceğe benzemiyordu.

İyice yaşlandığımda, artık son bir gayretle, sadece ailemi, kendime en yakın olanları değiştirmeyi denedim.

Ama maalesef bunu kabul ettiremedim.

Ve şimdi ölüm döşeğinde yatarken birden farkettim ki, önce yalnız kendimi değiştirseydim, onlara örnek olarak ailemi de değiştirebilirdim.

Onlardan alacağım cesaret ve ilhamla, memleketimi daha ileri götürebilirdim.

Kim bilir, belki dünyayı bile değiştirebilirdim."

BİR EFSANEDEN



Tanrılar insanoğlunu yaratmamış,

yer ile gök henüz birbirinden ayrılmamıştı daha.

Evrenin bütün renkleri iç içeydi.

Mavi sarısıyla, beyaz siyahıyla yaşıyordu.

Derken bir gün tanrılar sıkıldı.

Yer ve göğün savaşmasını istediler.

Kazananın rengi sonsuzluk olacaktı.

İki yakın arkadaş hiç istemedikleri halde tanrılarının sözünü dinlediler.

Büyük bir gürültüyle yıllarca sürdü savaş.

Sonunda gökyüzü kazandı ve mavi renk ona verildi.

Sonsuzluk ve özgürlük de...

Arkadaşına çok üzülen gök, tanrılara yalvardı.

Göğün göz yaşlarından denizler yarattılar.

Mavisinden serpiştirdiler biraz da.

Göğün kuşlarını balık yaptılar derin mavilikte tanrılar.

Söylenenlere göre her dolunay düşünce denize,

iki dost milyonlarca yıllık öykülerini anlatırmış derinlere.

İki dostun hikayelerini bütün balıklar, bütün yosunlar bilirler

fakat konuşamazlar dile getiremezler bir türlü.

Oysa derinlere daldığınızda

siz de ortak olursunuz milyonlarca yıllık hikayeye...

IŞIK



Küçük bir kasabada genç bir adam kendi işini kurdu. Bu, iki caddenin köşesinde bir perakendeciydi.

Adam dürüst ve dost canlısıydı, insanlar onu seviyorlardı. Ondan alışveriş yapıyorlar ve arkadaşlarına tavsiye ediyorlardı.

Adam bir yıl içinde bir dükkandan, Amerikanın bir ucundan diğerine uzanan bir zincir oluşturdu.

Bir gün hastalanıp hastaneye kaldırıldı. Doktorlar az zamanı kalmış olabileceğinden endişe ediyorlardı.

Üç yetişkin çocuğunu yanına çağırdı ve onlara bir görev verdi;

İçinizden biri yıllar boyu uğraşarak kurduğum şirketimin başına geçecek. Hanginizin bunu hak ettiğine karar vermek için, her birinize birer dolar vereceğim. Şimdi gidip bu birer dolarla ne alabiliyorsanız alacaksınız, ama bu akşam geri döndüğünüzde paranızla aldığınız şey hastahane odamı bir uçtan bir uca doldurmalı.

Çocuklar bu başarılı şirketi yönetme fırsatı karşısında heyecana kapıldılar. Üçü de şehre gidip parasını harcadı.

Akşam geri döndüklerinde babaları sordu;

"Birinci, çocuğum, bir dolarla ne yaptın?"

Çocuk cevap verdi; "Arkadaşımın çiftliğine gittim, bir dolarımı verdim ve iki balya saman aldım".

Sonra odadan dışarı çıktı, saman balyalarını getirdi, açtı ve havaya savurmaya başladı. Oda bir anda samanlarla dolmuştu. Ama biraz sonra samanların tamamı yere indi ancak babanın söylediği gibi odayı bir uçtan öbür uca dolduramadı.

Adam sordu; "Peki ikinci çocuğum, sen paranla ne yaptın?"

"Yorgancıya gittim. İki tane yastık aldım."

Bunu söyleyen çocuk, yastıklari içeri getirdi, açtı ve tüyleri bütün odaya dağıttı. Zaman içinde bütün tüyler yere düştü, böylece oda yine dolmamıştı.

"Sen üçüncü çocuğum, sen paranı ne yaptin?" diye sordu adam.

"Dolarımı cebime koyup senin yıllar önceki dükkanın gibi bir dükkana gittim.

Dükkanın sahibine parayı verdim ve bozmasını istedim. Dolarımın 50 centini İncil'de yazıldığı gibi çok değerli bir şeye verdim. 20 centini şehrimizdeki iki yardım kurumuna bağışladım. 20 centte kiliseye verdim. Böylece bir onluğum kaldı. Bununla iki şey aldım."

Çocuk elini cebine atıp bir kibrit kutusu ve bir mum çıkardı.

Işığı kapatıp, mumu yakınca oda mumun yaydığı ışıkla dolmuştu.

Oda, samanla veya tüyle değil, bir uçtan öbür uca ışıkla dolmuştu.

Baba memnundu.

"Çok iyi oğlum. Bu şirketin başına sen geçeceksin. Çünkü yaşam hakkında çok önemli bir şeyi, ışığını yaymayı biliyorsun. Bu çok güzel"

N.Qubein

OĞLUMUN ÖĞRETMENİNE



Öğrenmesi gerekli, biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını.

Fakat şunu da öğret ona; her alçağa karşılık bir kahraman, her bencil politikacıya karşılık kendini adamış bir lider vardır.

Her düşmana karşılık bir dost olduğunu da öğret ona.

Zaman alacak biliyorum. Fakat eğer öğretebilirsen ona, kazanılan bir doların bulunan beşinden daha değerli olduğunu öğret.

Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve hem de kazanmaktan neşe duymayı.

Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.

Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona.

Bırak erken öğrensin zorbaların görünüşte galip olduklarını.

Eğer yapabilirsen, ona kitapların mucizelerini öğret.

Fakat ona sessiz zamanlar da tanı. Gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği.

Okulda hata yapmanın hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.

Kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi.

Nazik insanlara karşı nazik, sert olanlara karşı da sert olmasını öğret ona.

Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma.

Tüm insanları dinlemesini öğret ona. Fakat tüm dinlediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret.

Eğer yapabilirsen, üzüldüğünde bile nasıl gülümseyeceğini öğret ona.

Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.

Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini.

Ona kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını, fakat hiçbir zaman kalbi ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.

Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona. Ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa dimdik dikilip savaşmasını öğret.

Ona nazik davran, fakat onu kucaklama. Çünkü ancak ateş çeliği saflaştırır.

Bırak sabırsız olacak kadar cesarete sahip olsun.

Bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.

Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır.

Bu büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bak bakalım.

O, ne kadar iyi, küçük bir insan. Oğlum.

Abraham Lincoln

(Oğlunun öğretmenine yazdığı mektuptan alınmıştır

EĞER



Eğer, herkes kendini kaybedip seni suçladığı zaman,

sen soğukkanlığını koruyabilirsen;

Eğer, herkes senden kuşkulandığında

sen kendine güvenip tüm şüpheleri hoşgörüyle karşılayabilirsen;

Eğer, sabırla bekleyebilir ve beklemekten yorulmazsan;

ya da iftiraya uğradığında yalana yalanla karşılık vermezsen

ve kin tutana kin duymazsan;

Eğer, düşlere kapılmadan düş kurabilir;

düşünebildiğin halde düşüncelerinin kölesi olmazsan

ve aynı zamanda ne çok uysal olup

ne de çok akıllıca bir tavırla konuşmazsan;

Eğer, ne kazandım diye sevinir,

ne yıkıldım diye yerinir,

ikisini de karşılayıp yüzleşebilirsen

ömür verdiğin şeylerin yıkılışını seyredebilir

ve yine onu kurmaya çalışırsan;

Eğer, iş işten geçtikten sonra da yüreğini ve bedenini seferber edip

herkesin vazgeçtiği noktada sen amacına yönelebilirsen;

Eğer, herkes ile birlikte olur da, erdemli kalabilirsen

ya da krallarla dolaştığın bir durumda,

gururlanıp benliğini ve dostlarını unutmazsan;

Eğer, ne sevgili dostların, ne de düşmanların seni incitmezse

ve kimseyi hem küçümsemez,

hem de kimseye bağımlı olmamayı başarabilirsen;

Eğer, her günün her saatini,

her dakikanın her saniyesini iç rahatlığıyla yaşabilirsen,

bütün dünya senin olur

ve o zaman artık

"ADAM"

olduğunu düşünebilirsin....

GÜNÜN MENÜSÜ



Bir ölçü "Günaydın"

İki ölçek "İyi Günler"

Birazcık "İlgi"

Bir tutam "Anlayış"

Normal ölçüde "Nezaket"

Bir tatlı kaşığı "Tolerans"

Malzemeyi iç dünyanızdan alın

Yıkamaya gerek yok tertemizdir

Gönül teknenizde yavaşça karıştırın

Kokusu her yanınıza sinince

İçine duygu şerbeti ekleyip karıştırın

Karışımı hayat tabağının üzerine yavaşça boşaltın

Üstünü sevgi marmelatı ile süsleyin

Gökkuşağının renginden bir kaç parça serpiştirin

Gün boyunca afiyetle yiyin

Sadece kendiniz yemeyin

Herkese verin...

Yemeğin adı: İNSANLIK

MUTLULUK REÇETESİ



İnsanlar bana hep "daha çok mutlu olmanın yollarını" sorar, hani neredeyse bir reçete isterler. Genel geçer bir mutluluk reçetesinin imkansızlığını anlatmaya çalıştığımda da, onları önemsemediğimi düşünüp kızarlar ya da bilgiyi kendime saklamakla suçlarlar.

Baskılara daha fazla dayanamıyor ve bazı basit kuralları reçeteleştiriyorum, işte sizin için. Kurallar çeşitli kitaplardan öğrendiklerimin ve deneyimlerimin neticesinde oluşmuştur. Tamamının özgün olmadığını söylemeliyim.

Apache Kabilesi'ne ait atasözünün açıklayış biçimiyle, öğreniyorum ben de sizler gibi;

"Baykuş gibi sabırlı bir seyirci olmayı öğrendik.

Kargadan zeki olmayı öğrendik.

Kendisinden on kat büyük baykuşu arazisinden atmak için,

durmaksızın mücadele veren alakargadan, cesareti öğrendik.

Fakat hepsinden önce, öğretmenimiz olarak iskete kuşu gelir.

Çünkü onun, boyun eğmez bir ruhu vardır."

Gelelim reçetemize:

1. "Sadece kendi davranışlarınızı kontrol edebilirsiniz, diğerlerinin değil" gerçeğini, tartışmasız kabul edin.

2. Kimse size istemediginiz bir şeyi yaptıramaz, sizin de diğerlerine yaptıramayacağınız gibi. Başkalarını kontrol etme isteğini ve bu istek için harcadığınız enerjiyi kendinize yönelttiğinizde, yapabilme gücünüz ve özgürlüğünüz artar; ancak özgürlüğün de bir bedeli olduğunu unutmayın.

3. Özgürlüğünüze ait istekleriniz, diğerlerinin hak alanına girdiğinde, çatışma yaratır. Bu yüzden isteklerinizin, diğer kişinin hangi alanına girdiğine ve ne anlam ifade ettiğine dikkat edin. Laf olsun diye istemeyin. Bedelini ödeyemeyecekseniz dile getirmeyin.

4. Ne kadar büyük ve acı verici olursa olsun, sorunu kabul edip, yüzleşin. Üzüntüyü çekmeden, çözüm üretip güçlenmeniz mümkün değildir. Sakinleşin, önceliklerinizi belirleyin ve düzenleyip, yapılandırın.

5. Geçmişe saplanıp kalmayın; değiştiremeyecekleriniz için yanıp yakılmak ve pişmanlık duymak faydasızdır. Şu andan sonrasına etki edebileceğinizi farkedin. Hatalarınızı ve nedenlerini bulup, yolunuza devam edin.

6. Sevgi, huzur, paylaşım, gevşeme gibi ihtiyaçlarınızı reddetmeyin. Koşullar gereği şu anda karşılayamıyorsanız, yapabildiğiniz kadarını gerçekleştirin.

7. Esneme ve uyum yeteneklerinizi geliştirin. Katı prensipleri olmak, kişilik gücüne işaret etmez. Temel özelliklerinizi koruyarak, gelişime açık olun ve gelişimin getireceği değişimlerden korkmayın. Sevdiğiniz insanların da gelişimi için fırsat tanıyın; korkularınızı kontrol altına alın.

8. Hareket alanınızı geniş tutun. Birey olma haklarınızı kullanacağınız alanın büyüklüğü, kendinize duyduğunuz güveni artıracaktır. Uğraşlar, hobiler, farklı arkadaşlar, bakış alanınızı genişleteceği gibi, kişisel gücünüzün artmasına etki edecektir.

9. Zaafsız insan yoktur. Neler olduğunu belirleyin. Bu zaaflara yönelik durum, duygu, düşünce vb. ile karşılaştığınızda, her zamankinden daha dikkatli olun.

10. Olumsuz özelliklerinizi görmede gösterdiğiniz hassasiyeti, olumlu özelliklerinizi görmek için de kullanın, ama kantarın topuzunu kaçırmayın.

Reçete daha uzar gider, ama temel kurallar bunlar.

Kuralları zaten daha önce farkettiğiniz halde

uygulamada problemlerle karşılaşıyor ya da

okuduktan sonra zorluk yaşıyorsanız,

bir profesyonelin yardımına ihtiyaç duyuyorsunuz demektir.

Son söz yine bir kızılderili atasözü olsun mu?

"Soruyu yüreğine sor, cevap da yürekten gelecektir".

MASA DA MASAYMIŞ HA



Adam yaşama sevinci içinde

Masaya anahtarlarını koydu

Bakır kaseye çiçekleri koydu

Sütünü yumurtasını koydu

Pencereden gelen ışığı koydu

Bisiklet sesini, çıkrık sesini

Ekmeğin, havanın yumuşaklığını koydu

Adam masaya

Aklında olup bitenleri koydu

Ne yapmak istiyordu hayatta

İşte onu koydu

Kimi seviyordu kimi sevmiyordu

Adam masaya onları da koydu

Üç kere üç dokuz ederdi

Adam koydu masaya dokuzu

Pencere yanındaydı, gökyüzü yanında

Uzandı masaya sonsuzu koydu

Bir bira içmek istiyordu kaç gündür

Masaya biranın dökülüşünü koydu

Tokluğunu, açlığını koydu

Masa da masaymış ha

Bana mısın demedi bu kadar yüke

Bir iki sallandı durdu

Adam ha babam koyuyordu.

Edip Cansever

KENDİNLE BARIŞIK



Geçinmek için ne yaptığın beni ilgilendirmiyor.

Neyi özlediğini,

Kalbinin arzuladığı şeye kavuşmanın

hayalini kurmaya cesaret

edip edemediğini bilmek istiyorum.

Kaç yaşında olduğun beni ilgilendirmiyor.

Aşk için, hayallerin için, yaşıyor olma serüveni için

Bir aptal gibi görünme riskini

göze alıp alamayacağını bilmek istiyorum.

Ay'ın etrafında hangi gezegenlerin

döndüğü beni ilgilendirmiyor.

Kederinin merkezine dokunup dokunmadığını,

hayatın ihanetlerince açılıp açılmadığını,

daha fazla acı korkusundan

kapanıp kapanmadığını bilmek istiyorum.

Saklamaya, azaltmaya ya da

düzeltmeye çalışmadan

benim ya da kendi acınla oturup oturamayacağını

bilmek istiyorum.

Benim ya da kendi neşenle olup olamayacağını,

insan olmanın sinirliliğini hatırlamadan,

bizi dikkatli ve gerçekçi olmamız için uyarmadan

çılgınca dans edip,

coşkunun seni parmak uçlarına kadar doldurmasına

izin verip vermeyeceğini bilmek istiyorum.

Bana anlattığın hikayenin doğru

olup olmaması beni ilgilendirmiyor.

Kendi kendine dürüst olmak için

bir başkasını hayal kırıklığına

uğratıp uğratamayacağını;

ihanetin suçlamasına dayanıp,

kendi ruhuna ihanet edip etmeyeceğini

bilmek istiyorum.

Güvenebilir ve güvenilebilir

olup olamayacağını bilmek istiyorum.

Her gün sevimli olmasa da

güzelliği görüp göremeyeceğini

bilmek istiyorum.

Benim ve kendi hatalarınla

yaşayıp yaşayamayacağını;

bir gölün kenarında durup

gümüş ay'a "EVET!"

diye bağırıp bağırmayacağını

bilmek istiyorum.

Nerede yaşadığın

ya da ne kadar paran olduğu

beni ilgilendirmiyor.

Keder ve umutsuzlukla geçen

bir gecenin ardından,

yorgun, bitap da olsan,

çocuklar için yapılması gerekenleri

yapıp yapmayacağını bilmek istiyorum.

Kim olduğun,

buraya nasıl geldiğin beni ilgilendirmiyor.

Çekinmeden benimle ateşin ortasında

durup durmayacağını bilmek istiyorum.

Nerede, kiminle,

ne okuduğun beni ilgilendirmiyor.

Diğer herşey bittiğinde

seni ayakta tutan şeyin

ne olduğunu bilmek istiyorum.

Kendinle yalnız kalıp kalamadığını

ve o boş anlarda sana arkadaşlık eden kendini

gerçekten sevip sevmediğini bilmek istiyorum.

Orian Mountain Dreamer

ZAMAN AYIR



ÇALIŞMAK İÇİN ZAMAN AYIR

Bu, başarının bedelidir.

DÜŞÜNMEK İÇİN ZAMAN AYIR

Bu, kudret ve kuvvetin kaynağıdır.

EĞLENMEK İÇİN ZAMAN AYIR

Bu, genç kalmanın sırrıdır.

OKUMAK İÇİN ZAMAN AYIR

Bu, bilginin temelidir.

İBADET İÇİN ZAMAN AYIR

Bu, yücelmenin yoludur.

BAŞKALARINA YARDIM VE

ARKADAŞLARDAN HOŞLANMAK

İÇİN ZAMAN AYIR

Bu, mutluluğun kaynağıdır.

SEVMEK İÇİN ZAMAN AYIR

Bu, hayatın kutsallıklarından biridir.

HAYAL KURMAK İÇİN ZAMAN AYIR

Bu, ruhu yıldızlara eriştirir.

GÜLMEK İÇİN ZAMAN AYIR

Bu, hayatın yükünü hafifleten bir boşanıştır.

PLAN YAPMAK İÇİN ZAMAN AYIR

Bu, ilk dokuz şeyi yapabilmek için

gereken zamana sahip olmanın sırrıdır.

HAYATTA BEN EN ÇOK BABAMI SEVDİM

Hayatta ben en çok babamı sevdim.

Karaçalılar gibi yardanbitme bir çocuk

Çarpı bacaklarıyla- Ha düştü, ha düşecek…

Nasıl koşarsa ardından bir devin,

O çapkın babamı ben öyle sevdim.

Bilmezdi ki oturduğumuz semti,

Geldimi de gidici hep, hepp acele işi!..

Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi,

Atlastan bakardım nereye gitti,

Öyle öyle ezber ettim gurbeti.

Sevinçten uçardım hasta oldum mu,

40’ı geçerse ateş, çağ’rırlar İstanbul’a.

Bir helallaşmak ister elbet, diğ’mi oğluyla!

Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu.

Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.

En son teftişine çıkana değin

Koştururken ardından o uçmaktaki devin.

Daha başka tür aşklar; geniş sevdalar için

Açıldı nefesim, fikrim, canevim.

Hayatta ben en çok babamı sevdim.

Can Yücel

DERVİŞ KAŞIKLARI



Bir gün sormuşlar ermişlerden birine;

"Sevginin sadece sözünü edenlerle,

onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?"

"Bakın göstereyim" demiş ermiş.

Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak

onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine.

Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve

arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.

Ermiş; "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz"

diye bir de şart koymuş.

"Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler.

Fakat o da ne?

Kaşıklar uzun geldiğinden

bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına.

En sonunda bakmışlar beceremiyorlar,

öylece aç kalkmışlar sofradan.

Bunun üzerine, "Şimdi..." demiş ermiş,

"Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe."

Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar

gelmiş oturmuş sofraya bu defa.

"Buyrun" deyince

her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp,

sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını.

Böylece her biri diğerini doyurmuş ve

şükrederek kalkmışlar sofradan.

"İşte" demiş ermiş,

"Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve

doymayı düşünürse o aç kalacaktır.

Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa

o da kardeşi tarafından doyurulacaktır.

Şüphesiz şunu da unutmayın.

Hayat pazarında alan değil

veren kazançlıdır her zaman..."

ÜÇ İNSAN



Bir fıçının içine bir karınca düşmüş.

Bir insan gelmiş, fıçının başına,

karıncayı görmüş,

"Ne işin var senin burada?", demiş ve

karıncayı ezmiş, yok etmiş.

Bir fıçının içine bir karınca düşmüş.

Bir insan gelmiş, fıçının başına,

karıncayı görmüş,

"Kimseye zararın yok sevimli hayvan,

haydi fıçıda yaşamaya devam et", demiş.

Bir fıçının içine bir karınca düşmüş.

Bir insan gelmiş, fıçının başına,

karıncayı görmüş,

Bir kaşık şeker serpmiş fıçının içine.

Bu üç insan kimdir?

Birincisinin adı; BENCİL

İkincisini; HOŞGÖRÜ, diye çağırıyorlar

Üçüncü mü? O, SEVGİ, işte!.....

ANNE



Bir zamanlar dünyaya gelmeye hazırlanan

bir çocuk varmış.

Bir gün Tanrı'ya sormuş;

"Tanrım, beni yarın dünyaya göndereceğini söylediler.

Fakat, ben o kadar küçük ve güçsüzüm ki,

orada nasıl yaşayacağım?"

"Tüm meleklerin arasında senin için bir tanesini seçtim,

O seni bekliyor olacak ve seni koruyacak.

Meleğin sana hergün şarkı söyleyecek ve gülümseyecek.

Böylece sen onun sevgisini hissedecek ve mutlu olacaksın."

"Peki, insanlar bana birşey söylediklerinde,

dillerini bilmeden, söylediklerini nasıl anlayacağım?"

"Meleğin sana dünyada duyabileceğin en tatlı ve

en güzel sözcükleri söyleyecek.

Sana konuşmayı, dikkatle ve sevgi ile öğretecek."

"Peki, ben seninle konuşmak istersem ne yapacağım?"

"Meleğin sana ellerini açarak

bana dua etmeyi de öğretecek."

"Dünyada kötüler olduğunu da duydum.

Beni onlardan kim koruyacak?"

"Meleğin seni kendi hayatı pahasına da olsa koruyacak."

"Fakat, ben seni bir daha göremeyeceğim için çok üzgünüm."

"Meleğin sana sürekli benden söz edecek ve

ulaşmanın yolunu öğretecek."

O sırada cennette bir sessizlik olur ve

dünyanın sesleri cennete kadar ulaşır.

Çocuk gitmek üzere olduğunu anlar ve

son bir soru sorar;

"Şimdi gitmek üzere isem,

benim Meleğimin adı ne?"

"Meleğinin adının önemi yok yavrum.

Sen onu, ANNE diye çağıracaksın."

KÜÇÜK İSTAVRİT



Küçük istavrit yiyecek bir şey sanıp

Hızla atıldı çapariye

Önce müthiş bir acı duydu dudağında

Gümbür gümbür oldu yüreği

Sonra hızla çekildi yukarıya

Aslında hep merak etmişti

Denizlerin üstünü

Neye benzerdi acep gökyüzü

Bir yanda büyük bir merak

Bir yanda ölüm korkusu

"Dudağı yarıklar " denir, şanslıdır onlar

Hani görüpte gökyüzünü, insanı

oltadan son anda kurtulanlar

Ne çare balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu

Küçük istavrit anladı yolun sonu

Koca denizlere sığmazdı yüreği

Oysa şimdi yüzerken

Küçücük yeşil leğende

Cansız uzanıvermiş dostlarına

Değiyordu minik yüzgeci

İnsanlar gelip geçtiler önünden

Bir kedi yalanarak baktı gözünün içine

Yavaşça karardı dünya

Başı da dönüyordu

Son bir kez düşündü derin maviyi

Beyaz mercanı bir de yeşil yosunu

İşte tam o anda eğilip aldım onu

Yürüdüm deniz kenarına

Bir öpücük kondurdum başına

İki damla gözyaşından ibaret

Sade bir törenle saldım denizin sularına

Bir an öylece bakakaldı

Sonra sevinçle dibe daldı

Gitti, tüm kederimi söküp atarak

Teşekkürü de ihmal etmemişti

Bir kaç değerli pulunu elime avuçlarıma bırakarak

Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme

Sorar gibiydiler neden yaptın bunu niye?

"Bir gün" dedim, "bulursam kendimi

Yeşil leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz,

son ana kadar hep bir umudum olsun diye"

Dr. Serdar Sıralar

KAVANOZDAKİ TAŞLAR



Zamanın iyi ve üretken olarak kullanımı konusunda zaman zaman kurslar düzenleniyor. İşte bu kurslardan birinde zaman kullanma uzmanı öğretmen, çoğu hızlı mesleklerde çalışan öğrencilerine, "Haydi, küçük bir deney yapalım" demiş.

Masanın üzerine kocaman bir kavanoz koymuş. Sonra bir torbadan irice kaya parçaları çıkarmış, dikkatle üst üste koyarak kavanozun içine yerleştirmiş.

Kavanozda taş parçası için yer kalmayınca sormuş; "Kavanoz doldu mu?"

Sınıftaki herkes, "Evet, doldu" yanıtını vermiş.

"Demek doldu ha" demiş hoca. Hemen eğilip bir kova küçük çakıl taşı çıkartmış, kavanozun tepesine dökmüş. Kavanozu eline alıp sallamış, küçük parçalar büyük taşların sağına soluna yerleşmişler.

Yeniden sormuş öğrencilerine; "Kavanoz doldu mu?"

İşiin sanıldığı kadar basit olmadığını sezmiş olan öğrenciler; "Hayır, tam da dolmuş sayılmaz" demişler.

"Aferin" demiş zaman kullanım hocası. Masanın altından bu kez de bir kova dolusu kum çıkartmış. Kumu kaya parçaları ve küçük taşların arasındaki bölgeler tümüyle doluncaya kadar dökmüş.

Ve sormuş yeniden; "Kavanoz doldu mu?"

"Hayır dolmadı" diye bağırmış öğrenciler.

Yine "Aferin" demiş hoca. Bir sürahi su çıkarıp kavanozun içine dökmeye başlamış.

Sormuş sonra; "Bu gördüklerinizden nasıl bir ders çıkardınız?"

Atılgan bir öğrenci hemen fırlamış; "Şu dersi çıkarttık. Günlük iş programınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman yeni işler için zaman bulabilirsiniz."

"O da doğru ama" demiş zaman kullanma hocası; "Çıkartılması gereken asıl ders şu; Eğer büyük taş parçalarını baştan kavanoza koymazsanız daha sonra asla koyamazsınız."

Ve ardından herkesin kendi kendisine sorması gereken soruyu sormuş;

"Hayatınızdaki büyük taş parçaları hangileri,

onları ilk iş olarak kavanoza koyuyor musunuz?

Yoksa kavanozu kumlarla ve suyla doldurup

büyük parçaları dışarıda mı bırakıyorsunuz?"

KORKU



İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.

Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.

Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.

Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.

Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.

Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.

Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermediği için.

Ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.

Ve yaşamaktan korkuyor, kendisi için değil, başkalarına göre yaşadığı için.

William Shakespeare

ANNEYE DUA



Sevgili Tanrım,

Artık genç değilim ve arkadaşlarımın anneleri tek tek ölmeye başladı.

Arkadaşlarım annelerinin değerini anladıklarında,

bunu onlara söyleyemeyecek kadar geç kaldıklarını dile getiriyorlar.

Benim hala hayatta olan kusursuz bir annem var.

Onun değerini her geçen gün daha iyi anlıyorum.

Annem değil, ben değişiyorum. Yaşım ilerledikçe,

onun ne kadar olağanüstü bir insan olduğunu daha iyi anlıyorum.

Bu sözleri annemin kendisine söyleyemiyorum ne yazık,

oysa duygularımı kaleme almak ne kolay.

Bir evlat kendisine yaşam veren annesine nasıl teşekkür edebilir?

Bir çocuk büyütürken gösterdiği sevgiye, sabıra ve onca çabaya?

Bebekken arkasından koştuğu, asabi bir ergeni anladığı,

her şeyi bildiğine inanan üniversite öğrencisini hoşgördüğü için

şükranlarını nasıl dile getirebilir?

Kızının, annesinin ne kadar akıllı bir insan olduğunu anladığı günü

sabırla beklediği için nasıl minnet duyabilir?

Anne olmuş bir evlat,

hala kendisine annelik yapan bir insana nasıl teşekkür edebilir?

Her zaman öğüt vermeye hazır olduğu halde,

istendiğinde ya da gerektiğinde sessiz kalmayı başardığı için.

Binlerce kez söyleyebileceği durumlarla karşılaşmasına karşın;

"Ben sana dememiş miydim?" demediği için.

Kendisi olduğu için.

Sevgi dolu, düşünceli, sabırlı ve

bağışlamayı bilen kendisi olduğu için,

nasıl teşekkür edebilir?

Tanrım, senden onu hakettiğince kutsamanı istemekten

başka bir şey gelmiyor elimden.

..ve onun bana örnek olmasında,

bana yardımcı olmana şükretmekten başka.

Kendi çocuklarımın gözünde,

annemin benim gözümde olduğu kadar iyi bir anne olabilmek için

sana dua ediyorum, Tanrım.

Bir kız evlat



BAŞARI, ZENGİNLİK, SEVGİ



Alışverişe gitmek üzere evden çıkan bir kadın,

kapısının karşısındaki kaldırımda oturan

bembeyaz sakallı üç yaşlıyı görünce önce duraksadı,

sonra onları, tüm içtenliğiyle evine davet etti;

"Burada böyle oturduğunuza göre,

üçünüz de kesinlikle acıkmış olmalısınız", dedi.

"Lütfen içeri gelin, size yiyecek bir şeyler hazırlayayım."

Üç yaşlıdan biri, kadına,

eşinin evde olup olmadığını sordu.

Kadın, eşinin biraz önce çıktığını,

şu anda evde olmadığını söyledi.

Yaşlı adam, başını iki yana salladı;

"Eşiniz evde değilse, biz de davetinizi kabul edemeyiz", dedi.

Akşam eşi geldiğinde kadın

karşı kaldırımdaki yaşlı adamlarla

arasında geçen konuşmayı anlattı.

"Senin evde olmadığını öğrenince, içeri girmek istemediler", dedi.

Yaşlı adamların bu davranışlarını öğrenince,

kadının eşi üzüldü.

"Bir bakıversene dışarı", dedi.

"Hâlâ oradalarsa, şimdi davet edebilirsin eve."

Kadın kapıyı açar açmaz,

karşı kaldırımdaki bembeyaz sakallı üç yaşlıyla yeniden karşılaştı.

"Eşim geldi, şimdi evde" dedi ve

onlara davetini yineledi;

"Yemeğimizi birlikte yemek için

sizi şimdi davet edebilir miyim evimize?"

Kadının davetine yaşlılardan biri yanıt verdi;

"Biz hiçbir eve üçümüz birlikte gitmeyiz", dedi.

Ve kısa bir duraksamadan sonra, bir açıklama yaptı;

"Sağ yanımdaki bu arkadaşımın adı, Zenginlik'tir.

Bu yanımda oturan arkadaşımın adı Başarı,

benim adım ise Sevgi'dir.

Kendini ve arkadaşlarını tanıttıktan sonra Sevgi,

kadına ilginç bir öneride bulundu;

"Şimdi evinize gidin ve eşinizle başbaşa verip,

bir karara varın", dedi.

"İçimizden sadece birimizi davet edebilirsiniz evinize.

Hangimizi davet etmek istediğinize karar verin,

sonra gelin, kararınızı bize bildirin."

Kadın, Sevgi'nin önerisini eşine anlattığında,

adam sevinçten göklere fırladı.

"Aman ne güzel, ne güzel", dedi.

"Hangisini davet edeceğimizi bize bıraktıklarına göre,

biz de içlerinden Zenginlik'i davet ederiz ve

evimiz de bir anda Zenginlik'e kavuşmuş olur."

Eşinin kararı, kadının hiç de hoşuna gitmedi.

"Başarıyı davet etsek,

daha mantıklı bir karar vermiş olmaz mıyız,

kocacığım?",dedi.

Kayınvalidesiyle, kayınpederinin bu konuşmasına,

içerideki odada bulunan gelinleri de kulak misafiri olmuştu.

Koşarak içeri girdi ve o da kendi önerisini söyledi;

"En doğru karar, Sevgi'yi davet etmek değil midir?", dedi.

"Düşünsenize, evimiz bir anda Sevgi'ye kavuşacak"

Gelinin bu önerisi, kayınpederin de, kayınvalidenin de çok hoşlarına gitti.

"Tamam, en doğru karar bu olacak" dediler.

"Sevgi'yi davet edelim..."

Kadın kapıyı açtı ve üç yaşlıya birden sordu;

"İçinizde hanginiz Sevgi'ydi?"

"Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen buyursun..."

Sevgi ayağa kalktı, eve doğru yürümeye başladı.

Arkadaşları da ayağa kalktılar ve

Sevgi'nin arkasından, onlar da eve doğru yürümeye başladılar.

Kadın, büyük bir şaşkınlık ve heyecan içinde,

Zenginlik'le Başarı'ya sordu;

"Siz niçin geliyorsunuz?,

Ben yalnız Sevgi'yi davet etmiştim."

Kadının bu sorusuna, üç yaşlı birlikte yanıt verdiler;

"Eğer içimizden yalnız Zenginlik'i ya da Başarı'yı

davet etmiş olsaydınız,

davet edilmeyen ikimiz dışarıda bekleyecektik"

"Fakat siz Sevgi'yi davet ettiniz.

Bu durumda üçümüz birden gelmek zorundayız evinize."

Ve kadının "Niçin?" diye sormasını beklemeden,

Zenginlik ve Başarı sözlerini şöyle sürdürdüler;

"Çünkü Sevgi'nin olduğu her yerde,

biz Zenginlik ve Başarı da her zaman,

onun yanında oluruz."

NE OL, NE OLMA



İtil, atıl ama SATILMA!

Doğrul, devril ama EĞİLME!

Seslen, uslan ama YASLANMA!

Yaklaş, konuş, tanış ama UZAKLAŞMA!

Okumaktan zarar gelmez ama LANET OKUMA!

Zulmü devir, nefsi devir ama ÇAM DEVİRME!

Ev al, araba al, abdest al ama BEDDUA ALMA!

Rakibini geç, sınıfını geç ama GÜLÜP GEÇME!

Elini aç, gözünü aç, kapını aç ama AĞZINI AÇMA!

Hedefe koş, cihada koş, yardıma koş ama ORTAK KOŞMA!

Davet et, hayret et, af et, tövbe et ama İHANET ETME!

Fidan büyüt, garip doyur, çocuk besle ama KiN BESLEME!

Satıcı ol, alıcı ol, kalıcı ol, bulucu ol ama BÖLÜCÜ OLMA!

Eşini beğen, işini beğen, aşını beğen ama KENDİNİ BEĞENME!

Emek ver, kulak ver, bilgi ver ama hiç bir zaman BOŞ VERME!

Günlerini say, servetini say, büyüklerini say ama YERİNDE SAYMA!

Paranı ver, gönlünü ver, selam ver, canını ver ama SIRRINI VERME!

BÜYÜ DÜKKANI



Uzak diyarlardan birinde bir ülkede,

yemyeşil tepelerin arasında,

kışın bembeyaz bir kar örtüsü ile,

baharda rengarenk kır çiçekleri ile kaplanan bir vadi vardı.

Ortasından küçük bir ırmağın geçtiği bu vadi

"Büyülü Vadi" olarak anılırdı.

Ona bu adı veren ise, vadideki ilginç bir dükkan ile,

bu dükkanda yaşananlardı.

Ünü ülkenin dört bir yanına yayılmış olan dükkanın adı

"Büyü Dükkanı" idi.

Büyü Dükkanı'nın sahibi, ak saçlı, ak sakallı bir ihtiyardı.

Burası, aynı zamanda onun yaşadığı yerdi.

Bu nedenle dükkanın dışarıdan görüntüsü tıpkı bir ev gibiydi.

Üç tarafında da yeşil çerçeveli pencerelerin olduğu,

tamamı ahşaptan yapılmış olan bu binaya,

bir verandadan giriliyordu.

İçeri girer girmez, ilginç eşyalarla donanmış

oldukça geniş bir oda ile karşılaşıyordunuz.

Büyük bir kütüphane,

üzerlerinde çok sayıda eşyanın bulunduğu raflar,

masa ve konsollar dükkanın dört bir tarafını kaplıyordu.

Ancak bu kalabalık görüntü içinde

çok etkileyici bir düzen göze çarpıyordu.

Bütün eşyalar, belli bir estetik içinde duruyor ve

bu estetik hiçbir zaman bozulmuyordu.

Büyü Dükkanını çevreleyen pencereler,

içerdeyken bile günün aydınlığına ve

vadinin güzelliğine hakim olmanıza izin veriyordu.

Dükkanın içinde, arka taraftaki bölmeye açılan bir kapı vardı.

Bu bölmede mutfak, banyo ve yatak odası bulunuyordu.

Dükkana gelen müşteriler arka tarafa açılan kapıyı daima kapalı görürlerdi.



Her insanın yaşamında çok istediği ancak

sahip olamadığı birşeyler vardır.

Ya da sahip olup kaybettiği şeyler.

Bazen de sahip olduğu ancak kurtulmak istediği şeyler...

İşte bütün bunlar, o ülkede yaşayan insanların bir kısmı için,

Büyü Dükkanı'na gelme nedeniydi.

Bu dükkanda, isteklerinizi sınırlamak zorunda değildiniz.

Müşteriler, hayal edebildikleri herşeyi isteme ve alma hakkına sahiptiler.

Tabii, bedelini ödedikleri takdirde.

Her yerde olduğu gibi bu dükkanda da

almak istediğiniz şeyin bir bedeli vardı.

Bu bedelin ne olacağı,

dükkan sahibiyle yaptığınız pazarlık sonucunda ortaya çıkardı.

Ancak, Büyü Dükkanı'nda maddi bedellerin hiçbir hükmü yoktu.

Bazı müşteriler bir şeye sahip olmak için ödenebilecek tek bedelin

para olabileceği düşüncesiyle, cepleri kabarık gelirlerdi.

Oysa burada yapılan pazarlıklar, günlük yaşamdakilerden biraz farklı olur ve

pek çok müşteriyi şaşırtırdı.



Dükkan sahibi yaşlı adam, her sabah gün ağarırken kalkar,

kendine büyük bir fincan kahve yapar ve

bir insanın isteyebileceği her şeyin var olduğu dükkanıyla gurur duyarak

kahvesini yudumlardı.

Kahvenin ardından gelen zevkli bir kahvaltıdan sonra da

pencerinin perdelerini sonuna kadar açarak,

sallanan koltuğuna oturur ve içeri dolan gün ışığının

yardımıyla okumaya başlardı.

Büyü Dükkanı'nda satıcı olmak bilgelik isterdi.

O güne kadar dükkana gelen hiçbir müşteriyi geri çevirmemisti dükkan sahibi.

Herkes, çok istediği bir şeye sahip olmak uğruna

onca yolu göze alarak gelir ve

mutlaka alabileceği en iyi şeyi almış olarak çıkardı.

Ama genellikle aldığı şey istediği şeyden çok farklı olurdu.

Yaşlı adam ara sıra, okuduğu kitaptan başını kaldırır,

yolu gören pencereye bir göz atardı.

Sabah dışarı baktığında, yağan karın yolu iyice kapattığını gördü.

Bu havada gelen giden olmaz diye düşünüp, hüzünlendi.

Büyü Dükkanı, hemen her gün bir müşteri ağırlardı.

Ancak, yılda birkaç kere de olsa kimsenin uğramadığı günler olurdu.

Yaşlı adam, o günün de bunlardan biri olmasından korktu.

Nedense işsizlik içini ürpertmişti.

Tam o sırada uzakta bir karartı gördü.

Kar beyazının kamaştırdığı gözlerini kırpıştırıp tekrar baktığında,

bunun yaklaşmakta olan bir insan olduğunu anladı.

İçini bir sevinç kapladı. Gidip sobasına bir odun attı ve

tam pencerenin karşısındaki sallanan koltuğa oturup,

müşterisini beklemeye koyuldu.

Kış mevsiminin bu soğuk gününde epeyce üşümüş,

yorgun düşmüş olmalıydı.

Kapının önüne gelinceye kadar, gözlerini hiç ayırmadan izledi onu.

İyice kulak kabarttı.

Üç basamakla çıkılan, ahşap zeminli verandadaki ayak seslerini ve

onlara eşlik eden gıcırtıyı duymaktan çok hoşlanırdı.

Beklediği kişinin ayak sesleri ikinci basamakta kesilirdi.

Müşteri çalmadan, kapıyı açmamayı prensip edinmişti yaşlı adam.

Çünkü, hemen herkes o kapının önünde durup,

bir kez daha düşünürdü.

Kapıyı çalmaktan vazgeçip dönenler, az da olsa olmuştu.

O gün de aynı şeyi yaptı.

Sonunda kapı calındı.

Açtığında, karşısında soğuktan kızarmış elleriyle

atkısını çıkarmaya çalışan bir erkek gördü.

"İyi sabahlar, girebilir miyim?" diye sordu müşteri.

Dükkan sahibi, müşterisini içeri aldıktan sonra,

ısınması için ona bir kahve ikram etti.

Sessizce kahvesini içerken etrafı seyreden adam,

karşısında oturan yaşlı satıcının ikna edilmesi pek güç olmayan biri

olduğunu düşündü.Herhalde o da müşterisini anlar,

onun haklı isteğini geri çevirmek istemezdi.

Acaba Büyü Dükkanı'ndan çıkarken

istediği gibi bir alışveriş yapmış olacak mıydı?

Bir süre söze nasıl başlayacağını bilemedi.

Belki de dükkan sahibinin bir şeyler söylemesi gerekirdi.

Ancak karşısında sabırlı bir ifade ile

müşterisinin gözlerinin içine bakarak oturan satıcının,

alışverişi başlatmaya niyetli olmadığını anladı.

Bu sabırlı bekleyiş, onda hem cesaret

hem de yumuşak bir etki oluşturdu.

Anlaşılan, başlangıç sözleri kendisinden bekleniyordu.

Sonunda, fazla düşünmeden aklından ilk geçeni söyleyiverdi;

"Ününüzü duyunca çok uzaklardan kalkıp geldim buraya.

İstediğim şeyi, bir tek sizin dükkanınızda bulabileceğimi söylediler.

Karşılığında ne isterseniz vermeye hazırım."

"İstediğiniz şeyin ne olduğunu öğrenebilir miyim?"

"Bakın, ben elli beş yaşındayım. Yani yolun yarısını geçeli çok oldu.

Söylemeye dilim varmıyor ama yolun sonuna yaklaştım galiba.

Bu gerçeğe tahammülüm yok.

Ben bugüne kadar ki hayatımı geri istiyorum. Mümkün mü?"

"Elbette mümkün. Biliyorsunuz, dükkanımda her şey mevcut.

Ancak tam olarak ne istediğinizi anlayabilmem için,

bana geri istediğiniz hayatınızı biraz anlatabilir misiniz?"

Dükkan sahibinin sorduğu soru, müşteriyi iç dünyasına döndürmüştü.

Gözünün önünden geçen sahnelerin kendi yaşamına

ait olduğunu kabul etmek için kendini zorluyordu.

Bütün görüntüler, bir kargaşa ve telaş içinde

birbirlerine karışarak geçip gittiler ve

geride yalnızca ıssız bir hüzün bıraktılar.

Hüznünün yüzüne yansımasına engel olamayan müşteri,

yaşlı satıcının sorusu karşısında ancak şunları söyleyebildi;

"Geçmiş yaşamımda birçok hata yaptım.

Bunlar için pişmanlık duyuyorum.

Yanlış kararlar verdim, kayıplara uğradım.

Zamanı hovardaca harcadım.

Bir gün bir de baktım ki, hayat yanımdan geçip gidiyor.

Paniğe kapıldım ve bir çare aramaya başladım.

Dostlarımla konuşmayı denedim.

Beni teselli edip derdimi unutturmaya çalışanlar da oldu,

yardım etmeye çalışanlar da.

Ama hiçbiri kar etmedi.

Kendimi çok mutsuz hissediyordum.

Derken, bir gün birisi bana sizden ve Büyü Dükkanı'ndan söz etti.

Bunu duyar duymaz sanki içimde bir ışık yandı.

Büyük bir umutla hemen yollara düşüp size geldim.

Kendimi çok çaresiz hissediyorum.

Lütfen elli beş yılımı bana geri verin."

"Yani, siz pişmanlık duyduğunuz hayatınızı

yeniden yaşamak mı istiyorsunuz?"

"Elbette hayır. Söylemek istediğim bu değil.

Ben yalnızca kaybettiğim yıllarımı geri istiyorum.

Eğer bir şansım daha olursa aynı hataları tekrarlamayacağım."

"Herhalde bunu çok istiyorsunuz."

"Evet, hem de her şeyimi verecek kadar."

"Peki, benim size vereceğim elli beş yılın karşılığında

siz bana ne verebilirsiniz?"

"Ne isterseniz?"

"Sanki bunun için herşeyden vazgeçmeye hazır gibisiniz."

"Hiç kuşkunuz olmasın.

Şu anda sahip olduğum herşeyden vazgeçebilirim.

Yeter ki geride bıraktığım yıllarımı bana geri verin."

Yaşlı adam, ellerini sakallarında dolaştırırken,

kendini sallanan koltuğunun devinimlerine bırakmıştı.

Bir süre düşündü.

Müşterisinin, sabırsızlıkla, pazarlığın bitmesini beklediğinden emindi.

Büyü Dükkanı'na gelen kişiler,

genellikle bir an önce istediklerini alıp gitmek için acele ederlerdi.

Bu nedenle, yaşlı adam, pazarlığın başındaki

düşünce yolculuklarında yalnız kalırdı.

Şu anda da, sessizliğin yalnızca kendi işine yaradığını biliyordu.

Koltuğu ile birlikte öne doğru eğilerek müşterisinin

gözlerinin içine baktı ve ağır ağır konuşmaya başladı;

"Beyefendi, her ne kadar siz elli beş yıl karşılığında

bana herşeyinizi vermeye hazır olsanız da,

ben sizden bir tek sey isteyecegim."

"Dileyin benden ne dilerseniz."

"Belleğinizi..."

"Anlamadım?"

"Belleğinizi dedim.

Elli beş yılın yaşantısını içinde barındıran belleğinizi istiyorum."

"Ah evet anladım. İlginç bir bedel. Kabul ediyorum.

Tamam alın belleğimi."

"Emin misiniz?"

" Neden olmayayım? Elli beş yıl kazanacağım."

"Belleğinizi,

içindeki her şeyle birlikte bu dükkanda bırakıp gideceksiniz.

Elli beş yılın tek bir anını hatırlamayacaksınız

Buraya neden geldiğinizi bile."

"Daha iyi ya! Her şeye yeniden başlayacağım.

Zaten geçmişi hatırlamak istemiyorum ki!"

"O halde, korkarım elli beş yıl sonra buraya tekrar gelirsiniz.

Tabii o zaman benim yerime bir başkası size yardımcı olur."

"Hayır hayır. Emin olun ki, şu dakika belleğimi size bırakıp

elli beş yılımı geri alacağım ve dükkanınızı

bir daha dönmemek üzere terk edeceğim.

Ve yine söz veriyorum,

şu ana kadar yaptığım hataların hiç birini tekrar etmeyeceğim."

"İsterseniz başka sözler vermeyin.

Çünkü, az sonra,

belleğinizle birlikte bütün hepsini burada bırakıp gideceksiniz."

Yaşlı adamın son sözleri, müşterinin duraklamasına neden olmuştu.

Bu sözlerin anlamını kavrayabilmek için

birkaç saniye düşünmek zorunda kaldı.

"Nasıl yani?

Buradan çıktığımda hiçbir şey hatırlamayacak mıyım?

Sizinle konuştuklarimızı bile, öyle mi?"

"..................................""

"Yani hiçbir şeyi mi?

Buraya neden geldiğimi, sizin kim olduğunuzu ve hatta...!"

"Ne yazık ki!"

Yaşlı adam, şu anda pazarlığın sonuna geldiklerini hissediyordu.

Karşısında oturan müşterinin yüzünde gördüğü aydınlanma,

pazarlık sahnelerinin en hoşlandığı görüntüsüydü.

Son sözleri müşterisinin söylemesini istediği için

bir süre sessiz kaldı ve bekledi.

Bu seferki sessizliğin, müşterisinin işine yaradığından emindi.

Onun aydınlanan yüzünün ortasında parlayan gözbebekleri,

yaşlı satıcı için,

sessizliğin içinden çıkacak sesli bir coşkunun habercisi gibiydi.

Gerçekten de, konuşmaya başlayan müşterisi onu yanıltmadı;

"Sanırım ne demek istediğinizi şimdi anlıyorum.

Eğer elli beş yılın bedeli bu ise, pes ediyorum.

Belleğimden vazgeçemem.

Bu neye benziyor biliyor musunuz?

Bir kadının, çok istediği bir tokayı, saçları karşılığında satın almasına.

Çok ilginç bir insansınız.

Bana, Büyü Dukkanı'ndan

almak istediğimden çok farklı bir şeyle çıkacağımı

söylemişlerdi de inanmamıştım.

Ben, bugüne kadar ki yaşamımı almak için gelmiştim,

ancak bugünden sonraki yaşamımı alıp gidiyorum.

Size teşekkür ederim."

"Bir şey değil. Güzel bir pazarlıktı. Hoşçakalın."

EN İYİ HABER



Aynı pencereden dışarı bakan iki adamdan

biri sokaktaki çamuru, diğeri ise yıldızları görür. Frederick Langbridge



Arjantin'li ünlü golfçü Robert de Vincenzo,

yine bir turnuvayı kazanmış,

ödülünü alıp kameralara poz vermiş ve

kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanmıştı.

Bir süre sonra binadan çıkıp otoparktaki arabasına yürürken

yanına bir kadın yaklaştı.

Kadın başarısını kutladıktan sonra

ona çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu anlattı.

Zavallı kadının hastane masraflarını ödemesi olanaksızdı.

Kadının anlattığı öykü De Vincenzo'yu çok etkilemişti,

hemen cebinden bir kalem çıkarttı ve

turnuvadan kazandığı paranın bir miktarını yazdı çek defterine.

Çeki kadının eline sıkıştırırken de ona;

"Umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın" dedi.

Ertesi hafta kulüpte öğle yemeği yerken,

Profesyonel Golf Derneği'nin bir görevlisi yanına gelerek;

"Otoparktaki görevli çocuklar geçen hafta turnuvayı kazandıktan sonra

yanınıza bir kadının geldiğini ve

onunla konuştuğunuzu söylediler bana" dedi.

De Vincenzo evet anlamında başını salladı.

"Evet" dedi görevli, "Size bir haberim var.

O kadın bir sahtekardır.

Üstelik hasta bir çocuğu da yok.

Sizi fena halde kandırmış arkadaşım."

De Vincenzo; "Yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu?" dedi.

"Hayır, yok" dedi görevli.

"İşte bu, bu hafta duyduğum en iyi haber" dedi, De Vincenzo.

ANNELER GÜNÜ için




Küçük oğlu annesine geldi ve ona kağıdı uzattı.

Annesi ellerini önlüğüne kuruladıktan sonra kağıdı okumaya başladı;

Çimleri biçtiğim için 5 dolar

Odamı temizlediğim için 1 dolar

Alışverişe gittiğim için 50 sent

Küçük kardeşime baktığım için 25 sent

Çöpü attığım için 1 dolar

İyi bir karne getirdiğim için 5 dolar

Bahçeyi temizlediğim için 2 dolar

---------------------------

Toplam borç 14 dolar, 75 sent

Anne, umutla kendisine bakan oğulun elinden kağıdı aldı

ve kağıdın arka yüzüne şunları yazdı;

Seni 9 ay karnımda taşıdım BEDAVA

Hasta olduğunda başında bekledim, elimden geleni yaptım,

senin için dua ettim BEDAVA

Yıllar boyu değişik nedenlerle senin için gözyaşı döktüm BEDAVA

Senin için geceler kaygı duyup, uykusuz kaldım BEDAVA

Oyuncaklarını topladım, yemeğini hazırladım

giysilerini yıkadım, ütüledim BEDAVA YAVRUM

ve bunların hepsini topladığın zaman

gerçek sevginin bedelinin olmadığını görürsün,

bedavadır çünkü...

Oğul annenin yazdıklarını okuyunca gözleri doldu.

Annesine baktı, "Anneciğim seni seviyorum" dedi

ve kalemi alarak bu kağıda

"HEPSİ ÖDENMİŞTİR" yazdı

Adams'tan çeviren Gülden Tümer

İYİMSER, BOMBA GİBİYİM



Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi.

Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu bir şey bulurdu.

Hatta, bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile,

"Bu adam bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor?" diye.

Birisi nasıl olduğunu sorsa; "Bomba gibiyim" diye yanıt verirdi hep.

"Bomba gibiyim..."

Jerry, doğal bir motivasyoncuydu.

Yanındaki insanlardan biri o gün, kötü bir gündeyse,

Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı.

Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni.

Bir gün Jerry'ye gittim. "Anlayamıyorum" dedim.

"Nasıl oluyor da, her zaman, her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun? Nasıl başarıyorsun bunu?"

Her sabah kalktığımda kendi kendime;

"Jerry, bugün iki seçimin var. Havan ya iyi olacak ya da kötü" derim.

Her zaman havamın iyi olmasını seçerim.

Kötü bir şey olduğunda yine iki seçimim var.

Kurban olmak ya da ders almak.

Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim.

Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde, yine iki seçimim var.

Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını göstermek.

Ben olumlu yanlarını göstermeyi seçerim.

"Yok yahu" diye dalga geçtim. "Bu kadar kolay yani"

"Evet...Kolay..." dedi Jerry.

"Hayat seçimlerden ibarettir. Her durumda bir seçim vardır.

Sen her durumda nasıl davranacağını seçersin.

Sen insanların senin tavrından nasıl etkileneceklerini seçersin.

Sen havanın, tavrının iyi ya da kötü olmasını seçersin.

Yani sen hayatını nasıl yaşayacağını seçersin"

Jerry'nin sözleri beni oldukça etkiledi.

Onu uzun yıllar görmedim. Ama hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek yerine olumlu seçimler yaptığımda hep onu hatırladım.

Yıllar sonra Jerry'nin başına çok talihsiz bir olay geldi.

Soygun için gelen hırsızlar Jerry'yi delik deşik etmişler.

Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış.

Taburcu edildiğinde kurşunların bazıları hala vücudundaymış.

Ben onu olaydan altı ay sonra gördüm.

"Nasılsın?" diye sorduğumda; "Bomba gibi" dedi.

"Bomba gibi"

"Olay sırasında neler hissettin Jerry?" dedim.

"Yerde yatarken iki seçimim var diye düşündüm.

Ya yaşamayı seçecektim ya ölümü. Ben yaşamayı seçtim."

"Korkmadın mı? Şuurunu kaybetmedin mi?"

Ambulansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı.

Bana hep "iyileşeceksin merak etme" dediler.

Ama acil servisin koridorlarinda sedyemi hızla sürerken

doktorların ve hemşirelerin yüzündeki ifadeyi görünce ilk defa korktum.

Bu gözler bana "Bu adam ölmüş" diyordu.

"Bir şeyler yapmazsam, biraz sonra ölü bir adam olacaktım"

"Ne yaptın?" diye merakla sordum.

Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak

"herhangi bir şeye ihtiyacım olup olmadığını" sordu.

'Evet' diye yanıt verdim.

"Var"

Doktorlar ve hemşireler merakla sustular.

Derin bir nefes alarak kendimi topladım ve bağırdım;

"Benim kurşunlara alerjim var!.."

Doktor ve hemşireler gülmeye başladılar.

Tekrar bağırdım;

"Ben yaşamayı seçtim.

Beni bir canlı gibi ameliyat edin. Otopsi yapar gibi değil"

Jerry, sadece doktorların büyük ustalıklari sayesinde değil,

kendi olumlu tavrının da büyük katkısı ile yaşadı.

Yaşaması bana yeni bir ders oldu.

Hergün hayatımızı dolu dolu yaşamayı seçme şansımız

ve hakkımız olduğunu ondan öğrendim

ve herşeyin kendi seçimlerimize bağlı olduğunu.

Bu yazıyı okudunuz.

Şimdi iki seçiminiz var:

1. Unutup gitmek,

2. Yazıyı dikkate alıp kesip saklamak, arkadaşlarınıza göndermek.

Francie Baltazar Schartz'ın yazısını okuduktan sonra düşündüm,

iki seçimim vardı:

1. Çöpe atmak,

2. Birileriyle paylaşmak.

Ben seçimimi yaptım.

Ya siz?..."

HER ZAMAN 'BOMBA GİBİYİM' DEMENİZ DİLEĞİYLE...

Francie Baltazar Shartz

GÜL YAPRAĞI



Uzakdoğu'da bir budist tapınağı bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu.

Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.

Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi.

Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi.

Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu,

o yüzden kapıda herhangi bir tokmak veya çan, zil yoktu.

Bir süre sonra kapı açıldı.

İçerideki budist rahip kapıda duran yabancıya baktı.

Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı.

Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.

Budist bir süre kayboldu.

Sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.

Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.

Yabancı tapınağın bahçesine döndü.

Aldığı bir gül yaprağını kabin içindeki suyun üstüne bıraktı.

Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı

İçerideki budist rahip saygıyla eğildi

ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.

Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.

BİR SARI LİRA GİBİ ÖMRÜNÜZ



“Yaşamak değil, beni bu telaş öldürecek" dediği gibi şairin;

O telaşla, bırakın Paris yolunda ılık rüzgarla taratmayı saçlarımızı

Sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile edemedik biz ...

Gözümüz saatte söyleştik hep,

Koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık.

Hep yetişilecek bir yerler vardı.

Aranacak adamlar, yapılacak işler...

Bir sonraki günün telaşı, bir öncekinin tersine bulaştı;

Başkalarının hayatı bizimkini aştı.

Kör karanlıkta çalar saat sesi yerine,

Kuşluk vakti kızarmış ekmek kokusu

Veya yavuklu busesiyle uyanma düşlerini

Ha babam erteledik.

20'li yaşlardayken 30'lu yaşlara kurduk saatin alarmını,

30'larımızda 40'lara, belki sonra 50'lere ...

Lakin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat,

Kuşlukta uyanma fırsatını sunduğunda size,

Artık uyku girmez oluyor gözlerinize ...

Doyasıya söyleşmek,

Telaşsız sevişmek için bol zamana kavuştuğunuzda,

Söyleşecek, sevişecek kimsecikler kalmıyor yanınızda

Özenle yarına sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz;

Vakti gelip sandıktan çıkardığınızda

Bir de bakıyorsunuz ki tedavülden kalkmış ...

Murathan Mungan

BİR SÜRE SONRA



Bir süre sonra,

bir eli tutmakla bir ruhu zincirlemek arasındaki

ince farkı öğrenirsin,



Ve aşkın yaşlanmak,

birlikte olmanın da güvende olmak

anlamına gelmediğini öğrenirsin,



Ve öpücüklerin sözleşme

ve hediyelerin de vaat olmadığını öğrenmeye

başlarsın,



Ve yenilgileri

başın dik ve gözlerin açık karşılamaya başlarsın,

bir çocuğun üzüntüsü ile değil, bir yetişkinin

zerafeti ile,



Ve herşeyi bugünü düşünerek yapmayı da öğrenirsin

çünkü yarın ile ilgili herşey belirsizdir.



Bir süre sonra güneş ışığının yakıcı olduğunu öğrenirsin

eğer fazla maruz kalırsan



Bu yüzden,

başka birisinin sana çiçek getirmesini beklemeden

kendi bahçeni yarat

ve kendi ruhunu kendin süsle.



Ve göreceksin ki dayanıklısın...

Ve kuvvetlisin,

Ve değerlisin.

Veronica A. Shoffstall

ARKADAŞLIK



Kötü karakterli bir genç varmış.

Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermis.

"Arkadaşların ile tartışıp kavga ettiğin zaman

her sefer bu tahtaperdeye bir çivi çak" demis.

Genç, birinci (ilk) günde tahtaperdeye 37 çivi çakmış.

Sonraki haftalarda kendi kendini kontrol etmeye çalışmış

ve geçen her günde daha az çivi çakmış.

Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış.

Babasına gidip söylemiş.

Babası onu yeniden tahtaperdenin önüne götürmüş.

Gence, "Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için

tahtaperdeden bir çivi çıkart (sök)" demiş.

Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış.

Babası ona, "Aferin iyi davrandın ama bu tahtaperdeye dikkatli bak.

Artık çok delik var.

Bundan sonra geçmişteki gibi güzel olmayacak

Arkadaşlarla tartışıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir.

Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır.

Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin

ama bu delik aynen kalacak (kapanmayacak).

Bir arkadaş ender bir mücehver gibidir.

Seni güldürür yüreklendirir.

Sen ihtiyaç duyduğunda yardımcı olur.

Seni dinler sana yüreğini açar" demiş.

Bu hafta arkadaşlık haftasıdır.

Sen de arkadaşlarına bu adresi gönder.

Sana gönderene bile gönder.

Elektronik posta sana döndüğü zaman ne kadar arkadaşın var öğreneceksin.

Sana iyi bir arkadaşlık haftası diliyorum.

Senin tahtaperdene koyduğum çivi için beni affet.



İtalyancadan çevrilmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder