10 Mart 2009 Salı

Sosyal Fobiklerin Sorunu

Sosyal Fobiklerin SorunuSosyal fobiklerin çıkmazı; Doğruları bulmak iyileşmek için yeterli olmuyor.

Tedaviden en kolay kaçan hastalar; sosyal fobikler.

Sosyal fobi; tıbbın bulduğu bir başlık. Eskiden bunun adı utangaçlıktı. Sonra özgüven eksikliği falan dendi. Şimdi hoş bir başlık bulunmuş. Adı üzerinde fobi. Toplum içinde fark edilme korkusu da diyebiliriz. Bir olayda korku varsa bilinçaltından kaynaklanan bir kanaat var demektir. Bilinçaltının kişinin yararına gördüğü bir mekanizma işletiliyor demektir. Bu durumda da hipnozla ama analitik hipnozla iyileşmeye aday bir durum söz konusudur. Aday diyorum çünkü deneyimlerin en kırılgan grubun bu grup kişiler olduğunu ortaya koyuyor. Hemen kırılıyorlar. Kırılmak dediğim alınganlık değil. İçlerinde biraz mevcut olan o iyileşme hevesini hemen kaybediyorlar. Şimdi bunun nedenleri üzerinde durmak istiyorum.

Mucize beklentisi:

Evet hevesle gelirler.
Ama bu hevesleri daha çok bir mucize beklentisini yansıtır. Yeni bir şey keşfetmişlerdir. Hipnoz. Biraz sır bir olay. İçinde biraz mucize barındıran, biraz okus pokus barındıran bir olay. Mandrake.
"Gözlerime bak ve uyu. Uyandığında her şey bambaşka olacak."

Bir şey olacak ve değişecekler. Uyuyacaklar, beyaz atlı prens gelecek, öpecek ve kurtulmuş olarak uyanacaklar. Beklentileri ben konuşmaya başladıkça ve onlardan olan beklentilerimi ortaya koymaya başladıkça mucize iyileşme umudu azalmaya başlar. Sorunlarını kabul ederler. İyileşmeyi beklerler. Bir şekilde sorunlarının kaynağının zihinlerindeki bazı düzensiz işleyişlerden kaynaklandığını da kabul ederler. Sorunlarının anlamsızlığının da farkındadırlar. Sorun bilinçaltı kaynaklıdır. Bu nedenle hipnoz gibi henüz tıbbın pek sıcak bakamadığı alternatif yöntemlerin kendilerini iyileştireceğine de bir şekilde inanmışlardır. Ama işte burada tıkanırlar.

Sorunları iyileşmenin önündeki engelin kendisidir.

Ben konuşmaya başladıkça, bir şeyleri anlatmaya başladıkça yüzleri değişmeye başlar. Birden olayın kendi düşündükleri kadar kolay olmadığını algılamaya başlarlar. Okus pokus yoktur. Onlara da bu çalışmada bazı sorumluluklar düşmektedir. Becerilerine şu ya da bu şekilde gereksinim vardır. Akıllarına gerek vardır. Yani onlar zaten bir şekilde sorumluluklarla yüzleşemedikleri için sorunlarla karşı karşıyayken şimdi iyileşmek için sorumluluk almak gerekmektedir.

Problemlerin kaynağında çocukluktan kalmış ve artık yararı kalmamış algılamalar söz konusu olsa da, zaman içinde bu yanlış algılamaların problem haline dönüşmesi uygun ortamlara bağlıdır. Kişinin yaşamın normal çabalarını ve mücadelelerini kendisi için altından kalkılması zor yükler olarak algılaması, bu yüklerle başa çıkacak gücü kendinde görememesi, ya da hepsinden önemlisi alıştığı o mutsuzluk ortamından kurtulacak olma korkusu, yani kendini bir yönden iyileşmeye layık görmemesi sessizce ortaya çıkmak için bekleyen sorunların kendini göstermesine neden olur. Bu kanaat yerleştikçe bilinçaltı onların yararına düzenlemeler yapmaya başlar. Kalabalıklardan uzaklaştırır. Sorumluluklardan uzaklaştırır. Başarıdan uzaklaştırır. Mutluluktan uzaklaştırır. Tabi başta da dediğim gibi bu bilinçli bir tercih değildir. Sessiz bekleyen bilinçaltı inançların artık harekete geçmesidir. Bu inançların nasıl ve neden yerleştiği ayrı bir yazı konusudur.

İşte bu şekilde zaten sorun yaratan o olumsuz ortam ve bakış açıları iyileşme yönünde engelleyici bir etki oluşturur. Kişi iyileşmeye yaklaştıkça, bu yönde işaretler aldıkça, onu iyileşmeden alıkoyan inançları daha güçlü mesai yapmaya başlar. Bu olumsuz bakış açısını doğuran yukarı paragrafta saydığım ortam etkenleri (sorumluluk, mutluluk, başarı kaygıları) hastalığın iyileşmesini engelleyen inançların doğmasına neden olur.

Sorunu olduğunu kabul etmek başlı başına bilinçaltına yapılan bir saldırıdır.

Kişi zaten uzun süre sorununu yok saymış, farkında olmamış, doğal hali olarak kabul etmiştir. Ne zamanki bu sorunun onu toplum içinde yaşayışını engellediğini fark etmeye başlamış, ondan sonra sorununu kabul etmek zorunda kalmış ve iyileşme çareleri aramaya başlamıştır. Ama bu kabul çoğu zaman zoraki bir kabuldür. Evinden kovduğu bir insanı gönülsüzce tekrar evine alan ev sahibinin kabulü gibidir. Yani kabul etmiştir ama benimseyip sahiplenmemiştir. Sahiplenme olmayınca sorumluluk duygusu yerleşmemiş demektir.

Yani sorunun ortaya çıkışında kendi içindeki dinamiklerin değil de çevresel etkenlerin, başka kişilerin sorumlu olduğu kanısı baskın durumdadır.
"O halde kendi sorumluluğumda olmayan bir durumdan neden ben kurtulmak için sorumluluk yükleneyim" diyen bir düşünce sistemi işler haldedir.
Ama kişi bunu tam olarak bilincinde olmayabilir. İçinde bir yerler iyileşmeye olan inancına engel koyar gibi durmaktadır.
"Bir bahane bulsam da kaçsam gitsem." O iyileşmek istemeyen daha doğrusu iyileşmeden bir yarara görmeyen aksine sonucun daha da zararlı olacağına inanan bilinçaltı parçası bu bahaneyi yakaladığı anda onu, o zaten gönülsüz olarak orada duran kişiyi kaçıracaktır.

"Gözlerini kapa, iyileşme sonucunu ne samimiyette arzu ediyorsun" dediğimiz zaman, hemen anında olumlu bir yanıt alamıyorsak, sanki bazı kontrol mekanizmalarının süzgecinden geçiyor izlenimi alıyorsak, bu durumda bilinçaltı "hayırcı" mekanizmaların varlığından kuvvetli bir şekilde şüphe etmemiz gerekir.

İyileşme planı olmayan fobik hasta iyileşmemeye mahkumdur.

İyileşmek isteyen bir kişi, sonuca inanmalı, sonuca ulaşırken kullanılacak yönteme inanmalı, sorununu hem kabullenmiş, hem de sahiplenmiş olmalıdır. Sorununu sahiplenirse, ancak ondan sonra iyileşme sonucunu da sahiplenebilir. Çünkü sahiplenmek kendini bu iyi sonuca layık görmektir. Kendini iyleşmeye layık görmeyen, kendisine sadece iyileşemeyeceği kanıtını arayan bir kişiden nasıl olumlu sonuç elde etmeyi bekleriz? Ya da o kişi "ben iyileşmeyi kendime pek yakıştırmıyorum ama yine de siz bir deneyin" dediği zaman nasıl gerçekten iyileşebileceğini düşünür?

Her an kaçmaya hazır yapıdaki bir hastanın elinde sağlam bir iyileşme planı olmalı ve bir şekilde o plana sonuna kadar bağlılık yemini etmelidir.

Ve iyileşmede en çok takıldığımız noktaya geliyorum şimdi.
Sunulan planı ve uygulanacak yöntemleri zor olarak algılaması ve kendinde bu güç işlemi başaracak iç gücü hissedememesi tedavinin kısa sürede terk edilmesine neden olur. Bu nedenle hem kişinin hem de terapistin bu etkenin iyice farkında olması gerekir. Aslında plan basittir. Rahatlıkla üstesinden gelebileceği bir işlemdir. Ama zaten basitlikler ona basit gelmediği için sorunları ortaya çıkmaya başlamıştır.
Kendisi için engel gördüğü her olayda geri adım attığı için zaten sorun büyümüş, iyileşemez hale gelmiştir. O zaman bu soruna yol açan etkeni tedavi aşamasında yok saymak ve o kişiden tam da tersini beklemek sadece hüsrana yol açar.

İyileşebilmek için kişinin kendisinin her an kaçmaya hazır bir yapı içinde olduğunun farkında olması gerekir.

Kişinin kendisinin bu eksikliğinin ve "kaçmaya her an hazır bir yapı içinde olduğunun farkında olması" gerekir.

"Benim sorunum, aslında rahatlıkla üstesinden geleceğim olayları gözümde büyütmem ve içimdeki o iyileştirici gücün, mücadele edici gücün farkında olmamamdır" demesi gerekir.
Bunu dediği, bunu sahiplendiği anda büyük bir engel aşılmıştır. Hem tedaviye olan güveni, hem de iyileşeceğine olan güveni güçlenir.

Yani kişi kendisinden daha güçsüz hisseden kişilerin bu tip tedavilerle çok daha olumlu yerlere ulaştıklarını bilmesi gerekir.
Hissettiği güçsüzlük sahte bir güçsüzlüktür. Kendi içindeki gerçek güçle bir alakası yoktur. Bir şeyler kendi gerçek gücünü görmesini engellemektedir.

Kendini güçsüz hissediyorsan, bu içinde yeteri kadar güç olmadığı anlamına gelmez. Sadece bu gücün farkında olmadığı anlamına gelir.
"Başaramayacağım korkusu" bu gücü gizleyen en önemli etkendir. Gücü fark ettikçe bu korkunun etkisi azalmaya başlar. Bu nedenle doğduğunuz andan bugüne kadar neler başardığınızı unutmayın. En güçsüz, en başa çıkılamaz denilen bir çok olaydan sıyrıldığınızı unutmayın.

Sosyal fobi aslında basit bir başarma korkusudur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder